2016, Brezilyalı mimar Paulo Mendes Da Rocha için ödül yılı oldu. Mimar son olarak, işlerini “devrimsel ve dönüştürücü” olarak niteleyen RIBA tarafından altın madalya ödülüne layık görüldü. Yıl içinde de Venedik Mimarlık Bienali Altın Ayı Yaşam Boyu Başarı Ödülü Ve Japon Sanat Birliği tarafından verilen Praemium Imperiale Uluslararası Sanat Ödülü’nü kazanmıştı. XXI olarak biraz geriye dönüp Pritzker kazandığı 2006 yılında mimar ile yaptığımız söyleşiyi sizlerle tekrar paylaşıyoruz.

Hülya Ertaş: Mimari yaklaşımınızı kısaca anlatır mısınız? Yaklaşımınızı belirleyen, sizi etkileyen girdiler nedir? Sözgelimi iklimsel veriler ve brüt beton sizin mimarlığınız için nasıl bir veri oluyor?

paulistano atletik kulübü, 1958; fotoğraf: jose moscardi
patriarch meydanı ve cha köprüsü, 1992; fotoğraf: bebete viegas
brezilya heykel müzesi, 1988; fotoğraf: nelson kon
paulo mendes da rocha evi, 1960; fotoğraf: annette spiro

Paulo Mendes da Rocha: İklim, temel ilkedir. İklim bir sorun gibi görünür ve siz de bu sorunu yerinde çözmek zorundasınız. Güneş, rüzgar, bu mimarinin bir konusudur. Beton ise bir yapım yöntemidir, mimari bir hedef ya da bir stil meselesi değildir, bu teknolojik olarak bir şeyleri yapma talebidir. Malzemeyi daha önce seçmezsiniz, sorunu ortaya koyarsınız ve sonra beton, çelik gibi malzemeleri seçersiniz.

HE: Mimarlık eğitiminize başladığınızda Brezilya mimarlık ortamı nasıldı; sizi bu ortam nasıl etkiledi; bu ortamı sonradan besleyen mimarlardan biri olarak Artigas, Niemeyer, Lucio Costa’nın bu ortama katkılarını siz nasıl değerlendiriyorsunuz? 1967 yılında Flavio Motta’nın kaleme aldığı notlarında sizin Niemeyer mimarlığında doğanın temsilini Artigas’ın mimarlığında ise sosyal toplumsal olan değerleri bulduğunuzu çıkarıyoruz. Bunu biraz daha açabilir misiniz?
PMR: Kendi alanlarında Niemeyer’in ve Lucio Costa’nın da içinde bulunduğu grubun mimarlığında birçok tarihsel etki görülür. İnsanoğlunun tarihsel deneyimleri gibi birçok mimari etkiyi mimarlıkta öğrenmemiz gerekir. Bence, tüm bu saydıklarımızın etkisini taşıyorum. Flavio Motta’nın o zaman söylediği söze gelince Artigas’ın mimarisinde sosyal konuların güçlü çekimi ile Niemeyer’in doğa ile kurduğu ilişki, mimarinin kendi nedenleri ile bağlantılı. Her zaman doğa, konstrüksiyon ve diğer her şeyi mimarlıkta göz önünde bulundurmalıyız.

HE: Mimarlığınızın, binalarınızın kimi zaman doğanın üzerinde, kimi zaman doğanın içinde olduğunu görüyoruz. İlk olimpiyat yapınızda bir platform üzerinde heykelsi bir yapı; kendi evinizde, doğa içinde ancak zeminden pilotilerle yükselerek onunla ilişki kuran bir yapı; Expo ’70 Brezilya Pavyonu’nda topoğrafyayla doğrudan ilişkilenildiğini; Serra stadyumunda ise topoğrafyanın yapının bir parçası haline geldiğini, oyun alanını oluşturarak yapıyla bütünleştiğini görüyoruz. Topoğrafya sizin için ne anlam ifade ediyor?
PMR: Topoğrafya, konstrüksiyonun ilk biçimsel görünümüdür. Topoğrafya dediğimizde, jeoloji, alanın niteliği vs. gibi birçok konuyu da dahil etmeliyiz. Bu çok karmaşık ve çok zengin bir durum. Mimari bir karar alabilmek için doğanın fenomonolojisini ilk bakışta bilmelisiniz.

HE: Işığın yapılarınızda -hem iklimsel hem de yaratılan ortamlara etkisi bağlamında- kontrol edildiğini gözlemliyoruz. Işığın mimarlığınızdaki yeri ve önemi nedir? Dahası, yarattığınız formlar ve mekanı kurarken malzemeyi kullanışınız farklı. Mimariniz ışığın kullanımı ve geometrik biçimler üzerinden okunuyor. Bunu biraz açabilir misiniz?
PMR: Bir bina yaptığınızda ışık artık doğal değildir, insanların kullandığı herhangi bir nesne gibidir. Bu nedenle, ışığı istediğiniz gibi kontrol edebilmek için kullanacağınız şey kesinlikle geometridir. Örneğin, bir müze tasarlıyorsanız pencereden süzülen az bir günışığı, okyanusa bakan bir konut tasarlıyorsanız günışığını içeriye alan büyük pencereler. Bir soruna karşılık olarak açık ile kapalı arasındaki diyaloğun kuvvetinden yararlanılabilir. Evrende yeni bir ışık görüldüğü zaman, uzayda yeni bir şey inşa edersiniz. Brezilya’da bir şarkı var: “Pencereden okyanusu görebiliyorsun ve Reddentore bir dağdır.” Pencereden bakıyorsun derken bunu bana diyor, ama eğer denizin içinde boğulmak üzere olan birisiyseniz okyanus sizin için güzel değildir. Işık doğa olayı olmanın dışına çıkarak artık insani bir niteliğe bürünür.

HE: Günümüz kentleri ile ilgili “her kentin dünyanın başkenti”ne dönüştüğünü belirtmişsiniz. Sizin mimarlığa başladığınız dönemden bugüne Sao Paulo kenti nasıl değişti?
PMD: Genç bir çocukken, okula giderken her gün Paulista Bulvarı’ndan evden okula yürüyordum. Paulista Bulvarı, şu an gökdelen yapmak isteyenlerin en çok ilgi gösterdikleri cadde. Bir öğrenciyken yürüdüğüm bulvarda bu gökdelenlerin hiçbiri yoktu, yalnızca evler vardı. Bu dönüşüm çok vahşi ve hızlı. İnsan yapımı olduğu için Sao Paulo’nun harika bir yer olduğunu söylememiz gerekirdi, ama şu an tam bir felaket; çünkü tamamen yanlış yapılandırıldı. Dikey büyüme gibi üstünlükler, bize göre dejenerasyona neden olabilir. Bu, mimarinin yaşadığı en büyük çelişkilerden biri. Kendin için mimarlık yapmak hiçbir şey değil; kent için mekanlar inşa etmelisin.

HE: “Herkes için kentler” inşa edilmesi gerektiğini belirten bir cümlenizi okudum. Bize bundan söz edebilir misiniz? Sizin hayali “herkes için kent”iniz nasıl?
PMR: “Herkes için kentler” fikri, olanakların karşıtlıklarını düşünmemiz amacıyla ortaya attığım bir motto, bir karşı çıkış. İnşa etmiyor olduğumuz her şeyi inşa edebiliriz; bana göre bugünün anıtsal yapısı katedral değil, konuttur.

HE: Türkiye’de, Brezilya’daki Favela yerleşimleriyle benzer özellikler gösteren “gecekondu” olarak nitelendirilen yerleşimler bulunuyor. Günümüz kentsel sorunlarından biri olan bu tür yerleşimlerle ilgili bir kentsel proje içinde yer aldınız mı? Bu anlamdaki deneyimlerinizi ya da bu sorunlara yaklaşımınızı bizimle paylaşır mısınız?
PMR: Favelalarla gecekonduların benzerlikler taşıdığını söylediniz. Bu da söylediğim “herkes için kentler inşa edilmelidir” fikrini besleyen bir durum. Çünkü konut kalitesinde ve bir yoksulun evi ile bir zenginin evi arasındaki farkta bir saçmalık var. Bir konutun su, telefon, elektrik gibi tesisatlara; toplu taşıma, okul, hastane gibi olanaklara sahip olması gerekir. Zenginlerle fakirleri birbirinden ayrı düşünmek mümkün mü? Mimarlar olarak bizim buna yönelik geliştirebileceğimiz bir öneri yok, bu politik bir mesele.

HE: Mimarlığı öğretme etkinliğiniz mimarlığınızı, uygulamalarınızı nasıl yönlendirdi?
PMR: Brezilya’da özellikle de Sao Paulo’da çok kuvvetli bir eğitim atmosferi var. Sao Paulo Üniversitesi de, mezun olduğum Mackenzie Mimarlık Okulu da çok iyi okullar. Az önce sözünü ettiğiniz tüm o mimarlar - Lucio Costa, Artigas, Niemeyer- işte tüm bunlar bizim okulumuz. Kapalı kapılar arkasında okunan bir okuldan söz edemeyiz; o tip okullar çocuklar için. Bence, şu an devrim yapılması en gerekli olan alan okullar. Eğitim konusu çok önemli. Gençler nesneleri yalnızca kırmızı ya da mavi bir bot olarak görmemeli; botun akışkanlığının, dönüşünün mekaniğini görebilmeliler. Gördüğünüz şeyleri öğrenmeniz gerek.

Etiketler: