“Koruma” Meselesine Dolanık İki Hikaye

KENAN GÜVENÇ

Köşemizin bu ayki konuğu; mimarlık, çevre ve kültür ile ilgili konulara bambaşka bir pencereden bakıp, bizleri sarsabilmesiyle bilinen Kenan Güvenç. Koruma konusunda bu köşeye katkı veren tüm yazarlar gibi korumayı bir başka perspektiften sorgulayan Güvenç’ten, korumanın materyel sorunlarıyla zihnin derinliklerindeki koruma algısı arasındaki ilişkiyi yorumlamasını istedik. Bu yazı, bu karmaşık süreçler sonucunda korumayı nasıl yorumlayabiliriz sorusunu cevaplıyor.

Ancak yazıya geçmeden önce, Güvenç’in yazısında bahsettiği ve vaktiyle Mimarlar Odası bünyesinde katkıda bulunduğu Maltepe Havagazı Tesislerinin Sökümüne Karşı Bildirge’ye dair birkaç söz de söylemek isterim. Bu raporda, kent formu ile kent kültürünün doğrudan ilişkisine yapılan vurgu önemlidir. Korunması tartışılan bu yapıyı, çevresiyle kurduğu mekansal enerji alışverişi meselesi bağlamında değerlendirirken korumaya hangi açıdan baktıklarını görüyoruz Güvenç ve ekibinin o dönemde.

1990’lar bağlamında hazırlanan bu rapor, Ankara’nın “Şehirden Büyükşehire” dönüştürülme sürecini “yıpratıcı eğilim” olarak tanımlarken kent değerlerine karşı rasyonalizasyon politikalarının konumlandırılmasını eleştiriyor. Planlayıcı erkin kültür alanındaki kapasite eksiğini “sayılar cambazlığı” aracılığıyla örtbas etme girişimi olarak tanımlıyor bu politikaları ki bu nokta, bu köşenin hedefleri açısından çok anlamlıdır. Maltepe’ye yapılan müdahaleler zincirinin Ankara’nın kültürel kimliğini “drene etme” stratejisi olduğuna dikkat çeken bu rapor, getirilen rant politikasını sadece ekonomik değil, ideolojik olarak tanımlıyor haklı olarak. Çünkü korunması önerilen havagazı tesisleri alanının o bölgedeki yoksullaşmayı yavaşlatabilme potansiyeline karşın, rant tesisi önerilmesinin arka planı bu köşede sıkça tartıştığımız gibi ideolojik. Koruma meselesini kuru bir muhafaza etme kaprisi değil de, yapıyı çevresiyle beraber bir değerler bütünü olarak korumaya yapılan vurguyu da değerli bulduğumu söylemeliyim. Raporda, söz konusu yapının, Cumhuriyet ideolojisinin ve sorunlara nasıl yaklaştığının (tutarlılık ve çelişkileriyle birlikte) ortaya konduğu “propaganda yapıları zinciri”nin son halkası olarak nitelendirilmesi, korumanın ideal bir geçmişi hayali olarak inşa ve temsil girişimi olmayıp eleştirel bir eylem olarak yorumlanabileceğine de işaret ediyor bence.

İşte bu çerçevede, koruma meselesi ve kültür olgusu arasındaki ilişkiyi Kenan Güvenç’in bakış açısıyla sorgulamak istiyoruz ad infinitum’un bu yazısında.
Murat Çetin

KORUMA DÜŞÜNCESİ 1
“Koruma nedir?”: Bir şeye erişimlerin engellenmesi, sınırlanması ya da erişime kontrollü açık kılınması… Korunan şeye ve koruma amacına göre “koruma” biçim alır.

KORUMA HİKAYESİ 1: MUSTAFA KEMAL; ANKARA RÜZGARI, TORİK, LAKERDA VE BOĞAZI KORUMAK
1985’te ODTÜ döner sermayesine bağlı olarak sevgili Emre Madran hocamızın (şimdi ışıklar içinde) yönetiminde Mustafa Kemal’i ulus belleğinde korumaya almanın açık örneği olması istenen Anıtkabir’in restorasyon çalışmaları yapılıyor ve ben de kısa bir süre için de olsa ekipteyim. Anıtkabir mozolesine tırmanan anıtsal merdivenin altında, basamaklarından sızan su, altındaki metal tavalarca toplanması gerekirken o basamaklardan çeşitli sızmalar yaparak alt kata iniyordu. Bu su, bir kat aşağıda Mustafa Kemal’in asıl gömülü olduğu odanın (evet kapalı bir odada gömülüdür) tavanını tehdit ettiği için sevgili Yakup Hazan ile o bölgede suyu engelleyebilmek adına, Anıtkabir’e çıkış merdivenleri altında çalışırken elektrikler kesildi. Zifiri karanlıkta kalakaldık. Ve birden etrafımızda inanılmaz sayıda çığlık yükseldi: sıçanlar… Merdiven altına asılı metal tavalar içinde yüzlerce sıçanın sesi bir dakika içinde belirdi. Zor anlarda olduğumuzu düşünürken jeneratörler çalıştırıldı, iki dakika sonra elektrikler geldiğinde hayvanlar ortadan kayboldular. Ve ben şahsen bir ülkeyi orada “anladım”: Anıtkabir orada değildi! Zihinlerde bir yere taşınmış arada ziyaret ediliyor idi, toplumun Mustafa Kemal Belleği bir tür “distopya” idi… Sahip olduğumuzu düşündüğümüz hiçbir ortak değeri içselleştirememekle malul bir toplumsal yapımız vardı ve bu nedenle bu değerleri de görünür kılamıyorduk. Mustafa Kemal’in hatırasını, onu insafsızca kullanıyor ve fakat toplumsal hayatımızın kurucu dinamiği aktif bir bellek haline getirecek şekilde yaşamı inceltemiyorduk. Bu “hayat inceliğine” sahip değildik. Değer olarak addettiğimiz her şeyi ortak, kolektif bir hatıra torbası içine atıp, ona sahip olmanın gereklerini yerine getirmekten kurtuluyorduk. Ve koruma fikri ister insanlara, ister tabiata, ister artifaktlara dönük olsun, hep bu “her şeyin çorbası kolektif hatıra torbası”nı beslemeye, doldurmaya yarıyordu... Yoksa, Mustafa Kemal’den, yağdığı anda memleketinin toprağını da, insanlarını da ıslatmakta olan yağmur suyunu; ülkesine vuran sabah ışığını ya da akşam güneşini; şarkılardaki Ankara rüzgarını; ıssız bozkır kokusunu esirger miydik? Kendisini bir Grek tapınağı replikası, Nazilerin ser-mimarı Albert Speer imrenmesi bir yapının yedi kat bodrumuna, betona gömer miydik? Bilmiyorum… Mustafa Kemal’i “korumaya” kalkıştıkça kendisinin değerlerini kendimizin erişimine kapalı hale getirmemizin tek örneği Anıtkabir değil... Eğer lakerdalı rakı sofraları kurarak İstanbul Boğazı’nı hayatınıza katıp içselleştirmiyorsanız torik balığı neslinin kurumasını da “kültür ve tabiat varlıkları koruma kurulları”nın varlığıyla durduramaz ancak hızlandırırsınız. Ya da boğazı sahillere toprak dolgu yaparak vatan toprağı ile denizlerinizi ve toriklerinizi boğarak yok eder, bu toprak fethinizi kutlamak için de yedi tepesine yedi bayrak dikersiniz…

KORUMA YORUMU 1
Koruma fikri, koruyamayacağımızı bildiğimiz şeyleri zihnimize kaçırıp orada varlığını estetize edip rehin almaktır. Böylece onları dış etkilere maruz olmaktan koruyacağımız düşünülür. “Toplum” ise, “toplu olarak hareket ederek kendi bütünlüğünü sağlayan şey” demek olsa bile hayat, tek tek şahısların hayatıdır ve toplamda toplum bütünlüğünü sağlamak için değil, ihlal ede ede o bütünlüğün yapısını koruyabilir... Ve nasıl davranacağını kestiremediği için toplum denilen her ne ise, o şahısları yasa, yönetmelik ve zor yoluyla yeniden imal etmeyi dener. Korunacak şey, koruma biçimlerinin tahakkümü altına girer ve içeriği hayatın canlılığının onları götürdüğü yere göre bedenleşmelerde değil, korumacılarca tesis edilmiş hüküm, teori ve kurumların biçtiği soyutlukta, değer olarak var olmaya başlar. Korumacılar can çalarlar ve hayatı, otopsi masasındaki kesip biçmeler ile tanımaya çalışırlar…

TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şube Arşivi'nden
TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şube Arşivi'nden
TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şube Arşivi'nden
TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şube Arşivi'nden
TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şube Arşivi'nden
TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şube Arşivi'nden
TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şube Arşivi'nden

KORUMA DÜŞÜNCESİ 2
“Kültürel Koruma” denilen şeyin psikolojisinin üst katmanı bir kültür arkeolojisi yaratarak kendimize ortak bir geçmiş inşa etme girişimidir. Psikolojisinin alt katmanı ise, toplumsal hayatı bir süreklilik içinde görüp şahsın kendini o akış içinde güvenli hissetme arzusudur… mu?

KORUMA HİKAYESİ 2: MUSTAFA KEMAL; HAVAGAZI FABRİKASI, CUMHURİYET KADINI, MELİH ERKEĞİ, MİMARLARIN “AGONİ” ODASI
Ankara Maltepe Havagazı Fabrikası 1990’da ilk defa yıkıma uğratılmaya çalışıldığında Mimarlar Odası Ankara Şubesi desteğiyle, daha sonra hazırlanacak -Koruma Kurulu’na da verilen- rapora kaynak teşkil edecek, yıkıma karşı çıkan bir broşür hazırlamıştık arkadaşlarla. Yıkımın fotoğraflarının broşüre aktarımı için fotokopi çektirmeye Ziya Gökalp’te [Ziya Gökalp Caddesi] bir kırtasiyeciye girdik. Yaşlı, “Cumhuriyet kadını” bir hanımefendi biz uğraşırken lafa girdi: “Oğlum ne yapıyorsunuz, bunlar neyin fotografları?” “Maltepe Havagazı Fabrikası’nın. Belediye tarafından yıkılıyor, biz de ‘koruyalım’ diye broşür yazdık, onun fotoğrafları” dedik. Hanımefendi, “Oğlum orası mezbelelik, koruyup da ne yapacaksınız orayı?” dedi. O anda aklımıza Mustafa Kemal geldi ve yürüttüğümüz “yıkıma karşı çıkma harekatını” Mustafa Kemal’e yıkmaya karar verdik, “Buraya” dedik, “Maltepe Havagazı fabrikasına, dokunulamaz!.. Orası Cumhuriyet’in propaganda mekanıdır, yıkılamaz!” Ve bu, o gün için “mezbele”nin yıkımını durdurmayı başaran çok etkili bir strateji oldu; ilgili mahkeme, Koruma Kurulu raporuna dayanarak yıkıma “dur” dedi. Dikkat ediniz; arkamıza aldığımız entelektüel kamuoyu, meseleyi ne endüstriyel arkeoloji, ne kentin kamusal alan stokunun oluşması, ne daha büyük bir kent parçasının, tren garının “cluster” [küme] ölçeğinde ele alınması olarak gördü. Yani, Havagazı Fabrikası “bugün, şimdi ve bizim için” değildi. Bugün, şimdi ve bizim için “mezbeleydi”. Çoğu insan için fabrikanın nesne değeri, siyasal-ideolojik bir yansıma olarak geçerliydi. Yıllar sonra fabrika, Melih Gökçek tarafından yıkıldı. Ve yıllar sonra mimarlar odamız, hepimizin olmazsa olmazı sevgili mimarlar odamız, koruma için kaygılanıp uğruna broşürler hazırladığımız Maltepe Havagazı Fabrikası’nı, “inşasında asbest kullanılmış, ‘tu-kaka’ bir yapı”ya indirgedi ve bir de ondan kurtulmak için yarışma açtı. O gün yine anladım: Ben “bir” ülkede değil, aynı gibi görünen iki-üç-dört-beş ayrı ülkede aynı anda yaşıyordum. Hepsinin ayrı Mustafa Kemal’i, ayrı Maltepe Havagazı Fabrikası, ayrı Mimarlar Odası, ayrı Tabiat ve Kültür Varlığı Koruma Kurulları, ayrı Cumhuriyet kadını, ayrı Melih Gökçek erkeği; ve fakat aynı korumacıları vardı. Ben de bir o ülkenin bir şahsı, sonra aniden öbür ülkenin öbür şahsı oluyordum. Kendimi izlemeyi bırakmalıydım.

KORUMA YORUMU 2
Koruma, bir kültür arkeolojisi yaratarak kendimize ortak bir geçmiş inşa etme girişimidir. Fakat sonunda “zaman” denilen şeyi, filmin kötü adamı Erol Taş olarak görmeye başlar ve koruma fikrini “ertesi gün hapı” olarak zamana karşı kullanmaya başlar. Beyhude çaba! Heyhat!

Fiziki çevreler birer metabolizmadırlar, organlarını tüketebilirler hatta onları yiyebilirler. “Miadını doldurma” çok güzel bir deyimdir ve aslında sağlam bir bilimsel tanıya yaslıdır: entropi. Bilimsel manada bir şeyin, düzenin dağılma eğiliminin şiddetinden dolayı artık kendini bütünlüğü içinde tutamaması, o şey neyse onun entropisinin artması, miadını doldurması demektir. Bu noktada görülebilir etkiler kadar görünmeden işleyen, zaman ya da zihniyet gibi sakınılması gereken etkiler de mevcuttur. Yapı/bina koruma fikri, geçmiş kültürel kodların yeni maddi, fiziki gelişmeler karşısındaki konumlarının açığa çıkarılması açısından da kendini temellendirir. Yani, öncelikle çağının, zamanının bilincinde olunma etiğini de inşa etmeyi ister. Bir kere yok edildikten sonra bir daha “yapılamayacağı” için, yapılsa bile ancak bir şekil olarak, içerikleri buharlaştırılmış taklit olarak, replika ya da imitasyon olmaya gider. Tartışılmazlığını sosyal ya da kültürel tarihin inandırıcılığı açısından “orijinal kayıtlar” eşliğinde katmanlaştırmak ister. “Orijinal”, her daim kendisini oluşturan her ne varsa, onların mevcutluklarının başlangıcını kendisi olarak görme fikridir. Oysa Ankara, Cumhuriyet tarihi boyunca, 100 yıl içinde dört ayrı kent olarak, yıkılıp yıkılıp yeniden Ankara olmuş. Anne babanın yaşadığı Ankara ile çocuklarının yaşadığı Ankara bir türlü aynı Ankara olamamıştır. Sevgi Soysal’ın Yenişehir’de Bir Öğle Vakti kitabını okudum, o yüzden ben çok akıllıyımdır. Mesela şunu biliyorum: Korumacısın ve ölmüşsün, soğuyorsun, “bugün hava çok soğuk, o yüzden” diyorsun…

Etiketler:

İlgili İçerikler: