XXI’de bu ay, “Serbest Mekan” temasıyla gerçekleşen 16. Venedik Mimarlık Bienali dosyası var. Bienal temasının kendisi kadar muğlak kurmamak için gayret ettiğimiz dosyamızda Aslı Çiçek, Ezgi Tezcan, Hülya Ertaş ve Lerzan Aras’ın bienal notlarının yanı sıra Türkiye Pavyonu’ndaki ilk atölyeye katılmış öğrenciler Ali Tıknazoğlu, Joana A. Graça ve Mary Nassi’nin yazılarını okuyabilirsiniz. Ayrıca Melis Uğurlu’nun müzik aracılığıyla yaratılan özgür mekanlar üzerine yazısı da bu sayıda yer alıyor. José Adrião Arquitetos tasarımı Fonte Nova Meydanı, Kreatif Mimarlık tasarımı Koç Üniversitesi Sağlık Bilimleri Kampüsü, 1+1>2 tasarımı Cam Thanh Toplum Merkezi, ELII tasarımı 093 • Save the Children ve AREA’nın Yarınlar: Olası Gelecekler İçin Kentsel Kurgular sergisi kapsamında tasarladığı Victoria: Giriş Yolu/Çıkış Yolu projesini de Temmuz-Ağustos sayımızda bulabilirsiniz.
Eğer tasarımcılar sürdürülebilirlik etrafındaki sorunları ele alacaklarsa, hiyerarşiler füzyonu olan Varlık Zinciri’nden daha net bir şekilde kopmak zorundayız.
Mimar Dimitris Pikionis’in Atina’daki Philopappos Tepesi’ne çıkan yol için tasarladığı kaldırım döşemesine ve onun üzerine düşen ağaç gölgesine bakıyoruz.
Mimarlığının insan ile kurduğu ilişkiyi anlatması bakımından her örnek özgün ve değerli. Ancak sosyal konutun yaşamımızdaki yeri daha gündelik, akışkan ve sürekli bir gerçeklik olarak ağırlık kazanıyor.
Bugünün iletişim araçlarının anlıklığı yüzünden, bienallerin mimarlık alanındaki son trendlerin duyulduğu yer olması fikri çoktan tarih oldu.
Mesleki disiplinin alanı sanki çoğu zaman mimarları fiziksel olarak mekanlar, binalar üzerinden konuşmaya zorluyor; insanlar, kimlikler ise mesleki alanın sınırlarının dışında ve ötesinde kalıyor.
Dijital fabrikasyon üzerinden mimarlık eğitimini bir süredir eleştirmekteyiz ve bu konu hakkındaki kendi önerimizi sunma zamanı sonunda geldi.
Yeraltı müziği camiası, geçici mekan kullanımı ve ideolojileriyle New York’tan Tiflis’e kadar baskıcı güçlere karşı bir tür direniş kültürünü işaret ediyor.
Ana sergiyi tek kelimeyle özetlemek gerekseydi sanırım bu kelime “bulanıklık” olurdu. Bulanıklığın esas kaynağı ise bienalin teması.
Toplumsal eşitsizlik ve adaletsizliği derinleştirebilme riskinin sadece belirli kavramlara değil dilin kendisine içkin olduğu söylenebilir.
Son derece geniş anlamlar içerebilen açık uçlu Serbest Mekan temasının mimarlık dünyasına bir bütün olarak katkılarının ne olacağını zaman içinde göreceğiz.
16. Venedik Mimarlık Bienali, baştan sona kürate edilmiş bir etkinlik gibi değil; daha ziyade “serbest” kelimesi telaffuz edilir edilmez içerik engin, sonsuz bir yorumlama alanına yayılmış gibi görünüyor.
Bir önceki mimarlık bienali, mimarlığın toplumsal yönlerine odaklanıyordu ve hatta eylem ve etkileşim alanının sınırlarını genişletiyor, keşif yapacak ve denenecek yeni alanlar sunuyordu. Bu yılki versiyon, mimarlar olarak dünyayı daha iyi yapmada çok uğraşıp da başarısız olmuşuz, bu nedenle de bir tür umutsuzlukla yeniden disiplini kendi alanı içine kapatmalıyız hissini veriyor.
Serbest mekan kavramı ile alanları bölen, uyruk ve vatandaşlık tanımlarıyla erişimi kısıtlayan “sınır” kavramından daha güçlü çelişen bir imge yok.
Ne olduğunu uzun bir süre anlayamadım. Kelimenin kendisini bile. Andropozen? Erkek gibi poz vermek anlamına geliyor olamazdı herhalde.