Dikey Agora

DİRİM DİNÇER

Yapı Kredi Kültür Sanat binası, Teğet Mimarlık'ın dönüşüm projesinin tamamlanmasıyla İstiklal Caddesi'ndeki köşesine döndü. Proje sürecini, yapının ve bulunduğu yerin güçlü hafızasını ve işveren ilişkilerini Ertuğ Uçar ile konuştuk.

Dirim Dinçer: Yapı Kredi Kültür Sanat binası, İstiklal Caddesi’ne, kültür sanat yapısı olarak geri döndü. İşveren olarak Yapı Kredi neden ihtiyaç duydu yapısal bir değişime? Nasıl başladı proje süreci?
Ertuğ Uçar: Koç Grubu Yapı Kredi’yi satın aldıktan sonra, banka sahipliğindeki değişimle birlikte Galatasaray’da bizim bildiğimiz iki parselden oluşan binanın kütlesi yarıya düştü. Yapı Kredi’de meydan tarafındaki kütle kaldı. Zaten eskiden de Yapı Kredi Kültür Sanat (YKKS) o daha iri olan kütlenin alt katlarını ama yine yarısını, banka şubesiyle ortak kullanıyordu. Yapının kullanımındaki, sahipliğindeki değişiminden doğan bu mecburiyeti fırsat bilerek, açılışının 50. yılında hem işlevlerini hem de işlevleri arasındaki ilişkileri yenileme talepleri oldu. İşlevleri kıyaslarsak sadece banka şubesi kalktı ve çok amaçlı salon eklendi. Özellikle şubenin zeminde olmaması ve böylece kitabeviyle cadde kotunun tamamını doldurmak önemliydi. Onun dışında müze, kitabevi, yayınevi, sergi salonu hayatına devam ediyor. Sürecin nasıl başladığına gelirsek, Yapı Kredi Bankası ile tanışıyorduk, daha önce Gebze’deki kampüslerinin master planını yenilemiş, iki tane de bina tasarlayıp uygulamıştık. Ancak burada proje alanının önemli bir nokta olması sebebiyle, kimse doğrudan görevlendirilmedi. Dört-beş grubun dahil olduğu bir çağrılı yarışma sonucunda bizimle çalışmaya karar verdiler.

İstiklal Caddesi dokusu içinde, Galatasaray Lisesi kapısı önünden meydan ve yapı
Meydanda Şadi Çalık’ın 50. yıl Anıtı ve şeffaf cephenin ardında görünen İlhan Koman’ın Akdeniz heykeli
Halat sistemiyle taşınan 20 x 20 metrelik cam cephe, arkada Akdeniz heykeli

DD: Yapı Kredi, imgesini kültür yatırımlarıyla besleyen bir kurum. Son zamanlarda haberlere de yansıdığı gibi caddenin şu sıralar kaybettiği enerjisi düşünüldüğünde bu hamleyi siz nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu projeden Yapı Kredi ne bekliyor, yapı neyi imliyor sizce?
EU: YKKS şu açıdan önemli: 50 seneden fazladır oradalar. Ev sahibi konumundalar Galatasaray’daki köşelerinde. Birçok sanat kurumundan, galeriden önce YKKS oradaydı ve İstiklal Caddesi’nin enerjisine paralel bir enerjiyle bu köşedeki binayı çalıştırma konusunda iyi bir tecrübeye sahipler. Bankaların sahipleri değişiyor, birçok bankanınki gibi Yapı Kredi’ninki de değişti ama en azından kurumun kültür ve sanata ilgisinin değişmediğini bu süreçte gözledik. Zaten YKKS de, bankanın desteklediği, ama ondan bağımsız, kendi varlığını kurmuş; içinde YKY (Yapı Kredi Yayınları) gibi markalar yaratmış köklü ve önemli bir kurum. Bu açıdan, İstiklal’de olmalarını önemsiyorum. İstiklal’den irili ufaklı işletmeler gider gelir; dükkanlar açılır, galeriler kapanır, restoranlar batar çıkar. Ama büyük bir kurumun, bir binaya sahip olan ve onu işleten hem de bunu ticari amacı ön plana koymadan yapan bir kurumun, orayı bırakmaması önemli. Asıl onlar gittiği zaman gerçekten endişelenmeye başlayabiliriz.

DD: Siz mimarları olarak bu beklentileri nasıl karşılamak istediniz bu proje kapsamında?
EU: Biz de biraz ev sahibi sayılırız aslında, ofis olarak 2000’e kadar buradaydık sonra Şişli’ye taşındıysak da geri geldik. Öte yandan İstiklal, İstanbul’daki birçok insan için olduğu gibi, bizim hayatımızda da çok önemli bir yer tutuyor. Daha önce de burayla ilgili proje çalışmalarımız olmuştu, 2000’lerin başında İstatistiklal isimli bir sergi de yapmıştık. Ama bu, YKKS projesini diğer projelerimizden çok ayrı bir yere koyduk gibi anlaşılmamalı. Tabi ki buranın kendine has istekleri var; zaten bu istekler yasal onaylar anlamında da sizi zorluyor. Böyle bir caddede bina yaptığınızda insanlar, kurullar, belediye üstüne daha fazla titriyor. Eninde sonunda, doğal olarak daha fazla ilgileniyorsunuz projeyle. Ama yaparken açıkçası bu kadar üzerine düştüğümüzün farkında değildik. Projenin tamamlanması, yarışmadan açılışa 5-6 sene sürdü. Türkiye şartlarında uzun sürdü denebilir ama zaten böyle bir binayı bu sürelerde tasarlayıp inşa etmeli. Ancak o zaman yaptıranın, tasarımcısının, mühendislerin, gezenlerin, şehrin içine siniyor. Tasarımı değerlendirmenin yanında en azından iyi malzemeleri alıp iyi bir şekilde bir araya getirdiğin, güzel yıllanacak bir sonuç elde etmiş oluyorsun ki bu, buralarda özlediğimiz bir şey.

Çeşitlenen görsel ilişkiler; sol alt köşede meydana bakan kitabevi, sağda portiko ve dolaşıma takılan mekanlar
1958-1962 yılları arasında gerçekleştirilen projede Paul Schmitthenner’in tasarladığı, bugün de açıklıklarıyla korunarak yenilenen İstiklal Caddesi cephesi
Tophane’ye inen Yeniçarşı Caddesi’nden yapı arka sokak ve meydan cephesi

DD: Özellikle cadde üzerindeki “geri dönen”, “yenilenen”, “ihya edilen” örneklere baktığımızda onlardan net bir şekilde ayrışan bir yaklaşım fark ediliyor. Yapının kendi hafızasını da sürdüren bir dönüşüm projesi diyebiliriz. Bu nasıl kurgulandı yapı ölçeğinde?
EU: Büyük bir boşluğun ortasında, geniş bir parselde, hiçbir veri olmadan bir proje yapmaktansa iyi gelişmiş bir dokunun içinde, daha önceden iyi bir mimarın belli bir bilinçle ortaya koyduğu bir yapı üzerinde çalışmak daha heyecanlı. Biraz keşif gibi bu; var olanlar daha önce ne niyetlerle yapılmış, ne badireler atlatmış, neden böyle dönüşmüş, bu dönüşüme ve zamanla değişen bunca şeye rağmen nasıl bazı değerlerini koruyabilmiş? Bunları keşfediyorsun. Bu yüzden dönüşüm, bizim ofis olarak da hoşumuza gidiyor. Bir doku içinde başka türlü bir özenle ve keşif hissiyle çalışmak, insanın mesleğini de daha çok öğrenmesini sağlıyor. Burada tabi, bir şeyi iyi tartmak lazım: Neyi geçmişten bugüne taşıyacaksın, neyi yenileyeceksin? Bu, bir değer yargısı biçmek değil ama her şeyi olduğu gibi koruyamayacağın için bunların içinden hangisini seçerek o hafızayı nasıl taşıyacağını bulmak... Bu ciddi bir emek gerektiriyor; sondaj yapıyorsun, fotoğraflara bakıyorsun, bazen spekülasyon yapıyorsun… Türkiye’de maalesef arşiv kültürü de yok; fotoğraf, çizim vs. bulamıyorsun. Üç beş tane kaynaktan, bazı kişilerle konuşarak keşfetmeye çalıştık yapıyı.

50 senedir o köşede duran, insanların zihnine kazınmış bu yapıda cepheyi, kurduğu mantığı, İstiklal’in cephe düzenine getirdiği yorumu yan cephelerde sürdürmek bize aklın yolu gibi geldi. Bu anlamda yapıya getirdiğimiz en ciddi yorum, meydanla kurulan ilişki oldu. Meydanla konuşan bir yapı ile “kamusal” kavramına bir yorum getirmekti esas yaptığımız.

DD: Meydan cephesi, diğer yandan da yapının mekansal ilişkilerinin de üreticisi gibi. Akdeniz heykelinin yer aldığı boşluk dışarıyla ilişki kuruyor, dolaşımı taşıyor… Meydan cephesi kararların belirleyicisi mi, sonucu muydu?
EU: Üç cephesi var mevcut binanın; ara sokak ve İstiklal Caddesi cephelerini koruduk. Yeniden inşa edilmedi o duvarlar, boşluklarıyla beraber korundu, kaplamaları değiştirildi. Meydan cephesini ise meydanı içine alacak ve binada olan biteni de meydanla paylaşacak şekilde kurguladık. Bir kentsel eyvan gibi. Diğer yandan, yapmayı denediğimiz şey sokağın binanın içinde fiziksel olarak devam etmesi hissiydi. Meydandayken yukarı tırmanan insanların hareketlerini, rampadan çıkıp caddeye baktığımızda oradaki hareketi görüyoruz, hayal edilen etki kuruluyor diye düşünüyorum.

Sekiz metre yüksekliğindeki performans katında bulunan loca
Loca giriş holü
Sergi salonu
İstiklal Caddesi cephesinden kitabevi girişi ve portiko
Müzenin etrafına “u” biçiminde sarıldığı, kitabevinin iç mekanı

DD: Projenin işleve dönük bütüncül bir yaklaşımı var; özellikle mekanların farklı olasılıklara açık kullanımıyla. Program ve mekan ilişkileri nasıl kuruldu? 
EU: Birtakım kabuller vardı. Kitabevi daha perakende bir faaliyetin yeri, daha gündelik. Bunun dışında, aslında kültür sanat faaliyeti dışında hiçbir şey yok bu yapıda, bodrum katındaki tesisat galerileri ve iki-üç metrekarelik kafesi hariç. Tüm bu kültür sanat işlevlerini, meydandan da takip edilebilen rota üzerinde ve arkasında bir nevi paketledik. Buna aramızda mikrokozmos diyoruz, birbirleriyle kuvvetli ilişkileri olan farklı renklerde küçük bir evren burası.

Biz elbette bilinçli olarak yaptık bunu ama ortaya çıktıktan sonra, gerçekten çalıştığını görüp zevkle izlediğimiz bağlantılar oldu. Büyük bir bina değil baktığınızda ve katmanlı bir şeffaflık var. Müze ve kitabevi ilişkisi, nadir eserler kütüphanesinin locaya ve onun ardından caddeye, aynı zamanda ara sokağa bakması, aşağıda bulunan müzenin belirli uç noktalardan yine caddeyi görmesi, çok kapalı olması istenen ve beklenen sergi salonunun bile küçük bir odadan, Akdeniz heykelinin arkasından meydana bakması… Bunlar gibi, bazı mekanları açmak için işlevler arası görsel bağlantılar var. Bazıları çok beklenmedik. Özellikle İstiklal’de rastlamadığımız tip mekanların yeri burası; müzenin kitabevinin etrafına “U” biçiminde sarılması ya da kitabevinin galerili ve etekli bir şekilde, bir kütüphane gibi oraya yerleşmesi gibi. Yukarıda, locaya bakan nadir eserler kütüphanesi gibi şerit mekanlar örneğin, dört metreye 15-16 metre boyutlarında. Loca ise bir küp, dokuz metre yüksekliğinde. Tırmanılan atriyum da, cam ile işlevlerin arasında sıkıştığın dikey bir ara mekan.

DD: Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık genel müdürü Tülay Güngen, yapının her yerini kendi istedikleri şekilde kullanabileceklerini söylemişti zemini, duvarı, boşluğu vs. Mimar için de önemli bir geri dönüş herhalde bu. Böyle olasılıklar öneriyor mu bina sizce de?
EU: Binanın bugün tanımlanmamış alanlarının yavaş yavaş dönüşeceğini düşünüyorum. Hem gezenlerce hem de tasarımcılar, sanatçılar, mimarlar gibi Yapı Kredi’nin birtakım sergiler için beraber çalışacağı, belki yerine özgü performanslar getirecek insanlarca gerçekleştirilecek bu. Rampalar, loca, portiko, kitaplık gibi mekanların hepsi böylece keşfedilecek. Bugün “sergi salonu”, “müze” diye yazıyor tabelalarda, ama o bina, portikodan hatta İstiklal Caddesi’nden locaya kadar tek bir sergiye ev sahipliği yapabilir. Bunlar yavaş yavaş keşfedilecek, altyapıları ise hazır. O boşluklara asılacak her neyse, vinçler orada duruyor, cepheye bir şey gerilmesi istenecekse askı sistemleri bekliyor. Bunların altyapıları mevcut ama kimin ne isteyeceğini bilemeyiz elbette. Hatta ben, meydanı da içine dahil eden birtakım projeleri de bekliyorum. Binanın hafiften kabuk değiştireceğini düşünüyorum.

Meydan cephesinden kesit perspektif
İstiklal Caddesi cephesinden kesit perspektif
Paul Schmitthenner projesindeki meydan cephesinin dönüşümü
Paul Schmitthenner projesindeki meydan cephesinin dönüşümü

DD: Burada iletişime açık bir işveren kimliği de seziliyor. İşverenle kurduğunuz iletişimin sürece nasıl katkısı oldu sizce?
EU: Yapı Kredi, hem bireyler hem de kurumsal anlayış bağlamında sağlıklı iletişim kurabildiğimiz bir kurum. İşverenlerin mutlaka “iyi mimar”, mimarların da “iyi işveren” tarifleri vardır. Ama ben daha çok “iyi bir çift” tarifi olabilir diye düşünüyorum. Her mimar, her işverene uymayabilir. Tersi de geçerli. Biz onlara bir şey öğretip, onları ikna etmiyoruz sadece. Onların bizi dinlediği kadar biz de onları dinliyoruz. Bazen biz, bazen onlar taviz veriyor ama sonuçta didişmek üzerine değil, iyi sonuca ulaşmak üzere bir ilişki kuruyoruz. Bu şekilde bakıldığında sorunlar daha akıllıca çözülebiliyor. Türkiye’de sıkça rastlandığı gibi süreler, bütçeler vs. önceden, anlamsızca dert edilmediğinde fark ediliyor ki aslında düşünüldükleri kadar anlamı yok bu parametrelerin. Çünkü iyi bir sonuç, eninde sonunda, her şeyi yeniyor. YKKS binası pahalı bir bina, satın almak için pahalı bir hizmet bu. Bu yüzden ne yaparsanız ve ne sürelerde, bütçelerde, zorluk ya da kolaylıklarda yaparsanız yapın, iyi bir sonuç görmek istiyorsunuz. Bizim her zaman hatırlatmaya çalıştığımız da bu: Sonunda iyi olacak, oraya bakarak yapalım bugünkü tartışmaları.

DD: Bu iletişimin en önemli sonuçlarından biri de Akdeniz heykeli. Nasıl karar verildi yerine, projeye hangi aşamada dahil oldu?
EU: Çağrılı yarışmanın ardından sunuma banka binasına gitmiştik. Binaya giderken heykelin yanından geçiyorsunuz, hatta ben her gün geçiyordum oradan, yolumun üzerinde. Orada, bir servis yolu ile banka arasında bir köşede, çimenlerin üstünde duruyordu heykel, sanırım on beş seneye yakın bir süredir. İlk sunum esnasında meydanla kurulan ilişki, şeffaflık, işlevler, atriyumun karakteri üzerine konuşmaya başlandı. Sunumu da sadece YKKS’ye değil, bankanın yönetim kurulu başkanı ve genel müdürüne de yaptık, projeyle üst düzey bir şekilde ilgileniyorlardı. “Bu atriyuma bir sanat eseri mi ısmarlansa, buraya özel bir eser mi yapılsa, satın alınsa mı?” diye konuşulurken koleksiyondan bahsedildi. “Akdeniz heykeli şurada duruyor yıllardır, onu koyalım” dediğimizde, çok hızlı kabul gördü. Onların da kafalarını meşgul eden bir meseleydi Akdeniz muhtemelen. Bütün bürokrasiyi hızla aştılar, bu sayede de binanın projelendirme aşamasına girebildi, yoksa beş tona yakın bir heykel bir yere sonradan koyulabilecek bir obje değil.

Zemin kat planı
1.kat planı
4.kat planı
5.kat planı

DD: Akdeniz heykelinin, meydanla kurduğu ilişkinin de katkısıyla uzun zaman sonra bir yapı, ana akım medyada kendine bir hayli yer buldu. Siz nasıl yorumluyorsunuz yapının gördüğü bu ilgiyi ve sebeplerini?
EU: İlgiyle karşılanır diye düşünüyorduk elbette ama açılmaya yakınken bundan daha çok, problemleri halletmeye çalışıyor oluyorsun ekip olarak. Ben, bu tür üretimler açısından bir yokluk döneminde olduğumuzu, dolayısıyla reaksiyondaki coşkunun hafif abartılı olmasında bunun da etkisi olduğunu düşünüyorum. İnsanların beğeniyor olmasının yanı sıra bir binayla, bir heykelle ilgili konuşuyor olmaları da ayrıca önemli. “Bu bina, buraya yakıştı” demenin ötesinde mekanları, kitapları, sergi salonunu konuşmalarını, “locadan şurası görünüyor, kitaplık kütüphaneye benzemiş” demelerini de önemsiyorum.

Ayrıca şöyle bir psikolojik etkisi de olduğunu düşüyorum: Aslında meydan cephesindeki şeffaflık, salt yansıtma özelliği olmayan bir cam seçerek mekanı görünür kılmamızdan ibaret değil. Bulunduğu yer, herhalde İstanbul’un en civcivli yerlerinden biri, bütün toplumsal olayların fonu, politik bir köşe. Bu kadar önemli bir kurumun binasının, böyle bir köşede meydana doğru bakarak “her şeyimi insanlara açıyorum” demesi çok önemli. Çünkü gerçekten de öyle. Binanın bazı yerlerinde gezip bazı yerlerine gidemiyorsun gibi bir durumu yok, her yerine giriliyor. Bodrum katına inemezsiniz, bir de yayınevinin ofislerinin bulunduğu kat var ama herhalde sorsanız oraya da sokarlar. Binanın %90’ına insanlar, açık olduğu saatlerde, ayak basabiliyorlar. Bu, mimari bir iddiaya paralel olarak kurumsal bir şeffaflık, bir iddia ve ben insanların etkilenmesinin sebepleri arasında bunun da olduğunu düşünüyorum. Sadece bir tasarım olarak değil, bir şey de söyleyerek orada duruyor yapı.

Etiketler:

İlgili İçerikler: