Kültür Mirası, Siyaset ve Rövanşizm: AKM Yıkımının Düşündürdükleri

GÜVEN GÜRKAN ÖZTAN

Köşemizin bu ayki konuğu; siyaset bilimci öğretim üyesi, gazeteci ve yazar Dr. Güven Gürkan Öztan. Uluslararası siyaset uzmanı olan Öztan'ı güncel siyaset hakkındaki köşe yazılarının, verdiği seminer ve röportajların yanı sıra, siyasal değişimler hakkında yayınladığı ancak bu değişimin mekansal ve kültürel boyutuna çokça ve sürekli değinen kitaplarından da tanıyoruz. Koruma mücadelesinin özellikle ülkemiz bağlamında çok önemli bir boyutu olan bir ilişkiye odaklanmak istiyoruz bu sayıda: korumak-yok etmek ve siyaset.

Yıkmanın ve intikam almanın siyaseti ile kültürel mirasın koruması arasındaki doğrudan bağıntıyı ve bu bağıntının tarihsel kökenini anlamamız, koruma entelijansiyasının böylesi hoyrat bir ortamda yeni, etkili ve belki de artık çok daha kolektif koruma stratejileri geliştirebilmesi açısından hayati önem arz ediyor. Siyasi intikam amacıyla kültür mirasının yok edilebilmesine dair söylemin toplumda bu derece kolaylıkla kabul görebilmesinin ve çeşitli mekanizmalarla rahatça hayata geçirilebilmesinin siyasal ve sosyolojik arka planının iyi anlaşılıyor olması gerekiyor koruma zümrelerince. Özellikle her tür muhalefetin etkisizleştirildiği ve özellikle kentin kamusal mekanlarından tamamıyla izole edilmeye çalışıldığı günümüz siyasal ortamında, “Toplumsal muhalefet ve mimari koruma etkileşimi nedir?” ve “İçine düşülen çıkmaz nasıl aşılabilir?” sorularından hareketle, koruma meselesi ve yıkma-yok etme veya rövanş olguları arasındaki ilişkiyi irdelemek istiyoruz ad infinitum'da bu ay, siyaset bilimcisi Güven Gürkan Öztan ile.
Murat Çetin

AKP Genel Başkanı Erdoğan, Mart ayı sonunda İstanbul Yeditepe Bienali'nin açılış töreninde sözü AKM'ye getirdi ve "AKM için çok bağırdı Geziciler. İstediğiniz kadar bağırın, çatlayın patlayın yıktık." dedi. 2013 Haziran'ında AKM'nin Gezi direnişinin renkli bir yüzü, muhalefetin dinamizminin sureti olması mıydı bu öfkenin nedeni? Elbette etkisi vardır ama tek nedeni değil. Zira AKM üzerine planlar, topçu kışlası ısrarından ve Gezi'den çok daha önceye dayanıyordu. O nedenle Erdoğan'ın son sözleri salt onun kendine has "üslubunun" bir dışavurumu olarak değerlendirilmemeliydi. O cümleler, Cumhuriyet tarihi boyunca kültürel hegemonya kurmakta güçlük çeken İslamcı-mukaddesatçı cenahın rövanşist bakış açısının bir yansımasıydı ve bu rövanşizm sembol mekanların akıbeti üzerinden kendini yeniden üretmekteydi. Nitekim Erdoğan aynı konuşmasında başkent Ankara'da da "aynı şeyi yaptıklarını" gururla söyledi. Bu operasyonlara direnç sergileyenler olsa olsa "statükoculardı".

Kentsel mekanda hangi mekanların muhafaza edileceği, hangilerinin dönüşüme tabi tutulacağı öncelikle politik bir meseledir. Mekana uygulanan şiddet çoğu zaman siyasi iktidarın nasıl bir şehir hayatı, dolayısıyla nasıl bir gelecek arzu ettiğiyle ilişkilidir. Kentsel mekan deneyimlerin biriktiği, kolektif hafızanın biçimlendiği bir karşılaşma alanı olarak politikanın kurucu niteliğine etki eder ve ondan etkilenir. Bir bütün olarak Taksim Meydanı, özelde AKM sözünü ettiğim çerçeve içinde düşünüldüğünde Türkiye modernleşmesinin gerilimlerinin en net izlendiği kentsel alanlardan biridir. Tam da bu nedenle konu "Gezicilere nispet" basitliğinde ele alınamaz.

İstanbul'un yakın tarihindeki mekansal değişim momentleri izlendiğinde Demokrat Parti (DP) dönemi ve AKP iktidarının öne çıktığı görülür. DP bir yandan tek parti döneminde bakımı ihmal edilen cami, medrese gibi tarihi yapıların bir kısmının restore edilmesini politik iddiasının bir parçası kılarken bir yandan da 1956'dan itibaren giriştiği imar harekatı kapsamında çok sayıda tarihi yapıyı yerle bir etmişti. Şehrin tarihsel ve kültürel birikimine vurulan en büyük darbelerden biriydi bu. Sık sık DP'ye referans yapan ve bilhassa son dönemde kendi sembol mekanlarını inşa etme gayretine girişen AKP iktidarı tıpkı DP gibi kültürel ve tarihi mekanları muhafaza konusunda "seçici" davrandı. "Yerli" ve "milli" olarak kodlananlar "korunurken" kurucu dönem ve Avrupailik ile özdeşleştirilen mekanlar kaderine terk edildi. "Cumhuriyet seçkinciliği" ve Batıcılık ile eş görülen AKM de bunlardan biriydi. Hal böyleyken kültür merkezinin korunması mimari-estetik bir tartışma olmaktan uzaklaştırıldı; iktidarın kültürel hegemonya projesinin ve ona eşlik eden sağ popülist dilin izdüşümlerinden birine dönüştü.

Şimdilerde Taksim Meydanı’na gelen bir ziyaretçi AKM'nin adım adım yıkıldığını, karşısında ise bir caminin yükseldiğini gözlemliyor. Bu eş anlılığın tesadüfi olup olmadığı konusunu bir kenara bırakalım, ancak İstanbul'un kültür hayatının abidevi mekanının nicedir zaten işlevsiz kılınmış olması Taksim'in ve genelde İstanbul'un kültürel açıdan çoraklaşmasında bir milat noktası. Çünkü AKM yalnızca konser ve temsil izlenen bir yer değildi; farklı sanat dallarının birbiriyle buluştuğu, izleyici ile sanatçıların ortak hafızasının oluştuğu, deneyim biriktiren bir sembol mekandı. İşlevinin beraberinde getirdiği bir yaşam ve sosyalleşme pratiğine katkı sunuyordu. Dolayısıyla yıkılan sadece AKM olmadı, şehrin kültürel hafızasında süreklilik arz eden bir pratik tarihe karıştı.

Yeni binanın fiziki özellikleri, eskisine ne denli benzeyip benzemeyeceği asli meselemiz değil. Teknolojinin sunduğu imkanlarla muhakkak teknik özellikleri çok daha gelişmiş bir yapı inşa edilecek. Ancak rövanşizm uğruna yok edilen eski AKM'nin ruhu o binada olmayacak. Kültürel hegemonya ısrarının dayattığı "içeriğin" yeni binayı esir alması durumunda sanatsal açıdan simgelediği evrensellik - yerellik dengesi ikincisi lehine bozulacak. AKM tecrübesi bize bir kere daha gösterdi ki kentin kültürel ve tarihsel dokusunun ve deneyim alanlarının kolektif bir biçimde korunması ve işlevsizleştirilmeye karşı direniş imkanlarının çoğaltılması için kaynağı ne olursa olsun rövanşist eğilimlere dur demek zorundayız.

Etiketler: