Demokrasi, Ayrımcılık ve LGBTİ Bireyler Üzerine

LEVENT ŞENTÜRK

_Bir Konferans Neden İptal Edilir?1

Bir konferans, katılımcılarının gelmesinin mümkün olmadığı durumda iptal edilir. Ama demokrasinin, ifade özgürlüğünün, akademik hürriyetin yerine çürümüşlüğün kök saldığı yerlerde, başka nedenlerle de iptal edilir. Bir konferansın, belli bir zamanda yapılmasında güçlük varsa, konferans ileri bir tarihe ertelenebilir. Bir konferansın, katılımcılarına veya konusuna yönelik itirazlar varsa, o konferans, daha geniş bir platformda ve daha yoğun biçimde tartışılmaya muhtaç demektir. Bir konferansın konusunun, kapalı bir topluluğun tabu alanına girmesi söz konusu ise, bu sanıldığı gibi, o konferansı iptal etmek için değil, “yapmak için” en güçlü bilimsel sebeptir. Çünkü konferanslar, üzeri örtülmek, hasır altı edilmek, yasaklanmak, tabulaştırılmak istenen bütün sosyal sorunların, insan akıl ve vicdanının cesaretiyle aşılabildiği bilimsel ortamlardır.

Sevgili ODTÜ’lüler, değerli meslektaşlarım, sevgili üniversiteliler ve bu salonda bulunan herkes, davetinize icabet ettiğim için mutluyum. Çok teşekkürler. Orta Doğu Öğretim Elemanları Derneği’ne bu konferansı bir ay sonra gerçekleştirme iradesini gösterdikleri için minnettarım. Derneğinizin özgürlükçü ve onurlu duruşu, bugün bütün akademik camiaya örnek olmakta. 17 Nisan 2014 günü başlayan, şahsıma yönelen ve aslında bütün gerçek akademisyenleri ve tüm LGBTİ bireyleri hedef alan sosyal linçi takip eden günlerde, Eğitim-Sen, KASAUM, KaosGL, Orta Doğu Öğretim Elemanları Derneği, onlarca yerel LGBTİ derneği, Lambda, Üniversite Konfederasyonları Birliği ve DİSK başta olmak üzere, birçok sivil inisiyatif, şu anda gerçekleştirdiğimiz konferansın iptaline sebep olan homofobiyi, en sert biçimde kınadı. Bunun yanı sıra, birçok akademisyen dostum şahsen arayarak, yanımda olduklarını ifade edip yardım teklifinde bulundu. Hem sözünü ettiğim kurumlara, hem de bütün değerli dostlarıma bu vesile ile teşekkür etmek istiyorum.

İmece TV, CNN Türk gibi televizyon kanalları, konferansın iptalini haberleştirdi. Milliyet, Radikal, Birgün, Sol, T24, Özgür Gündem, Taraf hem basılı gazetelerinde, hem de internette, olaya geniş biçimde yer verdi. Gazeteler ve haber siteleri, bildiri, haber ve görüşleri yayınladı. SAR (Scholars at Risk) adlı uluslararası kurum konuyu raporladı. Hrant Dink Vakfı’na bağlı nefretsöylemi.org sitesi, haftalık nefret bildirimi bülteninde, Mayıs ayının başında konuyu belgeledi. KaosGL, internet sitesinde konuyu en kapsamlı biçimde ele alan kurum oldu. Birkaç kez hedef gösterilen KaosGL, olayın kendisini ve sonrasındaki yankılarını haberleştirdi; ilgili yazıları izleyerek kayıt altına aldı.

Böylece, sosyal inisiyatifler ve medya nezdinde, konferansın iptali bir süreliğine gündemde kaldı. Ancak sonrasında yaşadığımız 1 Mayıs ve Soma’daki işçi kırımı, yeni ve korkunç gündemlerimiz haline gelmiş bulunuyor. Geçtiğimiz aydan bu yana, buraya geldiğimde neler söyleyebileceğimi düşünüyorum. “Bir konferans neden iptal edilir?” sorusu sürekli kafama takılıyor.

Sıradan, rutin, bir ders kapsamında, bir fakülteye açık olan, belki en fazla elli kişinin katılımının beklenebileceği bu konferans, üstelik de yapılamadığı halde, benim ve ailemin hayatında şiddetli bir etki bıraktı ve bir savrulmaya neden oldu. Bu asla öngörülebilecek bir durum değildi.

Sıradan bir konferans, birileri için, ne pahasına olursa olsun engellenmesi ve yasaklanması gereken bir mücadeleye dönüştüğünde, çok dikkatli olmak zorundayız. Mesleğimizin değerini ve anlamını hatırlamak zorundayız.

Bu dönem, çalıştığım üniversitede, yüksek lisans ve doktora öğrencilerine açık olan bir lisansüstü dersi yürütüyordum. Bu derste, “Queer ve Mimarlık” tartışmaları bağlamında, 2014 Bahar döneminde toplumsal cinsiyet, erillik, ataerkillik, biyopolitika, beden gibi başlıkların yanı sıra, yaratıcılık, üretkenlik, sinema, edebiyat, yayıncılık ve dergicilik gibi konuları da kuir ekseninden değerlendirmek niyetindeydim.

Dönem başında bu dersin içeriğini ve kapsamını, lisansüstü öğrencilerinin ve fakülte öğretim elemanlarının katıldığı bir toplantıda açıklamıştım. Dönem içinde öğrenciler, yaptığım derslerin ses kayıtlarını da tuttu.

Dönem sonunda, yayına hazırlamakta olduğum Codex kitap dizisinin yeni cildinin “Kuir Mardin” olmasını kararlaştırdık. Dersin final ödevleri, bu kitabı oluşturacaktı. Her lisansüstü katılımcısından, Mardin’den bir kişiyle, kuir eksenden bir söyleşi yapmasını öngörmüştüm. Böylece, ortaya, bildik turistik Mardin imgesinden farklı bir kentsel imge çıkacaktı ve bu “kuir” bir imge olacaktı ya da bozuk, yamuk, kirli bir imge.

Şimdi yapmakta olduğumuz konferans da bu dersin önemli parantezlerinden birini oluşturuyordu. Dönem içinde Keskesor’dan Atalay Göçer’in katılımıyla açılan heteronormativizm ve eşcinsellik konusunu, Ali Erol ve Selçuk Candansayar ile güncel, tarihsel ve tıbbi ideoloji eksenlerden irdeleyecektik; niyetimiz buydu.

Bir konferans neden iptal edilir? İzin verirseniz, bu soruya çeşitli eksenlerden bakmak istiyorum. İlki, üniversiteyle ilgili. “Üniversite nedir ve neresidir?” sorusunu sormamız gerekiyor. Demokrasi, Ayrımcılık ve LGBTİ Bireyler konusunu konuşabilmemiz için, öncelikle üniversitenin “ne olduğunu” ve “ne olmadığını” düşünmek gerek. Üniversite, bilgi üretilen, özgür, seküler, çoğulcu, insan haklarına saygılı, yaşam hakkını savunan, tabuları olmayan, açık, eşitlikçi, eleştirel bir kurumsallaşma biçimi ise, orada biliriz ki her konferans yapılır. Kimse böyle bir üniversitede bir konferansın ne yapılmasından korkar ne konusundan. Ne konuşmacılarından korkar ne konuşmacıların söyleyeceklerinden.

Üniversite ile şu kelimelerin yan yana gelmemesi gerektiğini düşünürüz: Hiyerarşik, kırmızı çizgileri olan, yabancı düşmanı, kadın düşmanı, cinsiyetçi, ayrımcı, mobbing yapılan, mahalle baskısı olan, nefret söylemi üreten, susturan, sansürleyen, yasaklayan, kovan, tehdit eden, homofobik, cemaatçi, yandaş, tarikatçı, tetikçi, çoğunlukçu, baskıcı, kıyıcı, despotik, ataerkil, tabuları olan, korkuyla yönetilen, aba altından sopa gösterilen, diktacı, vesayetçi, yobaz, taassupla dolu, idare-i maslahatçı, eyyamcı, itaatkar, biat eden, militarist, boyun eğen, saray soytarısı, isyan etmeyen, kadrocu, ırkçı, dinci, karşıdevrimci, kapalı, tekçi, gerici, merkeziyetçi... Üniversiteler bu kelimelerle beraber anılmaya başlarsa, akademisyenler susmaya ve eylemsizleşmeye çağrılırlar.

Üniversite, konferans yapılabilen yerdir. Konferansın moderatörünün, konukların tehdit edildiği, düşman ilan edildiği, şeytanlaştırıldığı, istenmeyen kişi ilan edildiği yer değil. Üniversite konuşulan yerdir. Akademisyenlerin yakılmakla korkutulduğu, aşağılandığı, gözdağı verildiği, yerinden edildiği, sürüldüğü, kovulduğu, hiçe sayıldığı, değersizleştirildiği yer değil. Üniversite konuşulan yerdir. Tehditlere boyun eğilen, sessizliğin sinsi gücünden nemalanılan yer değil.

17 Nisan 2014 günü başlayan sosyal linçe bir grup akademisyen, acil bir tepki gösterdi. Mehmet Atlı, Can Bulgu, Ali Paşaoğlu, Bülent Diken, Tayfun Gürkaş, Ezgi Tuncer, Zeynep Sayın, Emre Özyetiş, Mehtap Serim, Bülent Tanju, Zehra Tonbul, Pelin Tan bir bildiri yayınlayarak ifade özgürlüğünden ve akademik özgürlükten yana onurlu tavır sergilediler. Bu bildirinin hemen ardından, “alternatif bir bildiri” yayınlanıp imzaya açıldı. Daha uzun ve tumturaklıydı. Can havliyle değil, düşüne düşüne yazılmıştı. Daha fazla ayrıntı içeriyordu ve daha şık duruyordu. Ama konferansın “özveri ile iptal edildiği” gibi bir ifade de içeriyordu. Bu, afili ifadeler arasında, bildiriyi imzalayanların gözünden kaçmış olabilir. Ama akademisyenlerin, akıl, vicdan, duyarlık, cesaret, sabır, yaratıcılık, onur ve özveriden başka sermayesi de, ne yazık ki, yoktur.

Aşırılıkçıların ve karşıdevrimcilerin üniversiteye de karşı olması beklenir. Bunu kendilerine iş edinmiş olabilirler. Saldırganlıkla, gözü dönmüşlükle erkekliklerini ispat ettiklerini düşünebilirler. Ama üniversite, bir kurum olarak, dünyanın hiçbir yerinde bu pespayeliğe, bu kabalıklara, bu aşağılık tutumlara asla boyun eğmez ve kesinkes tavizsiz bir tutumla bu tip gericiliklere direnir. Çünkü üniversite, gericiliğe taviz verdiğinde, kendi eliyle değerli akademisyenlerini ateşe atacağını bilmeli, hesaplayabilmedir. Aslında ateşe attığı, bizzat kendi var olma koşuludur. Korkakça davranmak hesapsızlığı getirir, ve hesapsızlığıyla kendini ortadan kaldırmış sayılır.

Akademisyenlik, kişisel menfaat gözetme, çıkarcılık, kadroculuk yapma, adam kayırma, konformizm, homofobi, günü geçirme, emeklilik bekleme, idare-i maslahatçılık, göz yumma, eyyamcılık, ikiyüzlülük, ilkesizlik, üç maymunu oynama, yalakalık kaldıracak mesleklerden değildir. Akademisyen olduğunu iddia edenler, birbirlerini veya elemanlarını satmazlar.

Akademisyenler, canları, kariyerleri pahasına, demokrasiyi savunmadıklarında, birilerini kurban etmeye başlarlar. Risk almayıp kurban vermeyi “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” basiretsizliğiyle göze aldıklarında, üniversiteye ve mesleğimize ihanet etmiş sayılırlar. Bunu, yetişiminde pay sahibi olduğumuz meslektaşlarımız da gelecekte bağışlamaz.

Yaşadığım son bir ay, hayatımın en zor günleriydi. İlk defa, akademik bir etkinlik gerçekleştirmek “istediğim” için aşağılandım, itham edildim, suçlandım, hedef gösterildim. Ama bu amansız saldırı, Türkiye’de LGBTİ bireylerin maruz kaldığı şiddetin yanında, solda sıfır kalır.

Ardından cepheleşme, pozisyondan edilme, şehri terke zorlanma ve nihayet ailecek şehri terk edişimiz çıkageldi. Bu süreçte en az benim kadar, değerli bir akademisyen olan İlknur Şentürk’ün de sağlığı ve ruhu zarar gördü. Başlıca tesellim, ikimizin de bugün karşınıza onurlu bir biçimde çıkabilmiş olmamız. LGBTİ topluluğuna ve akademisyenlere karşı, yanıtlayamayacağımız hiçbir soru yok. Bu kriz sürecini, çok olgunca yönettiğimize inanıyorum. Bir başka tesellim, beş yaşındaki oğlumuza, günü geldiğinde, hayatımızın bu zor zamanını, gönül rahatlığıyla anlatabilecek durumda olmamdır.

Sıradan bir heteroseksüel olarak, söyleyebileceğim son şey, hayatın yaşanmaya değer, yönelimlerimizin bütün karmaşıklığı ve çeşitliliğiyle kutlanmaya değer ve akademisyenliğin de, “bu ülkede” sürdürülmeye değer olduğudur. Sahte cennetleri yıkıp, acılı da olsa, kendi dünyamızı yaratmaya mecburuz.

Sokaklarında bıkmadan, usanmadan, her yabancıya aynı kuir öyküyü anlatan çocukların şehrine, Ankara’dan selam gönderiyorum. Umarım bir gün o şehrin heteroseksüel yetişkinleri, taşlaşmış, göstermelik bir biat yerine, çocukların kuir neşesinin onda birine sahip olmayı becerir.

“Bir konferans neden iptal edilir?” İzin verirseniz, şimdi de bu soruya dair, kent ekseninden bir değerlendirme yapmak istiyorum. Mardin sosyal adaletsizliğin, erkek egemenliğinin, feodalliğin en ağır biçimde yaşandığı Güneydoğu kentlerinden biri. Çocuk gelinlerin, akraba evliliğinin, cinsiyet eşitsizliğinin en çok olduğu yerlerden biri. İşsizliğin tavan yaptığı, eğitim seviyesinin ve kalitesinin en düşük olduğu kentlerden biri.

Böyle bir kentin akademisyenleri, o kentteki kökleşmiş eğitim sorunlarını, sadece üniversitede yirmili yaşlarına gelmiş gençlere ders vermeye gelerek, lüks ofislerde oturup çözemez. Eğitmek iddiasında oldukları ve çoğu Güneydoğulu olan gençlere, fiyakalı görünerek durumu kurtaramazlar, inandırıcı olamazlar. Gerçek bir akademisyen, hava alanından beş yıldızlı oteline, otelinden fakülte binasına, oradan kebapçıya giden yol dışında da kentte zaman geçirebilen, buna vakti olan, kentteki insanlarla yaşayan akademisyendir. Kentteki yoksunlukları bilmek, eşitsizlikleri görmek, bölgedeki sorunları yerinde duymak ve çözüm yollarını bulmak zorundadır. Hoca olmanın, gençler karşısında tadına varmak hoş olabilir. Ama bildiğim kadarıyla, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, o kentteki üniversitenin çalışanlarına, fakir ve ezilmiş kent halkına tepeden bakmaları için değil, sömürge valileri gibi caka satarak gezmeleri için de değil, o kentin feodal yapısını kıracak yeni eğitim projeleri geliştirmeleri için cömert bir bütçe ayırıyor.

Mardin’e gitmeye karar vermemizin ardından, İlknur ile giriştiğimiz ilk akademik iş, anaokullarındaki mekân, eğitim ve nitelik sorunlarına eğilmek olmuştu. Kendi çocuğumuz pahalı ve nitelikli bir eğitim görürken, Mardinli binlerce çocuğun bu nimetlerden yararlanamaması, kabul edilir şey değildi. Bu nedenle, Mardin’deki anaokullarına mimari tasarım hizmeti götürebilmenin alternatif bir yöntemini geliştirdik. Bir eğitimci ve bir mimar olarak, yirmi yıllık birlikteliğimizdeki ilk akademik ortak projemize başladık.

İki okul seçtik. On iki kişilik mimarlık lisans grubumuzla bir atölye yürüttük. Üç kez çocuklarla workshop yaptık, iki kez öğretmenlerle jüri yaptık. Hedef, iki anaokulunun hem sınıflarını hem de dış mekân oyun alanlarını evrensel okul standartlarına yaratıcı biçimde yaklaştırmaktı. Üç ay boyunca, anaokulu öğretmenleri, akademisyenler, sektörden insanlar, mimarlık öğrencileri ve çocuklarla beraber, uygulanabilir oyun ve eğitim tasarımları, gereçleri, düzenekleri, mekanları geliştirdik. Yapılan öğrenci projeleri, ahşap kullanılarak yine öğrenciler tarafından inşa edilecek. Böylece mimarlık hizmeti merkeziyetçi yollarla değil, yerinde gerçekleştirilecek ve bir model oluşturacak. Mardin’in kenar mahallelerinde, kalabalık evlerde, fakir hanelerdeki çocuklar, büyük kentlerde pahalı anaokullarına giden çocuklar kadar, mimarlığı, demokrasiyi hak ediyor.

Tasarım ve uygulama yardımı götüremediğimiz on kadar anaokulu için, materyal, oyuncak ve kitap yardımı kampanyası başlattık, ki eşitsizliği gidermeye çalışırken, umutsuzluğa neden olmayalım. Böylece dokuz okula, Türkiye’nin birçok yerinden gelen yardım kolilerini ulaştırdık. Mardin’de anaokullarının durumu hiç iyi değil. Kalabalık ve küçük odalarda öğretmenler, çaresizce birçok şeyi aynı anda yapmaya çalışıyor. Çocukların sağlıklı biçimde oyun oynayabileceği, bilişsel ve motor gelişimlerine uygun eğitim çevreleri yok. Oyuncakları, eğitim materyalleri, sınıf ortamları, oyun alanları bütünüyle tasarımsız, dağınık ya da eksik.

Kentte demokrasi istiyorsak, önce üniversitede demokrasiyi kurmalıyız. Fırsat eşitliğine, azınlıkların ve zayıf olanların yaşam ve eğitim hakkına inanıyorsak, demokratik eğitim çevrelerini savunmak ve geliştirmek zorundayız. Ancak böyle çevrelerde, LGBTİ bireyler özgürleşebilir.

Hepinize saygılar sunuyorum.

1 21 Mayıs 2014 tarihinde ODTÜ’de yaptığım konuşmanın metnidir._

Etiketler:

İlgili İçerikler: