Katmanlaşma, Sürdürülebilirlik, Katılımcılık Out. Müşterekler, Dayanışma, Devrim In.

SENEM DOYDUK

Mimarlık dünyasından bir kısım üst düzey lobilere mensup bazı adamların, bir masanın etrafında oturup, o yıl ya da o dönem hangi kavramların kullanılacağına karar verip, bu kararları küçük kağıtlara yazarak el altından ortama yayıyor olduğunu düşünmeye başlıyorum giderek. “Bu dönem şu ve şu kavramlar kullanılsın” üst kararıyla o seneki tezler, yayınlar, makaleler, sergi temaları, mimarlık eğitimindeki stüdyo konuları ve hatta entelektüel radyoların program içerikleri, pek çok alan o kavramları kullanıyor; yani “kavramların anlamlarını çoğaltıyor”. Gerek akademik çalışmalarda, gerekse mimarlığın yayın dünyasında kavramsal çalışmalar, hepimizin üzerinde (belki de farkında olmadan) uzlaştığı gibi, daha bir üst klasmanda değerlendirilen bir pratiktir. “Alan çalışması” denen ampirik bilgi üretimi ile kıyaslandığında, kavramsal sorgulama daha entelektüel bir işken, bunu yapabilmek de elbette daha “derin” kişiliklere kısmet olabiliyor. “Kavramların anlamlarını çoğaltma işinin gerekliliği”, ortaya birdenbire çıkıveren yeni paradigmalarla baş edebilmek, bu paradigmaları anlayabilmek ve durumların aralarındaki ilişkileri çözümleyebilmekle ilişkilendiriliyor ve bunun sonucunda kavramlarla “didişme”, kavramları “çoğaltma” yollarına başvuruluyor mecburen.

Ancak bu alandaki türbülansın hızı, bunun sanki bir üst akıl, konsey ya da tamamen özel ilişki ve referansla üye olunan eksklusiv kulüp üyeleri tarafından bir karar alınarak, “tamam, o kavram yeterince çiğnendi, şimdi biraz da şu didiklensin” denmişçesine hızla değişiyor, kavramın tabir yerindeyse “modası geçiyor”. Kavramların üzerinden jet hızıyla ve alabildiğine yüksekten geçildiği için, anlamların içeriklerine dair keşiflerin yapılabilme olanağı kalmıyor. Kavramların sağlayacağı anlık ışıldamaları keşfedebilmek için, nesneyle ve insanla yapılması gereken yakın temas ve bu temasın içeriğiyle amacı pek de önemsenmiyor.

Tohum Bombası; www.tekhnede.blogspot.com.tr
“Meslektaşlarından KHK ile ihraç edilen Mimar Alev Şahin’e dayanışma ziyareti”, İleri Haber, 25 Şubat 2017; www.ilerihaber.org
“TMMOB 19 Eylül Mühendis, Mimar ve Şehir Plancıları Dayanışma Günü”nden; www.tmmob.org.tr

“Kavramsal araştırmalar” ve “kavramların anlamını çoğaltmak” olarak cilalanan yaklaşım bazı durumlarda, anlamların içeriğinin boşaltılması riskini taşıyor. Apolitik pek çok içerik, politik kavram ve terimlerle ifade edilerek çalışmanın dikkat çekiciliği artırılmaya çalışılıyor. Bu politik kavramların kullanılması, sürekli aynı konuların tekrarlandığı, bu konularınsa çoğunlukla içerik olarak bam teline dokunmadan geliştirilen yüzeysel argümanlarla bezeli metinlerle, adeta kuraklaşmış mimarlık yazın mecrasının üzerine yağan bir yağmur etkisi yaratması bekleniyor ama ne yazık ki bu kullanımlar hiçbir yeşermeyi sağlamıyor. İçeriğe dair bir değişime ya da hareketlenmeye sebep olamıyor, sadece bir oyalanma, en fazla retorik alanda patetik bir söz çıkarma becerisi… Kavramların özgün anlamları ile yeni kullanım alanları arasında moral ve entelektüel anlamda bir temas sağlanmadığından, herhangi bir anlamsal içeriği yakınlaştırma ya da birleştirme hedefi olmadığından, kuru bir tampon öğe görevi görmesinden öte bir işlevi olamıyor.

Benim eğitim aldığım yıllarda, gelecekteki mesleki başarının garantörlüğünü yapan en belirleyici ölçütlerden biri, kaç adet yabancı dil bilindiğiydi. Bu dillerde ne söylendiği değil de bilinen dil sayısına odaklanılırdı. Bazı akademik ve mesleki çalışmalarda buna benzer bir yüzeysel yaklaşımın olduğunu gözlemliyorum. Elimizde bir kontrol listesi varmışçasına; çeşitli anahtar kelimelerin yapılan işlere serpiştirilmiş olması, o çalışmaları belli bir üst klasmana taşıyor gibi. O sözcükler ile ne söylendiği değil, sözcüklerin varlıkları yetiyor adeta. Yayınlarda da bu klasmana katılmak için, belirli kavramlar ve terimler bir pasaport belgesi gibi işlere iliştirilip, içeriye dahil olunması sağlanıyor.

Güncel mimarlık ortamında bu aralar amiyane tabir ile gideri olan kavramların başında “müştereklerimiz” geliyor. Tasarım süreçlerinden söz edilecekse “katılımcı mimarlık”, toplumsal, kentsel bir mekan savunması meselesinde ise “müşterekler”. Çoklu katılımın sağlanması, toplu karar alma, yani tasarım pratiğine meslek insanlarının yanı sıra kullanıcı grubunu da dahil etme lütfunda bulunulmasıyla süreç demokratikleştiriliyorsa bu duruma “katılımcı mimarlık” deniliyor; konu kent mücadelesi etrafında dolanıyorsa, “müştereklerimiz” gibi bir anahtar kelime anlatının baş köşesine yerleşiveriyor. Herkesin katılmasındaki hedef nedir, ne için katıyoruz, bu herkes kimlerden oluşuyor gibi soruların karşısında pek de güçlü argümanlar üretemeyen bu katılımcılık meselesinin ardından, kullanımda yıldızı yeni parlayan “kolektif üretim” bir derece daha güçlü bir kavram olarak keşfedildi. Kentsel ve toplumsal hareketlerdeki bir aradalıklar, ortaklıklar, bir araya gelişler yine katılımcılık meselesinde de olduğu gibi, “ne için”, “kime hizmet eden” gibi sorular es geçilerek ama “karşılaşma ortamları” yüceltilerek anlatılmaya başlandı. Bu karşılaşmalarda, kim ile kimin karşılaştığı, daha da önemlisi bu “karşılaşmadan” ne gibi bir sonuç beklendiği çok da önemsenmeden kavramın taze havası mimarlık mecrasında son sürat esiyor.

Benzer bir sık kullanımı da özellikle son birkaç yılda kamuda büyük kıyımların ve yıkımların yaşanmasının da bir getirisi olarak “dayanışma” pratiklerinde ve çağrılarında görüyoruz. Her türlü bir araya gelme, birbirine yardımcı olma, hak arama gibi onurlu ve anlamlı pratiklere; ezberden, kolayca, bir çırpıda dayanışma deniyor. Zor durumda olana destek olunan her örneği dayanışma zannediyor ve hatta kendimizi dayanışmacı olarak adlandırıyoruz. Oysaki hak arama ya da hak temelli sosyal yardımlar dayanışma pratiğinden temelde ayrışır. Bir dayanışmanın gerçekleşebilmesi için ortada “direnen” birilerinin olması gerekir. Yani, duruma itiraz eden, talebini net bir şekilde ortaya koyan ve bu talep yerine gelinceye kadar iradi olarak eylemliliğini sürdüren bir direnme pratiğinin ortada olması gerekir ki, birileri de bu direniş ile dayanışsın. Oysa günümüzde dayanışma gündelik hayatta o kadar ezbere kullanılan bir kavram ki, işlerimiz güçlerimiz ile ilgili mailleşmelerin sonunda bile yer alabiliyor: (sevgilerimle ya da selametle yerine) dayanışmayla...

Akademik hayatımın ilk yıllarında, mimarlık ortamında bugün artık çok önemli bir yer edinmiş, gelenekselleşmiş olan Türkiye’nin modern mimarlık mirasının korunması konusuna odaklanan Docomomo-Türkiye ekibinin düzenlediği, modern mirasın ulusal örneklerinin sunulduğu ve belgelerin arşivlendiği etkinliğin ilki, 2004 yılında ODTÜ Mimarlık Fakültesi'nde gerçekleşmişti. Bir sunum yapmak üzere önceki sunuşları dinlerken, Kayseri’den bir Erken Cumhuriyet Dönemi yapısını heyecanla sunmaya çalışan benim gibi asistan olduğunu zannettiğim bir arkadaşımız, yapının ne kadar önemli, dönemi için ne kadar yenilikçi unsurlara sahip olduğunu anlatabilmek için, dinlerken bizlerin de dikkatini çekecek miktarda “devrim” sözünü tekrarladı: “Yapıdaki şu şu nitelikteki doğrama kullanımı bölge mimarisi için bir devrim niteliğindedir... Şu şu mimari elemanların bu biçimde bir araya gelişi bir devrim etkisi yaratmıştır...” gibi. Sunumun ardından, aradan geçen 14 seneye rağmen her anının zihnime kazındığı şu olay gerçekleşti: Sevgili İhsan Bilgin hoca sahneye çıktı, mikrofonu eline aldı ve dedi ki: “Benim bildiğim iki tane devrim vardır. Biri Fransız Devrimi, biri Ekim Devrimi. Öyle ota boka devrim demeyin!” Sunumu gerçekleştiren genç arkadaşa etkisi ne oldu bilmiyorum ama ben kulaklarıma kadar kızardığımı çok net hatırlıyorum, içimden de şunu geçirdiğimi: “Bu camiada gerçekten de çok dikkatli konuşmak gerekiyor...”

Bu örneğin üzerimde yarattığı etkiden olsa gerek, kavramların hunharca kullanımı hep dikkatimi çeker. Yukarıdaki örneklerde olduğu gibi, yakın geçmişte kullanımı pek moda olan, kolayca kullanılma alışkanlığı edinilmiş bir diğer kavram da “gerilla bahçeciliği”. SSCB, Küba, Filistin, Şili gibi ülkelerin halklarının, savaş ve mücadele ortamlarında yaşadıkları besin kıtlığıyla baş edebilmek için kaldırım taşlarını söküp; yollara, el arabalarına, bina çatılarına, buldukları her yere ekim yapmasından gelen, zafer bahçeleri adı ile de anılan gerilla bahçeciliği, yıllar sonra öğrencilerin, aktivistlerin katıldığı çeşitli etkinliklerin tema başlığı oluverdi. “Eller kille ve toprakla buluşuyor, tohum bombaları kentin münasip yerlerine atılıyor” sloganlarıyla İstanbul’un en şık, trendy sanat tasarım galerilerinde alternatif etkinlikler olarak karşımıza çıktı. Sürdürülebilirlik temalı pek çok atölyede, pet şişelere, araba lastiklerine ekilen cılız çiçekler, gerilla bahçeciliği sözü ile içeriğinde hiç de bulunmayan bir politik kılıfı kolayca giyiverir oldu. Bu terimin kullanımına denk geldiğimiz bir diğer örnek de “gerilla yayıncılığı”. Marketlerde ve kitabevlerinde satılan mesleki dergilerin, mimarlık okullarındaki öğrenci kantinlerinde masaların üzerine bırakılması suretiyle yapılan yayma işleminin gündelik konuşma dilinde gerilla yayıncılık olarak anıldığını duyuyoruz. Diyeceksiniz ki gerilla kısmı nerede? İşte, derginin “izin alınmadan” “kontrol dışı” bırakılması ve bunun dağılması unsurunda.

Ya da bu soruyu sormayıp, “bu tür anlam çoğaltmaların ne gibi bir zararı olabilir ki?” diye de düşünüyor olabilirsiniz. Varsın dayanışma densin, bir gün katılımcı, bir gün kolektif, bir gün müşterek olsun, varsın gerilla densin, ne zararı olabilir ki? Daha ilginç, daha bohem, daha entel, daha cool, daha radikal, daha marjinal, hasılı daha havalı görünüyor ne de olsa. Sorun şu ki, içine başka sığ anlamlar ve terimin hak ettiğinden daha hafif içerikler yerleştirilen, yani bir çeşit (bilerek veya bilmeden) içi boşaltılan bu kavramların gerçek anlamlarıyla yüklü pratikleri günümüzde hala var. Birileri hala direnirken ve dayanışırken; bu eylemliliklere destek vermeyen-veremeyen, kendi içine kapalı ve bir tür seçkinci oyalanmalar çok daha havalı bir etki yaratan dayanışma ismi ile lanse ediliyor. Ya da kendisini gerçekte gerilla olarak (resmi belgelerde terörist diye adlandırıldığını hatırlatmakta fayda var) isimlendiren insanların ailelerinin, gerillanın ölümünün ardından hayır yemeği veriyor olması, ailenin, hatta ailenin avukatlarının bu hayır yemeğine katılmış olmaları dahi tutuklanmalarına gerekçe olabildiği bir ortamda, bu gerilla ile workshop başlığı olan gerilla arasında anlamsal içerik bağlamında bir ilişki olabilir mi acaba? Zor sanki...

Etiketler:

İlgili İçerikler: