Bu Projeleri Çöpe Atın ki Şehir Çöplüğe Dönüşmesin!

KORHAN GÜMÜŞ

Taksim’den sonra karşımıza Beşiktaş meydan düzenleme projesi tekrar çıktı. Bu proje de tıpkı diğeri gibi, neredeyse bir çeyrek asırdır Büyükşehir Belediyesi’nin tozlu raflarında bekliyordu. Diğerlerini de tekrar bir hatırlayalım: Başta Taksim olmak üzere İstanbul’un neredeyse bütün meydanlarını bir otoyol kavşağı gibi ele alan bu projeler dizisinin örnekleri Eminönü’nde, Sütlüce’de, kısmen Taksim’de uygulandı. Diyeceksiniz ki Büyükşehir Belediyesi’nin emeğe büyük saygısı var. Yarım asır bile geçse, hafızasına kaydolmuş planları, projeleri unutmuyor, ısrarla uygulamaya çalışıyor. Nitekim Taksim projesini nasıl yıllar sonra hatırlayıp, zorla uygulamaya çalıştıysa, şimdi de Beşiktaş meydanı için hazırlanan projeyi ortaya çıkarmış. Yıllar öncesinden kalan bu projeleri çöpe atmak yerine, uygulamaya çalışıyor. Projelerin müelliflerini koruyor. Eğer böyle düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Başka bir şehirde daha yapıldıkları anda çöplüğü boylayacak bu anonim (hem ortağı hem müellifi belli olmayan anlamında) plan ve projelerin üretimi devam ediyor. Kimsenin de yönteme bir itirazı yok. Çünkü süreklilik bu projelerde değil, onları hazırlayan kurumların, kişilerin mantığında. İstanbul Büyükşehir Belediyesi sonuçta şehri yok edebilecek muazzam bir plan ve proje arşivine sahip. Bu arşivdeki binlerce proje, sanki bir askeri gücün cephanelikte saklanan silahları gibi gün yüzüne çıkmayı, uygulanmayı bekliyor. Üstelik onlara her yıl, aynı mantıkla hazırlanmış binlercesi daha ekleniyor!

beşiktaş meydanı, beşiktaş, istanbul
beşiktaş meydanı'nın şimdiki hali
istanbul büyükşehir belediyesi'nin beşiktaş projesi
istanbul büyükşehir belediyesi'nin beşiktaş projesi
istanbul büyükşehir belediyesi'nin beşiktaş projesi

İstanbul’un yönetimine gelen her siyasetçi, bu arşivle baş başa kalıyor. Ancak başka bir şehirde olsa zehirli gaz, nükleer atık gibi işlem görecek bu plan ve projeler, yalnızca Büyükşehir’in arşivinde yer almıyor. Bürokratlar, müteahhitler ve onları kapalı ilişkiler içinde hazırlayan uzmanlar tarafından da sürekli gündeme getiriliyor. Bürokrasi, şirketler ve uzmanlardan oluşan bir koalisyon, her an vücut bulmaya hazır ruhların beklediği bu arşivi bütün güçleriyle, adeta bir tapınağı korur gibi koruyorlar. Bu ruhani toplulukla ilişki kurma gücüne sahip olanlar, her dönem hazırladıkları projeleri tekrar tekrar yöneticilere sunuyorlar (daha doğrusu bize kakalıyorlar). Biz de güya tartışmaya çalışıyoruz. (Örneğin Taksim Meydanı için yapılan düzenleme ve AVM projesi benim hayatımda, neredeyse öğrenciliğimden beri en azından dört kere uğraşmak zorunda kaldığım sürekli bir konu olarak yer aldı.) Bu plan ve projeler her dönem Büyükşehir Belediyesi’nden rutin olarak iş alan ekipler tarafından, çoğu zaman onlar yönetime bile gelmeden önce hazırlanıyor. Uygulama projesi olmasa bile, mantık olarak hazırlanıyor. Bu plan ve projelerin mantığını yöneticilerin de iktidarlarını geliştirmek amacıyla sahiplendikleri söylenebilir. Örneğin Taksim’deki otoyol kavşağı ve AVM projesi ile yeni tanışan arkadaşlara bu işin uzun vadeli bir süreç olduğunu, bugünkü iktidarın bu girişiminden dolayı sanki bu proje yeni ortaya çıkmış gibi davranmanın pek yerinde olamayacağını anlatmaya çalışmıştım.

Siyasetçilerin kritik zamanlarda “bizi eleştiren, eleştirme potansiyeli olan kişilere daha fazla iş verin” dediği bilinir. Böylece bilim ve rasyonel aklı temsil eden mimarlar, plancılar, araştırmacılar, sanatçılar iktidara bağımlı hale getirilir. Şehir konusunda kendi uzmanlık bilgileri ile konuşmaya başladıkları anda zokayı yutarlar. Ancak siyasetçilerin bu keşfinin, yani entelektüel işlev yerine getiren toplulukların bağımlı hale gelmesinin sonuçları çok daha yıkıcı olur. Yaratıcı sınıfların denetim altına alınması, onların da “bilim” adına kendi çıkarlarını temsil eden bir sivil toplum kesimine dönüşmesi, düşünce ortamını felç eder. Her amaç araçsallaşır. Şehir iktidarlaşan sermayeye teslim olur. Artık şehirlilerin karşısında iktidar ya da sermaye yoktur. İktidar kılığına girmiş sermaye bulunur.

Örneğin bundan tam otuz yıl önce Taksim Meydanı’na Büyükşehir Belediyesi’nden para alarak tüneller ve AVM tasarlayan, uygulama projesini hazırlayan mimarlar kendilerinden o kadar emindiler ki... Tüneller, ulaşım onlara göre zaten tartışılmaz bilimsel konulardı. AVM ise yeni başlatılan metro projesini finanse edecek, İstanbulluların ulaşımını kolaylaştıracaktı. Bundan otuz sene önce bu mantık şehri nasıl yönetiyorduysa, bugün de aslında üç aşağı, beş yukarı aynı yöntemle yönetiyor. Taksim Meydanı’nın dört bir tarafını uçuruma dönüştürecek olan tünelli otoyol projesi ise zaten bilimsel ve tartışılması mümkün olmayan bir konuydu! O tarihlerde Gümüşsuyu'nda, Sıraselviler'de yapılacak tünellerin nasıl yarıklar açtığını, örneğin apartmanlar ve kaldırımların önünde kaç metrelik istinat duvarları oluşturduğunu maketlerle anlatmaya çalışıyorduk. Otoyol kavşağı çözümünün nasıl bir değişim yarattığının bile farkında değillerdi. "Böyle bir yöntemle Gezi, Taksim düzenlenemez" dediğimde beni neredeyse boğacaklardı. Onlar Taksim'in ortasına yapılacak AVM'nin metroyu finanse edeceğini, bunun İstanbul halkının ulaşım sorunun çözümüne katkı sağlayacağını iddia ediyorlardı.

Sözen'i yakından tanıyordum. Bir gün kızgın bir ifade ile bana "sen bizim projeleri eleştiriyormuşsun" dedi. Ben de "kızdığınız Dalan zamanındaki şapşal müteahhitlik projelerini size yeniden kakalıyorlar. Bakın Eminönü, Taksim, Beşiktaş, Sütlüce...." dedim. (Bilebildiklerim bunlardan ibaretti. Meğersem ortalıkta sayılamayacak kadar varmış.) Taksim Platformu toplantılarından birini Büyükşehir’in Başkanlık Binası salonunda yapmayı önerdim. Kabul etti. Üniversitelerden, meslek kuruluşlarından ne kadar tanınmış mimar, plancı, aklı başında zannettiğim insan varsa çağırdım. Masanın üzerine, her birinin önüne projenin bir kopyasını koydum. Zannediyordum ki projeyi gördüklerinde, eleştirecekler, tartışacaklar. Hiç beklemediğim bir şey oldu, Sözen onlara "proje hakkında ne düşünüyorsunuz" diye sorduğunda, eleştiri falan getirmek şöyle dursun, öve öve bitiremediler. "Mükemmel bir çalışma olmuş" dediler. Sonra anladım ki zaten her biri yıllardır Büyükşehir Belediyesi'ne bu tür projeler yapıyorlarmış. Baktım İstanbul'un bütün meydanları da, parkları da aralarında zaten proje yapsınlar diye paylaştırılmış. Ne kadar masum bir iş değil mi? (Ben ise saflığımdan dolayı onları bu toplantıya çağırıp, tartışacaklarını zannediyordum.)

Kamu alanındaki kararların içeriğini oluşturan planlar ve projeler çoğu zaman bürokrasi ile birlikte hareket eden yatırımcılar tarafından geliştirilir ve sonra aracılık işleri yapan bazı kişiler tarafından yöneticilere takdim edilir. Örneğin İstanbul’un kuzeyine yapılması amaçlanan 3. Köprü projesi ortaya çıktığında henüz Hükümet’in ve Büyükşehir Belediyesi’nin haberinin olmadığı malum. Başlangıçta (2003 yılında) Arnavutköy’e yapılması planlanan 3. Köprü projesinden kalan bir alışkanlıkla, yönetimin bu projeyi reddettiği söylenir. Buna karşılık kamu alanında karşımıza çıkan plan ve projelerde özne olarak genellikle yöneticileri görürüz. 3. Köprü, 3. Havalimanı, Kanal İstanbul gibi projelerin Hükümet’in yaptırdığı çalışmalar olduğunu düşünürüz. Oysa bu görüntü yanıltıcı. Projeler sonuçta fiili bir işleyişin emareleri. Bunların arkasında çok daha karmaşık işleyişler, etkenler, kurumlar, çıkarlar bulunur. Bu projelerin niteliğini, mantığını kavramak için siyasal gücün, ekonomik sermayenin ve sembolik üretimin aralarındaki ilişkilere bakmak gerekir. Bu işin içinde elbette ki ayrı hafızaların girdabına kapılıp gidenler olacaktır ama bizim bu mantıkla uğraşmamız gerektiğine inanıyorum. Çünkü şiddetle uğraşmadan bu alanda farklı bir gelişme sağlamak mümkün değil. Yerel mekanın anlamlandırma biçimi, mesleki pratiklerimiz bu merkeziyetçi anlamlandırma biçimi ile belirlenir. Bu yüzden mesele teknik bir konu olarak karşımıza çıkar. Siyaset ise kutsal bir bagaj olarak, şehrin hafızasını şiddetle düzenlemeyi amaçlar.

Devletin karşılıklı ilişki içinde bulunan birkaç sermaye ile yönetildiği söylenebilir. Bunlardan birincisi bildiğimiz sermayedir, yani paradır. Bu sermaye ile örneğin büyük inşaat işleri, yatırımlar harekete geçirilir, yönlendirilir. Görünüşte cebimizdeki para ile bu sermaye aynı türdendir. Ama ikisi arasında belirleyici bir ilişki oluşur; emek, bilgi, mal değiş-tokuşunda asimetrik bir durum ortaya çıkar. Diğer sermaye ise siyaset alanındadır. Bilgi birikimi, denetimi, niteliği, değer sistemleri ile yönetilir. Kapitalist toplumda eğitim kurumları sayesinde emeğin iki türü arasında asimetri kurulur. Entelektüel emekle pratik emek arasında bir asimetri oluşur. Örneğin eğitime neredeyse bir çeyrek asırlık zaman ayırabilenler kalıcı bir “temsil eden emek” statüsüne kavuşur, bu yatırımı yapamayanlar ise kalıcı “temsil edilen”. Bu iki sermaye türünden birine yüksek oranda sahip olunmadığı ölçüde “dahil olunamayan konumlar” vardır (Bourdieu). Entelektüeller kendi fikirlerinin, konumlarının güç kazanması için kendi kamu yararı anlayışlarını temsil ederler. Bunu yaptıkları anda da iktidarın ve ekonomik sermayenin gücünden istifade etmeye başlarlar. Bu arada eğer yalnızca iktidar üzerinden projeleri eleştirenler olursa, o da kendilerini eleştirmeden güçlerini sergileme imkanı sağlamasından dolayıdır. İktidar ekonomik ve sembolik şiddete dayanan bir tahakküm biçimi olduğu için çatışmalara, mücadelelere sahne olan bir alan. Bu güçler arasındaki ilişkileri düzenleyen biçimsel kurallar olduğu gibi örtük işleyişler de bulunur. İktidarın totaliterleşmesi için farklı tahakküm biçimlerini aynı anda kullanım becerisine sahip olması gerekir.

Sonuçta hiç bir egemen konum masum değildir. Düşünce kendisinden emin olunduğu anda biter.

Etiketler: