MEF Üniversitesi’nin Yüksek Lisans Programı, Alternatif Mimarlık Pratikleri (AAP) yürütücüsü ve öğrencileriyle program içeriği ve bu seneki temaları, "Atık" üzerine konuştuk.

Ferhan Yalçın: MEF Üniversitesi’nin Yüksek Lisans Programı'ndan bahsederek başlayalım isterseniz?

Oral Göktaş: Alternatif Mimarlık Pratikleri (AAP) programı, mimarlık pratiğindeki mevcut krizlere yanıt arayışı ile ortaya çıkmış bir program. Yeni mezunların kariyer rotalarını kendilerinin tasarlayabileceği, böylece hakim piyasa koşullarına alternatif iş yapma biçimleri yaratabilecekleri bir program olma iddiasında. Dört döneme yayılan bir program, araştırma, tasarım, prototip uygulama ve tez yazma süreçlerini içeriyor. AAP’nin her sene belirli bir teması oluyor ve dört dönem boyunca bu tema etrafında çalışılıyor. 2019 yılında programa ilk öğrencilerin kabul edildiği sene, tema "Mikro-Barınma" idi. 2020’de "Çalışma Mekanları", 2021’de ise "Atık" teması üzerine çalıştık.

Programı benzerlerinden ayıran bir diğer özelliği, uygulama ve tez yazmayı aynı anda içeriyor olması. Ayrıca programın endüstri partneri Fibrobeton uygulama sürecinde de projeye destek veriyor. Yine mimarlık eğitiminde eksikliğini hissettiğimiz grup çalışması, AAP’deki eğitimin temel özelliklerinden biri. Sonunda her öğrenci bağımsız birer tez yazıyor ama araştırma, uygulama ve tasarım süreci tamamen grup halinde yürütülüyor. Programın odağında araştırma yoğunluklu bir tasarım sürecini içeren stüdyo eğitimi var. Stüdyo dışındaki seçmeli ve zorunlu dersler de o seneki tema ile ilişkilenerek tasarım ve araştırma sürecini besliyor.

FY: Her zaman uygulama ile sonuçlanıyor mu bu kurgulama? İlk yıl yaptığınız programın uygulaması var mıydı?

OG: İlk yıl yani 2019 girişli öğrencilerin projesi, bir mikro-barınma ünitesi olan Volute1 pandemi nedeniyle gecikmeli olsa da, Fibrobeton ve MEF Üniversitesi desteği ile uygulandı, şu anda MEF Üniversitesi bahçesinde kurulu.

İkinci sene çalışma başlığını, pandemiden sonra çalışma alanlarının radikal değişimi nedeniyle “work-space / çalışma mekanları” olarak belirledik. Çalışma alanlarının tarihsel süreçte nasıl dönüştüğü araştırıldı. Ev daha muhafazakâr olduğumuz bir alan ama ofis öyle değil, konuta göre çok daha köklü değişimler geçirdiğini, mevcut politik, ekonomik krizlerden çok daha hızlı etkilendiğini gözlemledik. Kovid döneminde de ofis mekanları radikal olarak değişmek zorunda kaldı ve pandeminin de etkisiyle öğrencilerinin geliştirdiği bir fikir olan açık havada / kamusal alanda bireysel çalışma birimi Parantez2 de uygulandı.

Bu seneki çalışma atık üzerine. Atığı aslında biz ofiste de mesele ediniyorduk ama 2021 yazında, tam da programın temasına karar verirken ortaya çıkan müsilaj sorunuyla popüler bir konu haline geldi. Yine ilk dönemde bir araştırma süreci yürüttük. İstanbul’un atık döngüleriyle kısıtladık konuyu. Her zaman coğrafi bir kısıtımız olmuyor böyle konularda ama bu dönem İstanbul’a odaklanıldı, çünkü aslında İstanbul için de aciliyeti olan bir gündem. Bu dönemki öğrencilerin, önceki dönemlerden farklı olarak iki uygulaması oldu: Birincisi, araştırmalarını dönüştürdükleri bir video – Oslo Trienali’nin açık çağrısında online sergilenmeye değer görüldü, ikinci olarak İPA’da atık bir alanın yine atık malzemelerle dönüştürüldüğü bir uygulama yapıldı.

Volute
Workspace
Yoo, Bence Güzel Pavilyon

FY: Bu aslında Türkiye’de pek fark edilmeyen ve benzeri olmayan bir program değil mi?

OG: Türkiye’de benzeri olmadığı doğru, öte yandan programın çıktılarının online ve ücretsiz olarak erişilebiliyor olması, özellikle temayla ilgili araştırmacıların ilgisini canlı tutuyor. Her dönem araştırılan tema bir kitapçık formatında basılıyor ve bu kitapçık programın web sitesinden ücretsiz indirilebiliyor. Bu sayede yurt içi ve yurt dışından konu ile ilgilenen araştırmacılar bize ulaşabildi, hatta AAP öğrencileri ile yeni işbirliklerine bile vesile oldu. AAP’nin araştırmalarını takip edip ilgilenen ve işbirliği yapmak isteyen araştırmacıların olması, spesifik bir konu üzerine gitmenin iyi yanlarını gösteriyor. Geçtiğimiz yaz İPA ile yaptığımız işbirliği kapsamında “Yoo, Bence Güzel Pavilyon”un uygulama atölyesi için yapılan açık çağrıya da yoğun bir ilgi oldu.

FY: Atıklarla ilgili İPA’da gerçekleştirdiğiniz çalışmanızı anlatır mısınız? Araştırma safhasından mı başlamak gerekir?

Reyyan Doğan: Araştırma kısmından başlamak daha doğru olur. Çünkü İPA’da gerçekleştirdiğimiz çalışma aslında üç dönemlik sürecimizin parçası. Uygulamaya karar vermek belki de bizim için en kaygılı zamandı. Bütün araştırmalar ve yüzleştiğimiz şeyler sonucunda atıkla ilgili bir şeyi uyguluyor olmak da aslında atık üretmek gibi geliyordu ve yaptığımız şey ile çelişiyoruz gibi hissediyorduk. Bu yüzden bu konuyu nasıl ele alacağımızı aslında tüm bu süreçte tartıştıklarımız netleştirdi.

Araştırma kapsamımız beş ana başlıktan oluşuyordu. Ekipte de beş kişi olduğumuzdan herkesin bir başlık üzerinde detaylıca yoğunlaştığı bir süreç olarak ilerledi. Atık geniş kapsamlı bir konu olduğundan, biz daha fazla empati kurabileceğimiz bir ölçek üzerinden yürütmek istedik. Genel anlamda İstanbul ve evsel atıklar olarak daraltabileceğimiz bir noktadan ilerledi araştırma. İstanbul’un atık yönetiminin tarihi, güncel katı ve sıvı atık yönetimi, yönetemediğimizde yüzleştiğimiz felaketler ve alternatif baş etme yöntemleri, çeşitli bakış açılarını araştırdık. Atık yönetimine global olarak baktığımızda pek çok gelişmiş - gelişememiş yöntemler ve oranlarla yüzleştik. Bunların sonucunda da aslında yönetim açısından ne kadar teknolojik ve zararsız gösterilse de geri dönüşümün bir yalan olduğu sonucuna ulaştık. Önemli olanın atığı uzaklaştırmak olarak görülen yönetim sisteminde geri dönüşüm işliyor gibi gözükse de, harcanan enerji, maliyet gibi zararların yanı sıra tüm malzemeler için hatırı sayılır bir verim elde edildiği de söylenemiyor. Bu sebeple biz geri dönüşümü öne çıkaran herhangi bir şey yapmak istemedik. Uzunca bir süre de ne yapacağız diye sorguladık. Yine araştırma sürecimizde karşılaştığımız bazı kilit noktalar oldu bizi yönlendiren.

Duygu Saygı: Aslında yaptığımız detaylı araştırmaların ardından, sürecin devamını daha yerel bir noktaya odaklamak istedik. İstanbul’da 1993 senesindeki bu çöplük patlamasından sonra bugünkü güncel atık yönetim sistemi kurulmuş. Bu sebeple, bu olay İstanbul için bir kırılma noktası olmuş diyebiliriz. Biz, eğer patlamadan sonra atık yönetim sistemi kurmak yerine başka bir adım atsaydı, alternatif gerçeklik nasıl olurdu ve süreç nasıl ilerlerdi diye sorduk. O noktada yönetimin “artık biz çöp toplamıyoruz, bütün yönetim bireylere ait, sekiz milyonun (o yılın nüfusu) tamamı bundan sorumlu olacak” gibi bir yaklaşım benimsenseydi, bireyler ve mahalleler, topluluklar buna nasıl adapte olurdu gibi alternatif bir senaryo düşündük ve bununla ilgili bir animasyon hazırladık. Animasyonda doğrudan tüketim konusunda mesaj verdik. Atık yönetiminin gerçek başarısının aslında yönetme biçimleriyle değil, tüketim alışkanlıklarının değişimi ile bağlantılı olduğunu göstermeyi amaçladık.

Yoo, Bence Güzel Pavilyon
Malzeme Haritası
Tasarım
Malzeme Avı - DİA
Malzeme Avı - Park Bahçeler Müdürlüğü
İnşa Süreci
İnşa Süreci
İnşa Süreci
İnşa Süreci
İnşa Süreci
İlk Gösterim
Sonuç

FY: Tüketim paternini sadece mimarlık için değil her şey için mi incelediniz?

DS: Evet, tüketim alışkanlıklarımız aslında gündelik hayatımızdan başlayarak birçok alanı etkiliyor. Çünkü bu bir düşünme ve yaşama biçimi. Umarsızca tüketiyoruz ve çıkan atıkların bizden uzaklaşmasıyla yetiniyoruz, nereye gittiklerini düşünmüyoruz. Bu alternatif senaryoda da bireylerin tüketimlerinde değişiklik yapmalarının aslında atık sorununun çözümü için farklı bir yaklaşım olabileceğini söylüyoruz. Döngüsel ekonomiyi merkezine alarak yeniden kullanımı benimseyen bir yaşama biçimi kurguladığımız bir senaryo. Bu yaklaşımla baktığımızda aslında ev içinde tükettiğimiz plastiklerden, inşaatta kullanılan malzemelere kadar her şeyin yeniden kullanılabileceğini görüyoruz. Herkesin atığından sorumlu olduğu bir dünya kurarak, atık kavramının tanımını sorgulamış oluyoruz ve atığın güncel tanımının değişmesini gerektiren bir yaşama biçimi kurgulamış oluyoruz. O dünyadaki insanlar atık dendiğinde bugün bizim anladığımız şeyi anlamıyorlar gibi.

RD: Aslında tüm bu sorunları sorgulamaya başladığımız yer Oslo Mimarlık Trienali'nin açık çağrı yaptığı neighborhoods (mahalleler) temasıydı. Biz de mikro yönetimin bu konuya bir çözüm olabileceği ile ilgili hisler içerisinde olduğumuz için Oslo Mimarlık Trienali kapsamında bir proje ürettik, küçük bir film yaptık ve Neighborhood Index adlı çevrimiçi sergilerine seçildik.

FY: Bunlar ilk iki dönem içinde yaptığınız çalışmalar değil mi?

OG: Aslında programın amacı da bu. Alıştığımız kurguda, bir proje alanı vererek oraya uygun tasarımların geliştirilmesini hedeflemek yerine, bütün süreci öğrencilerin yönetmesini, hatta sonrasında da burada öğrendiklerinin kendi alternatif kariyerleri için bir adım olmasını amaçlıyoruz. Volute’ü tasarlayan ekipten öğrenciler, programın ilk mezunları, bir şirket kurdular. Bir yeni mezunun önündeki seçenekleri arttırmak, piyasa koşullarına alternatif bir kariyer alanı oluşturmak da hedefimiz, sadece tasarım yöntemlerinin alternatif olması değil. AAP’de öğrencilere çok fazla sorumluluk ve inisiyatif alma şansı veriliyor.

RD: Oslo Mimarlık Trienali'ne yaptığımız projeyi düşünürken, o dönem tartışmalarımızda şöyle sorular sormaya başladık: Atığı atık yapan şey anonimliği mi? Yani onu kimin attığını biliyor olsaydık ve izini sürebiliyor olsaydık, atığı attıktan sonra nereye gittiğini biliyor olsaydık, hala bu kadar rahat atık üretebilir miydik? Ya da bu benim başıma birtakım dertler açsaydı, insanlar bana bunun hesabını sorsalardı ne olurdu gibi...

Böylece izlenebilir atık kavramıyla, atığın aslında ne olduğu, ona yüklediğimiz anlam değişmeye başlıyor. Atıkların evin, araban, mülkün gibi olsaydı, atığı miras bırakıyor olsaydın, evinde atıklarını atamadığın için biriktirdiğin miras odaların olsaydı ne olurdu? Atamadığın bir dünya oluşmaya başlardı. Öyle bir dünya gerçek olsaydı, nasıl yaşanırdı? Aslında spekülatif bir gerçeklik kurduk ve uygulama noktasına buradan bağlandık. Tam olarak öyle bir dünyada bir iş yapıyor olsaydık bu nasıl bir şey olurdu? Nereden geldiğini daha önce nasıl kullanıldığını bildiğimiz ikinci el malzemeleri tekrar kullanılabilir detaylarla bir araya getirerek ürettiğimiz yapılar yapıyor olsaydık neler olurdu sorusunu sorduğumuz bir yaklaşım benimsedik.

Bingül Çakacı: Reyyan’ın söylediklerine ek olarak, atık kavramını araştırmaya başladığımız zaman aslında atığın aynı zamanda bir kaynak olabilme potansiyelini de fark ettik. Dünyada da, atık olarak nitelendiren ve ilk kullanım süresini doldurmuş olan malzemelerin ikincil kaynak olarak kullanılmasını bir tasarım problemi olarak gören ve bu konu üzerine çalışan ekipler oluşmuş durumda. Bu mesele, literatürde kentsel madencilik (urban mining) olarak tanımlanıyor. Kentsel madencilik konsepti, bakır madeni gibi doğal kaynakların işlenmiş halde kentlerde atık olarak bulunduğunu ve kentlere birer kaynak gözüyle yeniden bakmamız gerektiğini hatırlatan çok iyi bir analoji aynı zamanda. Doğal kaynakların sonu olduğu artık herkes tarafından kabul edilen bir gerçek. Bu yüzden kentlerde atık olarak gördüğümüz kaynakları da tekrar döngüsel olarak ekonomiye sokmamız ve bir şekilde kullanım olanaklarını oluşturmamız lazım. Mimarların bu konudaki rolü de bu tip gözden çıkarılmış malzemelerle çalışabilecek, ihtiyaç halinde sökülüp takılabilmesine izin veren kuru bağlantı detayları üzerine düşünmek; tasarım prensibi olarak azaltma (reduce) ve yeniden kullanım (reuse) ilkelerini mümkün olduğunca benimsemek diye düşünüyorum. Biz de tasarım sürecinde, mümkün olduğunca bu ilkeler doğrultusunda hareket etmeye gayret ettik. Örneğin, tasarladığımız strüktürün yere temas etmemesi; mevcut güneş panellerinin taşıyıcılarına sarılarak ve sıkıştırılarak bağlanması bilinçli verdiğimiz kararlardı. Olası bir söküm durumunda bulunduğu yerde iz bırakmadan ve tahribat oluşturmadan kaldırılabilmesi için kuru bağlantı detayları üzerine çalıştık.

FY: Aslında kentin ürettiği maden olarak görünüyor tüm atığın kendisi anladığım kadarıyla. Bu aşamadan sonra neler yaptınız? Uygulama noktasına nasıl gelindi?

RD: İPA bizim program partnerlerimizden biriydi bu dönem. O yüzden İPA’da bir şeyler yapmak fikri bizim en başından beri düşündüğümüz bir konuydu. Kampüsün yarı kamusal bir alan olarak hizmet etmesini üretimimizi korunaklı kılarken aynı zamanda bakış açımızın duyurulması için de bir fırsat olarak gördük. Bu gözle kampüsü gezdiğimizde, nerelere nasıl dokunuşlar yapabiliriz diye çalışmaya, orada çalışanlarla nelere ihtiyaçları olduğunu konuşmaya başladık. Kampüs çok büyük, çok güneş alan bir yer, gölgelik oturma alanlarına ihtiyaçları olduğunu düşündük. Yeniden bir şey yapmaya başladığımızda, başta söylediğim gibi, kendimizle çelişkiye düşmeden nasıl üretebiliriz diye düşündük. Bu noktada kampüsün elektrik ihtiyacını karşılayan güneş panelleriyle karşılaştık. Bu güneş panelleri çeşitli sebeplerle geniş bir çelik strüktür üzerine yerleştirilmiş. Kafamızda ihtiyaç programıyla birleştirince, oldukça atıl gözüken bu strüktürün altını da dönüştürerek bir kullanım alanı yaratabiliriz diye düşündük. Halihazırda güçlü bir strüktürün olması da temel atmak, üretimimizle iz bırakmak gibi korkularımızı çözmüş oldu. İhtiyaçların değişmesi gibi durumlarda sökülme senaryosunu göz önünde bulundurarak Bingül’ün de bahsettiği üzere kuru bağlantı detaylarıyla çalıştık. Temel amacımız üretimi yaparken kaynak tüketimini azaltmak, üretim yaptığımız alana ve çelik strüktüre iz bırakmamak idi.

Bu süreçte İSTAÇ’ın Döngüsel İşler Atölyesi ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB)’ne bağlı Park ve Bahçeler Dönüşüm Atölyesi ile ortaklaşa çalıştık. Buralardan edindiğimiz malzemelerle ve onların atölyelerini kullanarak ilerledik. Yaptığımız tasarımı atölyede bir ön hazırlıkla kodladık ve alana getirdik. Bu süreçte İPA da bize destek oldu. Açık çağrıya çıkıldı ve sekiz öğrenciyle, yeni mezun bir grup bize katıldı. Böylece yapım süreci de kolektif bir çalışma olarak ilerledi.

BÇ: Yapım sürecinin, kendi pratiklerinde sürdürülebilirlik konusunda kafa yoran kişilerle katılımcı bir sürece dönüşmesi de aslında bu projenin en önemli niteliklerinden biri. Malzemelerin ve masa başında tasarladığımız detayların işlemediği durumlarda yerinde bu problemi nasıl çözebiliriz konusunda kolektif bir çaba gösterdik. Katılımcı arkadaşlarımızın da projeyi benimsemesiyle birlikte yoğun ve keyifli geçen bir süreçti. Bunun dışında, malzeme tedariğinde de, gerek tasarım sürecinde olsun gerekse şantiye sürecinde olsun, seçtiğimiz malzemelerin elimizde olmayan sebeplerle başka yerlere gittiği oldu. Özellikle "gözden çıkarılmış" malzemelerle çalışırken farklı aktörler ve kurumlar arasında bir malzeme trafiği olduğunu gördük. Bu sebeple, sürecin akışına adapte olabilme refleksi de geliştirmemiz gerekti.

Öncesi
Sonrası
Öncesi
Sonrası
Sonuç
Sonuç

FY: Bütün bu çalışmanın sadece bir dönemde gerçekleşmesi çok etkileyici. Beş kişi olması az değil mi?

OG: Alıştığımız refleksle beş kişilik bir proje stüdyosu az görünüyor. Ancak hatırlatmak isterim, beş kişi beraber tasarım yapmak için aslında gayet uygun bir sayı. Uygulama sürecinde kişi sayısı önem kazanıyor, onun için bu seneki ekip, İPA ile işbirliği içerisinde açık çağrı düzenleyerek takımı genişletti. Diyebilirim ki, bu seneyi en verimli sene olarak geçirdik.

FY: Kullanıcıları gözlemleyebildiniz mi?

BÇ: İBB’nin Park Bahçe ve Yeşil Alanlar Dairesi Başkanlığı'nın, daha bilinen adıyla, Yeşil İstanbul’un düzenlediği bir etkinlikte çocuklar tarafından kullanılmış. Fotoğraflarını görünce çok mutlu olduk. Ayrıca çalışanlar da kullanıyorlar. Orada kitap okuyorlar, toplanıyorlar sohbet ediyorlar ve dinleniyorlar. Bunları duymak, görmek bizi mutlu ediyor.

DS: Kullandığımız bir diğer malzeme de refüjlerden toplatılan dikey bahçe saksıları. Bunlar eskiden yol kenarlarında dekoratif amaçla kullanılırken, pavilyonun bir biriminde bu saksılarla yenilebilir bitkilerin yetiştirilebileceği dikey bahçeler kurduk.

FY: Her kullandığınız ürünün hikayesini yazdınız mı sonunda?

BÇ: Aslında bu üzerine çok tartıştığımız bir konu. Projede kullandığımız malzemelerin ve projenin bilgilerinin gömülü olduğu bir veri tabanı oluşturmayı düşünüyoruz. Kullandığımız malzemelerin daha önce ne olarak kullanıldığı, nereden geldiği, kaç adet ve nelerden oluştuğu, "Yoo, Bence Güzel Pavilyon"un dijital bir ikizini içeren bir web sitesi kurmayı düşündük. Çünkü hepsinin bir hikayesi var, geldikleri yerler daha önceki kullanımları gibi. Bunun yanı sıra, literatürde anlattığım bilgileri içeren dökümanın, malzeme pasaportu (material passport) olarak adlandırılan bir karşılığı var. Yaptığımız işin atığa dönüşmemesi ve döngüsel kalabilmesi için bu bilgilerin güncellenebileceği bir altlığa ihtiyaç var. Bu veritabanı veya pasaport, uzun vadede ikincil, üçüncül kaynaklarla yapma pratiklerini sürdürülebilir kılmak için çok kritik. Halihazırda inşaat sektörü atık meselesinde en büyük yüzdelere sahip alanlardan biri. Ama tabii ki pratikte ve inşaat sektöründe şu an için bu yöntemin adapte olabileceği düzene daha çok yolumuz olduğunu görüyoruz. Yoo, Bence Güzel Pavilyon’un, inşa etme yöntemlerine ve binanın yaşama sürecinin de ötesinde, yaşamının bittiği noktayı yönetebilmek adına alternatif sunması; yeni sorular sordurması ve bu konuda farkındalık kazandırması da görünür kılmak istediğimiz niteliklerinden biri.

OG: Oradan da başka bir hikaye çıkabilir çünkü tasarımlar sökülebilir yapıldı.

FY: Türkiye’de böyle bir programın olmasına çok sevindim. Sürdürülebilir olması çok güzel. Teşekkürler...


MEF AAP İngilizce Yüksek Lisans Programı
www.aap.mef.edu.tr
Program Direktörü: Oral Göktaş
Stüdyo Yürütücüleri: Oral Göktaş, Aysima Akın
Koordinatörler: Sevince Bayrak, Kürşad Özdemir
Öğrenciler: Bingül Çakacı, Duygu Saygı, Hatice Merve Arslanbenzer, Kevser Reyyan Doğan, Mehmet Yalçın Demircan

Yoo Bence Güzel Pavilyon! Uygulama Atölyesi Katılımcıları

  • Ayşenur Özdemir | Erciyes Üniversitesi Mimarlık Bölümü mezunu
  • Gülbin Göktürk | Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Endüstriyel Tasarım Bölümü öğrencisi
  • Murat Tanrıkulu | MEF Üniversitesi Mimarlık Bölümü öğrencisi
  • Mutlucan Lokmanoğlu | Marmara Üniversitesi İç Mimarlık Bölümü mezunu
  • Nihal Gürsu | Trakya Üniversitesi Mimarlık Bölümü mezunu
  • Utku Ergan | Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Endüstriyel Tasarım Bölümü öğrencisi
  • Veli Arslan | Marmara Üniversitesi İç Mimarlık Bölümü öğrencisi

NOTLAR:
1 AAP 2019 Ekibi: Aysima Akın, Ahmet Yaymanoğlu, Damla Kaleli, Dilek Yürük, Ebru Şahinkaya, Eda Yavaş, İlayda Baydemir, Nur Gülgör, Sena Hut, Zeynep Ulusoy
2 AAP 2020 Ekibi: Berrak Oğrak, Elnur Kayaoğlu, Hanse Yalçınkaya, Murat Usta, Uğur Yögen, Ravza Türk, Sibel Öksüz

Etiketler: