Mercedes-Benz Müzesi: Bulanıklaşan Sınırlar

ÇİĞDEM ASLANTAŞ

“Yaşamlarımızın mekanı ne devamlı, ne sonsuz, ne türdeş, ne de eş yönlü. Peki tam olarak biliyor muyuz nerede kırıldığını, nerede büküldüğünü, nerede bağını kopardığını ve nerede bütünleştiğini? Yarıklar, ses boşlukları, sürtüşme noktaları hissediyoruz belli belirsizce, bazen bir yerlerde sıkıştığına ya da yarıldığına ya da çarptığına dair muğlak bir hisse kapılıyoruz. Bundan fazlasını bilmeyi nadiren istiyor, oluşan aralıkları tetkik etmeye, hesap etmeye, hesaba katmaya lüzum duymadan, bir yerlerden başka bir yere, bir mekandan başka bir mekana geçiyoruz. Mesele mekanı icat etmek değil, mekanı yeniden icat etmek hiç değil (çevremize kafa yoran insan var günümüzde…) mesele mekanı sorgulamak, daha yalın bir ifade ile mekanı okumak; çünkü alışılagelmişlik adını verdiğimiz şey belirginlik değil; bulanıklıktır: Bir körlük biçimi, bir uyuşma hali.”
Georges Perec

“Bina, contrapposto dolu bir heykel gibi kıvrılarak etrafında dönmektedir: böylece şimdi nesneleri ve insanları görebilirsiniz, şimdi de göremezsiniz.”
Ben van Berke, Mercedes Benz Müzesi mimarı

İçerisinde bulunduğumuz mekanlara dair algıladığımız ve akabinde ürettiğimiz şeyler, ne oldukları bilgisinin yanı sıra nerede oldukları bilgisini de içeriyor. Bu konum bildiren veriler, zihnin ayırt edebilme eylemini gerçekleştirmesi için önemli bir görev üstleniyor. Çünkü birey, alan içerisinde bulunan nesnelerin yerlerini, ancak onların biçimsel özelliklerinin oluşturduğu sınırlar sayesinde net bir şekilde algılayabiliyor. Nesnelerin bu kavranabilme süreci, büyük ölçekli hacimler için kullanılmak istenildiğinde ise, durum zihin açısından biraz daha zorlaşıyor. Mekanın nerede bittiğinin algılanması ancak ötekinin nerede başladığıyla ilişkili olduğu için, zihin hacimler arasındaki ayırt etme işlemini öncelikle, daha önce kodlamış olduğu sınır bilgileri ile gerçekleştiriyor. Ancak mekanın alışılagelmiş sınırları ortadan kalktığında, yani duvar olarak gördüğümüz birimin duvar olarak devam etmesini beklerken birden yer olarak sonlandığında, mekanın sınırları zihinlerde bulanıklaşıyor. Belirsizleşen bu sınırlara mimarisinde fazlaca yer veren Mercedes-Benz Müzesi, alışılagelmiş tasarım tanımlarını değiştirirken, kurgulamış olduğu birbiri içinde eriyen alanlarıyla da ziyaretçisini dinamik tutmayı başarıyor.

Fotoğraflar: Daimler AG

MİMARİ GENEL BİLGİ
Mercedes-Benz firmasının kendi marka öyküsünü anlattığı müzesi, Almanya’nın Stuttgart şehrinin girişinde, firmanın fabrikaları ve yönetim merkezi ile aynı alanda yer alıyor. Toplamda 53.000 metrekare üzerinde kurulan proje, markanın 2003 yılında açmış olduğu yarışma sonucu birincilik kazanan UN Studio mimarı Ben van Berkel tarafından tasarlandı. Yapı, Mercedes’in kara, hava ve sudaki gücünü temsil eden köşeli yıldızını hatırlatan birbirinin sonsuz tekrarı ile oluşan yonca yaprağını andırıyor. Bu “üç döngü” prensibi etrafında tasarlanan yapı matematiksel olarak, merkezde üçgensel bir boşluk bırakılarak üst üste çakışan üç adet daireden oluşturuluyor. Yapı, kendini ilk karşılaşmada bütünüyle anlatmak yerine, her geçen anda biraz daha yakınlaşarak ziyaretçisiyle iletişime geçiyor. Bu gizemli tavır fiziksel olarak, merkez avlu çevresinde çift ya da tek yükseklik arasında değişen yatay sergileme hacimleriyle sağlanıyor. Bu döngüler iç mekanda sürprizli galeri boşlukları ve sergileme alanlarıyla da destekleniyor. Mimarının da betimlediği şekliyle, ziyaretçinin mekan içinde takip ettiği hat, çizgi, yüzey ve hacim arasındaki ayrım zaman ilerledikçe bulanıklaşıyor ve duvar, tavan gibi öğelerin hangi formata dönüşüp karşısına çıkacağı ziyaretçi tarafından tahmin edilemiyor.

İçeriye girildiğinde ise ziyaretçiyi geniş bir boşluk ve banko karşılıyor. Girişin ardından ustaca bir yönlendirilmeyle ziyaretçi, üç adet beton dairesel kütlenin ortasında yer alan devasa iç boşlukta buluyor kendini. İnsan ölçeğinin çok üstünde, oldukça görkemli bu galeri boşluğu ziyaretçide kaybolmuşluk hissi oluşmasına neden oluyor. Bu kesintisiz anıtsal orta mekan, çatıdan gelen kontrollü doğal aydınlatma ile adeta ritüel mekanlarının özelliğini kazanıyor. Işığın yukarıdan, üçgen açıklıklar arasından gelmesi de tuhaf bir tanrısal özellik katıyor mimariye. Bu atmosfer bireyi içinde var olduğu mekanı istemsizce sorgulamaya itiyor. Öncelikle yapının kendisi gibi bir insan elinden çıkmış olduğunu bilmesi, mimarinin ölçeğinin devasalığına rağmen ziyaretçide tuhaf bir eşitlik duygusu uyandırıyor. Ancak diğer taraftan, insanoğlunun asla müdahale edemeyeceği bir yaşam kaynağı olan güneşi, mekan içinde kontrol altına alabilme gücüne de hayranlık duyuyor. Bu düşünce karmaşası, fiziksel ve çevresel etmenlerle, brüt betonun yalın ve güçlü tavrı ya da hız alanından gelen otomobil sesleri ve onların çıplak duvarlardaki yankılarıyla da destekleniyor. Bu atrium, esas sergileme alanlarının başladığı en üst kata doğru hareket eden üç asansörü de bünyesinde barındırıyor. Bu dikey hareket esnasında ise ziyaretçilere ön multimedya sunumu eşlik ediyor. Asansörler, içeriden göz seviyesinde bırakılan açıklıklardan karşı taraftaki avlu duvarına yansıtılan Mercedes-Benz tarihini görebilecek şekilde tasarlanmış. Görünümü uzay kapsülü şeklindeki olan bu birimler yukarı doğru ilerlerken karşıdan gösterilen multimedya sunumunun ise aynı istikamette ilerlemesi seyredilen görüntünün etkisini katlıyor.

SERGİLEME ALANLARI
Mimarisi kadar sergi içeriğiyle de sınırlarını oldukça zorlayan müze, Mercedes markasının bünyesinde yer alan araçlar kadar, firmanın yüz yıldan fazladır gelişmeye devam eden sürecini de sergiliyor. Esas sergileme alanları sadece otomobilleri göstermekle kalmıyor, aynı zamanda çevreleyen sosyal yaşamdaki döngülerini de onlara bütünleşmiş olarak gösteriyor. Sergileme kurgusunun bel kemiğini oluşturan, geçtiğimiz yüzyılın kırılma noktalarına tanıklık eden Mercedes modelleri, ziyaretçiler tarafından iki açıdan incelenebiliyor ve bu iki farklı dolaşım senaryosu da, bireyin zihnini aynı sorularla meşgul ediyor. Ziyaretçi içinde bulunduğu alandaki otomobillerin, var oldukları tarihsel bağlamların bir sonucu olarak mı ortaya çıktıklarını, yoksa var olduktan sonra mı bir bağlam oluşturduklarını sorguluyor; yani bir anlamda toplumların kültürel çıktıları olan bu nesnelerin bir süre sonra kültür dönüştürücüleri olarak karşımıza çıkması durumunu. İşte bu girift yapı, müze içindeki genel dolaşım kurgusunda da oldukça yaratıcı bir şekilde vücut buluyor. En üstteki başlangıç noktasından, iki spiralden biri seçilerek aşağı doğru ilerleniyor. Bu iki yapı, DNA helezonunun sarmalları gibi sürekli birbiriyle karşılaşıyor. Ziyaretçiler, bu sarmallardaki tanımlı alanlarda sergilenen 80 binek arabası, 40 ticari ve 40 yarış aracını diledikleri rotayı seçerek gezebiliyorlar. Ziyaretçilerine zaman içinde sıçramalar yaşatan bu koleksiyon kurgusu, 7 efsane odası ve 4 koleksiyon alanında sergileniyor. İki ana senaryo üzerinde şekillenen koleksiyon, fiziksel olarak da birbirinden tamamen farklı karaktere bürünüyor. Efsane Odaları korunaklı ve yapay ışıklandırmalı sahneler gibi kurgulanmışken koleksiyon odaları, gün ışığına açılmış ve geniş panoramik pencerelerle çevreleniyor.

Efsane Odaları arasında, markanın başlangıç noktalarını ve günümüzde görünenin Mercedes imgesinin ardındaki hikayelere yer vermesi açısından Efsane 1, Efsane 2 ve Efsane 3 alanları oldukça dikkat çekici. Efsane 1: Otomobilin İcadındaki Öncüler alanına, gerçeküstü bir ortam olarak tasarlanmış alandan geçilerek varılıyor. Bu alanda tercih edilen göz alıcı beyazlıktaki malzemeler, oldukça etkileyici at heykeli ve atmosferin yalınlığı, ziyaretçinin kendisini steril bir laboratuvarda olduğunu hissetmesine neden oluyor. Bu aydınlık ve gerçeküstü alandan sonra birden, karartılmış kapalı bir sergileme bölümü olan Efsane 1 alanına geçmek ise güçlü bir karşıtlık hissi uyandırıyor. Dışarıdaki soğuk hatta yapay etki, birden ortamın ambiyansı ile yer değiştiriyor ve mekan kadar zamanda da istenilen kırılma etkisi yaratılıyor. Bu sergileme alanında 1900-1914 yılları arasındaki, markanın üç kurucusunun önce birbirlerinden ayrı ve sonrasında bir araya geldikleri, Mercedes hikayesinin başlangıç serüveni anlatılıyor. Carl Benz, Gottlieb Daimler ve Wilhelm Maybach’ın Mercedes markasının ilk tohumlarını attıkları zamanı aktaran bu alandaki ilk dikkat çekici unsur ise kullanılan malzemeler. Sergilendikleri dönemin ruhunu yakalamak adına seçilen koyu renkli ahşap zeminin güçlü etkisi, kendi zengin iletişimi kadar geçilerek gelinmiş holün etkisiyle de katlanıyor. Yatay ünitelerde kullanılan koyu ahşap malzemeye, dikey yapı ünitelerinde eskitilmiş pirinç eşlik ediyor. Orta alanda ismi geçen üç kahramanın tasarlamış ve üretmiş oldukları otomobiller, büyük bir döner platformun üzerinde sergileniyor. Bu alanda yukarıdan ve aşağıdan aynı büyüklükteki aydınlatmaya, ambiyans ışığı ve tasarlanan ilk motorun sesleri eşlik ediyor. Bu, ziyaretçinin birden fazla duyusunun tetiklenmesine ve diğer alanları daha da meraklanmasına neden oluyor.

Efsane 2: Mercedes Benz Markası’nın Doğuşu alanına, spiral şeklinde tasarlanan geçiş alanından aşağıya doğru inilerek ulaşılıyor. Bu aşamaya eşlik eden dönem müzikleri, yan panellerde bulunan dijital bilgilendirme ünitelerini okurken konsantrasyonu da artırıyor. Bu bilgilendirmelerin eski görünümlü ahşap malzeme ve pirinç kaplamalı çerçeveler içerisine yerleştirilmesi oldukça çarpıcı bir etki yaratıyor. Bu spiral şeklindeki yapı, orta alanda sergilenen ilk Mercedes arabalarına bağlanarak son buluyor. Bu platodaki otomobillerin göz alıcılığı kadar, üzerinde sergilendikleri siyah doğal taşların baklava dilimli kesimlerinin oluşturduğu dramatik ışık-gölge efektleri de dikkat çekiyor.

Efsane 3: Diesel Değişim Zamanı alanında ise otomobiller tıpkı en üst kattaki ambiyans ile aynı kurguda sergileniyor. Ziyaretçinin görmeyi çok da beklemediği iki araç türü olan uçak ve otomobiller bu alanda beraber sergileniyor. Buradaki atmosferin etkileyiciliği, havada asılı uçak motorları spiral alana eşlik ettiği an doruk noktasına ulaşıyor. Bu görkemli gösteri, iki alanı ayıran transparan bir perde ve onun üzerine yansıtılan multimedya gösterisi ile daha da kuvvetleniyor.

SONUÇ ADINA
Mekanların formları, mimarın zihnindeki ilk kıvılcımla başlayıp, kullanıcıların orada her var olduğunda kendini zihinlerde yeniden üretmesi ile devam ediyor. Bu dinamik şekilde değişen biçim, her defasında mekan sınırlarının da zihinlerde dönüşüme uğramasına neden oluyor. Çoğu zaman fark etmediğimiz hatta çoktan sorgulamayı da bıraktığımız sınır bilgileri ise bir süre sonra sezgiler üzerinden sağlanıyor. Bildiğimiz sınır tanımlarının kaldırılarak yeniden tanımlandığı Mercedes Benz Müzesi de bu anlamda ziyaretçisine yeni bir algı sunuyor. Bünyesinde sergilediği koleksiyonun zenginliği ile yakın geçmişe tanıklık ettirmesi kadar, önerdiği esnek dolaşım senaryoları ile de ziyaretçilerine farklı bir mekan-zaman deneyimi yaşatıyor.

KAYNAKÇA

Etiketler:

İlgili İçerikler: