Bir Yolu Var Mı?

EZGİ TEZCAN

TEDxReset etkinliklerinin yedincisi bu yıl, içinde bulunduğumuz ortamı sorgulamak, kaostan doğacak yeni çözüm yollar bulmak amacıyla “Bir Yolu Var” başlığıyla 15 - 16 Nisan tarihlerinde gerçekleştirildi.

16 Nisan’da heykeltıraş İskender Giray’ın sunumuyla başlayan etkinliğin ilk başlığı “Diyalog” oldu. Sanatçı, Kadıköy Moda’da çürümüş bir ağaç için tasarladığı “Ağaca Ağıt” heykelinin hikayesini; ağıtın sevince yolculuğunu anlattı. “Sokak sanatçısıysan yaptığın işin başına her şey gelebilir, üzülmemeyi öğreneceksin.” diyor İskender Giray. Pek çok kez kaybolan, ardından mahallelinin sosyal medyada hızla yayılan kampanyalarıyla bulunup yerine yerleştirilen “Ağaca Ağıt”ın macerası da sanatın toplumla buluşmasına dair izler taşıyor. Heykelle birlikte çekilen fotoğraflar, kaybolduğunda gösterilen tepkiler sanatın toplumla kurduğu etkileşimin ne denli kuvvetli olduğunu gösteriyor. Öyle ki, ağıt yaktığı ağacın yerine yeni bir ağaç dikilmesi için kaldırılan heykeli, mahalleli öyle çok benimsemiş ki ağaç dikimi sırasında toplananlar, heykelin kaldırılmaması için büyük uğraş vermiş. Sonunda da sanat ve toplum arasındaki diyalog, ağıtı sevince dönüştürmüş; ağacın önünde şimdi “Ağaca Sevinç” duruyor.

Büyük değişimlerin “Kaos” ortamında filizlendiğini, ortamın koşullarını “Kabullen”menin çözümü beraberinde getireceği ve “Diyalog” kurarak birlikte mücadele etmek gerektiği fikriyle şekillenen etkinlik, kaosla “Pazarlık” etmenin yollarını arayanları da bir araya getirdi. “Toplum olarak bize hayallerinizi sunmaktan vazgeçmeyin, biz bilim insanları doğayla doğru soruları sorarak pazarlık etmeyi biliyoruz.” diyen Mete Atatüre’nin sözleri yalnız sanatın değil bilimin de toplumdan beslendiğini anlatıyor. Ve bir yolu varsa eğer, o yolu bulabilmek öyle görünüyor ki sanat kadar bilimin de toplumsallaşmasından geçiyor. Doğayla pazarlık, bilimle de sınırlı kalmıyor, yaşamın her alanını kuşatıyor. Kendini ifade etmeyi doğaya bakarak öğrenen Rüzgar Mira Okan’ın hikayesini dinledik. Olmaz denileni oldurmak ve tabulardan sıyrılmak için doğanın özgür ifadesine, diline dönmek gerekiyor sadece. Ve değişimin sürekliliğini kabullenmek gerekiyor.

muammer yılmaz,  tedxreset
muammer yılmaz, fotoğraflar: tedxreset
evrim kuran
iskender giray

Evrim Kuran’ın “Gençlerini seven bir genç ülke miyiz?” sorusu dönüp duruyor kafamda günlerdir. Y kuşağından bir birey olarak yapmak istediklerimi, şimdiye kadar yaptıklarımı, sorumluluklarımı, sadık olduklarımı, olmadıklarımı sorguluyorum. Gençler olarak ne kadar sevildiğimizden emin değilim; peki ya biz ne kadar seveceğiz bizden sonrakileri? Bu noktada mühim olan öyle sanıyorum ki bizden olmayanı, biraz farklı görüneni, davrananı anlamaya çalışmak ve hatta önce varlığını kabul edebilmek. Dünyaya bakışımız sürekli değişiyor. Birbirimizi etkiliyor, ortak görüşlere sahip oluyoruz. “İşbirliği” kuruyoruz; tıpkı bir nehir gibi akıyoruz hayatın içinde ve hep birlikte. Önemli olan hem bu akışın kendisini hem de bu akışın içindeki pırıltıları fark edebilmek, kaybolmasına izin vermemek.

Önce içimizdeki iyiye inanmak gerekiyor. Kendimize inanmak başkalarına da inanmanın ilk adımı. Bunun için, “Optimistic Traveler” Muammer Yılmaz’ın beş parasız dünya turunu hatırlamak gerek belki. “İran’da kadınlarla konuşma, kırmızı kart verirler, başın belaya girer.” diyenlerden sonra İran’da tanıştıkları aileyle sabahlara kadar şarkılar söyleyip dans ettiklerini anlattı Yılmaz. Gerçekten bir yolu var mı bilmiyorum, ama varsa şayet o yolu bulmanın inanmaktan, yılmadan umut etmekten geçtiğini çok iyi biliyorum artık. Her ne kadar zor olsa da önyargılarımızı kırıp önce kendimize sonra da karşımızdakine inanmayı öğrenmek gerek sadece.