Katılımcı Tasarım Pratikleri

ECEM ÇINAR ALEYNA TÜRKER ZEYNEP GÜNEY KİŞİ

3 Ağustos 2022’de ATÖLYE, Participatory Design Conference (PDC) Turkey ve İstanbul Planlama Ajansı (İPA) ev sahipliğinde “Katılımcı Kent Yürüyüşü” etkinliği düzenlendi. ATÖLYE İstanbul’un Bomontiada’daki Hub’ında başlayan yürüyüşün ardından yapılan çalışmalar 12 Ağustos 2022 Cuma günü İstanbul Planlama Ajansı'nda (İPA) gerçekleştirilen, uygulayıcıların ve araştırmacıların katıldığı bir panelle izleyicilere sunuldu. Panelde çalışmalarını anlatan ATÖLYE ekibinden Ecem Çınar ve Aleyna Türker'le katılımcı tasarım yöntemlerini ve çalışma süreçlerini konuştuk.

Zeynep Güney Kişi: Öncelikle sizi tanıyalım, ATÖLYE kimlerden oluşuyor ve ne tür çalışmalar yapıyor anlatır mısınız?
Ecem Çınar:
ATÖLYE gücünü topluluğundan alarak yaratıcı servisler geliştiren bir organizasyon. Stratejist ve tasarımcılardan oluşan ekibimizle şirketler, kamu ve sivil toplum kuruluşları dahil olmak üzere çeşitli etki odaklı kurumla çalışıyoruz. Tasarım yaklaşımımız, çözümleri disiplinlerarası bir ekip yapısıyla, paydaşlarla beraber tasarlamayı ve uygulamayı teşvik ediyor.

Projelerimizi gerçekleştirirken tasarım disiplinleri arasında belirgin çizgiler çizmiyoruz. Bunun yerine, servislerimizi strateji ve tasarım yoluyla ulaşılması gereken hedeflere göre tanımlıyoruz. Yetenek havuzumuz mimarlar, dijital, servis, öğrenme tasarımcıları, tasarım stratejistleri gibi alanlardan insanları kapsıyor.

ZGK: Participatory Design Conference (PDC) Turkey ortaklığında gerçekleştirdiğiniz bu etkinlikten bahsedebilir misiniz?
EÇ:
Kent Yürüyüşü Atölyesi’ni, katılımcı tasarım süreçleri ve metodları hakkında bilgilerimizi ve deneyimlerimizi paylaşmak, bu bilgilerin proje sürecine ve eldeki tasarım problemine etkisini etkinliğe katılan tasarımcılarla birlikte gözlemlemek amacıyla gerçekleştirdik.

30’dan fazla katılımcı, İstanbul Planlama Ajansı’nın Vizyon 2050 yayınından seçilen temalarla beş gruba ayrıldı. Bu temalar;
● İstanbul'u yenilikçi ve yaratıcı girişimler için çekim merkezi haline getirmek,
● Kültürel mirası korumak, yaratıcı ve yenilikçi yaklaşımlarla kentsel yaşamla bağını güçlendirmek,
● İstanbulluların aktif katılımıyla kenti sanat ve kültür alanında odak haline getirmek,
● Canlı, kentsel yaşamı destekleyen, dinamik kamusal mekanlar geliştirmekti.

Bu atölyenin ilk aşamasındaki hedef katılımcı tasarım metodlarının keşfedilmesiydi, ikinci bölümde seçilen temalar altında topluluk odaklı tasarımı pratik etmeyi deneyimledik. Üçüncü aşamada ise ele alınan sorunu toplanan verilerle yeniden gözden geçirip yeni kapsayıcı bir tasarım sorusuna ulaşmalarını istedik.

Tasarımcı ve mimarlardan oluşan gruplar, bölgedeki insanları/paydaşları harekete geçirecek gerçekçi ve ilham verici net bir amaç belirlediler.

Amaçlarını netleştiren gruplardan sonrasında bu amaç etrafında toplanan odak topluluğu belirlemeleri istendi. Hedefleri, değerler ve motivasyon açısından benzer, ancak geçmişleri ve zihin yapıları bakımından çeşitli olan bir çekirdek üye kadrosu yaratmaktı.

Bir varoluş amacı ve odak topluluğa sahip gruplar pasif gözlemler ve bölge sakinleriyle kısa mülakatlar yapmak için Bomonti sokaklarında bir saatlik bir yürüyüşe çıktılar.

Aleyna Türker: Katılımcılar rotalarını ve soracakları soruları hazırlamış olmalarına rağmen yürüyüşe çıktıklarında çok farklı bir süreçle karşılaştılar. Odak topluluklarını belirlemiş oldukları halde, Bomonti sokaklarında kendilerine doğal ve beklenmedik tecrübeler yaratmış oldular. Etkinliğin bu noktasında kısa görüşmelerin kiminle ve nerede başladığı çok önemliydi, çünkü katılımcıların bir sonraki adımlarını belirlemelerine ve sorularının gelişmesine yardımcı oldu.

Kent Yürüyüşü’ne çıkmadan önce, beşer kişilik altı farklı gruptan görev dağılımı yapmalarını istedik. Gruplar içinde takım ruhu ve birlik oluşturmak için katılımcılardan iki kişinin sözcü olması, iki kişinin not alması ve bir kişinin süreden sorumlu olması gibi görevler tanımlandı. Yürüyüş, gözcülük ve mülakat sırasında bu sorumlulukların ekip arasında değiştiği de gözlemlendi.

EÇ: Katılımcılar, yürüyüşlerinde karşılaştıkları kişilerle birebir diyalog kurarak onların bölgeden ihtiyaçlarını öğrendiler. Bomonti sakinleri, çalışanları, öğrencileri ve ziyaretçileri ile yapılan görüşmelerde Bomonti'nin kentsel ihtiyaçları keşfedildi.

Kısa mülakatlar sırasında katılımcılar, uygulamalarında saha araştırması aşamasının ağırlıklı olarak gözlemsel olduğunu ve yerel halk veya mahalle sakinleri ile iletişimi içermediğini fark ettiler. Bölgedeki sorunlar hakkındaki varsayımlarıyla, bölge sakinlerinin yaşadıkları deneyimlerin farklılıklarını gördüler. Bölgedeki problemler hakkındaki önceliklerin, karar vericilerle etkilenenler arasında ne kadar farklı olabildiğini belirttiler.

ZGK: İstanbul Planlama Ajansı'nda (İPA) gerçekleştirilen panelde kullandığınız bir ifade dikkatimi çekti; "uzman zorbalığı". Bu terimi biraz açıklar mısınız? Hangi alanlarda bu sorunla karşılaşıyorsunuz?
EÇ:
Bu terim William Easterly’nin The Tyranny of Experts: Economists, Dictators, and the Forgotten Rights of the Poor isimli kitabından geliyor. Genel olarak tasarım/mimari eğitim sürecinde alanlarımızda uzman olmak için eğitiliyoruz. Uzmanlığımız sorunlara ne kadar hızlı ve etkili çözümler bulduğumuzdan geçiyor. Bunu başarmak için sorunları genellemeye çalışıyoruz. Bir problemi içinde bulunduğu bağlama göre değerlendirmek bize zaman kaybettiriyor. Uzman zorbalığıyla hayatın neredeyse her alanında karşılaştığımız düşünüyorum. Siyasette, otomobilleri odak noktasına koymuş şehirlerde ya da kullanmakta zorlandığımız teknolojik ürünlerde görebiliyoruz bunu. Eğer bir kadın ya da azınlıksanız “uzmanların” büyük bir kısmı sizinle empati yapmakta daha da zorlandığı için hayatınızın pek çok alanında bu zorbalıkla karşı karşıya geliyorsunuz.

ZGK: ATÖLYE diğer işlerinde de katılımcı tasarımı önemsiyor ve projelendirme aşamasında aktif olarak kullanıyor değil mi? Bu yöntemle ürettiğiniz çalışmalarınız neler?
EÇ:
ATÖLYE’de çok farklı tipte ve ölçekte projeler yapıyoruz, ama istisnasız bütün projelerimize derin bir tasarım araştırması ile başlıyoruz. Tasarım araştırması sürecimizde problem çözdüğümüz alandaki paydaşlarla birebir görüşmeler, birlikte tasarlama atölyeleri yaparak, o problemin gerçek sahiplerini aktif olarak projeye dahil ediyoruz. Okul projesi üstüne çalışırken öğrencileri, öğretmenleri, velileri bir masa etrafına toplayıp dinliyoruz. Bir kuluçka/hızlandırma merkezi ile çalışırken mekanı idare eden, oraya gelmesini isteyeceğimiz start-up’tan insanların ihtiyaçlarını anlamaya çalışıyoruz. Proje, şehir ya da bölge ölçeğinde ise, o bölgenin halkını ve turistlerini/ziyaretçilerini dinliyoruz.

Mülakat ve atölyeler sürecinden paydaşlardan edindiğimiz içgörüler tasarım prensiplerimize dönüşüyor. Bu noktada ekip kendi içinde bir takım çözüm önerileri getiriyor. Bu çözüm önerilerinin prototiplerini oluşturup tekrar paydaşlardan geri bildirim istiyoruz.

Proje tamamlandığında da kullanıcıyla iletişimde kalarak, kullanım sonrası değerlendirmelerini toplayarak, nelerin çalışıp çalışmadığını görmek ve bu öğrenimleri projeyi ve kendi çalışma şeklimizi geliştirmek için kullanıyoruz.

Katılımcı Kent Yürüyüşü etkinliğinden bir kare

ZGK: Sizce yerel kullanıcıyı katılımcı tasarım süreçlerine dahil etmenin yolları nedir? Beklediğiniz katılımı sağlayabiliyor musunuz?
EÇ:
Deneyimlediğim araştırma süreçlerine göre, kullanıcıların dikkatini en çok projenin amaçladığı noktanın onlara fayda sağlamak olduğunu net ve yalın bir şekilde anlattığınızda çekiyorsunuz. ATÖLYE olarak insanların yaşadığı problemleri dışarıdan bir “yabancı” olarak, tepeden inme çözüm önerileriyle çözmeye çalışmadığımızı, problemden etkilenenlerin problemin çözüm alanında bulunması, aktif rol oynaması gerektiğini göstermeye çalışıyoruz. Katılımcılık bilinci bize fayda sağlıyor. Çoğu insan hayatını etkileyen şeylerde sözü olsun ister, bu yüzden doğru bir yaklaşım ile, doğru soruları sorarak insanların katılımını sağlamak mümkün.

ZGK: Katılımcı tasarımla gerçekleştirdiğiniz atölyelerde ya da diğer çalışmalarda ortaya çıkan işlerin kullanım sürecini nasıl takip ediyorsunuz? Koruyucu kullanım sağlanabiliyor mu?
EÇ:
ATÖLYE’de çalıştığımız partnerler ile uzun soluklu ilişkiler kurmak bizim için önemli. Tek seferlik yapılan projelerde etki ölçmek çok kolay olmuyor. Dönüştüren mekanlar olarak tanımladığımız fiziksel mekanların, kullanıcılar tarafından kullanılmaya başlandıktan sonra yarattığı yeni ritüeller, yeni kültür ve ekosistemi değerlendirmek, oluşan etkiyi ölçmek bizim için oldukça önemli.

Gerçekleştirdiğimiz projelerden kullanıcılar ile kullanım sonrası değerlendirmeleri ile neyin işe yaradığını, neyin geliştirilmesi gerektiğini, neyin tamamiyle kullanımdan kalkması gerektiğini anlamaya çalışıyoruz.

Etiketler: