Çevrenin Öğretileri

EZGİ TEZCAN

Yapı Fuarı-Turkeybuild İstanbul 2019 kapsamında Su Kentleri başlıklı bir konuşma gerçekleştiren Kunlé Adeyemi ile kentleşme ve iklim değişikliği konularında mimarlık ve mimarın rolü üstüne bir söyleşi gerçekleştirdik.

ET: Dünyanın pek çok yerinde işleriniz var; birçok farklı kenti ve kentsel durumu deneyimliyorsunuz. Bu birikim doğrultusunda, mimarlığın iki temel sorunla karşı karşıya olduğunu söylüyorsunuz: hızlı kentleşme ve iklim değişikliği. Mimarlık bu iki sorun karşısında nasıl bir rol oynayabilir?
Kunlé Adeyemi: Bence bu konuda rolümüz daimi. Hatta elli yıldır, müdahalelerimizin iklim değişikliği nedeniyle oluşan sorunların artmasında önemli bir payı oldu. Bu doğrultuda, yapılacak ilk şey bugüne dek ne yaptığımızı, neyi doğru yapmadığımızı ya da neleri geliştirebileceğimizi anlamak. Çünkü mimar olarak oynadığımız rol, bu çevreye yatırım üzerine kurulu. Pratiğimizi nasıl sürdürdüğümüzü yeniden düşünmek ile mesulüz.

ET: Bu sorunlarla nasıl baş edebiliriz ya da çözüm için atılacak adımlar ne olabilir?
KA: Sürekli olarak çevreye uygun olmayan üretimler gerçekleştirmiyoruz; fakat önemli olan şu: Bir etki yaratma fırsatı yakaladığımızda, çalışma yöntemimizi belirleyen ölçütleri yeniden gözden geçirmeliyiz. En önemli ölçütlerimiz neler? Güzel tasarımlar, lüks yapılar ya da bunların nasıl kıvrılıp döndükleri mi? Hayır, konu bunlar değil. Asıl mesele, egomuzun, estetik kaygılarımız çok daha ötesinde. Kaynaklar, çevresel etkiler, malzemelerin etkin kullanımı, enerji, besin… Bunlarla ve sürdürmemiz gereken diğer önemli kaynaklarla ilgili. Dünyaya geniş çapta katkıda bulunma fırsatımız olduğunda, dünyanın daha sürdürülebilir bir şekilde ilerlemesine yardımcı olabilecek birçok karmaşık konuyu dikkate almamız gerekiyor.

Fotoğraflar: NLé

ET: Çalışmalarınız Küresel Güney’de yoğunlaşıyor. Geçtiğimiz on yıl içinde Afrika ülkeleri, ekonomik büyümeyle birlikte mimarların yeni odak noktası, yeni istikameti haline geldi. Bu hareketliliği nasıl okuyorsunuz ve bu coğrafyadan çıkarılacak dersler neler sizce?
KA: Henüz emekleme aşamasında; erken dönemlerindeyiz. Fakat Afrika ülkelerinin, erişimlerine açık olan kaynaklara karşılık verdiği önemli bir dönemden geçiyoruz. Bazen kötü kararlar veriliyor. Kötü, çünkü uzun vadeli sorunlar karşısında kısa vadeli çıkarlar gözetiliyor ve sonuçta, çevre gözetilmeden üretilmiş kalitesiz ürünler elde edildiği çok net. Yere içkin olmayan ithal fikirler ortalığa saçılmış durumda. Uzun vadeli etkileri hiç hesaba katmayan kısa vadeli çözümler sunuyorlar. Bu sürdürmememiz gereken en önemli şeylerden biri.

ET: Mimarlık ve yapım niteliğine dair bir bilgi birikimi oluştuğundan söz edebilir miyiz peki bu üretimler neticesinde?
KA: Tabi var. Ulaşılması güç ama bilgi orada duruyor. Ve kıta bağlamında çalışmak için geldiğinizde, her şeyden önce, işbirlikleri inşa etmelisiniz. Bunu sadece Afrika bağlamı için de söylemiyorum, dünyanın her yeri için geçerli. Yerel bilgiye güvenmek ve dayanmak gerekiyor. Çünkü en basit haliyle orada yaşayan ve oranın bilgisine sahip olan, onlar. Dolayısıyla, müthiş fikirlerinizle gelmeyin. Mesele bu değil. Elbette fikirlerin çaprazlanması da değerli ama kendinizi biraz geri çekerek gittiğiniz yerde yaşayanların onlar için neyin önemli olduğunu anlatmalarına olanak tanımalısınız. Bu sizi daha önce hayal etmediğiniz yerlere taşıyabilir. Çözümün sizde olduğunu düşünmemelisiniz. Ancak onların kendi çözümlerini bulmalarına öncülük edebilirsiniz.

ET: DESIMER olarak adlandırdığınız bir araştırma ve tasarım süreci modeli geliştirdiniz. Bu model nasıl işliyor, ardında yatan temel düşünceleri açıklar mısınız?
KA: Özellikle Makoko Yüzer Okul projesini izleyen dönemde, çalışma yöntemimizi yeniden düşünmeye, yeniden okumaya başlamamız gerekti. Bulunduğumuz yöne nasıl geldiğimizi, temel değerlerimizin neler olduğunu yeniden düşünmeye başladık. Sonunda da bunu, süreci nasıl yürüttüğümüzü anlamamızı sağlayan bir araç takımına; bir metodolojiye dönüştürdük. DESIMER demografi, ekonomi, sosyo-politik, altyapı, morfoloji, çevre ve kaynaklar (demographics, economics, socio-politics, infrastructure, morphology, environment and resources) için kullandığımız bir kısaltma. Bu yedi faktörün aslında gelişimi yönlendiren en önemli faktörlerden bazıları olduğunu düşünüyoruz. Bunlar proje süreçlerinde bizi yönlendiren, kararlarımızı biçimlendiren etkenler. İnsanları düşünmek zorundasınız: Kimin için inşa ediyorsunuz? Ekonomik koşulları anlamalısınız: Ne ile karşı karşıyasınız? Sosyal bağlamı anlamanız gerek. Morfolojiyi okumalısınız: Çalıştığınız bölgenin biçim özellikleri, peyzajı ve tabi ki kaynakları neler? Bu konulara farklı derinliklerde odaklanarak çok daha bütüncül bir bakış açısına sahip olduğumuzu fark ettik. Tasarımı estetik bir hedef olarak değil, karmaşık tüm kentsel dinamikleri düzenleyebilmek ve bunları bir form, bir protokol ya da bir çözüme dönüştürebilmek için bir araç olarak görmekle ilgili bir yaklaşım bu. Bana kalırsa estetik olma hali bunun bir çıktısı, tasarımı düzgün ve özgün bir biçimde tamamlarsanız ortaya zaten “güzel” bir ürün çıkar.

ET: Deniz seviyesinin yükselmesi ve ani su baskınlarıyla birlikte görülüyor ki iklim değişikliğinin kentler için en büyük tehditlerden biri su. Su, aynı zamanda mimarlıkta da kaçınılması gereken bir unsur olarak kabul ediliyor çoğu zaman. Fakat siz suyu geleceğimiz için bir değer olarak görüyorsunuz. Bugün dahi pek çok topluluğa yaşam alanı sunuyor üstelik. Bu bağlamda Afrika Su Kentleri projenizi anlatır mısınız?
KA: Bu proje, 2011’de Lagos’ta yaşanan ani su baskını sırasında suyun gücünü ve etkisini fark etmemle başladı. Yalnızca kentlerin hızlı büyümesiyle değil, aynı zamanda iklim değişikliğinin etkileriyle de mücadele ediyoruz. Ve bunlardan en çok etkilenen yerler hızlı bir biçimde büyümüş yerleşimler. Böylece bu araştırmaya başladık; büyüyen ve tehdit altındaki kentler arasında bağıntılar bulduk. Bu verileri, nerelerin ekonomik anlamda daha zayıf olduğunu da göz önünde tutarak çakıştırdık. Böylece Afrika genelinde yirmi kent belirledik. Ardından Venedik Mimarlık Bienali’nde bu projeyi Waterfront Atlas olarak genişlettik. Peyzaj, kültür, kentler, su ve insanlar arasındaki ilişkiyi bütünüyle sorgulamaya çalışıyoruz.

ET: Venedik Mimarlık Bienali’ne ikinci prototipiyle katıldığınız Makoko Yüzer Okul projesi mimarlık ortamında önemli bir yer edindi. Proje, Makoko halkının yapım bilgisine dayanan katılımcı bir süreçle inşa edilmişti. Proje sürecinden bahseder misiniz?
KA: Bir problem çözerken ya da tanımlarken çevreden öğrenmek, yapılabilecek en iyi şey. Mükemmel olmayabilirsiniz ama yapabileceğinizin en iyisini yapmak zorundasınız. Çözmeye niyetlendiğiniz problem, o topluluğun koşullarıyla ilgiliyse ya da çözüldüğü takdirde o topluluk için yeteri kadar değer üretecekse o zaman çabanıza değer. Bu zaman alabilir, çünkü insanlar bazı şeyleri yavaş kabullenir fakat çabanız nihayetinde yerini bulur. Bu doğrultuda Makoko Yüzer Okulu, topluluk içindeki yerini çok çabuk bulmuş bir proje. Ayrıca topluluk dışındaki insanlar için de bir tartışma başlattı. Yarattığı etkiye rağmen kimilerinin bunun iyi bir çözüm olmadığı yönünde çekinceleri vardı. Fakat bu proje benim farklı biçimde düşünmemi sağladı ve başkalarına ilham oldu. Benim açımdan projenin en büyük etkisi bu. Dünyanın dört bir yanından binlerce öğrenci, farklı düşünebilmelerini sağlayabildiğimiz için bize teşekkürlerini iletiyor. Yani, Makoko Yüzer Okulu bir son değil, başlangıç. İnsanlığın gelişme tarihinin bir izdüşümü. Tarihe sunmak istediğimiz katkının bu olduğuna ve geleceğin bu yönde yetişmesini istediğimize karar verdik.

ET: Bu projeyi farklı uygulamalarla geliştirmeye devam ediyorsunuz. Ne yöne evriliyor?
KA: Daha büyük ölçeklerde denemeler yapıyoruz. Ele alınan ve çözülen problemlerin bütünlüğü doğrultusunda topluluk ve kent ölçeğine doğru geliştirmek istiyoruz. Fuardaki sunumum sırasında biri, “Toprak üzerinde yaşamımızı sürdürürken yarattığımız sorunların neticesinde su üzerinde yaşamı öneriyoruz. Suda yaşamaya başladığımızda yeni sorunlara sebep olmayacak mıyız? Bu kez mücadelemiz ne olacak?” diye sordu. Açıkçası henüz bilmiyorum, fakat mücadele her yerde mücadeledir. Burada gerçekten bir seçimden söz etmiyoruz. Bu daha çok ne ile yüzleşeceğimizle ilgili: Yüzleşeceğimiz koşullar karşısında seçeneklerimiz ve kararlarımız ne olacak? Yaptığımız hataları suda tekrarlamamak için bugünden ne gibi dersler çıkaracağımızı ve ne anladığımızı düşünmeye başlamamız gerekiyor.

Etiketler: