Bir Geçmiş Deneyimi

EZGİ TEZCAN

19. yüzyıldan itibaren Pera’daki yaşama odaklanan Aralıktan Bakmak: Meşrutiyet Caddesi’nden Bir Kesit sergisini küratörleriyle konuştuk. Sergi kapsamında Bristol Oteli’ni dijital olarak yeniden üreten Apollo ekibi de süreci aktardı.

ET: Sergi her şeyden önce bir araştırma sürecine dayanıyor. Bu fikir nasıl filizlendi, Pera tarihine dair bu araştırma nasıl ortaya çıktı?
Dilara Tekin Gezginti: Biz Atölye Mil olarak, bir fikrin nasıl mekansallaşabileceği üzerine denemeler yapmayı seviyoruz. Çeşitli disiplinlerle işbirliği halinde, farklı ekosistemlerde, yeni düşünme ve üretme biçimleri keşfediyoruz. Bunu yaparken farklı araçlardan faydalanıyoruz: sergi, atölye, etkinlik gibi. Tüm bunlar mimarlık bilgisini paylaşıma açmak üzere kullandığımız araçlar.

Aralıktan Bakmak: Meşrutiyet Caddesi’nden Bir Kesit sergi projesi de yine benzer şekilde ortaya çıktı. Pera Müzesi ile uzun süredir yetişkin ve çocuk atölyeleri için işbirliğimiz sürüyordu. Müzede fazlaca vakit geçiriyorduk, binayla gerçek bir temasımız vardı. Bu temas, mekanın neye ihtiyacı olabileceği ile ilgili düşünme fırsatı veriyor. Sorduğumuz ve peşinden gittiğimiz ilk soru şuydu: Bristol Otel’in aynı parselde tarihin bir döneminde var olduğu bilgisini, Pera Müzesi’nin içine dahil edebilir miyiz ve bir şekilde bunu mekansallaştırabilir miyiz? Haklı bir soruydu, çünkü çok dikkatli ziyaretçiler ya da kenti iyi bilen araştırmacılar dışında Pera Müzesi’nin eskiden bambaşka bir işlev ve yaşantının mekanı olduğu pek de bilinmiyor. Bu fikri Pera Müzesi ile paylaştık ve onların da önerileri doğrultusunda kapsamı genişlettik: sadece Bristol Otel’e değil, Meşrutiyet Caddesi’ne odaklanan bir araştırmaya yöneldik.

ET: Sergide, İstanbul’un kent yaşamında ve özellikle de Pera’da hareketli bir dönüşümün olduğu 19. yüzyılı konu ediyorsunuz. Pera’nın kentsel rolü neydi o süre zarfında ve siz neleri taşıdınız sergiye?
DTG: “Dönüşüm” konusunun serginin temel meselesi olduğunu söyleyebiliriz. Pera bölgesinin dönüşümünü ve bu dönüşümün katmanlarını araştırırken kullandığımız birincil araç mekana bakmak oldu. Sadece bir tarih incelemesi üzerinden ilerlemek yerine; dönemin kentsel ve politik arka planını, sosyal ortamını ve gündelik hayatın dinamiklerini mekan üzerinden okumaya çalıştık. Tüm bu değişkenlerin ve mekanın birbirini yeniden ve yeniden dönüştürdüğü bir dönemden bahsediyoruz.

O dönemde Pera, İstanbul’daki dönüşümün kalbinde yer alıyor. Ulaşım ağlarındaki gelişmelerin etkisiyle, denizaşırı mesafeleri (göreceli) kısa sürede ve güvenli bir şekilde geçebilmek, yalnızca teknik bir başarı olarak değil, kenti biçimlendiren önemli bir gelişme olarak karşımıza çıkıyor. Orient Express seferlerinin Avrupa’dan İstanbul’a kesintisiz olarak yapılmasının yanı sıra, kent içi ulaşım ağının (tünel, tarifeli vapurlar, tramvaylar) gelişmesi de bu dönüşümde etkili kuşkusuz. Öte yandan kentteki yangınlarla ahşap binaların zarar görmesi, bir katmanın tamamen yok olup üstüne yeni bir katman inşa edilmesi demek. Özetle Pera, hiç bitmeyen bir “oluş” halinde.

Tepebaşı Bahçesi; kaynak: Yapı Kredi Selahattin Giz Koleksiyonu
Pera Palas balo salonu; kaynak: Pera Palas Arşivi
Tepebaşı gravürü, Illustrated London News (10.12.1876); kaynak: Edhem Eldem Koleksiyonu
Bristol Oteli cephesi, 1909; kaynak: Suna ve İnan Kıraç Vakfı Fotoğraf Koleksiyonu
Tepebaşı Dram Tiyatrosu'nda Sarı Zeybek opereti, 1933; kaynak: Suna ve İnan Kıraç Vakfı Fotoğraf Koleksiyonu

Biz, sergiyi tüm bu katmanların üstüne kurmaya çalıştık. Giriş holünde yer alan, farklı ölçekte bilgi-görsel-detay barındıran tüller, birbiri üzerine binerek, aynı katmanlaşmayı fizikselleştirmeye çalışıyor. İçinden geçilmesine imkan tanıyarak ziyaretçiye sembolik bir deneyim sunuyor: katmanların içinde olmak, aralarında gezmek, parçası olmak. Serginin genel tasarım diline yayılan bu katmanlaşma, kimi zaman bir mobilya çizimi ve bir aynanın üst üste kullanılmasıyla, kimi zaman da orijinal belgeler ve dönemin grafik dilinin süperpoze edilmesiyle ziyaretçiye aktarılıyor.

Dönüşümün kentsel ölçekte neler değiştirdiği kadar, gündelik hayatta nerelere sızdığı ve nasıl tepkimeye girdiği de dikkate değer bir konu. Bu sebeple farklı ölçeklerin bir aradalığını kullanmak bizim için çok önemliydi.

ET: Kentte yaşanan bu katmanlaşmayı biraz açabiliriz. Pera ve Meşrutiyet Caddesi’nde parsel ve bina bazında nasıl bir mekamsal değişim meydana geldi?
DTG: Gündelik hayat değiştikçe insanlar yeni şeyler talep etmeye başlıyor ve bu talepler de kendi mekansal karşılığını yaratıyor. Avrupalı konukların, kendi standartlarını İstanbul’da da talep etmeleri sonucu bu tür yeni bir işlev icat ediliyor: otel. O zamana kadar İstanbul’da, seyyahların konaklama ihtiyacını karşılayan evden bozma mekanlar, hanlar elbette var ancak bizim şu anki işleviyle otel diye bahsettiğimiz standartlara sahip mekanlar yok. Bu, İstanbullular için yeni bir deneyim oluyor. Özellikle halihazırda kentte yaşayan varlıklı kesim için; çünkü bu yapılara ilk ulaşan onlar oluyor. Dahası, oteller, bir konaklama mekanından daha fazlası -kentin eğlence merkezi- olarak rol oynuyor.

Eda Özgener: Salt Batı’dan alınmış ve alındığı haliyle gündelik hayata giren işlevlerdense; buraya gelen “şey”in, mevcut yaşantıyla değişip melezleşmesinden söz edebiliriz. Otellerin lokantaları örneğin; balolar gibi etkinliklerle, burada yaşayanlar için de sosyal hayatın önemli mekanlarına dönüşüyor. Keza eskiden Tepebaşı’nda bulunan mezarlık (Tepebaşı Bahçesi olarak da bilinen, bugün TRT Stüdyoları’nın bulunduğu parsel) semtler arası geçişe imkan veren ve aynı zamanda onları ayıran, çok güzel bir manzaraya bakan hoş bir boşluk iken burada yaşayan, burayı kullanan insanların talepleri doğrultusunda gezinti ve seyir mekanına dönüşmeye başlıyor yavaş yavaş. Daha Avrupai bir kimliğe bürünüyor, bir promenade gibi işlemeye başlıyor. Kullanımda yaşanan bu değişiklikler ve ortaya çıkan talep doğrultusunda, mezarlığın üstü Tünel inşaatından çıkan hafriyatla kapatılıyor ve etrafı bir çitle çevrilerek bir parka dönüştürülüyor.

Tepebaşı Bahçesi'nde Garden Bar; kaynak: Suna ve İnan Kıraç Vakfı Fotoğraf Koleksiyonu
Büyük Londra Oteli'nden Küçük Kabristan ve Haliç manzarası; kaynak: Suna ve İnan Kıraç Vakfı Fotoğraf Koleksiyonu
Grand Rue de Petits-Champs/Beyoğlu, Millet Bahçesi kartpostalı; kaynak: Suna ve İnan Kıraç Vakfı Fotoğraf Koleksiyonu

Sergi strüktürünü; dışarıdan gelen alışkanlık, burada onun nasıl karşılık(lar) bulduğu ve sonrasında nasıl mekansallaştığı üzerinden okumak da mümkün. Birkaç ana başlığımız var: Orient Ekspres’ten başlayarak oteller ve turizm, mağazalar, yeme-içme, eğlence mekanları ve bahçe. Tüm bunlarda benzer örüntülere rastlamak mümkün. Örneğin mağazalar başlığında; yine Avrupa’daki örnekleri aracılığıyla buraya taşınan vitrin ile birlikte, sokakta olma halinin farklı bir anlam ihtiva etmeye başlamasını inceliyoruz. İnsanların sokağa çıkmak için eskisi kadar elzem sebeplere ihtiyacı kalmamasının bir nedeni de vitrin olmaya başlıyor; vitrin bakmak, sadece olan biteni izlemek için dışarıda olmak, tüm bunlarla beraber dışarıya çıkmanın gittikçe kolaylaşması ve hatta teşvik edilmesi. Bu durum, kentteki gündelik hayatı dönüştürüyor elbette.

ET: Pera’daki dönüşümü anlatırken aslında özellikle odaklandığınız, anlatının odağına yerleşen ve aralık tanımlayan iki bina var: günümüzde Suna İnan Kıraç Vakfı’nın sahipliğindeki Pera Müzesi ile İstanbul Araştırmaları Enstitüsü. Bu binalar, o dönemden bugüne kadar nasıl bir rol oynadılar bulundukları konumda?
DTG: Öncelikle biz bu iki binayı, Meşrutiyet Caddesi üzerinde bambaşka bir aralık tanımladığı için belirlemedik. İki bina da caddenin neoklasik cephe özelliklerini ve alışıldık mimari karakterini içeren önemli yapılar. Bu aralığı seçme sebebimiz, ele aldığımız alanın sınırlarını belirleme kararını bir bağlama oturtabilmek, bir başlangıç ve bitiş belirleyebilmekti. Hal böyle olunca, Pera Müzesi ve onun kardeş kuruluşu olan İstanbul Araştırmaları Enstitüsü aralığında çalışmaya karar verdik. Bu iki yapının arasına ve onun karşı parseline (Tepebaşı Bahçesi’ne) odaklandık: Pek çok farklı mimari işlevi (konut, otel, mağaza, restoran, tiyatro, bahçe) barındıran bir alan oluşu, kararımızı kolaylaştırdı. Meşrutiyet Caddesi’nden bir kesitin ele alındığı bu sergi, söz konusu kesitin ürettiği referanslar üzerinden Pera’ya dair bütünsel bir bakış yakalamaya çalışıyor.

EÖ: Bu serginin içinde bulunduğu İstanbul Araştırmaları Enstitüsü, bir konut olarak inşa ediliyor: Rossolimo Apartmanı. Bir sivil mimarlık örneği olarak, hakkında fazla belgeye ulaşmanın maalesef çok mümkün olmadığı bir yapı. Ancak öte yandan, yeni işleviyle bugün içine girebildiğimiz bir mekan. Bir apartman olma hikayesine dair bulabildiğimiz belgeler ve dolayısıyla ona ayrılan yüzey kısıtlı olsa da; sergide en çok yer aslında ona ait; asıl mekanın kendisi o. Aralığı tanımlayan diğer bina ise; serginin de ortaya çıkışında büyük rol oynayan Pera Müzesi, yani bahsettiğimiz dönüşüm sürecinde, dönemin en önemli otellerinden olan Bristol Otel.

ET: Sergi kapsamında Bristol Oteli’nin sanal gerçeklik ile kurgulanmış bir modeli de yer alıyor. Tam da bu noktada Apollo ile kurduğunuz işbirliğinden söz edebiliriz. Temel mesele neydi ve Apollo nasıl bir rol üstlendi? DTG: Mekan odağından okumaya çalıştığımız bir dönüşüm hikayesinin, ziyaretçiye bir mekansal deneyim vaat etmesi çok önemsediğimiz bir konuydu. Bu süreçte iki boyuttan, üç boyuta uzanan farklı deneyim seviyeleri ve çeşitlilikleri yaratmayı hedefledik. Örneğin, Pera Palas Oteli’nin bir oda fotoğrafını kullanarak, o mekanı 1:1 ölçekte deneyimlenebilir, içine girilebilir ve fakat hala iki boyutlu olan bir hale getirdik: duvar kağıdının tekrar eden biçimsel örüntüsü, mobilya detayları, bu iki boyut altında yeni bir deneyim üretti. Aynı mekansal üretim arayışının devamında, üç boyutlu bir deneyim üretmek istediğimiz noktada sürece Apollo dahil oldu. “Fiziksel olarak var olmayan bir yapının içinde olmanın neye benzeyebileceği”ni araştırıyorsanız, sanal gerçeklik çok nitelikli bir araç haline gelebiliyor.

Ayşegül Karaman: Amacımız sergi teması kapsamında 19. yüzyılın gündelik hayatının geçtiği önemli mekanlarından bir kesiti, olabildiğince gerçeğe yakın bir haliyle dijital ortamda üretip ziyaretçilere 1:1 ölçekte deneyimletmekti. Bristol Oteli’nin giriş katı ve bir yatak odası üzerinde çalıştık. Tarihsel bir mekanın mimari olarak canlandırılmasının yanı sıra iç mekan düzenlemesinin de gerçekleştiği; tüm nesnelerin, mobilyaların, desenlerin, renklerin seçildiği bir süreç oldu.

Esra Akdere: Mimari bakış açısı ve sanatçı yorumuyla şekillenen dijital bir üretim gerçekleştirdik diyebiliriz.

ET: Mekanı dijitalleştirilirken yapının mevcut halinde, otel kurgusu varlığını sürdürmese dahi, giriş katında izler bulabilmek mümkün oldu mu? Hangi verilerden faydalandınız?
AK: Bristol Oteli’nin iç mekanına dair herhangi bir görsel veriye ulaşamadık ne yazık ki. Dönemin bazı gazetelerinde yer alan ilanlarında Bristol Otel’in iç mekanını tarifleyen yazılı kaynaklar bize yol gösteren önemli veriler oldu. Bu ilanlarda, otelin geniş bir giriş holü, mermer merdivenleri ve yüz kişilik ayrı oturma düzenine sahip yemek salonu olduğundan söz eden metinlere ulaşıldı. Elimizde sadece Doğan Hasol’un 1984 yılında aldığı rölövenin plan şeması vardı; kesitlerine ve görünüşlerine ulaşılamadı. Ancak özgün cephe korunmuş olduğu için o cephenin oranlarından yararlanarak kat yüksekliklerine ulaştık. İç mekan kurgusu için ise bölgedeki diğer otellerin arşivlerinden faydalandık. Pera Palas ve Büyük Londra Oteli’nin o dönemine dair iç mekan fotoğraflarına ulaşabildik. Dönemin mobilya örneklerini inceledik: Eklektik bir yaklaşım görüyorsunuz; pek çok desen, pek çok farklı halı, hepsi bir arada, iç içe. Biz de bu içgüdüyle, her üslubu içeri katmaya çalışarak hem mimari hem de dekorasyon anlayışını yansıtmaya çalıştık.

İstanbul Araştırmaları Enstitüsü'ndeki sergi kurulumu
İstanbul Araştırmaları Enstitüsü'ndeki sergi kurulumu
Dijital olarak yeniden kurgulanan Bristol Oteli'nin dinlenme salonu; görsel: Apollo, 2019.

Bu bir tarihi belgeleme çalışması değil, destekli bir varsayım diyebiliriz. Bu da bize deneysel bir çalışma alanı sundu. Fotoğrafı ya da belgeleri olan bir mekanı dijital olarak üretmeye çalışmaktan farklı olarak bizim burada yaptığımız, daha çok bir dönem filminin sanat yönetmeninin yöntemleri ile hareket etmek gibi oldu. Binlerce varyasyon çıkarabilirsiniz, her yönetmenin farklı yorumu olabilir. Bizim bu yorumumuz da küratörler ve İstanbul Araştırmaları Enstitüsü onayıyla ortaya çıktı. Hikaye anlatıcılığı da sürecin bir diğer önemli ayağıydı. Buna da birlikte karar verdik. Ziyaretçinin yaşayacağı deneyimi biraz yönlendirmeye çalıştık. Çünkü öbür türlü boşlukta, amaçsız bir gezintiye dönüşecekti; oyunlaştırma yöntemiyle bir deneyim kurguladık.

EA: Sadece görsel bir temsil değil bu çalışma. Geçmişle farklı temaslar kurma çabasıyla işitme ve dokunma duyusunu da harekete geçiren bir yerleştirme kurguladık. Dönemin müziklerini, o dönemde Meşrutiyet Caddesi’nden geçen tramvay ve at arabalarının seslerini dinleyebildiğiniz; mobilyaların yanı sıra gazete ve ilanları, dönemin tablolarını inceleyebildiğiniz; yer yer titreşimler aracılığıyla fiziksel olarak kendinizi mekanın içinde hissedebildiğiniz bir üretim gerçekleştirmek istedik. Pera Müzesi arşivindeki tablolardan da faydalandık.

AK: Buradaki süreç, bir rekonstrükyon sürecine benziyor. Tek fark inşa edilmemiş oluşu; fiziksel dünyada değil dijital dünyada var olması. Bristol Oteli’nin bu temsili, bir veri olarak yerini aldı. İleride, her şeyin dijital ikizinin ortaya çıktığı dönemde bu tarz üretimlere sık sık rastlayacağımızı düşünüyoruz.

ET: Aslında yalnızca Bristol Otel’de değil, serginin tümünde kurguladığınız anlatı pek çok farklı arşivden bilgileri içeriyor. Hikayenin strüktürünü oluşturmak için nerelerden beslendiniz, hangi kaynakları deştiniz?
DTG: Bölgede dönemsel olarak sürekli bir değişim yaşandığı için mekanı bir zaman çizelgesi üzerinden okumak anlamlı bir araştırma yöntemi oldu bizim için. Bazı parsellerde çok fazla işlev değişimi olmuş, Tepebaşı Bahçesi bunlardan biri: bir mezarlık, geçişlere ve ayrıştırmaya hizmet eden bir boşluk, seyir ve gezinti yeri, içinde tiyatro ve çeşitli yeme-içme, eğlence mekanları barındıran bir bahçe ve şimdi bir otopark. Günümüze nasıl bir işlev ve biçimle ulaştığını vurgulamanın anlamlı olduğu yapılarda tarih aralığını esnek tuttuk, nitekim Tepebaşı Bahçesi önemli bir örnek.

Bu süreçte yaptığımız kapsamlı araştırmada pek çok farklı arşivi taradık: SALT Araştırma, Atatürk Kitaplığı, Büyük Londra Oteli, Pera Palas Oteli, Çelik Gülersoy Arşivi, gazete arşivleri, kişisel arşivler, dönem kartpostalları, Harvard veritabanı gibi kaynaklardan faydalandık. Tüm bu arşivlerde karşımıza çıkanları, belirlediğimiz zaman aralığı ve mekan odağında okuma bağlamıyla filtreleyerek bir kurgu oluşturduk.

Öte yandan bu serginin ortaya çıkmasında Pera Müzesi ve İstanbul Araştırmaları Enstitüsü ile yaptığımız işbirliğini önemli buluyoruz. Kurumların bu tip öneri projelerine açık olması ve süreci iyi yönetmesi çok önemli. Ancak bu yolla, kentin tarihine ve yaşantısına dönük okumalar, farklı süzgeçlerden geçerek yeniden üretilir hale gelebilir ve paylaşıma sokulabilir.