"Bağlam" Meşrulaştırmadır

DERYA YÜCE

Metropol insanı için genel geçer isteklerin başında, en küçük fırsatta şehir hayatından çıkıp bir doğa parçasına yakınlaşma isteği geliyor. Bu tabiat parçasının insan doğasına iyi gelen yanı, çözülemeyen kaotikliği olabilir mi? Tabiat her zaman kaotiktir. Bu kaotik olma durumu bizim kendimizi en yakın hissettiğimiz, dikkatimizi en çok çeken sistemler diye düşünüyorum. Aynı şekilde en küçük bir fırsatta şehir hayatından kendimizi bir doğa parçasına atmamız da tam da bu sebepten değil midir? Bir ormanın içinde - doğa için her ne kadar sıradan da olsa, her gün görsek de - bir ağacın yaprakları arasından sızan gün ışığı ya da bir tepe arkasından batan güneşin kızıllığı bu sebeple bizi sanki gizemli bir kaotik sistemin hayranlığıyla sarhoş eder.

Kaotiklik, kendiliğindenlik barındırır. Sanki her zaman daha ilk başından beri oradaymış gibidir. Sıradan olduğu kadar etkileyicidir de. Doğal bir karmaşası, o karmaşanın tarifi zor bir düzeni vardır. Kentler ise tamamen yapma bir düzene sahiptir. Karmaşıktır ama tam olarak kaotik denebilir mi emin değilim. Belki bu İstanbul gibi, içinde çok fazla kendiliğindenlik barındıran metropoller için bir noktaya kadar söylenebilir. Çünkü artık karmaşıklık onların doğasıdır. Farklı olmalarını beklemek, kırsal bir hayal arayışına girmek yanlış olur. Ancak yine de doğadaki gibi bir düzene sahip kaotiklikten bahsetmek zordur. Bugün olan yarın olmayabilir ve bu bir düzenin adımlarından biri olmayabilir.

Kaotik sistemler anlamlı parçalar bütünüdür ve bir dizgeleri vardır. Bizlerin mimari projelerde yapmaya çalıştığı da bu anlamlı bütünü oluşturmak. Bir senaryo yazarız, baştan sona bir olay örgüsü tanımlar. Bu anlamlı parçalar bütününü mimaride bağlam olarak adlandırırız. Bunu oluşturabilmek için çevresel faktörlerden, psikolojiden, sosyolojiden, matematikten yardım alırız çünkü mimarlık hiçbir zaman yalnız yürümez. Sanat ve bilimin ara kesitindeki bir üretim pratiği olarak mimarlık ve kurmaya çalıştığı bağlam tüm bu kaos içinde bir düzen arayışı olarak yorumlanabilir. Ne kadar ikna edici ise bağlamı o kadar güçlü olur. Bağlam ne kadar güçlüyse, kaotik bir sisteme o kadar yakın hissettirir. Yani sanki hep başından beri oradaymış, oralıymış gibi hissettirmenin, en azından buna ikna etmenin peşindedir mimarlık. Bunun olmadığı ya da önemsenmediği yer, mimarlığın konuşulmadığı yerdir. Her yerde kendini var eden, basmakalıp üretimlerle sonuçlanır. Bunu özellikle işin başından, daha proje isminden bile okuyabiliyoruz; Fikirtepe gibi bir yerde "Brooklyn" isimli ve temalı bir karma kullanım projesi yapılması gibi. Böyle projeler kendini varoluşuna ikna etmeye çalışmaz, olan bir taneyi alır, nerede olursa olsun uygular, hele ki etrafını orada olması gerektiğine ikna etmek aklına bile gelmez.

Oysa ki varlığını dert edinen yapıların bağlamı kuvvetli olur. Adeta yapı yapmaya imtina eden mimarlar, daha güçlü bir bağlam peşinde koşarlar, çünkü hem kendilerini hem çevresini o yapıyı yapmaya ikna etme derdiyle dertlenirler. Böyle yapılar ve projeler gerçekten de sanki size hep oradalarmış gibi hissettirirler. Ya da gerçekten var olmalarının anlamlı bir sebebi olduğuna inanırsınız. Mimarlıklarını meşrulaştırırlar. Böyle konular geçtiğinde aklıma hep Zumthor'un İsviçre'deki spa projesi Therme Vals gelir. Zumthor, fiziki bir mekan kurgusunun spa gibi bir fonksiyonla birleştiği yerde duyuların önemini malzeme, doku, sıcaklık, renk ve his yani atmosfer ile açıklar. Bakış açısını da şu şekilde dile getiriyor:

“İşverenler azap çekseler bile [...] uzun zamandır unutmuş oldukları ve hiç bilmedikleri şeyleri öğrenmeleri konusunda diretiyorum; bir şeyi iyi yapmak için zamana ihtiyacınız olduğu konusunda […] Demek istediğim, [zamana] ihtiyacım var, aksi halde bir atmosfer yaratamam; atmosferi olmayan bir binanın bana ne yararı olacak ki? Bunu böyle yapmak zorundayım. Bu bende bir saplantı çünkü, pencerelerin önemli olduğuna inanıyorum, kapılar ya da kapı menteşeleri, tüm bu şeyler benim için önemli. Bundan dolayı bu şeylerde dikkatli olmak zorundayım, aksi halde bu atmosferi yaratamam ve yaptığım şey bütün anlamını kaybeder.“ (Spier, 2001, s.19, Alıntı: Adam Sharr, Mimarlar için Heidegger)

Bağlamı kuvvetli projeler yapan mimarların her zaman yapma edimine en uzak mimarlar olduklarını, bu sebeple önce kendilerini sonra yapıyı sonra da çevrelerini ikna etmek için saklı olan hikayenin peşine düşmeye ve onu yaratmaya daha yatkın olduklarını düşünürüm. Bu naiflik, onları kaotik düzene en çok yaklaştıran özelliktir bence. İnşa etmeyi, tabiat gözüyle baktığımızda kabul görmeyen bir eylem olarak ele alırsak; bağlam, naif bir meşrulaştırma yöntemidir. Eğer kendinizi sık sık metropolden kaçıp bir doğa parçasına atamıyorsanız, belki de şehirdeki bu naif mimarlığın peşine düşüp, doğanın bize sunduğu kaotik düzenden farklı da olsalar, sunmaya çalıştıkları mekansal vaha etkilerine sığınabiliriz.

* Kapak Fotoğrafı: Event Horizon © Thomas Vanoost

Etiketler:

İlgili İçerikler: