Yeni Trend: Katılımcı Tasarım

DİANA CANTA

Tepeden inme yaklaşımdan tabandan tavana planlamaya evrim, yaşanılabilir kentler üretmekte nasıl aracı olabilir? Diana Canta, insanları salt sürece dahil etmenin ötesinde tasarım yoluyla kendilerini de dönüştürme imkanı veren katılımcı tasarımı gerçek kılmanın yolları üzerine yazdı.

Şehirler, kendilerini inanılmaz bir hızla ve farklı koşullar altında geliştirebilen karmaşık organizmalardır. Yeniden şekillendirilir, yerle bir edilir, sıfırdan inşa edilir, sonra yeniden şekillendirilir, bugüne uyarlanır ya da geleceğe hazırlanırlar. Geçmişin acılarına tanıklık etmiş ve artan nüfus, göç, çatışma, tezatlıklar gibi sorunlarla tehdit edilerek belirsiz bir geleceğe doğru uzayan şehir, kutsallığından arındırılır; sadece birkaç kişinin ayakta kalabildiği finansal spekülasyonların, bir iktidar savaşının içinde kent, onu asıl hak eden insanlarının elinden alınır. Oysa bunu tersine çevirmeli ve kenti halkına geri vermeliyiz; zira mimarlar olarak bunu yapacak gücümüz var ancak bilgiye ihtiyacımız var. Nitelikli yaşam koşulları yaratmalı, “genius loci”yi (Schultz, 1979), yerin ruhunu ortaya çıkarmalı ve yarının uyumlu çevrelerini üretmek için gerekli dengeyi yeniden kurmalıyız. Peki, bunu nasıl başarabiliriz?

Alejandro Aravena’nın (2011) dediği gibi “Yanlış soruyu doğru yanıtlamaktan beteri yoktur.” Dolayısıyla yanıt üretmek için yapmamız gereken ilk şeyin soruyu tanımlamak olduğuna inanıyorum. Mesele yaşanabilir, nitelikli kentler yaratmaksa sorumuz şu olmalı: Bir kenti nasıl yapabiliriz? Ve dahası bir kenti kim yapar? Bu soru, pek çok uzmanın, toplum bilimcinin, analistin, politikacının, kentin gündelik aktörlerinin esas tartışma konularından biri olageldi. Bu aşamada, mimarlık algısının insanlar, titreşimler, hırslar, ihtiyaçlar tarafından tanımlanan tekil varlık ölçeğini aştığına inanıyorum. Bu, geçişin, zamanın, deneyim ve durumların, kentselliğin mimarlığı. Ama tüm bunlardan daha çok kendi özünün, yaratının içine hisleri doğru şekilde aktarmanın doğru yolunun arayışında bir mimarlık. Senin benim mimarlığımız ya da bence diğer bir deyişle “nabız mimarlığı”. Bu yazının amacı, nabız mimarlığının, insanların tasarım sürecine dahil oldukları katılımcı tasarım olarak nasıl biçimlenebileceğini anlamak ve yaşanılabilir nitelikte bir şehri üretebilecek nitelikli mimarlığa karşılık gelip gelmediğini araştırmak. Öncelikle mimarlık pratiğinin tepeden inme yaklaşımından tabandan tavana planlamaya evrimini, tasarlamanın bu iki farklı yolu arasındaki gerilim ve denge durumunu tartışarak başlayacağım. Ardından, mimarlıkta etik ve estetik tartışmalarıyla devam edecek ve toplulukların tasarım sürecine yüzeysel bir şekilde katılımının sağlanmasından gerçek bir ekip çalışmasına doğru kaymanın nasıl gerçekleştirilebileceğini araştıracağım. Sonrasında ise katılımcı tasarım sürecini, ilk buluşmadan sonuç ürününe farklı tekniklerle birlikte adım adım analiz edeceğim. Küçük detayların nasıl fark yaratabileceğine ve bu yolla, mimarlar ve plancıların yardımıyla, insanların kentlerini nasıl geri alabileceğine odaklanacağım.

MİMARLIK PRATİĞİNDE “KAYMA”
Saskia Sassen (2013), şehirlerin “karmaşık ancak tamamlanmamış sistemler” olduğunu söyler. Yapma ve yaratma olasılığı da işte tam da bu tamamlanmamışlıkta yatar. Ve mimarlık, bireysel olandan katsayılar mimarlığına doğru evrilir; farklılaştırma, değiştirme, ayrışma yaratma, parçalara bölme, dengesizleştirmenin yanı sıra içerme, dinamikler, etkileşim, kimlik ve denge yaratma kapasitelerine de sahiptir. Katsayılar, her yerin kendine has toplumsal-kültürel-ekonomik-politik çevresel niteliklerine göre değişse de son onyıllarda karmaşık ve yoğun bir fenomenle karşı karşıyayız. Nüfus artışı, kürselleşme, niteliğe değil niceliğe tapınma kültü, iktidarın kötüye kullanılması, finansal spekülasyonlar, soylulaştırma, kentsel alanın özelleştirilerek vatandaşlar arasındaki eşitliğin destabilize edilmesi, sabit olandansa geçici olanın teşvik edilmesi gibi küresel ölçekte yeni katsayılar her yer için geçerli hale geldi. Bu iki ölçek arasındaysa bizler varız, plancılar ve mimarlar. Kentsel dokunun dengesini bozan, aidiyet hissinde kriz yaratan etkenlerle demokrasi hakkına sahip olma, birbiriyle tezat ama aynı zamanda birbirini tamamlayan toplumsal gereksinimler arasındaki amansız döngüde kısılıp kaldık.

Brüksel’in 1837 planı, Senne Nehri’nin üstü örtülmemişken; Society for the Diffusion of Useful Knowledge, www.davidrumsey.com
El Yapımı Okul adıyla bilinen Bangladeş’teki Anna Heringer ve Eike Roswag tasarımı METI School; fotoğraflar: B. K. S. Inan-Aga Khan Award for Architecture, Studio Anne Heringer’in izniyle
El Yapımı Okul adıyla bilinen Bangladeş’teki Anna Heringer ve Eike Roswag tasarımı METI School; fotoğraflar: B. K. S. Inan-Aga Khan Award for Architecture, Studio Anne Heringer’in izniyle
Canta’nın katılımcı tasarımda adımlara verdiği isimle Döngü şeması

Net bir örnek verecek olursak, Brüksel’de farklı etkenlerle her türden eylem denenip kentin şimdilerde yeniden iyileştirmeye çalıştığı derin yaralar bıraktı. Bütün bir mahalleyi ve tarihi binaları yıkmaktan Senne Nehri’nin yeni altyapıların, insan ölçeğini aşan yeni simgelerin ve yaşam maliyeti daha fazla olan yeni binaların inşa edilmesi için üzerinin kapanmasına, yerin ruhunu yok eden, insanları evlerini ve yaşamlarını değiştirmeye zorlayan yenileme projelerine dek her şey var. Isabelle Doucet’in (2015) “Nüfusu mimarlar ve kentsel plancılar tarafından travmaya maruz bırakılmış bir kent” olarak tanımladığı Brüksel sakinleri, bazılarına göre gururun anıtı bazılarına göre ise “şöhretliden ziyade kötü şöhretli” olan Adalet Sarayı yapısının mimarı Poelaert’ta gördükleri gibi, mimarların gerçekdışı büyüklük hezeyanları karşısında “ARCHITEK” hakaretini üretmiş bir topluluk. Burada şu soru beliriyor: Kenti kent yapan nedir? Bu karmaşık “organizma” sadece simge yapılarınca, tuğladan, betondan, asfalttan mı inşa edilir yoksa sakinleri, kullanıcılarınca, her tür alelade uygulama ve zihniyetle eşitlikçi bir yolla üretilebilir mi? Böylece, “Kenti ne kent yapar?” sorusu “Kenti kim yapar?”a evrilir ve mimarlık yeni bir çağa geçer (Doucet, 2015).

BÜYÜK HARFLE “MİMARLIK”TAN KÜÇÜK HARFLE “MİMARLIK”A
1970’lerin ortasında kentlilerin katılımı, “demokratik kent yapma eyleminin yapıtaşlarından biri” (Doucet, 2015) haline geldiğinde Brüksel’deki mimarlık pratiğindeki değişim de daha fazla hissedilmeye başlandı. İçerme, katılım, yaratıcılık ve bireysel özgürlük gibi değerleri kendine mal etmeye başlayan neoliberal politikaların ışığında gerçekleşti bu değişim. Yine de mimarlar ile kullanıcılar, tavan plancıları ile taban geliştiricileri, yüksek ile düşük kültür arasındaki gerilim arttı (Doucet, 2015). Bu ikilikleri ayıran bir boşluk yaratıldı. Ve bu boşluk daha iyi bir yarına ihtiyacı olan, farklı arzulara sahip kiracılar ile kendi mesleki alanlarında tanınmayı ve imza binalar yapmayı amaçlayan mimarlar arasında oluştu. Bu durum, gerçek bir katılımın gerçekleştiği, özgün bir mimari konsept geliştirmekten daha cazip göründü mimarlara. İnsanlar olarak yargılamaya, toplumsal, kültürel ya da politik bilgimizin düzeyince koşulları, insanları, düşünceleri yaftalamaya meyilliyiz. Ve mimarlar olarak da bu habis fenomenin dışında değiliz; bazen kendi filtrelerimizle bu yaftaları derinleştiriyoruz da. Filtremiz de çoklukla mimarlık okullarında hatta pratiğinde öğrenilmiş birtakım değerlerle inşa ediliyor. Bunlar da bizi bir soruna belirli bir yanıt üretmek için kavramsal ve estetik bir uğraşa yönlendiriyor. Bu çoğunlukla, bizden başka sürücünün olmadığı, tek yönlü bir yol; zira bizim bunu yapmak için “ehliyet”imiz (imza yetkimiz ya da bilgimiz) var.

Çoğu mimar için iyi estetik iyi etik demektir ancak Jeremy Till’in Imperfect Ethics’te belirttiği gibi buna karşıt olarak “kötü estetik=kötü etik” denklemi de geliştirilebilir kolaylıkla (Coleman in Till, 2009). Katılımcı tasarıma doğru kayma şekillenmeye başladığında, yaratıcılığının bu yeni ve güç dengesini bozan fenomen (deneyimli plancı-“deneyimsiz” kullanıcı) tarafından sınırlandırılacağından korkan mimarın estetik uğraşı popüler eğilimler, gündelik olan ya da kitsch (Doucet, 2015) ile çekişmeye başladı. Katılımcılığı gündemlerine alırken inançlarını koruma yolunda bazıları, şeylerin doğasını olduğu gibi kabul etmek, gerçek bir bağ kurma ve içerme üretme yerine yaratım sürecini kamufle etmeyi ve tam denetim iktidarlarını korumak için bir sözde-katılımcılık, yüzeysellik ve sahte bahaneleri tercih ettiler. Ancak bugün, insanlar için özgün bir mimarlığa Rudofsky’nin deyimiyle “safkan olmayan bir mimari”ye geçiş yapmanın (Doucet, 2015), onun kendisini ifade etmesine izin vermenin tam zamanı. Çünkü eğer kullanıcı katılımı teşvik edilirse demokrasi esas şeklini almaya başlar (Yamauchi, 2012). De Carlo da, mimarlığın mimarlara bırakılamayacak kadar önemli olduğuna inanmıştı (Doucet, 2015). Şimdi, her zamankinden fazla, mimarlığın inşa etmede ve kavramada farklı boyutlara ulaştığı bu zamanda, engelleri yıkmalı ve birlikte yaratmalıyız.

Katılımcılık kelimesinin etimolojik kökeni, birbirlerini anlayan parçalar anlamına geliyor. Bizim rolümüzün işte bu iletişimi yaratmak, kentin bu özünü vurgulamak; Levinas’ın “öteki için varlık”ının basit etiğini korumak (Till, 2009), başkası için sorumluluğun olduğunu var saymak ve onun için ve onunla birlikte tasarlamak olduğuna inanıyorum. Bilginin, sadece bizi pratiğin içine sokmak üzere verilmiş teknik ya da mimari bilginin değil, kullanıcının, onun ampirik, çok yönlü ve karmaşık belleğinin bilgisi gibi farklı biçimlerinin de anlaşılmasına özellikle ihtiyaç var. Bu, çocuktan yaşlıya, kadından erkeğe, sakattan seyyara kitlenin bilgisi; çünkü her birinin aitlik hissetme ve şehri kullanma hakları, şehir için ve kendi yaşamları için karar verme hakları var (Fenster, 2006). Mimarlık, sonuç ürünü değil bir süreçtir ve şehir her ne kadar binalarının çizdiği siluetle tanımlansa da gerçek, canlı bir şehrin, kullanıcıları ve onların gündelik pratiklerince yaratıldığı ve dönüştürüldüğü yer, o binaların arasında kalan hacimlerdir.

ADIM ADIM
Topluluk çok kültürlü parçalardan oluşan bir mozaik ve mimarlar olarak ellerimizdeki gücü; zihinleri, toplulukları, yaşam tarzlarını biçimlendirme ve daha iyi bir bugün aracılığıyla daha iyi bir gelecek kurma anlayışını güçlendirme olasılığımızı fark etmeliyiz. Topluluk, katılım süreci yoluyla sadece süreçte yer almaz, aynı zamanda “kendilerini, tasarım yoluyla dönüştürürler” (Yamuchi, 2012).

Kendinize şunu sorabilirsiniz: Bunu nasıl başarabiliriz? Katılımcı tasarımda uyumlu ve üretken bir etkileşim yaratmanın adımları nelerdir? Zira şimdiye dek duyduğunuz kadarıyla her şey göründüğü gibi pespembe değil. Bu, zamandan finansa, yerin tarihine, topluluk üyelerinin kültürel-toplumsal-politik inançlarına, farklı alanlardaki deneyim ve bilgiye, dile ve başka pek çok şeye kadar farklı etmenlerden etkilenen karmaşık bir süreç. Devinimi öngörülemez ve bu denklemin ilk sütunu, dahil olan parçaların tutumundan oluşur. Herkesin “en doğru” cevabı bildiği bu süreçte, farklı fikirler arasında tartışma, çekişmeler olabilir. Ancak süreç içinde mimarın tutumu çok önemlidir. Mimar bilgisiyle, detayları üretme yeterliliğine sahipken (Aravena, 2011) her daim büyük resmi görmek zorunda olan biri olarak fikirleri sıralar ve düzenler. Amacı, insanları gerçekten dahil etmek ve dinlemektir, Frank Gehry’nin söyleyebileceği gibi bir tür ebeveynlik. Kılavuzluk etmek, projenin kendilerinin olduğuna inandırmak, sorular sormak, cevapları dinlemek ve tartışmak ancak daha da önemlisi güven inşa etmektir. Böylece kendi ritminizi, şeylerin özünü, çözülmesi gereken konuları ve ortadaki sorunlara özgün çözümler üretecek gerçek uğraşı birlikte keşfedersiniz. Baştan sona var olması gereken bu tutumun dışında, sürecin sonuçlarının niteliğini artıracak birkaç adım ve teknikten de bahsetmek mümkün. Bu adımları daha iyi tanımlayabilmek için “döngü” adını verdiğim yorumlamama başvuracağım.

Birinci Adım: İlk intiba. Mimar mimari ve kentsel bağlamda arazide kendi araştırmasını yapar, mekanı nesnel bir bakış açısıyla, farklı bilgi ve öngörüyle gözler.

İkinci adım: Toplulukla ilk etkileşim. Bu, tepe plancıları ve taban geliştiricileri arasındaki bakış açısı ve amaç farklılığı nedeniyle ama belki de en çok ilk karşılaşmanın sessizliğinden en zor kısımdır. Mimarlar insanları nasıl etkileyebilir? Açıkçası bu sorunun cevabı, belki de göründüğü kadar karmaşık değildir. Mahalleye dahil olmak için ilk adım, kendinizi karşınızdakilerle aynı düzeye yerleştirmek; nasıl yaşadıklarını, alışkanlıklarını ve gündelik aktivitelerini anlamak. İlk buluşmayı yemekli, kahveli ya da -neden olmasın- müzikli düzenleyin. İnsanların utangaçlıklarını kırmak, sizin mahallenin bir parçası olduğunuzu düşünmelerini sağlayabilir. Fakat hala isteksiz olabilirler. Peki, bir yerden başlamak gerek. Burada eğlence başlıyor. Bir sonraki adım ortada olan durumları onlara sunmak, çözülmesi gereken sorunları ancak aynı zamanda, Ruben d’Hont’un yayınlanmamış bir söyleşisinde dediği gibi “çevrelerinin hissini ve niteliğini” de fark etmelerini sağlamak. Bunu yapabilmek için, yaratıcı olun ve hem statik (fiziksel bir çizim, plan, model çevresinde tartışma buluşması gibi) hem de “yürü ve sür” tekniği (Borasi, 2015) gibi hareketli olanları kullanın. Sorunları birlikte analiz etmek için arazide birlikte yürüyün; fikirlerini, gözlemlerini, toplumsal gereklilikleri toplayın ve ardından kendi ilk düşüncenizle şimdi toplumdan edindiklerinizi karşılaştırın ve tartışın. Bu hareketli tekniği kullanarak çok daha hızlı sonuç alabilir, statik tekniktekinden daha esnek ve enformel tartışmalar yapabilirsiniz zira insanlar kendilerini daha iyi ve rahat ifade edebilirler, bu da özgün bir katılıma götürür.

Üçüncü Adım: Tasarım süreci. Bu kısımda sizin rolünüz, topluluğun projeye dahil olmuş üyelerine kılavuzluk etmektir. Onlara kendi çevrelerini kontrol etme ve değiştirme, detayları biçimlendirme özgürlüğü verin (Borasi, 2015). Ancak unutmayın, büyük resmi görmek ve sürecin esas kısmında onlara kılavuzluk etmek zorundasınız. Bu aşamada, mimar aldığı girdilerle projeyi geliştirir ve ardından gelen sonucun, toplumla tartışma ve müzakerelerin farklı filtrelerinden süzülmüş olması gerekir. Şimdi en önemli sütun ise kullanılan dildir. İngilizce, Çince, Sırpçadan bahsetmiyorum. Çok kültürlülük etmeni ve bunun tasarımı nasıl etkilediği esnasında tartıştığımız gibi, uyum ve daha iyi bir tasarım yaratmak için birbirimizi anlamak zorundayız öncelikle. Ve birbirini anlamanın en iyi yolu mimarlığın dilidir: modeller (farklı detay ölçeklerinde), görselleştirmeler (renderler, önce ve sonra görselleri), işitsel-görseller (olası atmosferi gösterir filmler), malzeme örnekleri, eskizler, ilham verici bir örnek olabilecek bazı mekanlara yer görme ziyaretleri ya da uygun mekanlardan görsel örnekler, hatta planlar ya da kesitler… Yalnız şunu unutmamak gerekir ki bunlardan bazıları eğitilmemiş bir göz için anlaşılması güç olabilir. Ne yaptığınızı ve tasarım fikirlerinizi tasarımın sürecine nasıl eklediğinizi yapabileceğiniz en iyi şekilde açıklamaya çalışın ve ardından, projeyi olabileceğinin en iyisine getirebilmek için onların fikirlerini dinleyin, farklı bir etmeni de akılda tutarak: zaman.

Dördüncü Adım: Projenin inşası. Toplulukla birlikte geliştirdiğiniz projenin son haline ulaştınız, sorunların çoğu ya da hepsi çözüldü. Şimdi, muhtemelen bir mimarın hem süreci hem de topluluğu en çok idare etmek zorunda olduğu projeyi gerçekleştirme zamanı. Örneğin Bangladeş, Rudapur’da Anne Heringer ve Eike Roswag’ın El Yapımı Okul projesinde katılımcı tasarım en rafine haliyle ele alınmıştı. Toprak ve bambu gibi yerel malzemelerin kullanıldığı, sadece yerel işçilerin ve uzmanların değil öğrenciler, öğretmenlerin, uzman olmayanların, hatta yapı malzemelerinin mükemmel kıvamında payı bulunan inek ve sığırlar da sürece katılmıştı. Hepsi kırsal alanda yaşam niteliğinin eksikliği, maddi imkansızlıklar gibi bölgenin esas sorunlarına yaratıcı, özgün çözümler üretilmesine aracılık ediyor ama dahası yapılma biçimi, projeyi sadece mimarların projesi olmaktan çıkarıyor. Bu, topluluğun projesi ve onlar, kendi ihtiyaçlarına göre projeyi geliştirebilmeliler.

Beşinci Adım: Zamanla evrim. Bu adım, sonuncu adım ve en geçici ve belirsiz olanı çünkü projenin nasıl evrileceğini kestiremeyiz, tam olarak düşündüğümüz gibi de olabilir bu evrim, tamamen bambaşka bir yere de gidebilir. Bu, esas etmen zaman ile bağlantılı olan vardiyalı ya da eşzamanlı farklı etmenlerle ilintili. Belirsizliğin, kaotik evrimin, tahmin edilemezin içinde güzelliğin yattığına inanıyorum. Ve biz mimarlar olarak belirli bir şeyin ne olduğunu, ne zaman olduğunu, nerede olduğunu ve niye olduğunu, nasıl etkilediğini ve mekanı neyin yere dönüştürdüğünü gözlemlemeliyiz. Ancak katılımcı tasarımın en iyi tarafı şu: Eğer topluluk kendi projelerinin yapımına katılırsa, onu gözetir, takdir eder ve sürdürür.

SONUÇ
Kentlerin karmaşıklığını yapım teknikleri, yükseklikler, kentsel planlama açılarından değil de farklı yaş, kültür, iktidar, deneyim, bağlantılar içinde olan kullanıcılar arasındaki sosyal-kültürel ağ ve bağlantılar üzerinden analiz ettik. Yara bere içinde mimarlık pratiğinde yeni bir kayma başladı; mimar ile kullanıcı, estetik ile etik, tepeden inme ile tabandan tavana planlama, yüksek ile düşük kültür arasında başka bir denge kuran bir kayma. Yeni bir bugünü öne çıkararak kentsel doku ve kentsel hafızadaki derin yaraları yavaşça iyileştiren bu kayma, biri de katılımcı mimarlık olan farklı hareketlerin geliştirilmesini de içeriyor. Ayrıca planlamada, Rönesans’ın her kararı kendisi alan ve kimi zaman da kentle ilgili fikirlerini dayatan mimardan toplumsal rolü olan esnek mimara doğru yeni bir evrim öneriyor. Mimar hala ilgili tüm parçaları bir araya getirmek için her şeyi bilmek zorunda, ancak en büyük değişim, güncel dünya ve mücadeleler içinde, insanlar ve şehir için özgün mimarlığın ne olduğu algısında.

Katılımcı tasarım aracılığıyla, çift yönlü bir etkileşim ve anlayış olanaklı kılınır. Bu da bazen en büyük kısıtlamalardan doğan daha fazla olasılığa, yaratıcılığa yol açar. Güncel mimarların yapmaları gereken bir sıçrama daha var; içinde gözlemci oldukları kavramsal mimarlıktan, kendi saf fanuslarından çıkma sıçrayışı; kendisini gündelik hayata ekleyen, bir kaşife dönüştüren, bu hayatın en derin katmanlarını, özünü anlama imkanı veren bir sıçrama. Ancak o zaman gerçek, özgün bir mimarlık ortaya çıkar; mükemmel mimarlık, kusurludan doğar. Kentin canlılığını yansıtan nabız mimarlığı, güveni yeniden inşa edebilir ve plancının rolü algısını, “architek”ten “architect”e yeniden şekillendirebilir.

KAYNAKÇA

  • Aravena A. (2011) The Forces in Architecture, Tokyo: TOTO
  • Aravena A. (2014) “Benim mimari felsefem? Toplumu sürecin içine dahil edin”, TED Global 2014 Konuşmaları, https://www.ted.com/talks/alejandro_aravena_my_architectural_philosophy_bring_the_community_into_the_process?language=tr
  • Borasi G. ( 2015) The Other Architect: Another Way of Building Architecture, Montreal: Canadian Centre for Architecture, 158- 161
  • d’Hont R. (2017) Diana Canta ile Ruben d’Hont’un Belçika, Malem’de Cirkusplanet projesi üzerinden katılımcı tasarıma dair yaptıkları söyleşi, 14 Aralık 2017
  • Doucet, I. (2015) The Practice Turn in Architecture: Brussels after 1968, Farnham: Ashgate
  • Harper D. (2000- 2018) Online Etymology Dictionary, https://www.etymonline.com/word/participation
  • Fenster T. (2006) “The Right to the Gendered City: Different Formations of Belonging in Everyday life”, Journal of Gender Studies
  • Gehry F. (2017) “Frank Gehry teaches design and architecture, Lesson 9: Creating with Your Client”, Gehry’nin Masterclass çevrimiçi eğitim sitesinde verdiği dersin videosundan, https://www.masterclass.com/classes/frank- gehry- teaches- design- and- architecture/enrolled
  • El Yapımı Okul / Anna Heringer+Eike Roswag, ArchDaily, https://www.archdaily.com/51664/handmade- school- anna- heringer- eike- roswag
  • Oshima K. T. (2011) Alejandro Aravena ile söyleşi, The Forces in Architecture, 164- 193
  • Sassen S. (2013) “Does the city have Speech”, Urban Challenges, 209- 221
  • Schultz C. N. (1979) Genius Loci: Towards a Phenomenology of Architecture, New York: Rizolli
  • Till, J. (2009) “Imperfect Ethics”, Architecture Depends, Cambridge: MIT Press
  • Till J. (2010) “Foreword in Architecture”, Participation and Society, ed. Paul Jenkins ve Leslie Forsyth, New York: Abingdon
  • Yamauchi Y. (2012) “Participatory Design”, Field Informatics ed. Toru Ishida, Berlin: Springer

Etiketler:

İlgili İçerikler: