Antalya’da Yeşil Süreklilik İçin Bir Öneri

ALPER DERİNBOĞAZ

Antalya tarım ve turizm anlamında en önemli kentlerden birisiyken son yıllarda sıklıkla kentsel dönüşüm ve mimari yarışma projeleriyle de anılan bir şehir haline geldi. Türkiye’nin en önemli ve en çok yatırım yapılan kentlerinden biri olmasıyla birlikte sosyokültürel ayrışma, gelişmekte olan birçok kent gibi Antalya’da da belirginleşti.

Antalya’nın yakın kent tarihine bakacak olursak 1970’lere kadar yoğunluğunu kırsal yerleşim oluştururken, günümüzde tümüyle kentsel yerleşime geçtiğini görebiliriz. Bu dönüşümle birlikte Antalya kırsalı, doğası ve tarımının operatif araçlara dönüştüğünü söyleyebiliriz. Bugün gelinen noktada, kaçınılmaz olarak, kırsal alanlar sebze, meyve fabrikaları; deniz ve kumsal da turistik tesisler olarak talep görmekte.

Bu tür bir kentleşmeye sebep olan dürtüleri, alışveriş merkezlerine bakarak da anlayabiliriz diye düşünüyorum. Mekanlar ve kaynaklar ne kadar sıkışıp birbirine yaklaşırsa o kadar “kolay” hale geliyorlar. Haftalık alışverişinizi yapabilirken yeni sezon giyim alışverişinizi de yapabileceğiniz “kompakt” bir kurgu oluşuyor. Tabii ki bu sıkışma esnaflık, komşuluk gibi sosyal altyapıları geçersiz kılıyor. Benzer bir şekilde, kentte de okulun, işin ve alışverişin yakınlığı kırsal alanı terk etmenin en önemli sebebi olarak karşımıza çıkıyor. Sürdürülebilirlik ve ekoloji gibi çokça tüketilen kavramlardan da bahsetmek mümkün ancak bu kentleşme maceralarında daha önemli bazı şeyleri kaybettiğimizi düşünüyorum. Kent ve kırsal ayrışma karşılığında kır, doğa gibi varoluşsal olgulara mesafemiz artıyor, giderek bizi var eden şeylerden kopup benliği karışık, tatminsiz bireylere dönüşüyoruz. Bu durum sadece Antalya için değil, Türkiye genelinde bütün kentlerimiz için geçerli.

Ancak Antalya’da kentleşme konusunda diğer kentlerde pek sık karşılaşmadığımız başka bir durum da söz konusu. İstanbul ve Ankara gibi büyük şehirlerden göç alıyor, hatta kent nüfusunun çoğunluğunu bu göçlerle gelenler oluşturuyor. Bu harekette ise muhtemelen kentin metropolitan bir yapıya sahip olup, şehir yaşamının getirdiği avantajları sunmasının yanı sıra bir Akdeniz iklimi özelliği ile şehir yaşantısına alternatif bir yaşam tarzı vaat etmesi rol oynuyor. Kenti kısa bir süreliğine ziyarete gelen turist için Antalya’nın denizi, güneşi ve arta kalan zamanda da Kale İçi bölgesi, Akdeniz kentinden beklediği birçok şeyi ona sunuyor. Tarihi kent kimliği olarak da küçük ölçekli, dar sokaklara sahip, İtalya’nın Phuglia’sını veya İspanya’nın Cadiz’ini; film festivali ve etkinlikleri ile Akdeniz kentlerini aratmıyor.

Buna karşılık Antalya’nın, şu an ki koşullarda Akdeniz yaşantısını Antalyalılara ne derecede sunabildiği ise tartışmalı bir konu. Kaleiçi ve çevresinde hissedilen yoğun tarihi doku merkezden uzaklaşıldıkça yerini az yoğunluklu, zemin kotunda ve turistlere yönelik dükkanların domine ettiği sokaklara bırakıyor. Sahil şeridi üzerinde, özellikle Lara ve çevresi, otel yapılarıyla çevrelenmiş, turistlerin tüm ihtiyaçlarının bir paket olarak otelden denize çekilen dik bir çizgi üzerinde sağlandığı bir yapılaşma gözlemleniyor. Toros sıradağları tarafından çevrelenen kentin kuzey sınırında dağların eteklerinde yer alan orman dokusunun şehir merkeziyle bağlantısı kentin sürekliliği açısından önem taşıyor. Ancak günümüzdeki kentleşme bu bağlantıyı kopartıyor ve kentin iç ve sahil kısımları iki ayrı sistem olarak çalışıyor.

Kısacası Antalya; coğrafik özellikleri, tarihi ve konumuyla sadece paket turizmiyle akla gelmenin yanı sıra Akdeniz şehirlerine özgü pek çok potansiyel barındırıyor ve doğru kentsel planlama stratejileriyle bu potansiyeller açığa çıkarılabilir. Günümüz Antalya’sının geçici yatırımların ötesinde, gerçek bir kent kimliği kazanması için Akdeniz ile değer kazanan sahil şeridi veya Kaleiçi ile değer kazanan merkez bölgesi gibi yeni yapılaşma alanlarını anlamlı kılabilecek, sosyal donatı oluşturabilecek açık alanlara ihtiyacı olduğunu düşünüyorum.

Yüksek turizm yapılarının çevrelediği Lara plajı, kent merkezi ve Toros Dağları’nın birleştiği aks üzerinde yer alan Kepez, Santral mahallesi, konumu itibariyle şehri bütünleyecek ve kentin bu diliminin anlamlı bir bütün olarak çalışmasını sağlayabilecek özelliklere sahip; ancak Torosların eteklerinde yer alan yeşil dokuyla zıtlık oluşturacak şekilde aşırı yapılaşma ve betonlaşmayla şekillenmiş alan, günümüzde bağlayıcı özelliğini yitirmiş durumda.

Bu probleme çözüm önerisi olarak, kent ölçeğinde yeşil bir koridorun sadece mevcut atıl yeşil alanların değerlendirilmesi ve bağlarının güçlendirilmesiyle mümkün olduğunu öngörüyorum. Kent ölçeğinde Kepez ile başlayan ve sırasıyla Zeytinlik, Dokuma Fabrikası, Akdeniz Üniversitesi Sağlık Kampüsü, Kültür Parkı ve Ekoloji Parkı ile Konyaaltı plajına kadar bağlanan yeşil bir koridor oluşturulabilir.

Bu anlamda Antalya’yı kuzey-güney aksında, boydan boya kat edebilecek sürekli bir yeşil oluşturmak Türkiye’ de pek benzeri olmayan bir kent, doğa dengesi kazandırabilir. Böyle bir yeşil koridor, kent hayatının kalitesine sadece bio çeşitlilik ve ekolojiyi iyileştirme değil sosyal sürdürülebilirlik anlamında da büyük katkı sağlayacaktır.