Mimari Cerrahi: Plastik Cepheler ve Asimetrik Burunlar

SABRİ GÖKMEN

2012 yılında ülkemizde gerçekleşen plastik cerrahi alanındaki öncü başarılardan biri tüm dünya manşetlerinde yerini buldu ve birçok kazazedenin hayatına umut aşıladı. Çocukken bir ev yangınında yüzünün büyük bir kısmı yanan Uğur Acar’a, Ömer Özkan yönetimdeki doktorların başarılı bir şekilde naklettiği yüz, insan hayatındaki estetik arayüzlerin ne kadar önemli olduğunu bize hatırlatıyordu. Oldukça riskli olan bu operasyon süreci öncelikle uygun bir doku bulunmasını ve daha sonra yapılacak transplantasyonla, yüzdeki kasların yeni dokuya kaynaşması ve zamanla hareket ve kan dolaşımının sağlanmasını gerektiriyordu. Neyse ki her şey yolunda gitmiş ve hasta yeni yüzüne kavuşmuştu ve artık kendisini toplum içinde gizlemek zorunda kalmayacağı normal bir yaşam sürmeye devam edecekti.

Plastik cerrahinin tarihsel gelişimine baktığımızda öncelikle deformasyona ya da travmaya uğramış organların estetik ve işlevsel tamiri için geliştirilen tıbbi yöntemleri kapsadığını, yakın yüzyılda ise fiziksel tamirin yerini estetik tamire bıraktığına şahit olmaktayız. Özellikle tüm dünya genelinde en çok yapılan plastik operasyonlardan biri olan burun ameliyatlarındaki (rhinoplasty) başarının kaynağını günümüzde daha kolay ve erişilebilir olmasına borçluyuz. Bu süreci birincil elden deneyimlemiş ve “J” deviasyon burununu düzelttirmiş birisi olarak, sağlık nedenleriyle olan operasyonların insanların hayati kalitesini arttırdığına inanıyorum. Ancak yakın zamana kadar kendimi, insan yüzünün diğer bütün estetik organlar gibi neden simetriye dayalı bir performansı olması gerektiği ve bunun estetik algımızı da nasıl etkilediği konusunda düşünürken buldum.

Günümüzde tıp alanında geliştirilen birçok estetik operasyon yöntemleriyle artık “zamana meydan okumak” ya da “kendini baştan yaratmak” mümkün. Botoks, dolgu, cilt gerdirme gibi operasyonlar belirli periyotlar halinde takvimimize girmeye ve zaten uzay-zaman ikileminde çeşitli deformasyonlara maruz kalan epidermis katmanımıza ektra bir yük bindirmeye başladı. Bu noktada Brazil filmindeki gibi, yüzün geçirilen operasyonlarla adeta katı bir hamura dönmesi ise insanların estetik algısının bizi nasıl bir trajediye götürebileceğini de göstermektedir.1 Michael Jackson’ın burnundaki kıkırdağın yapılan sayısız operasyona yenik düşmesi gibi, estetik özgüvensizlik de hayata bakış açımızı her geçen gün problemli hale getiriyor. Yaratılışımızı ve yaşlanmayı hayat döngüsünün ayrılmaz bir parçası olarak kabul etmektense, dış müdahalelerle kontrol altında tutmamız gereken travmatik bir sorun olarak ele almaya devam ediyoruz.

Simetri ve Cephe
İnsan bedenindeki güncel operasyonlara kıyasla, mimari alanda plastik cerrahinin tarihsel olarak birçok uygulamasına rastlamak mümkün. Özellikle ilk başarılı “yüz nakli”ni gerçekleştiren Rönesans mimarı Alberti’nin Santa Maria Novella’nın cephesine getirdiği estetik bakış açısı, eklektik kilisenin dışarıdan bir bütün olarak algılanabileceğini ve kente dair yapıların da birer yüzü olabileceğini gösteriyor. Alberti’nin tasarladığı cephenin tanrının mükemmel formları olarak betimlenen çember ve kare’den çıkan altın oranlarla kurgulanması ve bu oranların adeta birer kutsal reçete gibi tüm cephedeki elemanların boyutlarına ve konumlarına karar vermesi ise mimarlık kuramını uzun bir süredir meşgul ediyor.2 Günümüzde bile hala tam olarak anlaşılamayan simetri kavramının artık mimarlar tarafından bir “klişe” olarak görülmesi ise bu kavramın tarihsel ağırlığının yanında, estetik algımızın da ne kadar değiştiğini gözler önüne seriyor.3

Klasik açıdan değerlendirdiğimizde simetri kavramı birbirine zıt olarak konumlandırılmış parçaların harmonik olarak dengeli oranlara sahip olmasını betimlemektedir. Özellikle tarihsel yapılarda simetri, hem yapının genel anatomisini organize etmekte, hem de çeşitli iç parçalanmaların da dengeli bir şekilde dağılmasını ve estetik bir atmosfer yaratmasını sağlamakta. Biyolojik açıdan baktığımızda ise cinsel seçim için insan vücudunun ve yüzünün simetrik oluşu canlılara genlerini devam ettirmek için büyük avantaj sağlıyor.4 Ancak inanılanın aksine, insan vücudu ve yüzü mükemmel simetriye sahip değil ve asimetrik büyümeye dayalı deviasyonlar sıkça kendini göstermekte; bunlar da kendi bedenimiz ve dış çevremiz özelinde estetik algımızı da sorgulamamıza yol açmakta.

Brazil’deki yüz gerdirme operasyonu
Santa Maria Novella ve altın oranla geometrik analizi
Leonardo’nun insan anatomisindeki simetriyi analiz eden Vitruviyen Adamı, Homo Quadratus

İnsan vücudu ve mimarlık arasındaki estetik ilişkiyi, Vitruvius’un bize “mükemmel” tapınağın anatomik ve simetrik oranlar üzerinden nasıl tasarlanabileceğini aktardığı De Architectura’ya borçluyuz.5 Özellikle Rönesans akımı boyunca italyan mimarlar ve sanatçılar tarafından tekrar tekrar ele alınan bu kitap sayesinde, Leonardo meşhur Homo Quadratus’u çember ve kareye oturtmaya çalışırken, Alberti, Filarete ve Di Giorgio ise mimariye ait birçok geometrik detayı insan anatomisiyle birleştiren analitik çizimlerle mimarlıktaki formların nasıl estetize edilebileceğini araştırmıştı.6 Her ne kadar klasik estetik anlayışı, simetriyi harmonik bir denge olarak ele aldıysa da, bize mimari ve anatomik forma bakış için önemli kavramlar kazandırmıştı.

Morfolojik açıdan incelediğimizde simetri kavramı doğadaki büyüme ve farklılaşmayı ikilemeye dayalı parçalanmalar üzerinden ilişkilendirerek biçimsel ve estetik açılardan canlılar arasında bir köprü kurmaya yarıyor.7 Mimarideki morfolojik araştırmalar form ve büyümeyi kapsamlı bir şekilde ele alarak insan bedeni, doğal ve yapılı çevre arasında simetri üzerinden bir bağ oluşturur. Evrimsel biyloglara göre ise simetri, insanların hem çevrelerini estetik olarak algılamalarına, hem de cinsel seçim konularında içgüdüsel davranmalarına yol açıyor.8 Bu açıdan değerlendirildiğinde simetri estetik bir prensip ve her türlü algı ve organik biçim mekanizmasını etkilemekte, hatta kendimize ve yaptığımız işlere bakış açımıza tesir etmekte.

Mimaride Estetik ve Rekonstrüktif Cerrahi
Her gün karşılaştığımız binlerce farklı insan yüzü gibi içinde yaşadığımız yapılı çevre de bize türlü cepheler sunmakta ve hatta kimi zaman bizleri kandırmaya çalışmakta. Özellikle tıp alanında karşılaştığımız estetik ve rekonstrüktif operasyonların benzerlerini içinde yaşadığımız şehirlerdeki bazı binalarda da sıkça görüyoruz. Her ne kadar modernizm sayesinde simetri ve süsleme gibi kavramların ne olduğunu artık hatırlamasak da, tarihi yapılara hala bir sempati besliyoruz ve elimizden geldiğince onları “koruma” içgüdüsüyle hareket ediyoruz. Özellikle “eski yapı”lardaki restorasyon çalışmalarının bir cerrahi operasyon alanına dönüştüğü ülkemizde, koruma adı altında yapılan işlerin çoğunun stratejik birer yıkım çalışması olduğunu da söyleyebiliriz. Bu yazıda sayamayacağım birçok tarihi yapının dönüştürülürken sadece cephelerinin adeta bir kafese alınarak soyulması9 ve içlerinin tamamen boşaltıldıktan sonra modern mekan ve strüktürle doldurulması bize daha önce karşılaşmadığımız bir ikilem sunmakta ve yapının yüzüyle anatomisinin artık tamamen ayrıldığı, hatta mimarinin de bir “yüz nakli” olabildiği bir dünyanın habercisi olmakta.

Mimarlık alanında estetik operasyonlara yönelik ihtiyacın ne kadar fazla olduğunu anlamak için kontrolsüzce büyüyen kentlerimizi kaplayan apartman dokularına bakmak yeterli. İki metre balkonlu, eklenti söveli, kırma çatılı ve ağırlıklı olarak boya hareketleriyle makyajlanan apartman cephelerinin yarattığı kent estetiği sizce de bu tipolojiyi bize gereğinden fazla normatif kılmıyor mu? Mevduat sayesinde verilen kırma çatı hakkını kütlenin üstüne şapka olarak kondurmayı bile beceremeyen modernist cephe yaklaşımlarının dışında, klasik döneme olan sempatizanlığı katı bir simetriyle ve kaplama söve detaylarıyla hortlatan cepheler de adeta yüksek dozda botox yemiş suratları andırmakta.

Twighlight Zone’un en çarpıcı bölümlerinden biri olan “Eye of the Beholder”daki ana karakterin güzelliğinin, çirkin doktor ve hemşireler tarafından “normalleştirilmeye” çalışılması gibi, ülkemizde yer alabilecek farklı mimari yaklaşımların da seslerini duyuramadan jüriler tarafından subjektif zevklerle elendiğine şahit oluyoruz. Ne kent içinde var olan “eski” yapıları koruyabilecek renovasyondan anlıyoruz, ne de mevzuatın dikte ettirdiği hacmi doğru düzgün estetize edecek cepheleri tasarlayabiliyoruz. Artık farklı olanın içinde yer alamayacağı bir kent ve mevduata sahip olmak, bir cerrah gibi yapılara müdahale edecek mimar ve plancıların eline keskin birer neşter verirken, zaten Avrupa’ya kıyasla sahip olamadığımız karakteristik kent dokusunu da her geçen gün sentetik bir hale büründürmüyor mu?

Eye of the Beholder'daki hastanın “çirkinliği”ni enjeksiyonla düzeltmeye çalışan doktor ve hemşireler
Yapay bir mimari cephe silüet ve kolaj örnegi olarak Amsterdam Borneo’daki sıra evler
Freddy Mamani’nin geliştirdiği Neo-Andean stil mimari cepheler

Ülkemizde mimari yapılara ait kalıplaşmış bir “çirkin estetiği”nin olduğunu hissettirecek başka türlü cerrahi örneklere de rastlamak mümkün. Bunlar içinde en belirgin olanı apar topar yapılan Ankara’daki “Protokol Yolu.” Kısaca hatırlayacak olursak, 2006 yılında tamamlanan Ankara Esenboğa Havaalanı’yla kent merkezi arasındaki bağlantı yolunun kapsamlı olarak “estetize” edilmesini içeren bu proje, yurtdışından başkentimize gelen üst düzey demokratlara kentlerimizle ilgili pozitif bir algı vermeyi hedefliyordu. Her ne kadar bu konu mimarlık camiası tarafından çoktan yerlere vurulmuş olsa da,10 bu meseleye yalnızca tekil yapılara uygulanacak cerrahi müdahaleler olarak yaklaşmak ülkece estetik açıdan ne kadar özgüvensiz olduğumuzu bize göstermiyor mu? Amsterdam Borneo’daki her bir cephenin farklı bir karaktere büründüğü çok renkli silüet kolajlarına kıyasla, birbirinden farklı biçimlerdeki apartman cephelerini terracotta tuğlalarla kaplayarak yapılan yüz transplantasyonları, tariflenen yeni sentetik kent yüzünün arkasında yatan çirkinliği örtmeye çalışmanın ötesinde, kenti bilinçsizce tekdüzeleştirmeye çalıştığımızı da bize göstermiyor mu?

Bahsettiğim bütün sorunların coğrafyamıza ait estetik problemlerden kaynaklandığını daha iyi anlatabilmek için Bolivya’da aynı sorunları yöresel bir dil, ucuz malzeme ve simetri üzerinden başarıyla çözebilen Freddy Mamani’nin işlerine bakmanızı öneririm. “Neo-Andean” stil olarak tariflenen yapılardaki polikromi, hem iç mekan algısında geometrik parçalanmalarla renkli bir atmosfer yaratmakta, hem de yapılar ait oldukları coğrafyaya özgü dış cepheleriyle kente birer organizma gibi bakarak kendilerini estetik olarak var edebilmektedir. Bu yapıların küresel açıdan bu kadar ses getirmesinin sebebi, yabancı cepheleri transplante etmek yerine, kendi coğrafyasında yeni “yüzler” yaratabilmesi değilse, nedir? Biz de kendi coğrafyamızın dinamikleri ve malzemeleriyle, kentlerimizdeki eklektik stilleri de ön plana çıkarabilecek bir estetik algı yaratamadıkça, bakalım kendimize ve yapılı çevremize daha nice cerrahi müdahaleler yapmak zorunda kalacağız...

Notlar
1 Brazil, Terry Gilliam, 1985.
2 Architectural Principles in the Age of Humanism, Rudolf Wittkover, 1949.
3 “Fearless Symmetry,” Kipnis, J., PIDGIN 7, 2009. Bu kısa yazısında Kipnis, Greg Lynn’le girdiği bir diyaloğu aktararak, simetrinin artık mimarlar tarafında etkili bir tasarım aracı olarak kullanılamaması ve simetrik yapıların artık bir “klişe” haline geldiğini aktarır.
4 Human Facial Attractiveness and Sexual Selection: The Role of Symmetry and Averageness, Grammer, K. Ve Thornhill, R., 1994.
5 Vitruvius. Ten Books on Architecture, Cambridge, Cambridge University Press: 1999.
6 “Architecture from without: Body, Logic, and Sex,” Agrest, D.I., in Assemblage, No. 7 (Oct., 1988), pp. 28-41.
7 Romantic Conception of Life, Robert J. Richards, 2002.
8 Evolution in Four Dimensions, Eva Jablonka ve Marion J.Lamb, 2005.
9 Bu tarz bir operasyona Galataport projesi kapsamında “korunan” Karaköy Paket Postane binasında rastlamak mümkün.(bkz. https://www.evrensel.net/haber/310510/galataport-tarihi-paket-postanesini-yikti)
10 http://mimdap.org/2011/10/tekrar-hatyrlayalym-unutmayalym-protokol-yolu-estetidhi-nasyl-birtheydir/

Etiketler:

İlgili İçerikler: