Projeler Enkazı İstanbul’un Kamusal Alanları Nasıl Geri Kazanılabilir?

KORHAN GÜMÜŞ

Tepebaşı Meydanı, İstanbul’daki modern belediyeciliğin tarihindeki ilk park uygulamasının gerçekleştiği yer. Şehrin tarihi merkezinde yer alan ve yakın çevresinde kültür merkezleri bulunan bu meydanın onyıllardır bir otopark ve TRT deposu olarak kullanımı İstanbul açısından ne kadar anlamlı?

Şu bizim Frank Gehry projesi ne oldu? Bu kamusal alanın şehrin kamusal hayatına geri kazandırılması için çevresindeki kültür kuruluşları ile bir inisiyatif oluşturulmuşken, üstelik bunu Büyükşehir Belediyesi de tanımışken, bu soruyu sormazlar mı? Belediye Başkanı tarafından şehre milyonlarca turist çekeceği ifade edilen ve üstelik projesi tamamlanan, kaynağı temin edilen görkemli bir konser salonu… Oysa kimse bu kamusal alanın işgal altında olmasına sesini çıkarmazken, yapılar kullanılmazken harekete geçen ve tarafları buluşturan bu sivil girişim yalnızca mevcut yapıların ve meydanın küçük müdahalelerle dönüştürülmesini ve kullanımını amaçlıyordu. Ben onların yerinde olsa sorardım.

Dönemin Başbakanı’nın iki defa “projeyi başlatıyoruz” açıklamalarına rağmen güya birileri tarafından proje engellenmiş. Bu hikayeye kim inanır? Söylendiğine göre bu mekan yukarıdan gelen talimatla bir anda, ihale yapılmadan, müteahhitlerden temin edilen masalarla, bilgisayarlarla bir ofise dönüştürülmüş.

1.
Haliç, şehrin kalbinde, dünyanın en iyi korunan doğal limanı. Kruvaziyer gemileri bile girebilir. Böyle korunaklı bir doğal limanın şu anda endüstriyel bir kullanım için olmasa bile spor, dinlence, eğitim, kültür açısından en önemli merkezlerden biri olması mümkün. Bir zamanlar, kıyılarında yıkımlar ve şekilsiz boşluklar gerçekleştirilmeden önce Haliç çevresinde de eşsiz bir kültürel miras yer alıyordu. Geçmişte gemilere yol vermek için her gece açılan Galata Köprüsü bugünlerde gemilerin geçişine izin veriyor mu? Hayır. Haliç’e geçmişte olduğu kadar fazla gemi girişi yok. Ancak tersanelerin faaliyette bulunabilmesi için bu gerekli. Köprüler ile geçmişte şehre hayat veren bu doğal limanın kullanımı arasında bir gerilim olduğu kesin. Merak ettiğim için sorayım: Galata Köprüsü’nün en son ne zaman açıldığını, deniz araçlarına geçiş sağladığını gördük? Geçmişte her gece açılan eski, güya yıpranmış köprünün yerini alan “modern” olanın?

2.
Karşımızda Taksim Gezi Parkı gibi müstesna bir örnek var. Taksim Kışlası’nın yaşadığı olaylar, sildiği hayatlar ve onu Cumhuriyet’in bir temsil sahnesi haline getiren “Prost Vadisi” adı verilen düzenleme… Bugün onun yerini almaya çalışan, ona eklenen Taksim Cami ya da Yeni AKM… Ortada, başlangıçta öngörüldüğü gibi bütünü tanımlayan bir tasarımının kalmadığı görülüyor.

Gezi Parkı, şehrin kamusal hayatını zenginleştirebilecek özellikler taşıyan müstesna alanlardan biri. Zannedildiği ve söylendiği gibi bölünmüş olmasının nedeni Hilton Oteli’nin yapılmış olması değil; yürüyüşe izin vermeyen, Büyükşehir’in Park ve Bahçeler Şefliği’nin malzeme deposu. Gezi’nin asıl sahibi İstanbulluların temsilcisi Büyükşehir Belediyesi tarafından ortasından ikiye bölünmüş olmasına ne demeli?

3.
Beyoğlu kıyılarının Ara Güler’in orada sergilenen fotoğraflarında görüldüğü gibi, yarım asırdan fazladır şehrin ekonomik, kültürel hayatından koparılmış olması ve buna yıllardır kimsenin sesininin çıkmamış olması başka bir tuhaflık değil mi? Bu bölge gibi işlevini yitirdiğinde eğer bir plan ve program dahilinde şehrin kamusal hayatına kazandırılmış olsaydı, hiç kuşkusuz İstanbul, günümüzde çok farklı bir konumda olurdu.

Yalnızca şehrin merkezini duvar gibi kapatan değil, şehrin hava gazı fabrikalarının da İstanbul uluslararası doğalgaz ağına bağlandığında işlevsiz kalacakları belliydi. Onlar da 30 yıldır işlevsiz kaldılar ve korunamadılar. Şehrin içindeki bu değerli alanların şehrin kamusal hayatından bu kadar uzun bir süre koparılmış olması, İstanbullulara yapılmış bir haksızlık değil mi? Bu kaybın bedeli proje ve inşaat uygulama bütçelerinden çok daha yüksek değil mi? Öyleyse bu kaybın nedeni nedir?

4.
Yenikapı’da şehrin tarihini değiştiren arkeolojik keşifler gerçekleştirildi. Dünya basını burada ortaya çıkan arkeolojik keşiflere büyük yer verdi. Dünyanın bilinen en geniş Roma limanı burada ortaya çıkarıldı. Boğazların açılışına, “Büyük Tufan”a işaret eden jeolojik katmanlar ve Marmara’nın bir göl olduğu zamanlardaki yerleşim alanları keşfedildi. Burada bir uluslararası mimari yarışma düzenlendi. Şehrin tarihini anlatan bir arkeoloji müzesi yapılacağı söylendi. Projeler tamamlandı. Bu müzenin ne zaman inşaatına başlanacağı, ne zaman biteceği hakkında bir fikrimiz var mı? Şu anda bu meydanda gerçekleştirilen uygulamalar bu projeye göre mi yapılıyor? Yarışma şartnamesinde öngörüldüğü gibi deniz ulaşımıyla, çevresindeki yerleşim alanlarıyla, Aksaray Meydanı ile bağlantıları kuruldu mu?

5.
Kabataş’taki Martı projesi geçtiğimiz dönemdeki yönetim değişikliğiyle birlikte durduruldu. Neredeyse İstanbul’daki bütün üniversitelerden uzmanların yer aldığı projenin, gereksiz yere yapılacak olan battı-çıktı tünelin, mimari üstyapı projelerinin maliyetleri ancak son aşamada, Büyükşehir’in kaynakları azaldığında, borçları arttığında ortaya çıktı. Demek ki Büyükşehir ne yaptığını bilmeden, neredeyse bir on sene, projeyi karanlıkta yönetmişti. Buna karşılık Kabataş’ta yer alan transfer merkezinin daha iyi bir işlev görmesi için burada bir düzenlemeye ihtiyaç olduğu belliydi. Ancak bu proje o kadar istisnai bir yöntemle geliştirilmişti ki, uygulama aşamasında yarım kaldı. Bu transfer alanında acil bir düzenlemeye ihtiyaç olduğu kesin. İstanbullular büyük bir eziyet çekiyor. Ancak etrafını çevreleyen panolarda halkla alay eder gibi yer alan “ne yapıyorsak gönülden, İstanbul aşkımızdan yapıyoruz” gibi sözler dışında bugün yürütülmekte olan proje çalışmaları hakkında bir bilgi alabiliyor muyuz? Proje durdurulduktan sonra geçen süre içinde neler yapıldı?

PROJELER MEZARLIĞI HALİNİ HALMIŞ İSTANBUL
Bunları yazarken bile bunaldım. Bu kadarı yeter diyerek daha fazlasını saymayacağım. İstanbul bir projeler mezarlığı halini almış durumda. Yalnızca bitmeyen projeler değil; bitmiş, tamamlanmış olanlar bile birer enkaz gibi karşımızda duruyor. Üstelik bu yeni bir durum da değil. Kendimi bildim bileli İstanbul’un meydanları, kamusal alanları hiç bitmeyen bir karmaşa içinde. Birbiriyle çelişen kararlara ve aralarında hiçbir iletişim olmayan uygulamalara sahne oluyor. Tuhaf bir şekilde, yönetimler de bu krizi nasıl çözeceklerini tartışmaya açmak yerine, sanki bir sorun yokmuş gibi, sürekli yeni projelerden söz ediyorlar. Arkalarında yeni enkazlar bırakacaklarını bile bile. Böylece durum giderek daha da içinden çıkılmaz bir hal alıyor.

Şehrin hayatına giren kamusal alan tasarımlarının gerçekleştirilme aşamasında sorunlara neden oldukları ya da başlangıçta öngörülen işlevlerinden farklı kullanıldıkları, deyim yerindeyse sürekli bir istisnai pozisyonda oldukları görülüyor. Yönetimlerin genellikle bu istisnai koşulları değiştirmek gibi bir meselelerinin olmadığını düşünüyorum. Çünkü bu projeler, kapalı kapılar ardında, kamu erkini kullanan kuruluşların temsilcileriyle yapılan özel protokoller ve dünyanın hiçbir yerinde görülmeyecek istisnai yöntemlerle geliştiriliyor.  

Tasarımlar, sürekli olarak bir imtiyaz alanın içindeki bir iktidar mücadelesi sürecinde geliştiriliyorlar ve sildiklerinin yerine geçmeyi amaçlıyorlar. Şehirde projeler aracılığıyla vekalet savaşlarının yaşandığı bile söylenebilir. Görüldüğü gibi kamusal alan projeleri, iktidar gruplarının, bürokratların ve onların altında öbeklenen ayrıcalıklı güçlerin şehrin temsil sahnesindeki mücadele araçları. Kendilerini bu projeler aracılığıyla güçlendiriyor, yeniden üretiyorlar. Kentsel dönüşüm adı verilen uygulamalar dahi böyle. Şehirde yaşanan travmatik geçmişi, sermayenin, malların ve mülklerin el değiştirmesini tekrar ediyor, yeniden üretiyor.

Bu değişiklikler kimi zaman ya arızi durumlar gibi yorumlanıyor, ortaya bir sorun çıktığında tartışılıyormuş gibi yapılıyor ya da kendiliğinden, sanki nesnenin tabiatı gereği olmuş gibi gözüküyor. Bazı mimarlar düzenlenecek yarışmalarla bu sorunun çözülebileceğine inanıyorlar. Oysa projelerin yönetimi iktidar aygıtından bağımsızlaşmadığı, yani sekülerleşmediği sürece bu imkansız. Çünkü bu yapılmadığı sürece, şehirle ilişki kurmaları, geçmişlerinde yer alan bagajları, hafızaları ile bir dönüştürücü ilişki kurulamıyor.

Ben gerçekleştirilen bu projelerin istisnai örnekler olmadıklarını, bu tasarım rejiminin ürettiği göstergeler olduklarını ve süreklilik taşıdıklarını düşünüyorum. Bu tasarımların geçmiş ile yüzleşilmediği sürece aynı travmatik tarihin bir sahnesini oluşturduklarını varsayıyorum. Bu yüzleşme gerçekleştirilmeden bir silsile olarak aynı hafızanın içinde devam ettiklerini. Bu tasarımların travmatik geçmişleriyle yüzleşilmediği sürece etkilerini geleceğe taşıdıklarını…

Etiketler:

İlgili İçerikler: