Tasarımda Çürümüş Bir Şeyler Var

OTTO VON BUSCH

Tasarımda çürümüş bir şeyler var. Mesleğimizin merkezinde yozlaşmış bir şey var: bir hile.

Tasarım okullarında bizlere soyut fikirlerin değeri öğretiliyor. Daha sonra çalışma hayatında bu soyutlamalar etrafında hareket ediyoruz. İşlevsellik, ergonomi, yenilik, katılımcılık, demokratikleşme, sosyal değişim gibi kelimeler bizim aynı dilden konuşmamızı sağlıyor ve bize iş getiriyor. Mesleki pratiğimizi bu idealler doğrultusunda ilerletiyoruz, bunları üretim sürecimize ve ürünlerimize uygulamaya çalışıyoruz. Soyut kavramlara dair gördüğüm sorun, bizi tasarımın gerçek etkilerinden, çevremizle kurduğumuz güç ve egemenlik gibi ilişkilerin temelinden uzaklaştırma ihtimalleri. Bizler yüzeye dahi zar zor müdahale ederken idealler bizi dünyayı kökten değiştirebileceğimize inandırıyor.

Kontrolden ve hakimiyetten uzak, bu hileli oyalamaca gündelik hayatın demokratik politikalarıyla üretilen sistemli umarsızlıkla çakışıyor. Vatandaşlar olarak, gündelik yaşamımızdaki esas gücün onun politik yönünde, yani planlama, hayata geçirme ve yaşamlarımızı biçimlendirmede olduğunu görmeyi başaramıyoruz. Tasarımın vatandaşların yetilerinin yönetimin, uygulamaların ve seçimlerin nasıl bir parçası olduğunu eleştirel bir şekilde incelemekte başarısız olmamız kendi tasarım yetimizin hemen hemen tümünü tam teşekküllü güce sahip piyasaya seve seve sunmamızla örtüşüyor. İktidar ve piyasa kendini devasa ve dokunulmaz, hatta neredeyse ilahi bir şekilde sunuyor. Her şey bilinçli olarak bizim kendimizi daha küçük hissetmemiz için ayarlanıyor.

Politik filozof Bernard Crick’in belirttiği gibi, hükümet “demokratik” değildir. Bu önerme salt bir propagandadan ibarettir. Seçim sistemi, vatandaşların oy verme haklarının olması gibi demokratik unsurlar içeriyor olabilir. Ancak bu, basın özgürlüğü ve hukukun üstünlüğü gibi daha temel meselelerin varlığını garanti etmeye yetmez. Crick’in altını çizdiği gibi, seçim süreci demokratik olsa da her zaman bir yönetim sürecine dönüşür. Kazanan politik fraksiyon bir bürokrasi süreci başlatır, bu da politik kararların kendini göstermesiyle sonuçlanır. Yönetim demokrasiden çok uzaktadır; güç uygulamadır; çoğunlukla opaktır; yanlış tercüme, aldatma ve yalanın altında gizlidir.Tasarımcılar olarak katılımcı ve demokratik tasarım süreçlerini desteklesek bile demokratik olmaktan çok uzak, operasyonel ve bürokratik bir çevreyle sarılmış durumdayız. Projede, planlama ofisinde, servis sektöründe ya da yarı kamusal ortaklıklardaki kamu “ortağımız” genellikle ne demokratik bir yöntemle seçilmiş ne de kamuya karşı şeffaf bir politika gütmekte oluyor.

Tasarımcılar olarak bürokrasi ya da iktidarla birlikte sosyal konular ve süreçlerde çalışarak iktidarın en yozlaşmış kesimindeki gündelik çıkar ilişkilerinin derinliklerine fırlatılıyoruz. Ve genellikle bu güçle mücadele ederek projelerimizi şekillendirebilecek çok az araca sahibiz. Tasarımın vaadi, sivil çatışmalara doğru yavaşça geçişimizi iyi kötü gizleyen asil gözbağlarıdır.

Tasarım okullarında öğrenciler genellikle gerçek tasarımdan ziyade biçimsel tasarım üzerine eğitiliyorlar. Bu, tıpkı biçimsel ve gerçek politikanın birbirinden ayrılmak zorunda olması gibi, yapmamız gereken önemli bir ayrım. Bizler biçimsel tasarım öğrendik ve tasarım dergilerimiz de kusursuz üretim imajlarıyla dolup taşıyor: ideal piyasa ve ideal kullanıcılar için ideal senaryolar ya da ideal marjinalleştirilmiş toplum için ideal “iyi tasarım” projeleri. Ancak profesyoneller olarak acilen tasarımdaki gerçek gücü takip etmeli ve onu yapıbozumuna uğratmalıyız. Daha önce bunu “Realdesign” (Gerçektasarım) olarak adlandırmıştım, “Realpolitik” kavramına paralel olarak.

“Gerçektasarım” konusunda kabul etmeliyiz ki tasarım soyut idealler çerçevesinde gerçekleştirilmiyor. Ancak bu soyut kavramlar güç etrafında bükülüyor, nedenler ve rasyonellik perdesi ardında kontrol ve zorlamaya boyun eğiyor. Tüm kavramlar, duyularımızı şekillendirmek için idealleştirilmiş yansıtmalar. Güç uygulanmaktadır; zor ve gerçektir. Gerçeklik, uzlaşmanın ve barışın demokratik ideallerinden oldukça uzak, bizi yıkacak ve birbirimize karşı kışkırtacak güce sahiptir.

Tasarım öğreticisinin “Yapılması gereken için gerçekten yapılanı ihmal eden kişi kendini yok etmenin yolunu öğrenir.” diyen Machiavelli gibi davranması önemli. “Gerçektasarım” tasarım koşullarını olması gerektiği gibi değil olduğu gibi görür. Tasarımcılar üretimlerini olması gereken doğrultusunda değil, mükemmellikten uzak dünya gerçeklikleri doğrultusunda şekillendirmeliler. İdealler, katılımcılık, ortaklaşa-tasarım yeterli değil. Tasarımın gündelik hayatı nasıl yönettiğini radikal bir şekilde değiştirmeliyiz. Niyetlere ya da uzak yapılara değil gerçek davranışlara etki etmeliyiz. Hedefimiz yeni teşvik edicilere ikna olmak ya da insanların durumu fark etmelerini sağlamak yerine ortamdaki gerçek davranışları ve koşulları kökten değiştirmek olmalı.

Bu söylenenler bu alanda çalışanlar, bürokrasinin yozlaşmış tarafıyla yüz yüze gelip hayal kırıklığına uğramış olanlar için yeni şeyler olmayabilir. Ancak tasarımın demokratikleşmesinden bahsederken yönetimin antidemokratik tutumunu aklımızda bulundurmalıyız. Demokrasi arada sırada oy kullanmaktan ibaret değil. Mesele, adanmışlık ve dayanıklılık meselesi. Bu, tasarımda, hiçbir devlette ya da demokraside öylesine elde ettiğimiz bir şey değil; uğruna mücadele ettiğimiz ve her gün yeniden kazandığımız bir şey. Herkes elini taşın altına koymalı. İktidarın yozlaşmış doğasıyla ve eleştirel sinizmin uysallığıyla mücadele devam etmeli. Çünkü mücadeleyi sürdürmediğimiz sürece demokrasiye sahip olamayız.

Tasarım esasen ideale doğru yönelen bir jest olabilir. Ticaretin naif doğası da olabilir. Fakat tasarımda çürümüş bir şeyler var; hile ve yolsuzluğun kötü kokusu üzerine sinmiş. Eğer değişim istiyorsak tasarım, gerçeği yeniden kazanmalı. Ve tıpkı demokrasi gibi, her yeni gün yeniden elde edilmeli.

Etiketler:

İlgili İçerikler: