Bana Koruma Öğretenin 40 Yıl Kölesi Olurum

HÜRŞAH UTKU KAYA

Köşemizin bu ayki konuğu, koruma alanındaki eğitimi ve mimarlıktan sosyolojiye uzanan çalışma alanlarıyla Hürşah Utku Kaya. Tarihi mirasın korunması ve buna dair eğitim üzerine pek çok bilimsel denebilecek toplantı, sempozyum, kongre vs. düzenlenir. Ancak bunların çoğu, eğitimcilerin kendi aralarında eğitimin nasıl olması gerektiğini tartıştığı, en iyi ihtimalle bu sektördeki insanların sisteme yerleşecek elemanlardan beklentilerini aktararak katıldığı kapalı devre bir araya gelişlerden ibaret olagelmiş, nedense öğrenciler ne düşünür, bu eğitimi nasıl görür ve nasıl eleştirirler konusu pek de önemsenmemiştir. “Koruma disiplini, biraz muhafazakar biraz da kapalı oluşumunu kendi eğitim mekanizması ile perçinliyor mu?” sorusunu, bu kez bu eğitimin içinden neredeyse yeni geçmiş, yeterince mesafe almış ama anıları da görece taze olan konuğumuza soruyoruz.
Murat Çetin

Restorasyon eğitimimi tamamlayalı henüz 40 değil ama yaklaşık olarak 7 sene oldu. Hala bazı konular sadece tartışmadan ibaretmiş gibi geliyor. Belki de zaten niyet bunu tartışmaktır. Restorasyon ve korumanın kutsanması ve ilkeleri üzerine yıllarca süregelecek bir tartışma… Ayrıca bunların bir kısmı en başından üzerine pek de söylenecek söz olmayan şeyler. Örneğin, rölövenin telaffuzu ya da en az kaç kişiyle rölöve alınabileceği gibi pek çok meseleden başlayabiliriz. Böylece koruma eğitimi kalitemizin girişine dair de fikir sahibi olabiliriz. Sanki bütün bunlar koruma eğitiminin temel parçalarıymış ve koruma tamamen ayrı bir teknikmiş gibi… Buraya tekrar döneceğim ama Türkiye'de koruma özellikle rölöve almak, yapıyı geçirdiği dönemler dahil aynı şekilde tutmak üzerine kurgulanmış ve böyle aktarılmış, üstüne bir de kutsanmış bir alan gibi gösterilmeye çalışılıyor. Belki dünyanın başka yerlerinde de böyle düşünenler vardır. Dünya üzerinde aynı yanlışları yapan başka kültürler her zaman vardır.

Ben daha çok mimari restorasyon üzerine eğitim aldım; diğer eserlerin korunmasına ilişkin yüzeysel dersler de mevcuttu. Bezeme, ahşap, seramik, alçı, taş gibi dersler de görmüş olmama rağmen asıl olan bina ölçeğinde bir yapının korunmasıydı. Önce yapının ilk haline uygun biçimde bir rölövesi yapılmalı, daha sonra da yapı, ilk haline uygun şekilde, eski haline getirilmeliydi. Aynı malzemeyi kullanmamalı, ancak çok modern bir malzeme de kullanılmamalıydı. Böylece yapının ilk malzemesi ayırt edilebilir ve saygısız bir yaklaşımdan kaçınılabilirdi. Bu temel koruma ilkeleri birçok şekilde örneklenebilir elbette. Fakat burada kaçırılan en büyük nokta, korumaya çalıştığımız yapının bir tasarım eseri olduğudur. Dönemin ihtiyaçlarına ve işlevine göre tasarlanmış (tasarımın başarısı her zaman tartışmaya açıktır) bir yapıyı sanki tarihi eser olması için üretilmiş ve asla bozulmayacak şekilde korumaya çalışmak dünyanın en komik işlerinden biri olsa gerek. Hiçbir şeyi sonsuza dek koruyamayacağınız gibi yıllar içerisinde de olduğu gibi koruyamayacağımızı bilmemiz lazım. Asıl olan, bir şeyi kutsanmış bir biçimde koruma çılgınlığından bir an önce uzaklaşarak yapının tasarım özelliklerini ve belleğini mümkün olduğunca korumak ve onu günün ihtiyaçlarına göre yeniden tasarlamaktır. Yazının girişinde de bahsettiğim gibi, koruma her şeyden bağımsız bir teknikmiş gibi uygulamalar ve yasalar yapmanın hiçbir faydası bulunmuyor. Bunu zaten paramparça edilmiş, işlevsizleştirilmiş, müzeleştirilmiş veya yıkılması izlenmiş yapılara bakarak görmek mümkün. Türkiye'de birçok üniversitede koruma eğitimi olmasına ve zaten bu projelerde çalışanların birçoğunun da bu eğitimi almış insanlar olmalarına rağmen her şey nasıl bu kadar ters gidiyor? Soru zaten cevabı içinde barındırıyor. Bir şeyleri başından yanlış yapıyoruz ve bu işin başında eğitim geliyor.

Girne Amerikan Üniversitesi’nde mimarlık eğitimi aldığım sırada yaklaşık 1.500 yıllık bir manastır olan Achiropitos Manastırı’nın rölöve projesinde asistan olarak görev alma şansı buldum. Dr. Senem Doyduk okulun hemen bütün öğrencilerinin elinin değdiği bu projenin başındaydı ve bütün sene onlarca öğrenci ile bu manastır projesinde çalıştık. Mimarlık eğitiminin başında, bitiminde ve sonrasında olan öğrenciler ile beraber bu işe giriştiğimiz ilk aylarda, içinden çıkılamayacak pek çok nokta vardı. Öncelikle, manastırlar ile ilgili bir tasarım fikrinden yoksunduk çoğumuz; işlevini, inşasını neredeyse hiç bilmiyorduk. İş böyle olunca da neyin manastıra ait olup olmadığından çizimlerin nasıl yapılacağına kadar her şey problem olmaya başlıyordu. Manastır yıllar içerisinde çok ekleme görmüş, çok dönem geçirmişti; Kıbrıs olayları sırasında önce Rum askerleri daha sonra da Türk askerleri tarafından yıllarca kışla olarak kullanılmıştı. Hatta hala sınır duvarının diğer tarafında Kıbrıs askerine ait bir kışla var. Öyle ki o manastıra girdiğinizde atış talimlerinden kaldığını düşündüğümüz bir sürü kurşun deliğini duvarlarda ve sütunlarda görebilirsiniz.

Lafı çok uzatmadan; aslında pek de bilmediğiniz bir şeyi nasıl projelendirebilirsiniz? Nasıl korumaya alabilirsiniz? İki yıllık restorasyon eğitiminin sadece reklamlardan ibaret olduğunu o zaman anladım. Sadece restorasyonun temel olarak ne olduğunu biliyordum, rölövenin nasıl yapıldığını biliyordum ve daha önce de projelerde çalışmıştım ama iki ay boyunca diğer arkadaşlarımızla beraber ancak vaziyet planını çıkarabildik ve "simetrik" olmamasını bir türlü kabullenemedik. Oysaki en başlarda zaten doğru projeyi çıkarmış olduğumuzu çok sonradan fark ettik. Dört koldan gerçek anlamda kaliteli bir analitik rölöve ortaya koyulduğuna inanıyorum ama başından sonuna, artık bu yapının geçirdiği dönemlerin ihtiyaçlarına yönelik bir tasarım bütünü olduğunu, defalarca yıkılıp, yapılıp, eklenildiğini anlama fırsatı bulduk. Böylece daha en başından rölövesini yaparken bile yapının bugün nasıl değerlendirileceğini dert edindik. Hatta yanılmıyorsam iki ayrı proje dersinde öğrenciler bu yapıya işlevler ve onunla beraber çalışacak ekler yapmak için aylarını verdiler.

Bir şeyi olduğu gibi korumak en başında da söylediğim gibi mümkün değil. Değişmeyen her şey çürümeye, esnemeyen her şey de kırılmaya mahkumdur. Koruma elbette farklı bir alan ama asla bağımsız değil; dolayısıyla eğitimi de. Belki korumaya dair her şeye yeniden bakabilmek için önce eğitimine, bir daha ve bu sefer bambaşka bir gözle bakmak gerek.

Etiketler:

İlgili İçerikler: