Stüdyodan Uzakta

BURCU KÜTÜKÇÜOĞLU

Mekan, mimarlık eğitiminin merkezindeki kavramlardan biri. İnsan eylemlerinin mekanı, mekanın da insan eylemlerini nasıl biçimlendirdiği üzerine düşünülen, tartışılan ve öneri geliştirilen bir eğitimin gerçekleştirildiği mekan da çok önemli, şüphesiz. Stüdyo, güzel sanatlar ve mimarlık eğitimi veren kurumlarda, 19. yüzyıldan bu yana kullanılagelen çok amaçlı atölyelere verilen genel isim ve bu tür eğitimlerle adeta özdeşleşmiş bir mekan tipi. Walter Gropius’un tasarladığı Dessau’daki Bauhaus binasında yer alan stüdyolar, etkileşimi, birbirinden öğrenmeyi ve kolektivite ile bireyselliğin eşzamanlığı varoluşunu teşvik eden bu mekan türünün modern yorumu için belirleyici bir örnek ve standart oluşturuyor. Bu yazıda, mimarlık eğitiminin bu denli merkezinde yer alan ve yazı dizisinin de başlığını oluşturan stüdyo mekanında değil de, ancak onun dışında, uzağında mümkün olan belli bir tür deneyimden; arazi gezilerinden bahsetmek istiyorum.

Stüdyo, öncelikle mimari tasarım/proje derslerine ayrılmış bir mekandır ve mimarlık öğrencilerine, hem gerçek hem de metaforik anlamda ideal, yalıtılmış ve korunaklı bir ortam sunar. Ancak hemen her dönem, yakında ya da uzakta yer alan proje arazisini görmek için bu mekanı bir süreliğine terk etmek gerekir. Stüdyo dışına yapılan bu geziler, öğrencinin, haritalar, mimari çizimler ve maketler dünyasından çıkıp kendi bedenleri ve duyuları ile dolaysız bir deneyim yaşamasına olanak tanıyan yegane zamanlardır. Arazinin, boyutlar, yönleniş, topoğrafya gibi somut özelliklerinin yanı sıra, mekansal atmosferini ve kimliğini gerçek anlamda hissetmenin, okumanın tek yolu, orada bizzat bulunmak ve yeterli zamanı geçirmektir. Bu, çoğu zaman, stüdyonun konforlu ortamından çıkmak, emek, zaman ve para harcamak, gerçek hayatın ideal olmayan koşulları ve zorlukları ile yüz yüze gelmek anlamına gelir. Gezi zamanı, öğrenci ve hocaların, okuldaki ve özel hayatlarındaki diğer işlerini bir süreliğine askıya almaları ve tüm fiziksel ve zihinsel enerjilerini belli bir yeri anlamaya, zihinlerine kaydetmeye ve belgelemeye harcamaları gerekir. Gündelik hayatın rutin işleyişi içinde açılan bu parantez, ilk başta zahmetli gibi görünse de, sıradışı bir algı açıklığı ve odaklanma fırsatı yaratır.

Proje arazisinin, şehir dışında olduğu ve arazi gezisinin birkaç güne yayıldığı durumlarda, öğrencilerin yaşadığı deneyimin çok daha derin ve çok boyutlu bir hal aldığına inanıyorum. Yer değiştirme, seyahat halinde olma, yukarıda bahsedilen zihinsel durumu daha da güçlü ve sürekli kılar. Avrupalı entelektüellerin ve mimarların uzak coğrafyalara gerçekleştirdiği kültürel geziler, 17. yüzyıldan bu yana önemli bir gelenek oluşturmuştur. Grand-tour, voyage of exploration1 gibi isimler verilen ve gruplar halinde ya da bireysel olarak yapılan bu geziler, öncelikle, Akdeniz etrafındaki antik dönem yapı ve yerleşimlerini görmek ve buna ek olarak, yerel kültürleri ve coğrafyayı deneyimlemek amacıyla yapılagelmiştir. Formal mimarlık eğitimi almamış bazı ünlü figürlerin, mimari görgü ve bilgilerini büyük ölçüde bu tür uzun gezilerdeki deneyimlerine borçlu olduklarını biliyoruz. Bu figürlerden biri olan Le Corbusier’nin, özellikle gençlik yıllarında yaptığı geziler (1907 İtalya ve 1911 Doğu Gezisi), mimari görüş ve fikirlerine önemli etki etmiştir. Le Corbusier, gezilerinde gördüğü yerler ve yapılardan bağımsız olarak seyahat halinde olma durumundan zevk alan bir mimardı. Kariyerinin geç döneminde Hindistan’a yaptığı seyahatlerden birinde defterine şunları not almıştır:

“Uçak: 2½ saat Paris-Roma, 4½ saat Roma-Kahire, 9 saat Kahire-Bombay-Delhi. Cumartesi saat 2’den beri uçaktayım. Şu anda Pazartesi öğlen. Delhi’ye varmak üzereyim. Daha önce hiç bu kadar rahatlamış ve yalnız olmadım; nesnelerin (doğanın) şiirselliğine, saf ve basit şiirselliğe (Apollinaire’in Alcools ve Gide’in Anthologie’si) ve meditasyona dalarak…”2

Arazi gezisini herhangi bir kültürel geziden ayıran ve daha yoğun bir odaklanma ve algı açıklığını mümkün kılan şey, geziyi öncesi ve sonrasındaki süreçlere de sıkı sıkıya bağlayan tasarım projesidir. Öğrencilerin, akılda bir proje ile geziyor, inceliyor ve kaydediyor olması, onlara, yeri analitik bir gözle okuma, karakterini oluşturan özellikleri deşifre etme ve şiirsel yönlerinden etkilenme becerileri kazandırır. Burada hocalara düşen görev, öğrencilere, proje arazisinin ait olduğu bağlamın tanımını, büyüklüğünü ve katmanlarını doğru teşhis etmek yolunda yardımcı olmaktır. Öğrencilerin, proje arazisinin kendi sınırlarının içi ve yakın çevresinden ibaret olmadığını, o bölgedeki doğal çevrenin, yerleşimlerin, yerel kültür ve üretim pratiklerinin biçimlendirdiği bir fragman olduğunu anlaması önemlidir.

İstanbul Bilgi Üniversitesi, Mimarlık Bölümü’nde, parçası olduğum ikinci sınıf stüdyosunda, kuruluşundan bu yana, bu görüşle, Anadolu’nun farklı coğrafyalarına proje gezileri yapıyoruz. Şu ana kadar çalıştığımız, Milas Çomakdağ Köyleri, Datça Yarımadası, Kazdağları ve Bergama gibi yerlere yaptığımız gezilerle, öğrencilerin proje arazilerini belli bir kültürel coğrafyanın alt birimi olarak okuyabilmelerini hedefledik. Bu görüş bana Michael Hough’ın Principles for Regional Design başlıklı yazısında bahsettiği “Environmental Literacy”3 (çevre okuryazarlığı) kavramını çağrıştırıyor. Bu terimi biraz değiştirerek “Place Literacy” (yer okuryazarlığı) olarak da yorumlayabiliriz. Bir proje konusuna odaklanarak seyahat ediyor olmanın, farklı bir coğrafyadaki bir yeri, tüm bağlamsal katmanları ve ilişkileri ile kısa bir sürede anlamaya çalışmanın, her tasarımcının sahip olması gereken bu türden bir okuryazarlığı edinmek için en etkin yollardan biri olduğunu düşünüyorum.

NOTLAR:
1 Kaufman, E 1989 “Architecture and Travel in the Age of British Eclecticism” in Architecture and Its Image: Four Centuries of Architectural Representation. Cambridge, Mass.: MIT Press. S. 48-85.
2 Colomina, B 2011 “Toward a Global Architect” in Architects’ Journeys: Building, Traveling, Thinking. New York: GSAAP Books. S. 27.
3 Hough, M 2002 “Principles for Regional Design” in Swaffield, S (ed.) Theories in Landscape Architecture: A Reader. Philadelphia: University of Pennsylvania Press. S. 209-213.

Etiketler: