Kullanıcı Dostluğu ve Akratik Tasarım

OTTO VON BUSCH

Tasarımda her şeyin bizim niyetimize uygun şekilde yeniden düzenlenebileceğine ve şekillenebileceğine kesin gözüyle bakarız: Malzemeler, organizmalar, deneyimler, süreçler, her şey tasarımcının arzusu doğrultusunda aynı plastisiteye sahiptir. Tasarımcılar olarak bizler inovasyon yapmaktan, nesneleri biçimlendirmekten, onları iyi niyetlerimizle yüklemekten ve “şeyleri daha iyi yapmaktan” gurur duyarız. Ayrıca gururla haykırdığımız gibi biz refahı da politikayı da kapitalizmi de tasarlarız, tüm bu toplumsal dinamikleri daha iyi ve daha kullanıcı-dostu da yapabiliriz. Ancak burada esasen nasıl türden bir “dostluk”tan söz ediyoruz ve kullanıcıların nasıl dostları olsun istiyoruz?

İnsan-tasarımı kısmına vurgu yaparak dünyanın bugünkü koşullarının kader olmadığını, yeniden biçimlendirilebileceğini, geliştirilebileceğini ve yeniden tasarlanabileceğini söylüyoruz. Tasarımın plastisitesinin ilerleme için, şeyleri “iyi”nin eşanlamlısı olarak kullandığımız “modern” hale getirmeye yönelik bütünleşik çabalar için kullanıldığına inanıyoruz. Adeta tasarım her zaman insan hemcinslerimizi erdemli, sıkı dostlar ve hatta modern insanlar olarak görüyor. Oysa biliyoruz ki dostane olması ya da kullanıcıları “güçlendirmesi” gereken yeni tasarımlar, bu sözlerini her zaman yerine getirmiyor. Sadece niyetler geri tepmiyor ve sistemler karmaşıklaştıkça yozlaşmıyor, dahası ve daha da önemlisi insanlar basit bir şekilde kendileri için en iyisini yapmıyorlar ve her zaman doğru olanı yapmaları konusunda onları destekleyen erdemli ilişkiler ve dostluklara sahip değiller.

Antik Yunanların insan davranışındaki bu eğilimlerden birisi için kullandığı bir kelime var: akrasia. Akrasia insanlardaki öz-denetim noksanlığı, kişinin kendi vicdanının söylediklerinin aksini yapması anlamına geliyor. Akıllı olabilir ve yapılması gerekeni biliyor olabiliriz ama yine de doğru bildiğimizi yapmak için gereken gücü ve adanmışlığı toparlayamayabiliriz. Akrasia sistemsel bir ölçekte istiflenirse, Gramsci’nin egemenlik olarak adlandırdığı şeye benzemeye başlar. Egemenlik kavramında bütün bir bastırılmış işçi sınıfı, kendilerini en başta baskılamış olan mekanizmaların ta kendisini değerli görür ve onlar için çabalar.

Tasarıma akratik bir yaklaşımda ilk adım olarak yaptıklarımızın plastisitesinin ve ilerlemenin, doğaları gereği sırf biz onları öyle tasarladık diye iyi çıktılar üreteceğine inanmaya bir son vermeliyiz. İnsanlar başarısız olabilir, dostlar da. Fırsatlarımızı değerlendiremeyerek onları yararsız uygulamalara dönüştürebiliriz. İnsanların akılları çelinmiş, korunmasız, günahkar, çaresiz, bencil ya da inançsız olmakla lanetlendiklerine ya da anca kısa vadeli ödüllerin peşine düştüklerine katılmak zorunda değiliz ama eğer insanların doğaları gereği kırılgan ve kafası karışık olduklarını ve de bazı dostların kötü eşlikçiler olduklarını düşünüyorsak tasarımda ilerleme üzerine nasıl fikir üretebiliriz?

Bu spekülasyonların merkezinde “güçlendirme” için tasarım yapmanın kullanıcılarımız arasında öz-denetimi artırmak için tek başına yeterli olup olmayacağı sorusu yatıyor. Belirli bir tasarım tarafından güçlendirilsem de güçlerimi ortaya çıkarmam için istek, pratik ve motivasyondan yoksunsam fazladan güçsüzlük yüklenebilirim. Sadece öz-denetimden yoksun olsam neyse, üstüne bir de kullanıcı-dostu tasarımlarda edindiğim dostlar, doğru olanı yapmama engel olabilirler.

İncelenmemiş “kullanıcı-dostluğu” paradoksal olarak tasarımda akrasia’nın, özellikle de dolaylı biçiminde en derin tuzaklarından biri olabilir. Kullanıcı-dostluğu, davranışı en “dostane” davranış rotasına doğru kaydırır ama tıpkı tüm dostlarda olduğu gibi bu da bizi kötü eşlikçilere ya da sivil cesaretin ve erdemli eylemlerin altını oyan toplumsal dinamiklere yönlendirebilir. Tıpkı kafası karışık ve tembel olduğumdan doğru olanı yapmadığım gibi dedikodunun da iyi bir şey olmadığını biliyor olsam gerek. Ama tasarımcılar bana her türden “dostane” yollarla başkaları hakkında kötü konuşmamı ve onları yargılamamı teklif ediyorlar. Mesela Twitter’da kümülatif ahlak bozukluğu ve kötü etkiler iyi dostlardan daha çok serpiliyor.

Bazı kullanıcı-dostu tasarımlar bizi kötü eşlikçilere daha mı yatkınlaştırıyor ya da bizleri kabadayılara dönüştüren davranışların içine daha çok mu çekiyor? Görünen o ki sosyal medyadaki katılımımız rakipler arasındaki bu küçük kötü muamelelerin, gündelik reddedilme enstantanelerinin, güveni ve topluluğu aşındıran kabalığın ve duygusal aşağılamanın bir kısmını azdırıyor. Kullanıcı-dostu tasarımla içine çekildiğimiz bu kötü dostlar nihayetinde olumlu dostlukların da güzelliğini bozup onların altlarını oymayacak mı? Tasarım en basitinden sadece kötü bir dosta mı dönüşüyor?

Etiketler:

İlgili İçerikler: