Yaşayan Organizmalar: Eğitim Yapıları

ULAŞ KELLE ŞAFAK DELİCE

Geçtiğimiz yüzyılda dünyayı hızla gelişime götüren “sanayi toplumlarının” artık birer “bilgi toplumu” haline geldiği günümüzde, eğitim sistemleri için de doğru olan bu gelişmeye paralel, insan odaklı yaklaşımları benimsemek olabilir. Sadece eğitim verilen fiziksel mekanlar olmaktan çıkan kurumların, öğrencileri hayata hazırlayan, çeşitli sosyal konuları deneyimleme imkanı veren alanlar olabilmesi de sorgulanan konular arasında. Okul saatleri dışında da vakit geçirilebilen ve sosyal donatı eklemlenmelerinin doğru yapıldığı çözümler bu noktada eğitim dünyasının evrensel değerleriyle örtüşüyor. Türkiye için ele alındığında plansız ve sayı odaklı eğitim sistemimiz devam ettikçe bu konuda başarılı modeller oluşturmak da güçleşiyor. Kentleşme problemini konut yaparak aşmaya çalışan bir toplumun eğitim sistemini de daha fazla okul inşa ederek geliştirmeye çalışması ilk bakışta yadırganmayabilir. Oysa insan odaklı yaklaşımın sonucu olarak elde edilecek niteliksel gelişim, daha uzun ve planlı bir süreç gerektirdiği gibi aynı zamanda uzun vadeli sonuçlar doğuruyor.

Nüfusun hızlı artışı ve teknolojinin gelişmesiyle beraber hızla değişen günümüz toplumlarında eğitim kurumları kendi içlerinde büyüme ve gelişme ihtiyacı duyuyorlar. Tüm seviyelerdeki okullar gibi üniversitelerin de hem sayılarının hem de bölüm kontenjanlarının hızlı artışı bu değişime paralel olarak devam ediyor. “Uzmanlaşma” kavramına bağlı olarak yeni ön lisans ve lisans bölümleri, yeni yüksek lisans ve doktora programları açılarak modern çağa ayak uydurulmaya çalışılıyor.

Türkiye özelinde, üniversitelerin zamana yayılan uzun vadeli gelişim planlarının olmayışı, beklentilerin ve hedeflerin ortaya net konulmaması gibi faktörlerin sonucu olarak da sadece niceliksel gelişimin öne çıkması kaçınılmaz hale geliyor. Kalitenin artması için sayıdan bağımsız bir şekilde, ihtiyaca ve gereksinime dönük adımların atılması ve uzun vadeli planlar için konulan kurallardan taviz verilmemesi önemli. Bina ölçeğinde yapılacak doğru analizler ve tanımlamalar kadar kentsel bağlamda da ihtiyaçlar iyi sorgulanmalı. Örneğin yeni açılan bir vakıf üniversitesi ilk yıllarında sağlık alanında ilerleme hedefindeyken kısa bir süre sonra aniden ortaya çıkan mühendislik fakültesi gereksinimi, kolay kolay çözümlenecek bir durum olmuyor. Çünkü bunun için gerekli yerleşke planlaması ve donatı ihtiyaçları birbirinden tamamen farklı oluyor.

Yerleşke ölçekli yaklaşımda üniversitelerin, kentin bu işlev için ayrılmış bir parçası olarak değil, tam da kentin yaşamına katılan, hayatın içine giren bir alan olarak ön planda tutulması gerekiyor. Üniversitenin, bulunduğu kentin sosyal, ticari ve kültürel hayatına dokunabilmesi önemli. Şehirden oldukça uzak ve çevresinden yalıtılmış alanlar şeklinde planlanan üniversitelerin bu durumu, başlı başına bir tartışma konusu ortaya çıkarıyor. Çünkü eğitimle sosyal yaşantının birleşmesi ve gerekli donatı alanlarının sisteme katılması, öğretilen bilim dallarının performansına da katkı sağlar.

Bina ölçeğinde ise ilgili birimin ihtiyacına uygun ve özgün fiziksel mekanlar oluşması gerekirken üretim kolaylığı ve güvenlik gibi bazı ortak kaygılar nedeniyle ihtiyaca paralel olmayan, birbirine benzer ve kullanışsız yapılar ortaya çıkıyor. Üniversitelerdeki hızlı niceliksel gelişim, en başta fiziksel mekan yetersizlikleri ve bununla ilişkili olarak teknolojik donatı eksiklikleri gibi sorunlar doğuruyor. Üniversitelerin sayısının hızla artması ve apartmandan bozma üniversite binalarının / kampüslerinin çoğalması, hem sosyal alanların hem de derslik, laboratuvar, kütüphane, yemekhane gibi fiziksel mekanların sayı ve kapasite olarak yetersiz kalmasını beraberinde getiriyor. Bu durum da eğitim kalitesini doğrudan etkileyen bir unsur olarak karşımıza çıkıyor. Örneğin bir amfinin ses yalıtımı ve hacim akustiği iyi olmalıdır. Her öğrenci anlatılanları net şekilde duymalı ve görmelidir. Laboratuvarlar özel fiziksel mekanlardır ve bir kimya ile fizik laboratuvarının ihtiyaçları tamamen farklılaşabilir. Bu nedenle bu tip mekanları oluştururken kullanıcı gereksinimlerini iyi analiz etmek gerekiyor. Analiz sonucu elde edilen verilerin hem mimari hem de teknolojik olarak sentezlenmesi, yapılan çalışmaların doğru sonuca ulaşmasına katkı sağlıyor.

Ayrıca bilimsel gelişmelere bağlı olarak hem yerleşke ölçeğinde hem de yapı ölçeğinde fiziksel mekanların da gelişeceği veya değişeceği düşüncesini her zaman gündemde tutmakta fayda var. Ek ihtiyaçlara kolaylıkla yanıt verebilecek esnek mekan tasarımları bu anlamda ön plana çıkıyor. Sadece bilimsel gelişmeler değil, yönetimsel gelişmeler de mekanın esnek olma ihtiyacını beraberinde getiriyor. Bir başka ifadeyle, üniversitelerdeki fiziksel mekanlar birer “yaşayan organizma” olarak ele alınmalı. Mekansal ve donatısal gelişmeler, eğitim faaliyetleri devam ederken birbirine entegre olmalı. Birimlerin kurumsal hafızaları, proje ve şantiye süreçlerine heba edilmemeli ve uğraş, eğitim gören bireyin ve yapılan bilimsel araştırmanın nasıl daha iyi koşullara gelebileceği üzerine olmalı. Sonuca hizmet etmeyen ve bir inşaat faaliyetinden öteye geçemeyecek yatırımlar, zaten kısıtlı olan kaynakların doğru kanallara harcanmasının önüne geçmemeli.

Kullanıcı, aslında ihtiyaçları ve yapıdaki yaşam döngüsünde tüm verileri tasarımcıya sağlayabilecek bir kaynak. Sağlıklı analiz yöntemleri doğruyu bulmak adına tek olmasa da önemli bir unsur. Diğer katmanların da birleşimi ve ihtiyaçlar bütünü, yapının doğruya en yakın şekilde ortaya çıkmasına katkı sağlıyor. Yerleşke ölçeğindeki planlamalar, yönetimsel ve kısa dönemlik faydalardan bağımsız ve doğru yapılabilmeyi sürdürdüğü ölçüde başarılı çözüme ulaşan birer “yaşayan organizma” haline gelir.

Etiketler:

İlgili İçerikler: