'Heterotopoloji'ye Giriş: Heterotopyalar İçin Bir Nomenklatura Denemesi

LEVENT ŞENTÜRK

-Halil Dinçel için-

“Verili bir toplumda, bu farklı mekanların, bu başka yerlerin incelenmesini, analizini, betimlemesini, –günümüzde sevilen deyimle– “okunma”sını konu edinmiş olan –bilim demiyorum çünkü günümüzde fazlasıyla heder edilmiş bir kelimedir– bir tür sistematik tanımını, yaşadığımız uzamın hem mitik hem de gerçek bir tür tartışmasını düşünebiliriz; bu betimleme heterotopoloji diye adlandırılabilir.”

“... bir tür genel arşiv oluşturma fikri, bütün zamanları, bütün dönemleri, bütün biçimleri, bütün zevkleri bir yere kapama istenci, zamanın dışında yer alacak ve zamanın zarar veremeyeceği bir yer oluşturma fikri, kımıldamayacak bir yerde zamanın bir tür kalıcı ve sonsuz birikimini örgütleme projesi; tüm bunlar bizim modernliğimize aittir.”

Michel Foucault, “Başka Mekanlara Dair”, Özne ve İktidar, Çev. Işık Ergüden, Ayrıntı Yayınları, 2000, İstanbul, s. 296 ve s. 299.1

albrecht dürer,gergedan deseni
albrecht dürer’in gergedan deseni

Albrecht Dürer’in 1515 tarihini taşıyan Gergedan deseni, bugünlerde tam beş yüzüncü yaşını deviriyor. Beş asır öncesinin egzotik hayvanı, bugünün soyu tükenmiş hayvanına dönüştüğü için bir ölçüde bu olağanüstü desen, gerçeklikle fantazmanın arakesitini doldurmayı sürdürür bizim için. Ama Gergedan’ı anmamın nedeni bu değil. Gergedan, üzerinde bir “heterotopya” taşıyor: Esas boynuzunun hayli gerisinde, boynunun bitip gövdesinin başladığı tepe noktasına yakın bir yerde ikincil bir boynuz yer alır. Bu boynuz, olması gereken yerde, ilkinin yani başında, gözlerinin hemen üzerinde, esas boynuzunun gerisinde değildir; bu nedenle de “zootopik” bir anomali ya da fantazmatik bir yer değiştirmeyle, “heterotopya”dır. Dürer tekboynuz efsanesini çürütme tehlikesi yaratan ikincil boynuzun yerini biraz kaydırarak bu heterotopyayı yaratmıştır.

Foucault, heterotopyaları anlattığı metninde, ’68 Mayısı’na bir yıl kala, bugün içinde yaşadığımız internet ve hard disc çağının başlıca saplantısını farkında olmadan kusursuz biçimde betimlemiştir. Metinde Foucault ütopyaya karşı “heterotopya” kelimesini sosyal bilimlere aktarmakla ve bir anlamda bugünkü yaygın anlamını icat etmekle kalmamış, ağ toplumunu da erkenden haber vermiştir.2 Bununla beraber, heterotopya sözcüğü Foucault’nun icadı değildir: Tıbbi bir terim olarak heterotopya, bir dokunun başka bir yerde oluşması ve büyümesidir. Bir organın normal doku kütlesi yerini şaşırmıştır sadece, tıpkı Dürer’in Gergedan’ında olduğu gibi. Nedeni bilinmeyen bu anomaliler, bir patolojiye yol açmadığı gibi, bedenin işleyişini de bozmaz.3 Oysa Foucaultgil yorumda açıkça hiçbir kategoriye uymayan, gündelik hayatın askıya alındığı, istisnai yerler olan heterotopyalar, mekanların anlamını dönüştürür. Bunlar Sohn’a göre marjinal değil süreksizdir; bütün tabu kategorilerini bir arada barındırır ve toplumların ürettiği ama asla çözemediği çelişkileri ortaya serer. Heterotopyalar rahatsız edicidirler; dilin altını gizlice oyarlar ve bir yerde konumlansalar bile gerçek bir yerleri yoktur.4

Metnin güncel İngilizce çevirisini yapan Cauter ve Dehaene, "heterotopoloji" kelimesiyle Foucault’nun metinde matematiğin topoloji çalışmalarına gönderimde bulunduğu, dolayısıyla ağ toplumu kehanetini büyüttüğü inancında olsalar da,5 bu vurgunun daha ziyade, sözgelimi "arkeo-loji" kelimesinde olduğu gibi, heterotopya’ya "-loji" sonekiyle, "heterotopya bilimi" vurgusu yüklendiği açıktır. Foucault, biyopolitika ve mimarlık ilişkisi bağlamında, “İktidarın Gözü” adlı metninde, benzer bir vurguyla şöyle der:

“Büyük jeopolitik stratejilerden konut, kurumsal mimari, sınıf ya da hastane düzenlemesindeki küçük taktiklere kadar, ekonomik, siyasi tesisleri de unutmadan, uzamların tarihini de tümüyle yazmak gerekir: Bu aynı zamanda iktidarların da tarihi olacaktır.”6

Foucault, heterotopyaların sahip olduğunu düşündüğü altı temel özellik saptar. İlki, dünyada tüm kültürlerin heterotopya ürettikleri ve bunun zorunlu sonucu olarak tek ve mutlak bir heterotopyanın yeryüzünde bulunamayacağı gerçeğidir. (Bu varsayımla ortaya çıkabilecek özcü heterotopyaların adı şimdiden bellidir: Pseudotopya.) Buna göre, ya “kriz” ya da “sapma” heterotopyaları vardır. Kriz heterotopyaları ritlerle ilgilidir: Bekaretin sonu için balayına gitmek; “geçiş” yaşantısının “hiçbir yerde” gerçekleşmesinin zorunluğuna bağlanır. Sapma heterotopyaları (deviatopya’lar), norm dışını inşa eden hapishaneden başlayıp huzurevi örneğine dek, birçok kurumun kapatıcı işlevince belirlenir. “Başka Mekanlara Dair” metnini heterotopya temalı bir derleme için geniş notlar eşliğinde çeviren Cauter ve Dehaene’ye göre, Foucault metin boyunca dört kategori geliştirmiştir: Kriz, sapma, ilüzyon ve telafi [ing. compensation] heterotopyaları. Yazarlar bunun altıya yükseltilmesi gerektiğini ve son ikisinin de şenlik [ing. festivity] ve kalıcılık [ing. permanence] heterotopyaları olması gerektiğini eklerler.7

İkinci ilke, bir toplumun mevcut bir heterotopyaya tarih boyunca farklı işlevler verebildiği gerçeğidir. (Foucault, mezarlığın değişen anlamını bu aşamada örnek gösterir.) Üçüncü nitelik, bir heterotopyanın bağdaşmaz görünen birçok mekan ve mevkiyi bir yerde yan yana getirebilmesidir. (Tiyatro, sinema, bahçe ve halıyı örnek verir.) Dördüncüsü, heterotopyaların zamanın bölünmesine bağlı oldukları, yani heterokroni ilkesidir. (Biriktiren müze ve kütüphanelerin yanı sıra, zamanı ortadan kaldıran şenlik ve panayırlar buna örnektir.) Beşincisi, heterotopyaların bir açılma ve kapanma sistemine sahip oldukları gerçeğidir. Ya kışla ve hapishane gibi zorla alıkoyarlar; ya da hamam ve sauna gibi, girmek için kurallara, izinlere ve ritüellere sahiptirler. Bu kategoride, içerirken dışlayan mimari örgütlenmeleri ima eden, gepgeniş bir çerçeve daha çizer Foucault. Altıncı ve son nitelik de, heterotopyaların, tüm diğer yerler için bir işlevinin bulunuyor olmasıdır. Bunlar, geri kalan yerlerin yanılsama olduğu hissini yaratan yerlerdir: Genelevler ve “yeryüzünde cennet” intibası uyandıran kimi kolonilerdir.8

Foucault, kısa ama iyiden iyiye şematik betimlemelerle dolu metninde, mekan fikrinin evrimini bin yıllık bir süreçte hızla kat eden üç kavram önerir: Ortaçağ için “yerleştirme” [ing. localization],9 17. yüzyıl için “uzam” [ing. extention; bu ifade Kartezyen res-extensa ile bağıntılıdır] ve 20. yüzyıl için “mevki” [ing. emplacement]. Galileo’dan önceki dönem bir yerleştirilme ve belli bir konumda sabitlenme dönemidir Foucault’ya göre. Galileo ile birlikte “sonsuz ve açık mekan” olgusu ortaya çıkmış ve sabit/tanrısal yer fikrini, kozmik devinim içindeki dünya imgesi silip süpürmüştür. Bununla beraber, mekan bugün bile kutsallıktan arınmış değildir; özel ve kamusal ikiliğinde olduğu gibi, hala dokunulmaz ve kutsal uzamlar tanımlanmaya devam eder. 20. yüzyılın “mevki”leri,10 noktalar/unsurlar arasındaki yakınlık [ing. proximity] ile kurulur. Bunların araçları ise diziler, seriler ve gridlerdir [ing. series, trees, grids]. Cauter ve Dehaene, Foucault’nın “yerleştirme”, “uzam” ve “mevki” üçlüsünün “endüstri öncesi kent”, “modern metropol” ve “post-endüstriyel megalopol”e tekabül ettiği görüşündedir.

Mekanın salt bir “vakum” ya da “ideal bir boşluk” gibi tahayyül edilmekten çıktığı bir dönemde Foucault, başkalık ima eden “hetero-” önekiyle “dışarısı”nı, idealize edilen “iç” fikrini dağıtacak biçimde betimler: Bizi kendi dışımıza çeken; yaşamımızın, zamanımızın ve tarihimizin erozyona uğradığı, kemiren ve aşındıran bir “topos”tur söz konusu olan; bir “homotopya”nın özdeş, geçirimsiz, korunaklı ebediyeti değil. Bir heterotopya tanımlamaya katkıda bulunan şu özellikleri de ekler Foucault: Yerler bağlamında birbirine indirgenemezlik, üst üste konamama ve bir ilişkiler bütününün parçası olma. “İlişkiler bütünü” açısından da esenlikli bir durum söz konusu değildir: Çünkü heterotopya, bu ilişkileri erteler, etkisizleştirir ve tersine çevirir. Foucault burada, ütopyalarla heterotopyaların ortak özelliği olan “yadsıma”dan söz eder. Ancak ortaklık peşi sıra sona erer çünkü Foucault, heterotopyaları ütopyalara karşıt olarak ilan eder.

Foucault’nun ayna örneği, bir yandan hem eski bir kavram olan mimesis’i anımsatır, hem de Jean Baudrillard’ın simulakra ve simülasyon teorisinden önce, otantik/çoğaltılmış seviyesindeki birinci derece simülasyonu, ayna ve öznenin aynadaki görüntüsü ile olan uzamsal ilişkisi bağlamında, son derece canlı biçimde resmeder. Bu canlı betimlemedeki yansıma olgusu, üçüncü niteliği tanımlarken verdiği bahçe örneğine içkindir gerçekte; Osmanlı bahçeleri, “cehar bağ” planının kozmolojisiyle beraber büyük durağan su yüzeyleri, doğanın yansımalarını bahçeye katarak, bir katman daha heterotopik hale gelmekteydi, denebilir.

Bugün heterotopya kelimesi, “hetero-” önekinin çağrıştırdığı heteroseksüellik ve yedeğindeki heteronormativizm eleştirisi nedeniyle karıştırılmaya başlamış olabilir. Kuir teori ekseninden bir okumayla “hetero-topya”, heteronormatif mekan, dolayısıyla normalleştirilmiş heteroseksüelliğin mekanı anlamına da gelebilir, getirilebilir pekala. Ama yine de, Foucaultgil okumadan uzaklaşmadan ve bağlamı çarpıtmadan, yerler üzerine düşünmeyi sürdürelim: “Başka” olan, sıradan hayattakine benzemeyen yerlere doğru kavramsal bir yolculuğa çıkabilmek için, “ur-topya”lar, insan yapımı topos’lara yataklık eden kaynak mekanlar varsayabiliriz: Bunlar sözgelimi Deleuze’yen temel biçimsizlik kipi “rizom” ya da içinde yaşadığımız “ağ” tipi meta-kategoriler olabileceği gibi, yeryüzünün kurucu unsurları da olabilir. Gölge (güneş altında bütün fiziksel çevrenin doppelgaenger’ı), ışık (ve onun bize en yakın kaynağı güneş), su (deniz, okyanus; sonsuz sular imgesi), sahil (bitimsiz bir palimpsest ve ara-yer olarak), mikrokozmos (mevcudiyetini temas kurana dek bilmediğimiz bütün paralel evrenlerin en göze görünür biçimi), doğal afetler (uyumlu görünen doğanın meşum keyfiyeti bağlamında sel, deprem, kasırga, vb.), ses, yeraltı (mitolojik hades değil de dünyevi çağrışımlarıyla), ağırlık (yerçekimi yok olduğunda ortadan kalkar ve ağırlıksızlık uzayda olmaktır), hava (yine uzayın sahip olmadığı ve dünyanın sahip olduğu atmosferin sebep olduğu her şey) ve son olarak da yolculuk/seyahat (bedeni ya da taşıtı kullanarak yer değiştirme deneyiminin bütün biçim ve sonuçları) sayılabilir.

Foucault’nun ayna örneği genişletilecek olursa, kurucu mekanların kimi “eskil” biçimleri göz önüne alınabilir. Sözgelimi kuyu: Yerçekimli, düşey, tek yönlü, mutlak kapalılık formu, aşağıya yönelmiş bir kesit. Kuyular heterotopik midir? Elbette değil: Belli bir işe hizmet eden alabildiğine sıradan kazılardır bunlar. Mağara? Katışıksız bir iç, doğal bir mineral oluşum olan bir mağaranın alçıdan kalıbını alıp bu monolitik kütleyi açığa taşıyıp konumlandırmak, boşluğun tersinmesi nedeniyle heterotopik bir anlam kazanabilirdi. Harabelere, mimari ve kentsel kalıntı alanlarına ve arkeolojik sitlere, mezarlıkta olduğu gibi heterotopik bir anlam yüklenebilir mi? Turizm, harabeyi ekonomiye eklemleyerek istisnailiğini sıradanlığa hizalar hızla. Harabe değeri tescillenip bir statü kazanan yerlerin heterotopik anlamının aşındırıldığı söylenebilir. Savaşla yok edilmiş kentlerin, mahallelerin, binaların heterotopyalara dönüştükleri de söylenebilir. Bu bir toplama kampı, yok edilmiş bir Ermeni mahallesi olduğunda da durum benzer olabilir (xenotopya). Labirentleri düşünelim: Barok labirent bahçelerini ya da binaların zeminlerindeki bulmacaları. Bunlar, oyunsal ve estetik işlevi bir arada barındıran büyülü dolambaçlar olarak heterotopya değildir. Oysa kendi dolanım yasalarını değiştiren, ne yönde değiştirdiğini kendi de unutan bir labirent varsayalım; duvarlarını sinsice kaydıran ve içinde kalan bedenlerin umuduyla umutsuzluğu üzerinde acımasızca oynayan gotik ve zombi bir makine; bu epeyce heterotopik bir kurgu olurdu. Borges’in Babil Kütüphanesi’ni11 düşünelim; bu uçsuz bucaksız labirentin dış sınırına ulaşmaya çalışanları yalnızca ölüm ya da intihar bekler. Kitapları düşünelim: Okurunu ait olduğu zaman-mekandan çıkarıp kendi kurmaca evrenine çeken harf dizgelerini. Aydınlanma felsefesinin kurucu eseri ansiklopedi, bütün sanatların, zanaatların ve bilimlerin hiperuzamı olarak siyasi bir proje olmanın yanında, heterotopik bir projeydi aynı zamanda. Ansiklopediler, ülkemizde kitaplıklardan bodrumlara ve tavan aralarına sürülmüş olsa da, ağ toplumunun bilgi üretme ve tüketme biçimini temsil etmeyi sürdürür. Açık uçlulukları ve çok yazarlılıklarıyla günümüzün konu temelli ansiklopedileri, Diderot ve d’Alembert’in iki buçuk asır öncesine dayanan projelerini için için beslemeyi sürdürür. Aynadaki salt görsel ikizlik halinden daha katmanlı bir kargaşaya yol açsalar da, kitaplıklar niceliksel aşırılıklarıyla daha etkilidir. Kişisel kitaplığın, kitabın yayınevine, türüne, yazarına, konusuna ve bunların keyfi bir çaprazlamasına ya da bileşimine göre düzensizliği, dolambaçlılığı; onu düzenleyen ve bu gerilim içinde kitapları okuyup üzerinde düşünen kişi için heterotopiktir. Her kişisel kitaplık eksiktir ve boşluklarla doludur. Sonsuza doğru yayılma eğilimiyle onu kuranın cehaletinin bitimsizliği arasına gerilmiştir. Heykeller, insan yapımı varlık ve beden tezahürleri olarak heterotopyanın gündelik yaşamı askıya alan, erteleyen, aşındıran, tersine çeviren; kısacası dönüştüren istisnai varlığını üretebilir. İkonları, relikleri, kutsal beden parçalarını, antikaları düşünelim: Sofular, koleksiyoncular ya da kimi nesnelerle kişisel derinlikler geliştiren meraklı insanlar için heterotopik hale gelir hepsi de. Haritalar başka yerlerin yansız bir kodlaması olabileceği gibi, alabildiğine kişisel haritalar da mümkündür. Harita aynavari bir heterotopik işlev taşıyabilir; özellikle de konum bilgisi anlık, interaktif haritalar için bu geçerlidir.

İçinde yaşadığımız zamanın modern kaynaklarını, tanıdık imgelerini düşünmeye başlayabiliriz; “kaynak”lara ya da “ur-topia” göz attıktan sonra. Kütüphanenin arşivciliğini taşıyan özel ya da kurumsal gerçek arşivler kadar, kentteki insanların bir temaşasını sunan meydanlar ve bulvarlar da bu kategoride yer alabilir. Şehrin sindirim sistemini ele veren negatif heterotopyalar ise kanalizasyon sistemi, çöplükler (garbotopya), geri dönüşüm tesislerinin depoları ya da her türden hurdalıklardır: Kapitalist toplumun bilinçaltı. Yine Foucault’nun metnindeki sinema örneğinden hareketle, spor müsabakalarının kitleleri toplayan, açık ya da kapalı kamusal mekanları çeşitli medyaların ticari amaçlarla bir araya getirildiği binalar/alanlar olarak heterotopikleşmekte, melezlenmeye devam etmektedir. İçerirken dışlayan paradoksal yapı kategorilerine okulları eklemek mümkündür: Eğitim sürecinde öğrenci hem bir mesleğin parçası sayılmaya başlanmakta hem de akademik hiyerarşide aşamayacağı, hocalara ayrılmış ayrıcalıklı bir uzmanlar uzamının ritüellerinin ve iktidar alanının dışında tutulmaktadır. Tren örneğinin katmanlılığına, metro duraklarını, istasyon yapılarını, bekleme salonlarını; yanı sıra havaalanlarını ve uçuş mekanlarını, uçakları eklemek mümkün. Otomobil etrafında gelişen benmerkezci, narsistik kent hayatı göz önüne alınarak, gemilerin simgesel ve tarihsel işlevini, uçakla otomobil arasında pay etmek gerekir.

Panoptikonlaşmanın çağcıl veçhelerini, umumi WC’leri, hayvanat bahçelerini ve türevlerini; fotoğraf, film ve televizyonun birbiriyle melezlenen uzamlarını, metaları ya da inşaat iskelesi gibi geçici yapıları münferiden ele almak ve haklarında daha geniş biçimde yazmak gerekir kuşkusuz; ne zaman Foucaultgil bir “başkalığa” kavuştuklarını gösterebilmek için.

Bugünü geleceğe bağlayan çizgide, tüm geçmişi yarım yüzyılı bile bulmayan metropolitan icatlar alanında heterotopyaların izlerini sürmek gerekir. Foucault tatil köyünü örnek vermiştir; bugünün temalı otellerinden temalı rezidanslara bu çevreler dudak uçuklatıcı bir genleşme göstermiştir ve ciltler dolusu emeği hak etmektedir. Kapalı siteler, güvenlik kameralarıyla çevrelenmiş “olağanüstü hal” kentleşmeleri de son zamanlarda geniş biçimde eleştirel bir ilgiye mazhar olmaktadır. Foucault’nun kolonilerine ek olarak, mülteci kamplarının olağan kentlere dönüştüğü, bildiğimiz anlamda kentin ise bir tür kamp gibi, görüntü denetimiyle sarmalandığı bir dönemde, her şey birbirine karışır. “Disneylandleşme”nin yerini “Dubaileşme” olgusuna bıraktığı bir dünyada ve simülasyonun küreselleştiği bir çağda yaşıyoruz. Kent merkezlerini rehin alan kocaman alışveriş merkezleri, körelip iflas ettikleri halktan gizlenmek kaydıyla, heterotopik niteliklerini koruyor. Yapay zeka ya da sanal dünya gibi tanımlar, 1970’lerde ya da 1980’larde taşıdıkları fütüristik anlamları taşımıyor: Bu bağlamda, yerküre cep telefonu erişimi olan ve olmayan coğrafi mevkiler, ya da internete Wi-Fi erişimi sağlanan ve sağlanmayan kentsel mevkiler olmak üzere ikiye bölünüyor.

Uzun bir tarihöncesi dönem boyunca insanlar için nesneler canlıydı. Bu büyülü çağa yeniden ayak basıyoruz: Kendi kendine model değiştiren elektronik kıyafetler, ışıklı giysiler, bilgisayar verileriyle biçim alabilen akıllı kumaşlar, giyilebilen elektronik yüzeyler, etkileşimli ve ürperen elektronik duvarlar; termal etkileşimli metallerden yapılmış, biçim değiştiren heykeller... Fiberoptik lifleri sayesinde ışık geçiren beton duvarlar, çevreden ağaçlar gibi karbondioksit emen ya da yüzebilen betonlar; dokunulduğu gibi kalabilen esnek zemin ve yüzeyler, membran materyallere kaplanabilen ince foto-voltaik paneller, geri dönüştürülmüş plastik içeriğiyle daha uzun ömürlü plastik asfalt (plasfalt); güneş ışınıyla etkileşimli şeffaf çatı panelleri, hologram teknikleriyle yüzeyine mikrostrüktürel baskı yapılmış efektli camlar (mesooptics), yenebilen plastik paketler, kendini deri gibi onarabilen plastikler, ışığa göre geçirimliliğini değiştirebilen camlar, basınca ışıyan yer karoları, bedeni fırça haline getiren yeni sanatsal yazılımlar, üç boyutlu nesneleri doğrudan üretebilen “thermojet” baskı cihazları, sesi sıvı bir biçime kavuşturan yeni temsil makineleri, tasarımı üretmeyi mümkün kılan CAM [Computer Aided Manufacturing] robotları, kat ve pli mimarlığını mümkün kılan teknolojiler ve daha birçoğunun yaygınlaştığı bir dünyada yaşayacağız.

Bugün kullandığımız sıradan nesneler, bedenimizle ya da diğer cihazlarla etkileşime girerek başkalaşmıyor ya da kendilerinden beklenmeyen bir nitelik veya nicelik sergilemiyor. Oysa gelecek yüzyılda bu dönüşüm akla gelebilecek bütün nesnelerde kendini gösterdiğinde, bugünkü anlamıyla “düz” nesneler unutulmaya yüz tutacak ve çaptan düşecek. Bu dönüşüm pragmatik ve faydacı bir düzlemden çok, biyo-politik evrilmenin bir sonucu olarak, hazları maksimize etme düzleminde hayata geçecek. İnsan zihnine ve mekandaki varlığına kayıtsız nesnelere bu yeni dünyada nadiren yer olacak. İktidarlar bu yeni bölgeleri istila edecek ve bugün ekranlarla sınırlı olan ideolojik istila, bütün nesnelerimizin yüzeyini kuşatacak; böylece nesneler medyatopya ve infotopya’ların özelliklerini taşıyacak. Böyle bir dünyada heterotopya kavramının anlamı da kapsamı da elbette bambaşka olacaktır.

Foucault, ütopyayla heterotopya arasına kalın bir sınır çizmiş ve oyunu ikincisinden yana kullanmıştı. Yerlere ilişkin taksonomi bu bölünmeden mi ibarettir ya da ibaret kalacaktır? Kuşkusuz bütün güncel taksonomiler özneldir. On dokuzuncu yüzyılın bilimsel taksonomi oluşturma girişimleri düşünüldüğünde, bunlar bütün nesnellik çabalarıyla, öznellik fikrinin ta kendisi gibi görünürler. Böcekleri tasnif ederken, “böceklerin tam bilgisine vakıf bir birey” tasarımı da eşzamanlı biçimde yapılmıyor muydu? Düzenlenen, dünyanın kendisi değil de, o dünyayı bilmeye çalışan öznedir daha çok.

Yerlerin nomenklaturası neleri kapsar? Yeryüzünü minerotopya, aquatopya, aerotopya ve hidrotopya olmak üzere dörde bölebiliriz. Yeryüzü, bir gökcismi olarak gravitopya’lar toplamıdır; yani yerçekiminin sonucu olarak ortaya çıkan her şeyin. Bunlara, DeLanda’gil şekilde, insanları ve bütün insani çevreleri de dahil edebiliriz; metropoller bu dördünün bileşimidir. Binalar minerotopya’dan ayrılamaz, sözgelimi. Dolayısıyla sadece insansız bir yeryüzünün ideal maddi katmanları değildir söz konusu olan.

Heterotopyalara dair Foucault’nun tanımladığı beşinci özelliği oluşturan giriş/çıkış dinamiğini, introtopyalar ve outrotopyalar biçiminde özelleştirerek, ayrı bir bilgi alanı tanımlanabilirdi, sözgelimi. Heterotopyalar, henüz insanmerkezci antropotopya’lardır; bu yüzden de hala homotopya düzeyindedirler. Ölçekli bir bakışla, antroponsatrik bir tahayyülle, megatopya, makrotopya (ya da kiklotopya), hipertopya, izotopya (ki içinde yaşadığımız ölçek budur), hipotopya (minitopya?), mikrotopya ve nihayet nanotopya diye adlandırabiliriz. Canlılık temelinde biotopya ve nekrotopya olmak üzere iki mekanlaşma biçimi varsayabiliriz; Foucault’nun mezarlık örneklemesi, bu bağlamda mezarlıklarla ilgilenen nekrotopya’cıların ya da ölümle (extopya?) uğraşan thanatotopya’cıların alanına girecektir. Biotopya’nın dış, iç ve ara katmanlarını ayırt edecek ektotopya, endotopya ve mezotopya gibi alanlar türetilebilir. Heterotopyaları antroposantrik eksenden okumayı reddedecek bir zootopya’nın da alt bilimleri olabilir kuşkusuz: Beslenme zincirindeki yerine göre herbivotopya, carnivotopya ve omnivotopya’lar düşünülebilir. Sporotopya’dan bakteriotpya’ya ve virotopya’ya mikroskopik alemi konu edinen heterotopyalar olabileceği gibi, insektopya, arachnotopya ya da reptilotopya gibi canlı ailelerine dair alanlar oluşabilir. Heterotopyaları derecelendirecek bir sınıflamaya da ihtiyaç olacağı açıktır: Foucault’nun sinema örneğinin üzerinden geçen yarım yüzyıllık süre içinde, küresel ekranlı ve üç boyutlu sinema gibi yeni türler ortaya çıktı; bunlara yakın bir gelecekte pek çoğunun ekleneceği varsayılabilir. Sinema, Foucault’nun belirlediği üçüncü niteliğe göre kaç katmanlı bir bağdaşmazlık heterotopyası olarak kabul edilebilir? Sinema salonu bir monotopya ise, ekrana yansıtılan filmle beraber ditopik bir heterotopya haline gelerek ikinci bağdaşmazlık katmanına sahip olur. Bu anlamda, kubbesel ekranına çifte projeksiyon yapılan üç boyutlu sinema, bir tritopya olacaktır. İnteraktif bir başlıkla bir uzamı dolaşmak tetratopik bir deneyimdir. Gelecekte bu nümerik tanımlamalar belli ki pentatopya ve hexatopya diye artarak devam edecektir. Heterotopyaların psikanalitik bir bölgesi, benliğin katmanlarına dair egotopya’ları, süperegotopya’ları ve idtopya’ları inceleyecektir. Psiko-coğrafyanın heterotopik veçhesi için bir psikotopya ve bir nörotopya alanına da ihtiyaç olacaktır. İnşa edilmiş mimari çevrenin Vitruvius’a dayanan en az iki bin yıllık temel kuralları olan sağlamlık, yararlılık ve güzellik üçlemesini, heterotopyalar bağlamında ele alan firmitatopya, utilitatopya ve venustatopya’lar olabilir. Coğrafi heterotopyaları konu alan bir geotopya’nın platotopya, lagünotopya gibi daha özel metodolojileri de olabilir. Kentleri konu edinen heterotopyaların metrotopya ve megalotopya versiyonları güncel heterotopya yazınında mevcuttur.

Foucault’nun tren örneği, hızın mekansallığını ele alan bir dromotopya ya da akışkan fluxotopya örneğidir. Foucault, iç mekanlarla ilgili çözümlemelerle yetinmeyip dışarıya yöneldiğinden, bunun ilk örnekleri mimari ve kentsel düzlemde olmuştur ve bunlar henüz architopya düzeyindedir.

Foucault’nun ayna örneği bir yanıyla kendi kendini çoğaltmayla, yani klonotopya ve retopya ile de ilgilidir. Dilsel heterotopyalar sözel logotopya’lar ve metinsel textotopya’lar olarak ikiye ayrılsa da, edebi ortak paydaları literotopya altında toplanabilir.

Bir dizi dağınık ve tekil örnekleme: Işığı konu alan luminotopya’lar, ses heterotopyası olan fonotopya’lar, ısıl thermotopya’lar, sanayi heterotopyaları olan fabritopya’lar, ruhsal spiritopya’lar, hazcı libidotopya’lar, fallik phallotopya’lar, queer kuramın öncülük ettiği kuirotopya’lar, lego kültürü etrafında oluşmuş legotopya’lar akla gelebileceklerden sadece birkaçıdır.

NOTLAR
1 (Metin, 14 Mart 1967 tarihinde Tunus’ta “Des Espaces Autres” başlıklı bir konferansta Foucault tarafından sunulmuş ve ancak 1984’de yayınlanmıştır.)

2 Bkz.: Bu yazıda, dipnot 10.

3 Heidi Sohn, 2008, “Heterotopia: Anamnesis of a Medical Term”, Heterotopia and the City, Public Space in a Postcivil Society, Ed. & tr. Lieven de Cauter, Michiel Dehaene, Routledge, New York, ss. 41-50.

4 A. e., ss. 44-49.

5 Michel Foucault, 2008, “Of Other Spaces (1967)” Heterotopia and the City, Public Space in a Postcivil Society, Ed. & tr. Lieven de Cauter, Michiel Dehaene, Routledge, New York, dipnot 16, s. 25.

6 Michel Foucault, 2007, “İktidarın Gözü”, İktidarın Gözü, Seçme Yazılar 4, Çev. Işık Ergüden, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, s. 88.

7 Michel Foucault, 2008, “Of Other Spaces (1967)”, Heterotopia and the City, Public Space in a Postcivil Society, Ed. & tr. Lieven de Cauter, Michiel Dehaene, Routledge, New York, s. 27, dipnot 30.

8 Michel Foucault, “Başka Mekanlara Dair”, Özne ve İktidar, Çev. Işık Ergüden, Ayrıntı Yayınları, 2000, İstanbul, ss. 296-302.

9 Karşılaştırmalı okuma için bkz. Michel Foucault, 2008, “Of Other Spaces (1967)”, Heterotopia and the City, Public Space in a Postcivil Society, Ed. & tr. Lieven de Cauter, Michiel Dehaene, Routledge, New York, ss. 14-29. Zengin dipnotlarla beslenmiş çeviride, metnin başlarında Foucault’nun yaşadığı dönemi Manuel Castells ya da Gilles Deleuze ve Felix Guattari’den önce “ağ toplumu” diye nitelemiş olduğuna dair bir vurgu da vardır.

10 Işık Ergüden’in Türkçe çeviride kullandığı “mevki”nin, ağ toplumunun adresleme mantığı ile bağdaşmıyor gibi görünse de, “yer”e göre daha bağlamsız ve yabancılaştırıcı/alışılmadık bir konum bildirici ifade olduğu kesin: Ki Foucault da Fransızca’da bu etkiyi yaratmayı hedeflemiştir. “Mevki”, coğrafi anlamda boş arazilerden ibaret yerin yaklaşık konumunu bildiren müphemliğiyle de ağsal karaktere kısmen uygun gibi duruyor. Ayrıca “emplacement”ın tabyaya tekabül eden askeri konumlandırma anlamı, geçicilik ve konumlanma taktiği anlamını taşımaktadır.

11 Jorge Luis Borges, 1989, “Babil Kitaplığı”, Ölüm ve Pusula. Çev. Tomris Uyar, Ada Yayınları, İstanbul, ss. 51-60.

Etiketler:

İlgili İçerikler: