Mekanların Zamanlar Boyunca (ve Zamanların Ötesine) Taşınmasına Dair: Edebiyat ve Koruma İlişkisi

BÜŞRA ALTIN BÜŞRA AYNACI EDA TARKUŞ ENİSE ÜZÜM HAVVA VURAL KEREMCAN ÖZLER MELİH KURUÇAY

Öğrenci okurlarımızın katkıları bu ay da sürüyor. Yine Sakarya Üniversitesi Mimarlık Bölümü öğrencilerinden başka bir grup, yine kolektif bir yazıyla ama bu kez başka bir açıdan bakıyor koruma konusuna ad infinitum’da.

Genç ve aktif konuk yazarlarımız mimari mirasın korunması ve edebiyat arasında bir ilişki kurmaya çalışıyorlar bu yazılarında. Bu yazının, edebiyat dünyasındaki kişileri de bu tartışmaya (ve bu köşeye) davet etmesi bakımından iyi bir başlangıç olacağını umuyoruz.

Matteo Pericoli, 2012 yılının 3 Ağustos günü The New York Times’daki yazısında mimarlar ve yazarları yaptıkları iş ve bu işi yapma yöntemleri açısından aynı yere koyuyordu. Evet, yazın eserleri ve mimari eserler arasındaki ilişkinin kadim kökenleri hepimizce de malum. Victor Hugo, Edgar Allan Poe, William Faulkner, Jorge Luis Borges, Italo Calvino, Umberto Eco akla gelen ilk birkaç isim. Nesneleri ve onlarla özdeşleşen hayatları; hayata, bireye, topluma ve mekana dair pek çok fiziki ve düşünsel unsuru betimlemenin de ötesinde yazmak, özellikle de bir kültür aktarımı meselesi olarak edebiyat, mimarlığın bu benzer ve spesifik kaygısıyla (yani korumayla) nerelerde farklılaşır veya benzeşir? David Spurr'ün 2012 yılında Michigan Üniversitesi Yayınları tarafından basılan Architecture and Modern Literature adlı kitabı bu konuda oldukça aydınlatıcı. Anne M. Myers’ın Literature and Architecture in Early Modern England adlı kitabı, 2013 tarihli Writing Places; Investigations in Architecture and Literature adlı bildiriler kitabı ve şüphesiz C. Abel’ın 1980 tarihinde Architectural Association Quarterly’de yayınlanan The Language Analogy in Architectural Theory and Criticism adlı makalesi gibi pek çok kaynak sayılabilir bu konuda. Zevi, Frampton, Preziosi, Perez-Gomez de dolaylı da olsa bu ilişkiye tersinden bakanlar arasında bahse değer olabilir. Ayrıca, Percy E. Nobb’un Journal of AI’da 1923’te yayınlanan Literature and Architecture adlı makalesi de okunması gerekli temel metinlerden biri kuşkusuz. Günümüzde ise bu konularda çalışan Mike Schafer’in Explorelab9 adlı bloğu ve mlpproosten){blank} adlı blog da göz atmaya değer. Yazarlarımız ise bu metinlerdeki kavramları (bu kez koruma alanının özelinde) güncel örneklerle ve kuramsal akrobasi salgınının tuzaklarına düşmeden, yalın ve samimi bir şekilde tartışıyorlar. “Mimari korumanın temel hedeflerinden biri olan mekana dair belleğin geleceğe aktarılmasında, edebiyatın rolü ve koruma disiplini ile sahip olduğu bağlar neler olabilir?” sorusundan hareketle koruma meselesi ve edebiyat arasındaki ilişkiyi sorgulamak istiyoruz bu ay ad infinitum’da. Murat Çetin

Bir önceki ay yayınlanan “Koruma ve Sinema Arasındaki Gizemli (ve çift yönlü) İlişkiye Dair” başlıklı yazıda koruma disiplini, bir bellek değeri oluşturması bağlamında ele alınmıştı. Bu yazımızda ise Sakarya Üniversitesi 2017-2018 güz yarılı Tarihi Çevrede Tasarım dersinde tartışma konularımızdan bir diğeri olan edebiyat ve koruma ilişkisini irdelemeye, ikili ilişki durumunu okunur hale getirmeye ve aslında edebi eserlerin belleğimizde (mekansal temsiller olarak) nasıl yer ettiğini, koruma disiplini içinde nasıl ve ne şekilde bir belge niteliği taşıdığını sorgulamaya çalışacağız. O halde, edebiyatın koruma disiplinini nasıl etkilediğini, yazılı bir kaynağın toplum hafızasındaki mekanlarda nasıl yer tuttuğunu ve ona ne şekilde değer atfedildiğini irdeleyerek başlayalım.

Koruma, esasen hafızayı diri tutma, hatırla(t)ma çabasıdır. Bu çabayı besleyen iki farklı disiplin olan edebiyat ve mimarlık, koruma zemininde buluşurlar. Mimarlığın, edebiyat üzerindeki izdüşümünü bu zemindeki betimlemelerle okuyabiliriz. Örneğin edebi metinlerde mekan kurguları oluşturulurken bazen gerçek mekanlar betimlenir, bazen betimlenen mekanlar edebi metinlerin etkisiyle gerçek mekan haline gelebilir, bazen de günümüzde varlığını sürdürmeyen ancak edebi metinler aracılığıyla tasvir edebileceğimiz mekanlara referans verilebilir.

Sherlock Holmes Müzesi

Edebi metinlerde, yazarlar eserlerinde önemli gördüğü bir kenti ya da kentin bir mahallesini, sokağını, ev gibi yapılarını olaylar örgüsü dahilinde önemli kılabilir veya zaten o mekanlar önemli olduğu için eserlerde kendine yer bulmuş olabilir. Bu gibi gerçekte olan mekanlar, eserde kendini betimlemeler sayesinde yansıtarak koruma hususunda (gelecek zamanlar ve kuşaklar için) bir belge niteliği taşır. Bu gerçek mekanlar, edebi metinlerde yer edinerek nasıl belgelenmiş oluyorsa aynı şekilde söz edilen hayali mekanların gerçekleştirilmesi (ki buna dair bazı ilginç örneklere birazdan değineceğiz) sonucunda da edebi metinlerin fiziksel olarak vücut bulduğunu ve belgelendiğini söyleyebiliriz. Yani görülüyor ki (ve bu durumda iddia edebiliriz ki) kimi durumda edebiyat, mimarlık ile korunurken kimi zaman ise mimarlık da edebiyat eliyle korunabilir. Bu konuda Ahmet Ümit, İSMD’nin 31 Ekim 2016’da Salt Galata’da gerçekleştirdiği “Mimarlık ve Edebiyat” adlı panelde, kendi romanlarında bir yandan mekanları kaydettiğini; yıkılan, kaybolan, unutulan yapıların varlığını yazılar üzerinden sürdürmeye ve bir hafıza mekanına dönüştürmeye çalıştığını söyler.

Tüm bu hafızayı diri tutma çabasını edebiyat üzerinden “gerçeğin betimlenmesi” ve “betimlemenin gerçekleşmesi” adı altında yapabiliriz. Gerçek mekanlar; edebi metinlerde her ne kadar yazarların öznel ifadeleriyle okuyucunun zihninde yönlendirilmiş olsa da geçmişin bugüne tutunabilmesi, fiziksel olarak ayakta kalamasalar da hafızalarda yer bulabilmesi açısından koruma ile ilişkilendirilebilirler. Kaldı ki koruma zemininde, zaman zaman bir grup tarafından değer atfedilen mekanları bir başka grubun değersiz bulmasının tartışmaları yapılırken yazarların mekanları kendi duygusal etkileşimlerini yansıtarak tasvir etmesi oldukça beklendik bir durum olarak görülebilir. Daha ziyade, gerçekte olmayan ve sadece edebi metinlerde kurgulanan mekanların, betimlemelerle okuyucunun zihninde canlandırılması ve bu canlandırmaların vücut bularak gerçekleştirilmesinin “kime göre, neye göre” gerçekleştiği daha tartışılabilir bir durum olabilir. Yazarın kendi yorumuna karşılık okuyucuların zihinlerinde beliren bir tablonun ne şekilde hayat bulduğu ve bu tablonun ne kadar tatmin edici olduğu yoruma açıktır (ki burada da daha önce bu köşede tartışılan sinema koruma ilişkisine dönmekte fayda olabilir). Ayrıca edebi eserlerde izine rastladığımız ancak mekansal karşılığını bulamadığımız durumlar, hem bir tarih anlatısı hem de bir mimarlık bilgisi sağlar.

Burada, belki de çoğumuzun az ya da çok bildiği Sir Arthur Conan Doyle’un 1887 tarihli ünlü roman karakteri Sherlock Holmes’un müzesi anılabilir. Romanda bahsi geçen Holmes karakteri, Baker Street 221B’de yaşamaktadır. İlginçtir ki 1990 yılında kurulan Sherlock Holmes müzesi de aynı yere kurulmuştur. Müzedeki her bir oda ve eşya, romandaki betimlemeler kullanılarak tasarlanmıştır. Müze, romanın geçtiği 19. yüzyıl ortamını da mekan kurgusundaki detaylarla aktarmaya çalışır. Sherlock Holmes’un müzesinde, bir edebi eserdeki olaylar örgüsünün geçtiği bir mekanın, betimlemeler yardımıyla gerçek bir mekana dönüştüğünü görürüz. Romanın geçtiği, yazıldığı ve müzenin kurulduğu farklı zaman dilimleri arasında ilginç bir geçişkenlik unsuru olan mekan (ve onun gerek sözlü-yazılı, gerekse fiziki betimlemeleri ve yorumlamaları), korumanın hedeflediği “mekanların/yapıların zamanın ötesine taşınma gayesi”ni bambaşka bir düzlemde, farklı bir evrende (ki bu evren sözcükler ve onların çağrıştırdıkları imgeler evrenidir denebilir) gerçekleştirir gibi görünmektedir.

Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi de yine edebi metinde kurgulanan bir mekanın somut bir mekan kurgusuna dönüştürülmüş örneklerden biridir. Burada Orhan Pamuk, kendi kitabındaki ortamı tamamen birincil kaynaktan gerçeğe aktararak oluşturmuş diyebiliriz.

Kimi zaman da, gerçekte mekanına ulaşamadığımız, ancak edebi metinlerden okuyabileceğimiz bir toplum ve mekan anlatımı da söz konusu olabiliyor. İlyada ve Odysseia’da Antik dönem mekanlarının betimlenişiyle kentlerdeki düzenliliğin bilgisine ulaşırız; böylece edebi eser, aynı zamanda bir belge niteliği kazanmış olur. Esasen pek çok restitüsyonun da dayanağı bu tür yazılı metinler değil midir?

İlyada ve Odysseia
Masumiyet Müzesi

Peki, tüm bunların gerçekleşmesinde yazarın kurguladıklarını okurken okuyucuda oluşan duyguların fiziksel karşılığı ne kadar görülebilir? Edebi metinlerde korunarak vücut bulan mekan kurguları, sadece o mekanların iskeleti midir? Okuyucunun zihninde canlandırdığı mekanların ruhu, bu iskeletin içinde kendine yer bulup korunabilmiş midir? Her okuyucuda değişkenlik gösteren bu durum, kimileri için bir zihin egzersizi olurken kimileri içinse kendinden bir şeyler bulduğu, hayatıyla özdeşleştirdiği bir durum oluşturur. Bu yüzden her edebi metinin korumaya hizmet ettiği ya da hiçbirinin böyle bir gayesi olmadığı ileri sürülemez. Okuyucu bunu kendi deneyimleri doğrultusunda yaratabilir. Yazar mekanları kurguladığında bunun deneyimlenebileceği yerler oluşur ve aslında bir edebi metinde okurken yaşadığımız duygular sayesinde kendi eski deneyimlerimizi veya hayallerimizi (farklı bir bağlamda) yeniden-yaşama fırsatı da bulmuş oluruz.

Gerçeğin betimlendiği örneklerle devam edelim. Aslı Erdoğan, Kırmız Pelerinli Kent romanında, Rio de Janeiro kentini sokak sokak tasvir edip kentin karakteristik özelliklerine yer vermiştir. Okuyucuyu kentte uzun soluklu bir gezintiye çıkarırken herkesin aklına önce karnavalları, sonra eğlence, müzik ve dansı getiren bu kentin bambaşka bir yüzünü, favelalarındaki farklı hayatları aktarır. Bu aktarımların sonucunda edebiyata“kent yaşamının başkalaşabileceği gelecek günlerde, mevcut yaşam pratiklerine dair izleri o günlere taşıyacak bir belgeleme şeklidir” diyebiliriz.

Kimi zaman ise sokak üzerinden mekan kullanımı ve mahalle ilişkileri gibi şu an önemini yitirmiş ya da önemsizleştirilmiş yaşamsal pratikler edebi eserlerle ayakta tutulmaya çalışılır. Ahmet Hamdi Tanpınar Beş Şehir kitabında, küçüklüğünün geçtiği İstanbul sokaklarından bahsederken sokak satıcılarına vurgu yapar. Küçüklüğünde “Bu satıcıların içinde en hoşlandığım lambacı idi... Bu lambacı mahallemizin aydınlık satan adamıydı.”; gençliğinde ise sokak satıcılarının seyrekleşir, “yalnız yoğurtçu tek başına bekleyen ihtiyar çınar ve çamlar gibi duruyor.” der. Kafamda Bir Tuhaflık kitabında da Orhan Pamuk, sokak satıcısı olan Bozacı Mevlüt karakteri ile dün ve bugün arasındaki değişimi bize günümüz bakış açısıyla aktarır.

Geçmişten günümüze değişen, kaybolan mekan ve yaşam pratiklerinin edebi metinlere konu olması, tarihi belge üretimi olarak nitelenebilir mi?

Toplumsal hafızada yer eden mekanlar “bellek mekan”ı oluştururlar. Bellek mekanlar, bir kent içindeki birçok insan için, bir toplum için anlamları olan toplanma alanları (örneğin meydanlar), bir sanat merkezi binası ya da bir çayevi olabilir. Yazarın bellek mekanlarını edebi metinde kullanması, bu hafızayı diri tutmaya yardım eder. Bu kimi zaman betimlemelerle, kimi zaman da sade bir duygu aktarımıyla mekana anlam ve değer katar; şairlerin kelimelerinden süzülen, mekanın ruhunu anlatan, yaşanmışlıkları dile getiren ve buna bağlı olarak da mekanı besleyen her türlü nüve için koruma düşüncesini oluşturur, tıpkı Orhan Veli’nin İstanbul’u dinlemesi gibi. Bir yazının ya da bir kitabın yok edilmesi, o kitaptaki birçok veriden faydalanmamızı ve öğrenmemizi engeller. Değer atfedilen ve korunmak istenen bir yapının yıkılması hele ki belge üretilemeden yıkılması bir kitabın yok olmasıyla eşdeğerdir. Çünkü yıkılan sadece bir yapı değil, bir bilgi üretme aracıdır; kaybolan da bilginin ve o bilgiye dair deneyim ve belleğin ta kendisidir.

Bir başka konu ise yayımlanan edebi metinlerde yer edinmiş bazı tarihi mekanların yazarın mekansal kurgularında yer vermesinden önce korunmazken, yazarın metninde yer almasından sonra popülerleşip kamu tarafından değer atfedilmesiyle korunması durumudur. Bu ilk bakışta edebiyatın korumayla ilişkisi açısından değerlendirildiğinde olumlu olarak görülebilecek bir sonuçtur. Fakat bu nedenlerden doğan “değerli bulunma” halinin, mekan popülerliğini yitirdiğinde de aynı koruma hassasiyetiyle karşımıza çıkıp çıkmayacağı şüphelidir. Yine de önemini yitirinceye kadarki sürede korunmuş olması, hafızalarda belli bir süre daha da olsa yer edinmesi gerçekliğini değiştirmez.

Bu bağlamda, gerçekte var olmayan ve edebi metinler aracılığıyla kurgulanmış ve gerçeğe dönüşmüş mekanların; belki de yazarın ve metninin bir popülaritesi tükendiğinde bile fiziksel olarak ayakta kalmasının, yazarın ve eserlerinin hafızalara tutunma çabası olarak görülebilir. Sonuç olarak koruma ve edebiyatın farklı mecralarda mekanları zamanın içinde taşımaya ve olabildiğince ötelemeye çalıştığını ve bu paralel mecraların birbiriyle daha çok etkileşim kurması gerektiğini söyleyebiliriz.

Etiketler: