Toplu Konutun Kent Formuna Etkisi

TOLGA ÜNLÜ

Son dönemde Toplu Konut İdaresi (TOKİ) tarafından gerçekleştirilen birçok uygulamanın yanı sıra, piyasa mekanizması ile üretilen örnekler bir konut tipi olarak “toplu konut”u ön plana çıkardı. Güncel örnekler üzerinden tartışmalar yürütülüyorsa da toplu konutun Türkiye kentlerinde var olması ondokuzuncu yüzyıla dek uzanmaktadır. Bu aşamada kuşkusuz toplu konut kavramının karşılığını ortaya koymakta yarar var. Günümüzde yürürlükte olan ve ülkedeki toplu konut alanlarının üretilmesini yönlendirmede yol gösterici bir nitelik kazanması beklenen, 17 Mart 1984 tarihinde yürürlüğe giren 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu’nda toplu konuta yönelik bir tanımlama bulunmaması ilgi çekicidir. Kanunda “iskan sahalarının tespiti”ne ya da “Toplu Konut Fonu”nun kullanımına yönelik ilkeler ve süreçler belirlenmiş olmasına rağmen, söz konusu fonu ne için kullanacağımıza veya ne için iskan sahası seçeceğimize yönelik bir değerlendirme bulunmamakta.

Bu durumda birkaç soru karşımıza çıkıyor: Toplu Konut Kanunu ne için üretilmiştir? Bu sorunun yanıtı ilk maddede bulunabilir: “Konut ihtiyacının karşılanması konut inşaatını yapanların tabi olacağı usul ve esasların düzenlenmesi, memleket şart ve malzemelerine uygun endüstriyel inşaat teknikleri ile araç ve gereçlerin geliştirilmesi ve devletin yapacağı desteklemeler bu kanun hükümlerine tabidir.” Kanunun amacı ve kapsamı olarak belirtilen bu paragraf, kapsam açısından doğrudan toplu konuta yönelik görülmüyor, tek parselde inşa edilecek bir yapının da bu kapsamda değerlendirilmesi olanaklıdır. Öyleyse, ikinci bir soru karşımıza çıkıyor: Toplu konutu konuttan ayıran özellikler nelerdir? Bu ayrımı yapabilmek için niceliksel bir yaklaşıma mı gereksinim duymalıyız, yoksa niteliksel bir tanımlama geliştirmek olanaklı mıdır?

TDK Güncel Türkçe Sözlük’e göre ise toplu konut: Önceden planlanmış belli bir yerleşim bölgesinde, vatandaşa devletin açtığı kredi yardımları ve katkılarıyla oluşturulan yapılar bütünü. Sözlükteki tanım, öncelikle planlanmış bir bölgeye, daha sonrasında ise bir yapılar bütününe işaret etmekte. Bu tanıma göre tekil bir konuttan çoğul bir duruma geçiş söz konusudur. Bu anlamda, bir konut tipinin toplu konut olarak nitelendirilmesi için “birden çok” üretilmesi gerekir. Bu durumda “En az kaç konutun bir araya gelmesi toplu konutu oluşturur ve bu konutlar ne kadar büyüklükte bir alanda üretilmelidir?” sorusu belirir. Bu soruya yanıt, 10 Temmuz 1981 tarihinde yürürülüğe girmiş olan Toplu Konut Kanunu’nda bulunabilir. Kanunda toplu konut şöyle tanımlanıyor: Bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce imar planı tasdik edilmiş ve inşaata hazırlıklı hale getirilmiş yerlerde en az ikiyüz (200), yeni açılacak ve yüz ölçümü en az onbeş (15) hektar olan yerleşme alanlarında inşa edilecek 750 ile 1000 konutun ve bunların ortak kullanma tesis ve alanları ile iş yerlerinin bütünü. Diğer yandan, aynı kanunda sosyal konuta yönelik de bir tanım geliştirilmiş: Toplumun yaşama şartlarına, sosyal yapısına, örf ve adetlerine uygun, düşük maliyetli ve brüt alanı yüz metrekareyi aşmayan konuttur.

Yukarıdaki tanım, toplu konuta yönelik, alan büyüklüğüne ve birim sayısına bağlı olarak niceliksel bir tanım sunar. Mevcut durumda planlanmış alan ile yeni planlanacak alan arasında bir ayrım getirilmekte, planlanmış alanlarda oldukça geniş bir alana yayılan konut grubundan söz edilmekte. Günümüzde yürürlükte olan Toplu Konut Kanunu’na göre oldukça ayrıntılı ölçütler sunan bu kanun, sosyal konut olarak tanımladığı konut tipine aynı özenle yaklaşmıyor. Toplu konuta yönelik getirilen niceliksel sınırlamalar, yine bir dizi soruyu beraberinde getiriyor: Söz konusu sayısal belirlemelerden düşük sayıda konutu barındıran toplu konut örneklerinin üretilmesi olanaklı değil midir? Bu yazı kapsamında ele alınan toplu konut, kavramsal olarak terimin kendisinden yola çıkarak toplu olarak üretilen konut alanları olarak ele alınacak. Söz konusu olan “toplu olarak üretim”in, kuşkusuz sayı ve alan olarak bir niceliksel karşılığı bulunur. Ancak, bu değerler hakkında kesin bir sonuca ulaşmak da olanaklı görülmüyor. Örneğin, yukarıda belirtildiği gibi, 15 hektar büyüklüğünde bir alanda inşa edilecek 750 konutun tek blokta olması durumu bir toplu konuta karşılık gelecek midir? Bu çerçevede, Le Corbusier tarafından üretilmiş olan Marsilya Bloğu’nu nasıl değerlendirebiliriz? Sonuçta, Marsilya Bloğu, 337 konut biriminden oluşmaktadır. Benzer bir projeyi, modernist tasarım ilkeleri ile 750 konuta uyarlamak da olanaklı olabilir.

Toplu olarak üretilen konut alanlarına ilişkin örnekler 19. yüzyılda belirginleşmeye başladı. İngiltere’de, Londra Bedford Park örneği, sermaye birikimi sağlayan bir grubun kendisini kentteki diğerlerinden ayırma amacı ile üretilmişken Birmingham yakınlarında üretilen Bourneville yerleşimi, Cadbury fabrikasının kent içinden dışına taşınması sonucunda fabrika çevresinde çalışanlara yönelik bir yerleşim alanı üretilmesi amacı ile üretilmiş. Her iki tip toplu üretimde, yeni üretilen konut alanları kentin yerleşik alanı dışında, ancak ulaşım olanaklarının güçlü olduğu bölgelerde yer seçmiş. Diğer bir anlatımla, kentte alt, orta ve üst ölçekte üretilmiş ve ölçekler-arası geçişler ile güçlendirilmiş olan kentsel örüntünün dışında yeni bir yerleşim alanı oluştu. Benzer örnekler, giderek yaygınlaştı ve kent formu içinde yer seçmeye başladı. İstanbul Akaretler Sıraevleri örneğinde de kent formuna yine dışarıdan bir eklenme söz konusudur ve yapılar, belirli bir grup için inşa edildi. Her ne kadar kente dışarıdan eklenme olmasa da Cibali-Fatih yangınında evlerini kaybedenler için üretilen Harikzadegan konutlarında da hedeflenen homojen bir grup söz konusu.

Dolayısıyla toplu konut üretiminde, çoğunlukla tek konut bloğundan fazla konut bloğunun, yine çoğunlukla tek tip projeye veya söz konusu projenin çeşitlenmelerine dayalı konutların üretildiği, benzer özelliklere sahip sosyal grupların hedef olarak seçildiği söylenebilir. Ölçek olarak geniş bir alana yayıldığından aynı ya da benzer konut birimlerinin bir araya gelmesi kent içinde homojenleştirilmiş bir konut alanına işaret etmekte.

Tarihsel olarak ele alındığında, Türkiye kentlerinde çeşitli dönemlerde farklı toplu konut örnekleri uygulandı. Erken Cumhuriyet döneminde söz konusu üretimde devlet memurlarına yönelik uygulamalar ile fabrika alanlarında üretilen işçi konutları ön plandayken 1960 ve 1970’li yıllarla birlikte kooperatif örgütlenmeleriyle birlikte orta sınıflar da kendi konut alanlarını toplu konut üreterek oluşturmaya başladı. Kuşkusuz, toplu konut üretimi için günümüzde yürürlükte olan Toplu Konut Kanunu’nun yürürlüğe girmesi 1980’li yılların ikinci yarısında bir patlama yaptı. Bu süreçte de sosyal politikaların ön planda olduğu dikkat çekiyor. Ancak günümüzde, neo-liberal politikaların hakim olduğu yönetim anlayışı ile birlikte toplu konut uygulamalarında önemli farklılıklar oluşmaya başladı. Bu durumda, bu yazıda bir değerlendirmeye yöneltecek soru karşımıza çıkıyor: Toplu konut alanlarının yaygınlaşması kent formuna nasıl bir etki yapmaktadır?

Kent, tarihsel bir süreçte oluşum, değişim ve dönüşüm süreçlerinden geçer. Bu süreçlerde, kentin formu en üst ölçekten en alt ölçeğe dek bir ilişkiler bütünü içinde biçimlenir. Sonuç olarak, kent derişik bir kent haline gelebilmekte ya da çevresindeki alanları içine alarak hızlı bir şekilde yayılabilmekte. Batı dünyasındaki toplu, diğer bir anlatımla büyük ölçekli olarak üretilen konut alanlarının ilk örneklerinde, burjuvazinin kendini kentten ayırmaya ve soyutlamaya çalıştığı görülür. Bu örneklerde kentin dışında, kentin yapılı alanı ile ilişkili olmayan bir şekilde konut alanları üretildi. Benzer yaklaşım, Türkiye’de devlet destekli olarak üretilen konut projelerinde devlet çalışanlarına yönelik görülmekte. Bu yaklaşım temel olarak korunuyor. Ancak günümüzde batı örneklerinde, çoğunlukla kentin kurgusu ve ölçekler-arası ilişkileri göz önüne alınarak üretilen söz konusu projeler, Türkiye’de hala kentin dışında gerçekleştiriliyor. Söz konusu süreçte devlet ve piyasa mekanizması birlikte uyum içinde davranırken kentin kurgusu ve örüntüsü parçalanıyor. Özellikle İstanbul’da yoğunlaşan örnekler, Fikirtepe ve Halkalı bölgelerinde ve daha birçok bölgede piyasa mekanizması ile üretilen konut alanları -her ne kadar konut sitesi olarak adlandırılsa da temel olarak toplu konut olarak değerlendirilebilir- kentin üst formundaki tutarlı bütünlüğü zedelediğini ve büyük ölçekli parçalar halinde yeni konut alanlarının kente eklendiğini gösteriyor. Eklenen her konut parçasıysa sosyal ve fiziksel olarak homojenleştirilmiş bir bölgeyi üretmekte. Diğer yandan, TOKİ tarafından üretilen ve sosyal konut olarak nitelendirilebilecek toplu konut uygulamaları da çoğunlukla kentin dışında uygun, yani hazine mülkiyetinde, olan arazilerde gerçekleştirilen örnekler. Bu örnekler de kentin formu içinde bütünlüğün kaybedilmesine neden olan örneklerdir.

Toplu konutun, kent formu içinde daha görünür olmasının morfolojik nedenleri var kuşkusuz. Bu nedenler, üretilen konutun, mekanda kapladığı alan, üçüncü boyutta yükselişi ve her ikisi bir araya geldiğinde hacmi temelinde bir ölçeğe karşılık gelir. Bundan dolayı gerek piyasa mekanizmasıyla gerekse TOKİ tarafından gerçekleştirilen toplu konut örnekleri, kent formu içinde görünebilir bir hale gelmekte. Bunun en iyi örneklerinden biri Bursa Doğanbey toplu konut alanıdır. Doğanbey örneği, kentin çeperinde değil merkezinde gerçekleştirilmiş bir örnek ve bu anlamda gündelik hayatta daha çok dikkat çekiyor. Toplu olarak üretilmiş olması nedeniyle, işlevsel, fiziksel ve mimari çeşitliliğin ve kent formu içinde geçirgenliğin en üst düzeyde olması gereken kent merkezinde her iki niteliğin de sağlanamamasına neden oluyor. Çünkü, toplu olarak benzer sosyal gruplar için ve aynı işlevleri barındırması amacıyla üretildi. Kente bir bütün olarak eklenen bu tip büyük ölçekli projeler, sonucunda kendi içine kapanmış ve homojenleştirilmiş bir kentsel çevreyi beraberinde getirmekte.

Erken Cumhuriyet döneminde tek-aile evi, 1950’lerden sonra apartman ve gecekondu, konut tipi olarak alt ölçekten üst ölçeğe dek kent formunu dönüştürücü etkide bulunmuşlardır. 1970 ve 1980’li yıllardan itibaren kent formunda bir konut tipi olarak yer belirginleşmeye başlayan toplu konut ise özellikle son dönemde kent formu içinde denetimsiz bir şekilde yer seçmeye başlamasıyla üst ölçekte yeni bir kent formuna doğru gitmekte olduğumuz gösteriyor. Temelde yaşam alanları olarak tasarlanmış ve çoğunlukla kentin çeperinde yer seçmiş bu alanlarda yaşayanların kent ile kuracakları ilişki yaşam ve çalışma alanları arasında yapacakları yolculuğa indirgenmiş durumda. Dolayısıyla giderek sokak ve diğer kamusal mekanlar, toplumsal yaşamdan dışlanmakta, yerini yol üstündeki alışveriş merkezlerine bırakıyor.

Bugüne dek tek parsel ölçeğinde üretilen apartman tipi birçok eleştirinin odağında oldu. Ancak bugün geldiğimiz aşamada, parsel ölçeğinde gerçekleştirilecek konut üretiminin toplu konut üretiminden daha çok çeşitlilik barındıracağı görülüyor. Günümüzde iktisat politikalarının da etkisiyle kent mekanı pazarlanabilir bir ürün olarak görüldüğü sürece, toplu olarak üretilen konut alanları, piyasa mekanizması içinde kent formuna eklenmeye devam edecek. Sonucu ise kent formunun giderek daha fazla dağınıklaşması, parçalanması ve tutarlı bir kurgu oluşturamaması olacaktır. Kuşkusuz bu süreçte kentin bir bütün olarak algılanabilirliği ve tanımlanabilirliği de tartışmalı hale gelecektir.

Etiketler: