Mimari Proje Stüdyosunu Yüklerinden Kurtarmak

HÜSEYİN KAHVECİOĞLU

Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki bu yazıda dile getirilen düşünce, tasarım eğitimine belli bir perspektiften bakanlar için malumun ilanından öte pek fazla bir şey ifade etmeyecektir. Ancak mimarlığın gelecek öngörülerine göre pozisyon alabilen mimarlık okullarının sınırlı sayıda kalması, sadece Türkiye için değil, çoğu gelişmiş ülkeleri de kapsayacak şekilde dünya sathında bir gerçeklik olarak karşımızda. Bu yüzden malumun ilanı da olsa buraya not düşmek önemli.

Mimari proje stüdyosunun, mimarlık eğitiminin omurgasını oluşturduğu ve bir uzmanlık alanı olduğu görüşü oldukça yaygın bir şekilde kabul görür. İçeriğinden, işlev ve misyonuna kadar mimarlık eğitimi tartışmaları içinde de aynı ağırlığını her daim korur. Geçtiğimiz yıl Patrik Schumacher’in bir mimarlık sitesindeki yazısı ile başlayan tartışma1 veya yaklaşık on yıl önce Archipirix Türkiye Ödülleri sonrasında gelişen tartışma2 , konu üzerine gelişen, yerel ve evrensel ölçekteki tartışmaların çarpıcı örneklerinden. Linkleri verilen bu tartışmaların da benzerlerinin de genel olarak merkezinde mimari proje stüdyosu yer alıyor. Tartışmalar genellikle proje stüdyosunun mesleğin ihtiyaç duyduğu pratik donanımlara odaklanması gerektiği argümanıyla, kendini bununla sınırlamayarak düşünsel yetenek ve donanımların geliştirilmesine odaklanılması gerektiği yönündeki karşı görüş arasında ceryan ediyor. Hem Türkiye’de hem de gelişmiş ülkelerde bu iki ana eğilimin pek değişmeksizin çatıştığını ortaya koymak açısından bu örnekler ilgi çekici.

Buna karşın, mimarlık eğitimi bugünün verileri ve yakın geleceğe dair öngörüler çerçevesinde ele alındığında, bu tartışmanın da artık zeminini kaybettiği söylenebilir. Zira çoğu alanda olduğu gibi mimarlık alanında da genel olarak yüksek öğretim programları yaygın bir şekilde 20. yüzyılın ortalarına ait bakış açılarıyla şekillenen formel çerçevelerin izlerini taşımaya devam ediyor. Herhangi bir konuda uzmanlaşmanın çoğunlukla dört-beş yıllık “formel eğitim” ile mümkün olduğu, bu süreç tamamlandığında ilgili disiplinde yetkin bir konuma gelindiğinin kabul edildiği, edinilen bu donanımla uzun yıllar o alanda üretim yapmanın mümkün olduğu dönemler çok geride kaldı. 1940’lara, 50’lere tarihlenen bu dönemler, mesleğe ve uzmanlıklara ait alanların sınırlarının net bir şekilde tariflenebildiği dönemler. Mimarlığın yanında pek çok disiplinin mesleki ve akademik örgütlenmeleri bugün hala o dönemlere ait kabullerin etkisi altında. Oysa aradan geçen zamanda uzmanlık, meslek, disiplin gibi ifadelere konu olan alanlar değişti, gelişti, çoğaldı, geçirgenleşti ve özetle geçmişin okunaklı dünyasıyla kıyaslandığında karmaşık ve muğlak görünen bir bağlam yarattı. Diğer yandan, söz konusu dönemlerden bugünlere kadar geçen zamanda, ortalama yaşam süresinden, yaşam içinde aktif çalışmaya ayrılan süreye kadar tüm göstergeler değişmiş durumda. Dört-beş yıllık formel eğitimin, net sınır ve tarifleri olan statik bir alanda ortalama 20 yıl aktif çalışma hayatı için yetebildiği formül, bugünün ve yakın geleceğin koşullarına uymuyor. Gelişmiş ülkelerdeki ortalama yaşam süresi son 70 yılda yaklaşık olarak 20 yıl uzadı. Buna bağlı olarak insanların yaşamları içindeki çalışma dönemleri de 40 yıla yakın bir süreye ulaştı, hatta bazı ülkelerde bunu da aştı.3 Bu genel tespitlere ilaveten, tasarım disiplinlerinin özelliklerine bağlı olarak çok geniş alanlarla ilişkilenebilmesi de konuya özel boyutlar getirmekte. Hemen hemen tüm bilim alanlarının bilgisinden yararlanabilen tasarım alanı, bilimsel kategorizasyon içinde kendine sınırları kesinlik arz eden bir yer bulamaz4. Daha çok kategori-üstü bir pozisyonu vardır. Mimarlık formasyonunun, sosyal bilimlerden doğa bilimlerine, formel bilimlere kadar çok geniş bir alanda çalışma ve üretme imkanı yaratabilmesinin temelinde tasarımın bu özelliği yatar.

Stüdyodan bir kare
Ozan Şen, "Highground - Mecidiyeköy"; Mimari Proje VII: Yoğunluk, Hüseyin Kahvecioğlu stüdyosu
Ozan Şen, "Highground - Mecidiyeköy"; Mimari Proje VII: Yoğunluk, Hüseyin Kahvecioğlu stüdyosu
Ozan Şen, "Highground - Mecidiyeköy"; Mimari Proje VII: Yoğunluk, Hüseyin Kahvecioğlu stüdyosu

Sonuçta, hem güncel verilerin hem de tasarımın doğasının yarattığı bu bağlamın gerektirdiği farklı donanımlarla, kişinin sahip olduğu donanımların örtüşmesi için tek yönlü, tek kademeli, belli bir süreyle sınırlanmış eğitimin yeterli olması mümkün değil. Dolayısıyla lisans düzeyindeki formel eğitimin, geçmişe kıyasla çok farklı dinamiklere sahip ve daha uzun bir döneme yayılacak olan çalışma ve üretme hayatı için gereken tüm donanımları kazandırmasını beklemek gerçekçi değil. Bunun yerine daha çok, sonrasında yönelinecek hedeflere göre derinleşen sürekli eğitim aşamalarına sağlam temeller oluşturmaktan ibaret bir misyon kabulü daha gerçekçi. Tariflenen bu durumun ve yakın gelecek öngörülerinin, eğitim pratiklerini gerektiği şekilde dönüştürememiş olma çelişkisi, bu yazının sınırlarını aşan bir konu. Ancak yarattığı sonuç bugünün dünyasına, geçmişe dayalı bir bilinçaltıyla çözüm üretmeye çalışmanın yarattığı açmazdır. Bu açmazın basit tarifi, bugün için formel mimarlık eğitimi sonunda mimarlığa ait tüm donanımlara sahip olunması gerektiği yönündeki beklentinin imkansızlığı. Mesele sürenin yetersizliği değil; ister istemez tariflenebilir, ölçülebilir, objektif bir çerçeveye oturtulabilir tek bir hedef profilin zorunlu olduğu yanılgısına düşmektir. Genelgeçer tek bir profilin, mimarlığın yayılabileceği tüm alanlara ait donanıma sahip olabilme olasılığının imkansızlığı karşısında, eğitimin erişebileceği sınırlarda bir mimar tarifine odaklanılması sürecin çaresiz sonucu. Bu, klasik “mimar” arketipinden başka bir şey değildir ve ondan beklenen, gündelik pratiklerin, inşa ve icra yöntemlerinin içinde operasyonel olarak görevini yapmasıyla sınırlıdır. Oldukça rahatlatıcı görünen bu çözüm, hem mimarlık eğitimi genelinde, hem mimari proje stüdyosu özelinde net bir yol çizmenin aracı gibi görünse de, aslında hedeflediği tarifli alandaki performansı garanti edemez. Öyleyse kaliteye ulaşmanın yolu, eldeki ölçülebilir kriterler aracılığıyla nicel dozu arttırmak. Stüdyo artık deneyim, iletişim ve etkileşim yoluyla ilham verici düşünce ve bilgi üretilen bir platform olmaktan çok, olabildiğince “yoğun çalışma” ve “sabahlamaların” övünç kaynağı sayıldığı, niteliğinden çok niceliği öne çıkan ağır bir üretim alanına dönüşür. Bu duruma alternatif olarak gösterilen karşı tavır ise tepkiseldir ve bu yaklaşımın öğretisini yadsımaya, reddetmeye dayalı bir pozisyona karşılık gelir. Oysa sorun bu öğretide değil, öğretinin mimarlığın bütününe eşitlenmesinde, bir başka ifadeyle mimarlığın buna indirgenmiş olmasında. Dolayısıyla stüdyodaki üretimin nesnel dünyaya odaklı boyutu, reddedilmesi veya yadsınmasından ziyade, doğru yönetilmesi gereken bir konu.

Sonuçta, mimari proje stüdyosunun üzerine yüklenen ağırlıktan kurtulabilmesi için formel mimarlık eğitiminin tam donanım kazandıran bir “sonuç” değil, olası alternatif yollara bilinçli bir şekilde başlayacak altyapının edinildiği bir “başlangıç” olduğunu kabul etmek gerekir. Bu kabul, stüdyo eğitimini üzerindeki ağır nicel yükten kurtararak niteliğe yönelmenin ilk adımıdır. Mimarlığın geniş yelpazesi içinde, her bireyin kendisiyle örtüştüreceği ve ilerleyeceği yönde gereken donanımı edinebileceği alternatif araç ve mecraların varlığını bilmek, eğitimcileri de kaygı ve telaştan kurtarabilir. Yaratıcı düşünce üretmenin olmazsa olmazı olan “zihinsel konfor” ortamını oluşturabilmenin ön koşulu budur ve söz konusu konfor ortamı nitelikli bir mimari proje stüdyosunun temel tarifi olarak kabul edilebilir. Düşünsel düzlemde başlayıp zihnin sınırlarına kadar genişleyebilme potansiyeli olan kavramsal ürünü, nesnel dünyaya tercüme edebilmek, tasarım sürecinin ayrıştırılamaz ifadesidir. Mimari proje stüdyosu, diğer kaygı ve telaşların ağırlığından kurtulabildiği oranda bu bütünleşik sürecin içselleştirilerek deneyimlenebileceği üretken bir ortama dönüşür.

Notlar
1 Patrik Schumacher’in yazısı ve devamındaki yorumlar için bakınız: https://www.dezeen.com/2019/07/09/patrik-schumacher-crisis-architectural-education/
2 Kenan Güvenç’in 2011 Yılı Archiprix – Türkiye Ödülleri üzerine değerlendirme yazısı için bakınız: http://www.mimarizm.com/yarismalar/yarisma-sonuclari/archiprix-turkiye-2011-odulleri-sahiplerini-buldu_122356
3 Avrupa Birliği İstatistik Ofisi (EUROSTAT) verilerine göre 2000 yılı sonrasında doğanlar için tahmin edilen yaşam boyu çalışma süresi ortalama 40 yıla yaklaşmış durumda. Hollanda, İzlanda, İsviçre ve İsveç’te ise 41-46 yıl aralığında. Verinin tamamı için bakınız: https://ec.europa.eu/eurostat/en/web/products-eurostat-news/-/DDN-20191122-1
4 İsmail Tunalı’nın, Siegfried Maser’e referansla yaptığı değerlendirme bu konuyu oldukça net ve basit bir şekilde ortaya koymaktadır: Tunalı, İ., Tasarım Felsefesine Giriş, YEM Yayın, 2002, İstanbul.

Etiketler: