Mimarlıkta Biçim ve Biçimlenmenin İnsansonrasına Giriş 2/3

NİZAM ONUR SÖNMEZ FURKAN BALCI

Mimarlığın insansonrası ile ilişkisini sorgulayan tefrikanın ikinci bölümünde Sönmez ve Balcı, insanın siborg varlığıyla çevresiyle etkileşiminde mimarlığın ve/veya mimarlık nesnesi binanın yerini sorguluyorlar.

Tefrikanın ilk bölümü için tıklayın.
3. İnsanın Bütünlüğünü Yitirişi ve Teknik Nesne Aracılığıyla Ortama Dağılışı
İnsanın bütünlüğünü yitirip parçalanmasının bir yönü, insanın ortam ve eşyayla zaruri etkileşim içindeki sistemik kuruluşudur.

Gilbert Simondon, bireyleşme tartışmasını yürüttüğü doktora tezinden türeyen “Teknik Nesnelerin Varoluş Modu Üzerine” isimli metninde, teknik nesnelerin yalnızca kullanım üzerinden kavranamayacak bir evrimsel yapılanmayı takip ettiğini tartışacaktır.1 Bu manevrayla, kullanım ile teknik varlıkların üzerindeki bir düzlemden onları belirginleştiren insan-birey varsayımı revize edilir. Artık insan, teknik nesnelerin üstünde değil, arasındadır. Teknik nesneler de bireyleşme süreçlerine tabidirler. Yanlış anlaşılmamalıdır: Teknik nesneler, tabi ki, bireyleşme süreçlerini biyolojik varlıkların yaşadıkları ile tıpatıp aynı türden ilişkiler kurarak gerçekleştirmezler. Biyolojik varlıklar baştan somutlaşmış ilişkilerle bireyleşirken teknik nesneler yalnızca somutlaşmaya meyillidirler. Kullanım, yani insanın merkezde tutulduğu bir kavrayış üzerinden teknik nesneye bakmak, sözgelimi motor başlığı altında, birbiri ile ilgisiz teknik yapılanmaları ve süreçleri tek bir amaca yönelen bir ilişkilenme içinde birbirine bitiştirir. Hareket ettirici anlamında motor, içten patlamalı bir sistemi de mekanizmaya çağırabilir, insanın harekete geçirdiği makara sistemini de, buhar kazanını da... Oysa bir teknik sistemin evrimi yakından takip edildiğinde, iç bileşenlerinin birbirleriyle kurdukları ilişkilerin giderek kuvvetlendiği bir çizgi gözlemlenir. Örneğin, içten patlamalı motorun evrimi, soğutma aksamları, pistonlar, elektrik aksamı vb. gibi bir seri bileşenin birbirleriyle kurduğu ilişkilerin bir dizi farklı etkiyi aynı anda, sinerjik bir biçimde gerçekleştirmesiyle anlaşılacaktır. Araçlar tek bir işlevi yerine getirmez, bütün bir birleşim, entegre bir biçimde somutlaşma sürecine girecek ve başka herhangi bir biçim alamayacak düzeyde somutlaşana kadar evrimleşecektir.

Ancak Simondon’un evrim argümanı bu iç etkileşimlerle sonlanmayacaktır. Teknik nesneler hiç de onlara atfedildiği gibi herhangi bir yerle ilişkilenmeyen varlıklar değillerdir; bilakis, kendi kurdukları ilişkiler çerçevesinde içinden türedikleri ve varlıklarıyla değiştirdikleri ilişkili çevreler (associated milieu) ile karşılıklı olarak evrimleşirler. Herhangi bir teknik nesnenin varoluşu için son derece karmaşık ilişkili çevreler gerekir. Sözgelimi, alelade bir tost makinasının var oluşu için içinde işleyeceği geniş bir elektrik ağı ve bu ağın parçası barajlar, reaktörler, bobinler; ızgarasının üretileceği bir dökme, tavlama teknolojisi, plastik aksamların üretileceği bir petrokimya endüstrisi, tost ekmeğinin üretildiği fırınlama sistemlerine ek olarak ekmeğin mikro ölçeklerde geçirdiği kimyasal değişimler, hamur mayalanmasında etkinlik gösteren karmaşık bir bakteri ekolojisi, başka deyişle, teknolojik olanın -seri üretim bandının- aracılığında kurulmuş daha geniş bir toplumsal düzenleme, bedenlerin mekanik hareketlerinin ve teknik makinelerin birbirlerine eklenen akışları, herbirinin dünya üzerinde tutacağı pozisyonu düzenleyen yapılar gerekecektir.

Öznenin ve nesnenin iç içe geçtiği, sınırlarının belirsizleştiği, birbirinden ayrı olarak kavranamayan yeni bütünlükler ve bireyleşmeler ürettikleri bir dünyadır bu. Bu bağlamda, insanın içinde hareket ettiği, sayısız kuvvetle yeni ilişkiler kurmakta olduğu bu sonsuzca karmaşık çevreye dağıldığını, insanmerkezci bakışlarda özneye atfedilen bütünlüğün altının kazındığını ifade etmek gerekir. Siyasi literatürde çeşitli yabancılaşma figür ve formülasyonlarıyla karşılanmaya çalışılan bu koşul, insansonrasının kendisini insan dimağında açığa çıkarışının zeminidir.

Daha iyi açabilmek için, insan-doğa aracılığının (mediation) ötesinde, tarihsel dönüşüm güzergahında teknik olanın aracılığı meselesini deşmek gerekiyor. Marshall McLuhan 1960’larda “Ortam (medium) mesajın kendisidir” derken, hümanist bir pozisyonu koruyarak bile olsa tartışmayı temelde başka bir çerçeveye çekiyordu.2 Her türlü ortam ifade edilmeye çalışılan mesajı kendi olanakları çerçevesinde tahrif ediyor, dolayısıyla tartışılması gereken alan, ortamın kendisi haline geliyordu. Her ortam, bedenin bir uzantısı haline gelerek bedenin dünyayı algılama kapasitesini değiştiriyor, bazı algılama biçimlerini silip, bazı biçimleri ise güçlendiriyor, yaygınlaştıkça belirli kültürel biçimleri zorunlu kılıyordu. McLuhan, batı toplumlarının mekanik baskı tekniklerinin yaygınlaşması ile kaçınılmaz olarak lineer, sekansiyel ve görme merkezli bir algılama biçimi üzerinde kurulduğunu ve bütün kültürel biçimlerini bunun üzerine inşa ettiklerini savlıyordu. Dolayısıyla, bu modelde ortam, temelde her şeyi belirleyen kuvvetli bir etki alanı yaratıyordu. McLuhan için, insanın ortamın dayattığı algılama ilişkilerine kendini bırakması, kendi bedenini budayıp iğdiş etmesiyle aynı şeydi. Yine de McLuhan hümanist bir pozisyonda kalarak, insanın aracının dayattığı algılama biçimlerine, sanat aracılığıyla direnebileceği bir çerçevenin kapısını açık bırakıyordu. Yani beden bir çekirdek, bir aşkınlık olarak merkezdeydi, eklentilerine mesafelenebilirdi, başka algılama biçimlerini üretebilirdi, teknik ortamların bu etkilerinin ötesine geçebilirdi.

Friedrich Kittler3 ise bu kapıyı kapatarak McLuhan’ın teknik ortamlar eleştirisinin merkezinde tuttuğu bedeni ve bu uzatma / köreltilme modelini başka bir tarihsellik içerisinde dağıtacaktır. Çünkü bedenin kendisinin McLuhan’ın kavradığı biçimde anlaşılması bile tarihsel bir üretimdir. Bu üretimin kendisi de teknik ortamlar ile ilişkili bir biçimde gerçekleşmektedir, çünkü en nihayetinde bilginin biçimleri de bilginin üretildiği, depolandığı ve aktarıldığı yapılarla ilişkili haldedir. Başka türden enformasyon kaydedebilen, depolayabilen, işleyebilen teknik nesnelerin ortaya çıkması bilginin türlerine dair kabulleri de değiştirecektir. Sözgelimi ses ve görüntü kaydetme, yazının haiz olduğu niteliklerden tümüyle farklı bir kaydetme ve aktarım türünü belirtir. Ses kayıt teknolojileri gürültüyü de kaydeder. Kayıt dinlendiğinde anlamlı mesaj kendiliğinden belirmez; artık alıcı, hem alıcının sürece dahil olması ile hem de akışın gerçekleştiği ortamın varlığı ve etkileri ile anlaşılmaya başlanır. Böyle bir kavrayış, yalnızca ortamı ilgilendirmez; ortamın içinde yer aldığı sistemin işleyişine dair kabulleri de değiştirir. Söz konusu olan, yalnızca yazıyı yazanın kendi bütünlüğünü dolayımsız bir biçimde ifade ettiğini düşünen kavrayışların ortama dağılması değil, böyle bir bütünlüğün kendisinin bile varlığından kuşku duyulmaya başlanmasıdır. Yazının kendisi de bir kapasiteler meselesi olarak sorgulanmaya başlandığı an, Kittler’in izlerini Shannon’dan, Freud’a, Mallarmé’den Rilke’ye, hatta Pink Floyd’a kadar takip ettiği bir hat belirginleşir. İnsan da sanat da müzik de artık teknik ortamların dolayımında belirginleşmiş, insan çabasının üstünde bir düzeyde işlemekte olan bilgi modlarının içinde üretilen, bilinen, anlaşılan, bütünlük haline dönüştürülen şeyler olarak anlaşılır.

Araçlar ve ortamlar beden-zihnin kapasitelerini artırdıkları ölçüde insanın dünyasına, dolayısıyla ortak dünyaya dahil olurlar, insanın ellerinin, bacaklarının ve tenlerinin uzantıları haline gelirler ya da insan, ortamların uzantısı olarak işlev görmeye başlar. Bu, esasında son birkaç yüzyıla ait bir fenomen değil, insanlığın tarihiyle yaşıt bir koşuldur; insan olmanın tarifine aittir. Paleoantropolog André Leroi-Gourhan, insanın içinde hareket ettiği çevre ile iç içe geçmiş seçilim ilişkisi nedeniyle, teknik nesnenin (araçların ve üretim süreçlerinin) ve giderek her yönüyle kültürün (dolayısıyla, iddia edebiliriz ki, mimarlığın da), insanın bedeniyle karşılıklı etkileşim içinde ve bütünleşik biçimde evrimleştiğini ortaya koyar.4 İki ayak üzerinde ve dik yürümesiyle birlikte el ve yüzü eşya manipülasyonu ve iletişim için serbest kalan insanın beyninin ilgili bölgelerinde de el ve yüzün koordinasyon içinde kullanımına paralel gelişmeler gerçekleşmiştir.

Bu süreçte ortaya çıkan taş aletler, ilkin bedenin temel işlevlerini üstlenmeye başlar. Sözgelimi, el baltaları köpek dişlerinin kestiği materyalle ilişkilenir. Süreç bir yandan alet ve işlevlerin bedenin dışına aktarılmasına, diğer yandan insan bedeninin “non-adapte” olmasına, yani spesifik işlevler için özelleşmenin aksine genelleşmesine, giderek çok çeşitli aletler için bir seri “soket”, bir seri eklemlenme noktası sunmakla tariflenmesine doğru ilerlemiştir.5 Eller çok çeşitli aletlerin kullanımında anlam kazanırken kulaklar, ağız, yüz ve eller yine bedenden bağımsızlaşan bir tür alet olarak anlaşılan dil ve iletişim mekanizmaları ile beynin çeşitli bölgelerinin aracısı haline gelir. Daha ileri giderek, kullanılan her alet ve eşyanın bedenin bir kesimini farklı bir “asamblaj” tarifiyle yeniden kurmaya başladığını iddia edebiliriz.

İlk yerleşimlerin, gıda depolamanın ve teknik işbölümünün ortaya çıkması ile teknik evrim büyük bir hız kazanır. Gıda üretiminden serbest kalan zanaatkar, teknik evrimin acentesi haline geldiğinde, artık aletlerin dışlaşma süreci belirginleşir ve taş aletin bedenin adeta bir “salgısı” gibi açığa çıktığı, uzun tarihöncesi tümüyle kapanır. Kültürel evrimin dönüşümü karakterize etmeye başlaması toplumun üst seviye, kolektif bir aktör olarak indirgenmez bir varlık kazandığına da işaret eder.6 Bu anda insanın artık aletler için bir soket sunmasının ötesinde, ortamda kendisi için hazırlanmış soketlere uyarlanma, yani toplumsal ve üretimsel işleyişlerin acenteliğini üstlenme, onların ikincil düzeydeki bir parçası olma hali belirginleşir.7 Bu işleyişleri yönetenin herhangi bir insan teki ya da zihni, ya da insana dair bir anlam ya da amaç dünyası olacağını ummak iyimserdir.8

Bu süreçte aletin dışsallaşıp insandan özgürleşmesi önemli olmakla beraber, dilin ve iletişimin dışlaşması ve kültürel bir hafızanın mümkün hale gelmesi daha başat bir rol oynamıştır.9 Evrim hızlandıkça, insanın zoolojik varlığı ile çevresi arasındaki ilişkiler zorlanmaya başlar; toplum için iyi olan ilerlemenin bireyi geçersiz bir evrimsel artık konumuna düşürme olasılığı doğar: Birey en iyi ihtimalle daha üst bir organizmanın organı görünümündedir artık.10 Leroi-Gourhan bu sürecin evrimsel gelişiminin sınırlarına dayanan insanın çeşitli yönlerden aşılmasıyla sonuçlanabileceğine dair değerlendirmeleriyle transhümanizmin erken bir sözcüsüdür.11

Giderek anlarız ki insan doğumundan önce, doğumunda ve yaşantısında ortamıyla sıkı ve çok katmanlı ilişkiler içindedir. Herhangi bir zamanda insan, ortamının sunduğu nesne, aygıt, fail ve sistemlerden yalıtılamadığı gibi, yüksek esneklik ve etkileşim kapasitesi sayesinde, biyolojik olsun ya da olmasınlar, bunlarla az ya da çok pürüzsüz eklemlenme dinamikleri kurgulayagelmiştir: İnsan her zaman bir melez ve bir siborg olmuştur ve hiçbir biyolojik değişim geçirmeksizin daha öte siborglaşması da mümkündür.12 Öyle ki, tasarımın tüm tarihöncesi ve tarihi, protezlerle etkileşimimiz, yani melezliğimiz üzerinden yeniden yazılabilmiştir.13

Altını çizmek isteriz ki burada dünyanın yalnızca teknolojik aracılığın belirleniminde biçimlendiği iddia edilmiyor. Daha ziyade, teknolojik sistemlerin, insanın her şeyin merkezine değişmez bir ölçü olarak yerleştiği fikrinin altını yavaş yavaş nasıl oyduğu tartışılıyor. Konuya çağın getirdiği yeni ve farklı olanakların araştırılması üzerinden yaklaşmadığımızın da altını çizmek isteriz. Zira insan ile ilgili farkına varmakta olduğumuz bu yeni bakış açıları belirli bir döneme bağlı değiller. Bu bakışlar, içinde bulunduğumuz dönemde kristalleşiyor olsalar da esasında insanın bizim zamanımızdan önce de, yani evriminin her aşamasında ortama dağılmış ve hatta kendi bedeninde de dağılmış ve çoklu olduğunu ortaya koyuyorlar.

Pek çok durumda bu sistemlerin merkezinde yer aldığı varsayılan insan, mimarlık pratiğinin 20. yüzyıldaki etkinliklerinin de merkezinde duruyor. Oysa sistemik etkileşimleri düşünmek, insanı karmaşık ortamlar içinde tekrar tekrar kurulan ve diğer bütün sistemlerin (coğrafi, teknolojik, kültürel, materyal) etkileşiminde, dağıtık bir oluş olarak ele alma potansiyelini sunuyor.

Bu sistemler yalnızca teknolojik bileşenlerden oluşmuyor; daha geniş bedensel, kültürel, coğrafi, toplumsal vs. bileşenlerle birlikte aynı anda var oluyorlar ve bu bileşenlerin hepsi sistemik etkileşimlerle organize oluyorlar. Dolayısıyla, yaşanan hayatın ürettiği bütün biçimler, örneğin özneleşme biçimleri ve faillik tipleri, makine yapılanmaları, ekonomik düzenler, yasalar ve sözlü kurallar, karmaşık bir sistemler ekolojisi içinde belirginleşiyor.

4. Modernizmin Sürekliliğinde Hilomorfizm, Morfogenez ve İnsandışı Mimari Ajandalar İnsandışı tabiri, insanın evrenin merkezinden uzaklaşmaya devam ederken bir yandan da bütünlüğünü yitirdiği, birey ve ben olmayı bıraktığı bir dünyada mimarlığın neye benzeyip nasıl işleyeceğini anlamaya dönük sorgulamalara işaret eder. Birey ve ben merkezde yer almayı kestiklerinde, insani algı, görsel bütünlük ve üslup, mimarlığın odağını boşaltarak mekanın etik ve söylemsel yüklerini hafifletir, mimarlığın çoğul düzlemindeki diğer figürlerle daha serbest ilişkiler kurabilir hale gelirler.

Benzer biçimde, bina da biçimini ve bütünlüğünü birtakım sınırlayıcı elemanların belirlediği, topoğrafyayla ilişkisi ve kabuğu üzerinden anlaşılan ayrık bir nesne olmanın ötesinde, çok çeşitli kentsel, işleyişsel ve doğal sistemlerin etkileşimleri üzerinden anlaşılıp kurgulanabilir hale gelir.14 Bina sistemsel etkileşimlerin yoğunlaştığı, altyapısal kurguların farklı kademelerdeki yaşamsal ve işleyişsel etkileşimlerin olanaklarını sağlayıp çoğalttığı bir alandır artık.

sistem etkileşimlerinin yoğunlaştığı bir mevki olarak bina
insandışı mimarlığın bazı taktikleri

Biçimler, kentler, mimarlık, nesneler, insan ve onun algısal ve kültürel dünyası ortadan kalkmayacaktır. Daha ziyade, büyük ölçüde insan bilişi kaynaklı, bütünlüğe ve nesneye odaklanan algı ve arayışların yerine, odağını kaybedip anılan unsurların olanak, işleyiş ve etkileşimlerine dağılan ve asamblajların etkinliğini görmeye muktedir, kısmi ve sistemik bakışların kendilerini dayatması söz konusudur.

4.1. Diyagram ve Morfogenez
Esasında morfogenezin olanağı, daha Aristoteles’te, canlıların biçimi bağlamında açığa çıkmıştır. Eğer ruh canlının hem harekete geçirici hem biçimsel hem de ereksel nedeniyse, bu harekete geçirici ve biçimlendirici işleyişin canlıyı üstlenme ve potansiyellerini gerçekleştirme hali, canlının embriyo ya da tohumdan itibaren büyüyüp gelişmesini, kapasiteler kazanıp kaybetmesini, çevresine adapte olmasını ve eyleme geçmesini kapsamak durumundadır.15 Dahası, ruh (olasılıkla, akli düşünce dışında) bedenden ayrı mevcut olamadığı için, biçimlenme ve biçim değiştirmenin türleri canlının bütününe içkin kapasiteler olarak kurgulanabilir.16 Ancak, ilk olarak, biçimlenmenin canlılara has bu kendine kapalı, otopoietik formundan sistem-çevre etkileşimine açılmak; ikinci olaraksa biçimlenmenin ruhta kapsanan hazır, tanımlı ve değişmez olanakların ötesine geçebilmesi için, potansiyel kavramının virtüel17 ile yer değiştirmesi ve yeniliklere açık bir çokluğun, olanaklar zemini olarak önerilmesi gerekecektir.18

Cansız nesnenin bir heykeltraş ya da zanaatkar tarafından biçimlendirilmesi tarzlar, düzenler, tipler ve şemalara sabitlenmiş olsa da biçimin muhayyilede oluşturulması sorunu üzerinden bu süreç de morfogeneze açılabilir. F.L. Wright’ın organik mimarlığı tasarım sürecinin biçimlenme dinamikleri üzerinden anlaşılmasının iyi bir örneğidir. Mimarlıkta morfogenez arayışları çoğunlukla bu ikinci sınıfta kalmıştır. Her ne kadar Gordon Pask’ın John Frazer ile ortaklığı gibi az sayıda örnekte kendi biçimini otonom olarak arayan mekanın olanağı sorgulanmış ise de19 morfogenez daha ziyade biçimin tasarım sürecinde oluşumu ve sabitlenmesi düzeyinde ele alınır. Binlerce yıl içinde insanlar ve diğer etkenler tarafından dönüştürülen binaları bir kenara bırakırsak20 uygulamada, dönüşerek büyüyen, gelişen ve yapısını değiştirerek adapte olan binanın teknolojik olanakları henüz geliştirilememiştir.

1990’larla birlikte mimarlık kuramına hakim olan Deleuzecü yaklaşımlar bir seri morfogenetik hattı besler. Bu hatların herbiri özne, birey ya da kişi olarak anlaşılan tasarımcının bütünlük, farkındalık, otonomi ve egemenliğinin altını oyan tasarlama yöntem ve açıklamalarına açılır.

Deleuze’ün Bacon incelemesinde birtakım klişe figürlerin tuvale aşındırılarak ve bozularak, bir tür altlık kuracak şekilde yerleştirilmesi diyagram tabiriyle karşılanır.21 Birey-altı zihinsel işleyişler tarafından ele geçirilen el, sürecin ilerleyişinde bu ortam ile etkileşim kurarak kısmi bir otonomi kazanacaktır. Bu şekilde anlaşılan diyagram, UN Studio, NOX, FOA gibi tasarımcı ve ekipler tarafından bir tasarım öğesi olarak konseptin içini farklı şekillerde doldurmanın ve bu şekilde yeni olanaklara açılmanın bir yolu olarak işlevsel kılınır.22 Biçimlenme işlev, tip ya da bağlam gibi geleneksel etkenlere bağlanmadan önce, bu etkenlerden de bireysel tasarımcının bilinçli ve öznel etkinliğinden de kısmen bağımsız oluşan diyagramların çizdiği olanakları takip ederek yeniye açılacaktır. Anılan diyagram düşüncesini tetikleyen öncü yazısında Kazuyo Sejima’nın mimarlığını bu bağlamda değerlendiren Toyo Ito’ya göre, böylesi bir diyagramatik pratik hem tip/gelenek perspektifinin hem de bireysel dehanın ötesine geçmeye koyulan yeni bir tasarım yaklaşımıdır ve “döneminin ifadesidir”.23 Tasarlayan birey, müellif ve özne bu yeni dönemde gözden düşmüşlerdir.

Deleuze ve Guattari, Bin Yayla'da hilomorfizmin hazır biçim ve pasif maddesini her durumda hem biçime hem aktif maddeselliğe haiz olan içerik ve ifadeleri üreten katman ve soyut makina etkileşimleriyle değiştirir.24 Alt seviye katmanlar birtakım metastabil tözlerden oluşur ve daha üst seviye işlevsel oluşumların ve aktüel biçimlerin zeminini kurarlar.25 Soyut makinalar ise sürecin dinamiklerini üstlenir. Bu biçimlenme açıklaması jeolojik oluşumlardan dile, bedensel morfogenezden evrime farklı kademelerde örneklenir. Lars Spuybroek (NOX) tasarlama tavrını bu anlamda mimarlığın makinede işlenmesi (machining architecture) olarak adlandırır.26 Tasarım sürecinde ilk olarak, sözgelimi lastik bantlar gibi, fiziksel etkileşim ve biçimlenme kapasiteleriyle donatılmış, biçim arayıcı diyagramatik makinalar oluşturulur. Ardından bu makinalar seçilen çevresel ve programatik faktörler ile etkileşimleri üzerinden kademe kademe formu arar ve belirlerler. Diyagramatik tavır ve katmanlara dayalı biçimlenme soyut mimari makinada bir araya gelir.

Gregg Lynn'in akışkan, kıvrımlı, esnek ve biçim alabilir mimarlığında, tıpkı dağların katmanlaşarak, yükselerek, kırılarak, bükülerek jeolojik süreç ve tektonik hareketleri bedenlendirmelerinde olduğu gibi, çatışan faktörleri biçiminde uzlaştıran, böylece çatışmayı ortadan kaldıran bir bütünleşme söz konusudur.27 Bu form kültürel, fiziksel, işlevsel, çevresel, kentsel vb. çok çeşitli etken ve işleyişleri bütüncül bir formasyonda uzlaştırma, hiçbirini ortadan kaldırmadan hepsini akıcı bir bütünlüğe getirme iddiasındadır. Bu arayış mimarlıkta dekonstrüksiyonun çatışmacı metinsel stratejilerine karşı Deleuzecü, olumlayıcı siyasi tutuma yaslanır. Deleuzecü dirimselcilikten devralınan kıvrılabilirliğin (esnek biçimlenebilirliğin) çokluğu indirgemeyen uzlaşması, hazır tip ve tarzlarıyla postmodern ve modernist hilomorfizmlere karşı içsel ve dışsal etkilere dayalı bir morfogenez önerisidir.

Kas Oosterhuis, Bernard Cache, Alissa Andrasek ve nihayet Patrick Schumacher’de karşımıza çıkan sürekli, kesintisizce dönüşen, akışkan parametrik formlar, standart olmayan mimarlığın varyasyona dayalı monotonluğunu (tek detay, tek eleman, koordinasyon içinde değişen boyutlar)28 morfogenezin fiili uygulamalarıyla bir araya getirme girişimleridir.

Biçimin ilişkisel ve parametrik temsil ile tariflenebilmesi ve tarif edilen biçimin dinamik ve esnek üretim teknikleriyle statik olarak inşa edilmesi yeterince zorlu problemlerken inşa edilmiş mekanın akıllı ve responsif özellikler kazanarak çevresel adaptasyonunu sürdürmesi sorusu açıkta durmaktadır. Weinstock, Hensel ve Menges çeşitli ortaklıklar içinde biteviye biyoteknik araştırma, parametrik modelleme, materyal hesaplama ve performans yönelimli tasarım yoluyla bu sorulara yanıt aramayı sürdürür. Bu grubun geliştirdiği morfoekolojik mimarlık yaklaşımları şu ana kadar saydığımız hatların büyük kısmını sentezler. Sibernetik ve bilişsel bilimlerin doğal-yapay ayrımını ortadan kaldıran işbirliğiyle atılıma geçen bu tarih, en sonunda mimarlığın hem tipler dağarcığının ve yapısal bilgisinin hem de kuramının ve bilindik göstergelerinin tümüyle devredışı kalmasıyla sonuçlanır.

Morfoekolojik hattın canlılıkla kurduğu bağlantı, biçimsel benzeşme üzerinden, yani mimetik bir yolda anlaşılmamalıdır. Bu mimarlık, mekanın ne olduğu ya da neye işaret ettiği tarafından değil, ne yaptığı üzerinden biçimlenmesi arayışında 1920’lerin modernizmine sıkı sıkıya bağlıdır. Söz konusu edilen öncül ekonomisi, biçimlerden çok tekniklerin bir havuzudur ve canlılığa yaklaşım biyomimesisten ziyade biyoteknik tarafından karakterize edilir.29 Öte yandan, bir tersine-mühendislik sürecinde canlılardan öğrenilen teknikler mimari mekanın oluşum ve işleyişinde kullanıldığında açığa çıkan biçimlenmelerin canlıları andırması şaşırtıcı değildir. Diğer yanda, biyotekniğin ötesinde, bizatihi işlemden geçirilmiş canlıların biyoteknolojik ya da hibrit anlayışlarla mekanın parçası olması arayışları da mekanın canlılığa dair biçimlenmeleri kısmen üstlenmesine sebep olabilmiştir.

Anılan ileri hedefler bir yana, öncül ekonomisini canlılara odaklayan morfoekolojik mimarlık pratiğinde, canlılığın şaşırtıcı etkinlik ve biçimlenme repertuarının ve entegrasyon becerisinin tam aksine, indirgemeci bir mimarlık, tektonik ve mekan açığa çıkmıştır. Zira bu indirgenmiş mimarlık anlayışında, bir-iki adet teknik performansa ve malzemenin ve tektonik kurguların davranışlarına dayalı optimizasyon yöntemleri biçimin tek üreticisi haline gelir.30

Günümüze kadar süregelen bu anlayışlarda biçim, şematik, ilişkisel, parametrik, topolojik, kümesel ya da üretken yöntemlerle aşağıdan yukarı aranır. Biçim arayışını yönlendiren faktörler arasında bir aracılığa soyunan mimarlık, topolojik olarak içsel ve dışsal faktörlerin ilişkilendiği bir yüzeye dönüşür ve çoğunlukla düz anlamında da bir kabuk olarak tasarlanmaya başlanır. Bu bizi belki hilomorfizmden uzaklaştırır ama nesne yerinde durma eğilimindedir; üretilen cidar ne kadar amorf olursa olsun, statiktir.

Parametrik tarifler de bizi dinamizmin ve etkileşimin statik temsillerinde tutar. Statik formlardan uzaklaşmak için iletişimsel, etkileşimli, adaptif ya da materyal hesaplamaya dayalı yüzeyler devreye sokulabilir. Etkileşimli ve adaptif düzenlemeler çoğunlukla binanın genel yapısına ikincil düzeyde eklenen, yüzey düzeyinde işleyen öneriler olmuştur. Dinamik ve lokal bir topografya ile cidar, nesne ve sınırlarla anlaşılan binanın ilişkisi üzerinden okunan mimarlığın bütünlüğü kolayından yerinden oynamayacaktır. Anılan yaklaşımlarda biçimi ne olduğu ya da neye işaret ettiği değil, ne yaptığı tariflemiştir ama mimarlık hala bütün ve nesnedir; içle dışın arasına bir cidar olarak gerilirken onlara dair bakışlarımızı da bedeninde ve işleyişinde sabitler. Diğer tarafta, çevreye adapte olma sürecinde kendini biteviye inşa edip dönüştüren binalara dair öneri ve girişimler, ilk olarak 1960’larda yaygınlaşıp daha sonra gözden düşmüşse de, özellikle 2010’lardan sonra, bu yaklaşımlar yeniden bir takım denemelere konu olmaya başlamıştır.

Notlar
1 Simondon, 2017.
2 Marshall McLuhan, 2003 [1964], Understanding Media: The Extensions of Man, Gingko Press.
3 Friedrich Kittler, 1999 [1986], Gramophone, Film, Typewriter trans G. Winthrop-Young & M. Wutz, Stanford, Calif: Stanford University Press.
4 Leroi-Gourhan, 1993.
5 A.g.e. s. 246; bedeni bir soketler serisi olarak anlarken aklımızda ayrıca Bernard Wolfe’un Limbo adlı romanı var (1961 [1952], Penguin Books).
6 A.g.e. s. 227.
7 Leroi-Gourhan bu gelişmeyi modern dünyadaki Taylorizasyon’la ilişkili olarak tartışır. A.g.e. s. 253.
8 Krş. Samuel Butler, 2005 [1872], “The Book of The Machines”, “The Machines--Continued”, “The Machines--Concluded”, Erewhon, Chapter XXIII-V, Project Gutenberg, Transcribed from 1910 A. C. Fifield (revised) edition by David Price.
9 Leroi-Gourhan, 1993, s. 235.
10 A.g.e. s. 265.
11 “. . . our cerebral cortex, however admirable, is inadequate, just as our hands and eyes are inadequate; that it can be supplemented by electronic analysis methods; and that the evolution of the human being, a living fossil in the context of the present conditions of life, must eventually follow a path other than the neuronic one if it is to continue. . . . if humans are to take the greatest possible advantage of the freedom they gained by evading the risk of organic overspecialization, they must eventually go even further in exteriorizing their faculties..” A.g.e. s. 265; “We must therefore expect a completely transposed homo sapiens to come into existence, . . . Freed from tools, gestures, muscles, from programming actions, from memory, freed from imagination by the perfection of the broadcasting media, freed from the animal world, the plant world, from cold, from microbes, from the unknown world of mountains and seas, zoological Homo Sapiens is probably nearing the end of his career. . . . In any case the future that lies before us goes far beyond the rate of human sociotechnical evolution.” A.g.e. 407; ayrıca s. 252.
12 Andy Clark, 2004, Natural-Born Cyborgs: Minds, Technologies, and the Future of Human Intelligence, Oxford University Press, New York. s. 19.
13 Colomina & Wigley, 2017.
14 Bu yazıda yer verdiğimiz imajlar, 2018 yılında Furkan Balcı, Hakan Çatalkaya, Fatih Korkmaz, Nizam Sönmez, İpek Şen ve Derya Uzal tarafından üretilen “Arzın Merkezine Seyahat” başlıklı projeden ve diğer müelliflerin izniyle alındı. Buradaki değerlendirmeler de büyük ölçüde anılan proje süreciyle ve tüm ekibin yürüttüğü tartışmalarla ilişkileniyor.
15 “. . . the soul must be a substance in the sense of the form of a natural body having life potentially within it” 412a18-26; “. . . What is soul? It is substance in the sense which corresponds to the account of a thing. That means that it is what it is to be for a body of the character just assigned.” 412b10-24; 415b15-21 “It is manifest that the soul is also the final cause”; 415b22-27 “The soul is also the cause of the living body as the original source of local movement. . . . But change of quality and change of quantity are also due to the soul. Sensation is held to be a qualitative alteration, and nothing except what has soul in it is capable of sensation. The same holds of growth and decay; nothing grows or decays naturally except what feeds itself, and nothing feeds itself except what has a share of life in it.” Aristotle, On the Soul [de Anima], 1991, Ed. Jonathan Barnes, Complete Works of Aristotle, Vol 1, Princeton University Press. Ayrıca, Martin and Barresi, 2013, s. 21-24.
16 “. . . it is clear that the soul is inseparable from its body.” A.g.e. 413a4-9; “We have no evidence as yet about thought or the power of reflexion; it seems to be a different kind of soul, differing as what is eternal from what is perishable; it alone is capable of being separated.” A.g.e. 413b25-414a3.
17 Deleuze’de aktüel sistemlerin durumlarını, olanaklarını ve yeniye dönük açılımlarını taşıyan gerçeklik katmanı olarak “virtüel”in gerçekliği ya da mimarlıkta işe koşulabilirliğine dair karşısındaki değerlendirmelerimiz ayrı bir yazının konusu olabilir.
18 Aristoteles olanakları tarifleyip sınırlandıran akli ruhun hareket ve değişim barındırmadığını ifade eder: “. . . it is an impossibility that movement should be even an attribute of it” 405b33-406a2; ayrıca, A.g.e. 417a22-b28.
19 John Frazer, 1995, An Evolutionary Architecture, Architectural Association, s. 37-57.p./chapter.
20 Farklı zaman ölçeklerinde, Ayasofya, Postacı Cheval’in İdeal Saray’ı, ya da Aldo Rossi’nin The Architecture of The City’de andığı (1984, trans. D. Ghirardo & J. Ockmans, MIT Press, s. 89), Fransa Nimes kentindeki Roma amfitiyatrosunun dönüşümü örnek verilebilir.
21 Gilles Deleuze, 2003, Francis Bacon: The Logic Of Sensation, Trans. Daniel W. Smith, Continuum, Chapter 11-12.
22 Ben van Berkel, Caroline Bos, 1999, Move, UN Studio & Goose Press, Amsterdam; Lars Spuybroek, 2004, NOX: Machining Architecture, Thames & Hudson, New York, N.Y.
23 Toyo Ito, 1996, Diagram Architecture, El Croquis 77(1): 18-24. 24 Gilles Deleuze, Felix Guattari, 2005, 10,000 B.C.: The Geology of Morals (Who Does the Earth Think It Is?), in A Thousand Plateaus, Capitalism and Schizophrenia, trans. Brian Massumi, The University of Minnesota Press, s39-74.
25 A.g.e. s. 40-1.
26 Lars Spuybroek, 2004.
27 Greg Lynn, 1998, Folds, Bodies, & Blobs – Forms of Expression: The Proto-Functional Potential of Diagrams in Architectural Design, La Lettre volée.
28 Kas Oosterhuis, 2011, Towards a New Kind of Building: A Designers Guide for Non-Standard Architecture, nai010 publishers, Rotterdam.
29 Bu yazı bağlamında biyoteknik tabiri canlılıktan mühendislik tekniklerinin öğrenilmesine, biyoteknoloji terimi ise canlıların dönüştürülüp sistemlerin parçası kılınmasına (evcilleştirme, genetik, vb.) atıfla kullanılmıştır.
30 Michael Hensel, Achim Menges, 2006, Morpho-ecologies, Architectural Association; Michael Hensel, Achim Menges, Michael Weinstock, 2013, Emergent Technologies and Design: Towards a Biological Paradigm for Architecture, Routledge.

Kaynaklar
Aldo Rossi, 1984, The Architecture of The City, trans. D. Ghirardo & J. Ockmans, MIT Press.

Andre Leroi-Gourhan, 1993 [1964], Gesture and Speech, Trans. A.B. Berger, The MIT Press, Cambridge, Mass.

Andy Clark, 2004, Natural-Born Cyborgs: Minds, Technologies, and the Future of Human Intelligence, Oxford University Press, New York.

Aristotle, On the Soul [de Anima], 1991, Ed. Jonathan Barnes, Complete Works of Aristotle, Vol 1, Princeton University Press.

Beatriz Colomina, Mark Wigley, 2017, Are We Human? Notes on an Archaeology of Design, Lars Müller, Zürich, Switzerland.

Ben van Berkel, Caroline Bos, 1999, Move, UN Studio & Goose Press, Amsterdam.

Friedrich Kittler, 1999 [1986], Gramophone, Film, Typewriter, trans G. Winthrop-Young & M. Wutz, Stanford, Calif: Stanford University Press.

Gilbert Simondon, 2017 [1958], On the Mode of Existence of Technical Objects, trans Cécile Malespina, John Rogove, Univocal Publishing, Minneapolis.

Gilles Deleuze, 2003, Francis Bacon: The Logic of Sensation, Trans. Daniel W. Smith, Continuum.

Gilles Deleuze, Felix Guattari, 2005, 10,000 B.C.: The Geology of Morals (Who Does the Earth Think It Is?), in A Thousand Plateaus, Capitalism and Schizophrenia, trans. Brian Massumi, The University of Minnesota Press, p39-74.

Greg Lynn, 1998, Folds, Bodies, & Blobs – Forms of Expression: The Proto-Functional Potential of Diagrams in Architectural Design, La Lettre volée.

John Frazer, 1995, An Evolutionary Architecture, Architectural Association, London.

Kas Oosterhuis, 2011, Towards a New Kind of Building: A Designers Guide for Non-Standard Architecture, nai010 publishers, Rotterdam.

Lars Spuybroek, 2004, NOX: Machining Architecture, Thames & Hudson, New York, N.Y.

Marshall McLuhan, 2003 [1964], Understanding Media: The Extensions of Man, Gingko Press.

Michael Hensel, Achim Menges, 2006, Morpho-ecologies, Architectural Association.

Michael Hensel, Achim Menges, Michael Weinstock, 2013, Emergent Technologies and Design: Towards a Biological Paradigm for Architecture, Routledge.

Raymond Martin & John Barresi, 2013, The Rise and Fall of Soul and Self: An Intellectual History of Personal Identity, Columbia University Press.

Samuel Butler, 2005 [1872], “The Book of The Machines”, “The Machines--Continued”, “The Machines--Concluded”, Erewhon, Chapter XXIII-V, Project Gutenberg, Transcribed from 1910 A. C. Fifield (revised) edition by David Price.

Toyo Ito, 1996, “Diagram Architecture,” El Croquis 77(1): 18-24.

Etiketler:

İlgili İçerikler: