Turist Bakışı

Alper Elitok ve Osman Şişman’ın Asya gezisi üretimleri "Turist Bakışı" adlı fotoğraf sergisiyle ziyaretçilerle buluşacak. Eskişehir’deki değartlab mekanında gerçekleşecek sergi 5-17 Nisan 2016 tarihleri arasında görülebilecek.

Osman Şişman'ın sergi için kaleme aldığı yazıyı aşağıdan okuyabilirsiniz:

Memo’ya…

“Düşünün ki ben de Londra’ya gittim de, Saint-Paul Katedrali’ni görmedim. İnanın doğru söylüyorum. Evet Londra’ya gittim, Saint-Paul’ü görmedim.” Yaz İzlenimleri Üzerine Kış Notları, Dostoyevski

  1. İki imge, iki turist niteliği: İlki, yüzlerce yıldır eğri duran Pisa Kulesi’nin açığında konuşlanıp fotoğraf makineli türdeşlerine uygun perspektiften kuleye destek atma pozu veren onlarca turistin göründüğü bir fotoğraf. Kim bilir ne zaman bulunmuş haylaz bir espri, bir salgın gibi turist ırkının kolektif görsel rejimine hakim oluvermiş. Gittikleri yerde her biri aynı şeyi yapmaya bu kadar tutkun olsalar da, elbet her turist kuleyi ıskalıyor bu açıdan. İkinci imge, herhangi bir şehrin, özellikle de turistik noktalarıyla övünmeyi, onlarla markalaşmayı ödev edinmiş yerel yönetimlere sahip şehirlerden herhangi birinin turistler için özel ürettirdiği jenerik harita tipolojisi: Şehrin turiste hitap eden, onun bakışı için inşa edilmiş ve onun bakışını inşa eden imgesinde; topografyanın geri kalanına yukarıdan bakan, kendilerinden gerisini umursamazca önemsizleştiren, haritanın üzerine ölçekaşırı bir kibirle, irice ve ferah ferah çöreklenmiş anıtların, parkların, müzelerin, tapınakların, alışveriş merkezlerinin ikonları. Şehrin heterojen ve hayhuylu gerçekliğinde gidilecek, görülecek, fotoğraflanacak, paylaşılacak yerleri cüretle işaretleyen; haritanın üstüne daha muteber ikinci bir harita kuran aklın ürünü. Kolaylaştırıcı olduğu kadar kısıtlayıcı, indirgeyici, deneyimi fakirleştiren bir temsil. Bu iki örnek, turistin bakışına dair derdimizi özetliyor: Herhangi bir gezgin özne için herhangi bir şehir sürprizlerin, çeşitliliğin, biri bir diğerine benzemez tekillikte deneyimin yurdu iken; hem şehir imgesini inşa etme yetkisini elinde tutan kurumsal yaklaşım hem de bizzat turist birey elbirliğiyle bu muhteşem tekilliğin altını oymak için elinden geleni yapıyor gibiler. Turist bakışı, coğrafyayı, tarihi, tat ve kokuları, arzu ve tatminin her türlüsünü çalakalem yeniden haritalarken olasılıklar ve olanaklarla dolu pür neşe bir karmaşayı dümdüz ediyor. Ezilmekten ot bitmez olmuş o bilindik patikayı bin birinci kez geçiyor her bir turist; atasının durduğu noktada durup onun gözüyle bakıyor, hafızasına öncekinin aynını nakşediyor, fazlaca vakit harcamayıp kendini bekleyen sonraki ortak durağa seğirtiyor. Haliyle, yeniden üretilen imgeler de birbirinin aynı oluyor.

  2. Yerlere dair popüler turistik imgeler pek çok kanaldan yayılıyor. Yorucu bir kapsayıcılıkla yazılmış envanterlere benzeyen gezi rehberleri, orta sınıfın hayallerini kışkırtan gazete ekleri, lükse yeni ve vasat bir tanım getiren tatil acentası broşürleri, doğa ve kültür fikirlerini birbirinden ayırıp ayırıp yine birbirine katan ideolojileriyle maceraperver keşif dergileri, bu sonuncuların kaçınılmaz evladı belgesel kanalları. Dünya üzerine yayılmış orta sınıfın mahşerî kalabalığına, hem de her bir üyesine tek tek seslenen bu kanallar, emir kipiyle konuşuyor: “Şuraya git ve şunu yapmadan dönme.” Hayatı, ölümden önce yapılacak şu kadar şeyler listesi olarak projelendiren bakış, aslında onu ıskalamanın kıt ilmini de icra etmiş oluyor. Tavladıkları her grupla aynı rotayı izleyen öncü müteşebbisler her bir turda maceracılıktan uzaklaşıp o sığ bıkkınlığa rücû ediyorlar. Dünyanın öteki ucundaki o yeri ilk kez gören insan evladının şaşkınlıkla, korkuyla, kaygıyla ve erinçle titremesini; rotası, kalacağı yeri, süresi belli gezginliğin listesine bolca dövizle yazılmış çağdaş torunlarının keşif anında dahi vazgeçemedikleri güvenlik hissinin bönlüğüyle karşılaştırmalı.

  3. Turizm, siyasal iktisadını bir kenara koysak, en masum haliyle bile imgesel bir işgal, bir görsel sömürgecilik biçimi. Turist ırkı yekpare değil elbet, o da katman katman, sınıf sınıf. Kalmayı tercih ettiği yerden görecekleri listesine, yemek mekanlarından sokak deneyimine dek birbirinden farklılaşan alt türleri var. Sözgelimi, kendimizi en yakın hissettiğimiz ekip, kültürel sermayesi nispeten yüksekçe, hediyelik alışverişinden topyekün kaçınamasa da uzakça duran, çekeceği fotoğraf karelerinde nafile bir özgünlük arayışında olan, ortalama turistleri farkında olmadan hor gören, kâh kafileden kopan, kâh kafile fikrine bile katlanamayan tür. Rehber kitapların dışına taşan gerçekliği keşfetmek için ara sokaklarda dolaşmak, sokak yemeğinden tiksinmemekle övünmek, her tür mekanı mesken edinebileceği iddiasında olmak bu türün gezi alışkanlıkları. Yerel esnafa “bize buralıların takıldığı yerleri, yediği lokantaları, içtiği soteleri göster” diyen, oraları bulan, sonra da “Lonely Planet yazarı olsaydık burayı yazar mıydık?” sorusuyla cebelleşenler; ören yerlerindeki, müzelerdeki audio guide’lardan hazzetmeyen, rotaları tersinden yürümeye meyyal bireycikler… Peki, böyle bir tür turist olunca ne oluyor? Sadece “oradaydım” demeye yarayan; negatifleri, diaları, hafıza kartlarını enselerinde unutuşun sıcak soluğuyla doldurup taşıran fotoğrafların dışına mı çıkılıyor? Pek sayılmaz. Turist bakışını edinmediğini, edinmeyeceğini ilan eden her fani turist, yerelliğin içinde eriyemeyecek olmanın buruk mayiini elbet şuursuzca tadıyor. Hasılı, turist bakışı, kendi avangardını ararken bile işgalciliğe hizmet ediyor.

  4. Biz ne ettik? Kafilelerden uzak durduk. Türkçe konuşanları duyunca uzaklaştık. Bangkok’un kirli strip-club ve special massage merkezi Patpong’daki mekanlar arasında mekik dokurken bize en çekici gelen öneri, bir fuhuş değnekçisinin “Free toilet!” nidası oldu. Tayland’dan Kamboçya’ya karayoluyla geçerken vize beklediğimiz sınır hattını Habur’a benzettik. Bekir Bozdağ’a benzerliğiyle bizi ülke gündemine fırlatıveren Kamboçyalı bir siyasetçinin posterine hoşnutsuzlukla baktık. Kıvrımlı Khmer alfabesini oryantalist tablolardaki nazlı, aşüfte hatunlara benzetip hemen ardından özeleştiri verdik. Genç tuktuk şoförümüzün adının Sovyet olduğunu ve ayda yetmiş dolara çalıştığını öğrenince Güneydoğu Asya’nın makus siyasi tarihine dalıp çıktık. Şahit olduğumuz uyuşturucu ve beden ticareti, kitapçılarda, nedense Batılı yazarların mevzu üzerine yazdığı araştırma kitaplarını aramamıza neden oldu. Önümüze ne geldiyse yedik, içtik. Ve elbette, önümüze ne geldiyse fotoğrafını çektik. Ne de olsa, turisttik.

  5. Ne yapmalı, peki? Turistin umarsız ve hafızasız bakışını ona iade etmeyi denemeli. Ona bakan taşların, binaların, insanların, hayvanların, cümle nebatın bakışını da. Bunu yaparken kendimizi yerleştirdiğimiz konumun onunkinden çok da farklı olamayacağını, küresel turizmin tabiatının böyle olduğunu unutmadan yapmalı bunu. Zira hepimiz, şu koca dünyanın organsız bedeninde her zerreyi sonuna dek tatmamızın önüne geçecek denli insanlaşmış, turistleşmiş haldeyiz.

Etiketler: