Yeni Kentsel Gündem ve Kenti Sürdür-ebilme
Bilgi Çağı veya Endüstri 4.0 dönemi olarak da adlandırılan yeni çağda dünya görülmemiş bir oranda şehirleşiyor ve dünya nüfusunun yarısından fazlası şehirlerde yaşıyor. Tahminler, 2050 yılına kadar, dünyada 9,8 milyar insanın üçte ikisinin kentsel alanlarda yaşayacağını gösteriyor.1 Ciddi bir rakam!
Kentlerde yığılıyoruz ama bu yığılmalar geçmiş dönemlerdekinin aksine dünyadaki sosyal ve ekonomik açıdan problemli kentsel alanlarda gerçekleşiyorsa üzerinde düşünülecek epeyce fazla konu var demektir. Zira bu tür alanlardaki nüfus artışları beraberinde artan kentsel yoksulluk oranları, azalan doğal kaynaklar ve düşük yaşam kalitesi gibi sonuçları getiriyor. Diğer taraftan gelişmiş ülkelerde kentler farklı dönüşüm süreçlerine bağlı olarak yeni çağın getirdiği olanaklardan yararlanabilme şansına sahip olabiliyor ve bunu fırsata dönüştürüyor. O halde iki farklı uçta yer alan kentler ve bu kentlerde yaşayan kentliler için “sürdürülebilirlik” tartışması nerede yer alıyor? Şüphesiz oldukça farklı problem kümeleri üzerinden tariflenen bu iki grup için “sürdürülebilir kent” aynı kavramsal çerçevede ve yöntemle ele alınamayabilir: Her beden herkese uymaz (One size does not fit all)! Pek tabii “sürdürülebilirlik” tartışmasında toplumların geçmiş birikimleri de dahil olmak üzere mevcut “kabiliyet”lerinin farklılığı (sustain-ability), istenen hedeflere varış hızı ve sonuçlarda farklılıklar yaratıyor. Örneğin “akıllı gelişme” perspektifinde ele alınan “derişiklik” (compactness) kavramı, doğal kaynaklar üzerinde yayılmacı bir perspektifi önlemek üzere kullanan bir Kuzey Amerika kentleşme pratiğinde yer edinebilirken, bunun henüz sağlıklı kentsel donatıları dahi sağlayamamış ülkemizde tartışılması ne derece anlamlı olabilir?
Tüm bu gelişmeler ışığında, uluslararası toplumun son yıllarda bu farklılıkların yaratmış olduğu problemlere daha içermeci (inclusive) ve özel çözümler getirebilme çabalarının olduğunu gözlemleyebiliyoruz. Bu yazıda özellikle üzerinde durmak istediğim politikalardan biri, Birleşmiş Milletler tarafından tüm dünya ülkeleri için geçerli olan ve Eylül 2015’te yürürlüğe giren “2030 Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri” (Sustainable Development Goals- SDG) planıdır. Bu planı sürdürülebilirlik konusunda bugüne kadar diğer uluslararası politikalardan ayıran en önemli fark bence ülkelerin kendi kapasite gelişimleri için kendilerine özgü bir yol haritası oluşturabilmeleri ve bunu yaparken yeni çağın gereksinimlerini avantaja çevirebilmeleri. Söz konusu plan, toplamda 17 adet hedef içeriyor ve hedeflerin 15 yıllık bir süre içinde hayata geçirilmesi öngörülüyor. Bir plancı olarak ilgimi çeken hedeflerden bir tanesi ise 11. hedef: “Sürdürülebilir şehirler ve topluluklar” (Sustainable cities and communities). Bu hedef 2016 yılında gerçekleşen Habitat III Konferansı’nda oluşturulan “Yeni Kentsel Gündem”le doğrudan ilgili.
Peki, dünyada farklı gelişme eğilimleri ortaya koymuş kentlerin, birbirlerinin “sürdür-ebilme kapasiteleri” konusundaki deneyimlerinden faydalanabilmeleri iyi olmaz mıydı? Tam da bu düşünce ile Yeni Kentsel Gündem’in operasyonel olarak ele alınabilmesi, fikir alışverişi ve fon ihtiyaçlarına yönelik Dünya Bankası tarafından desteklenen Küresel Sürdürülebilir Kentler Platformu (Global Platform for Sustainable Cities -GPSC) Mart 2016’da kuruldu.2 Bu platform, 2018 yılı itibariyle toplamda 11 ülkeden 28 adet kentin sürdürülebilirlik konusundaki çalışmalarını destekliyor. Özellikle gelişmekte olan ülkelerin kentlerinin yer aldığı platformda Yeni Kentsel Gündem’in uygulanabilmesi hedefine uygun biçimde GPSC toplamda iki ana aşamadan oluşan bir “Kentsel Sürdürülebilirlik Çerçevesi” hazırlıyor. Bu çerçevede iki aşama mevcut: Birincisi kentsel sürdürülebilirliği ilgili kent için anlayabilme ve hedeflere ulaşabilme, ikincisi ise hedeflerin ölçülebilmesi.
GPSC tarafından hazırlanan çerçevede dikkat çekici olan ve daha önceki dönemlerdeki sürdürülebilirlik politikalarından farklı biçimde göze çarpan, birinci aşamada kentlerin sürdürülebilirlik konusunda “bilgi altyapısı ve kentsel inovasyon ekosistemleri”nin kurulabilmesine verilen önemdir. Kentsel bilgiye dayalı geliştirilecek eylemlerin, yöneticileri sürdürülebilirlik hedefine verimli bir biçimde ulaştırabilecek ilk adım olduğu belirtiliyor. “Kentsel inovasyon”un, her ne kadar “sürdürülebilirlik” tartışmalarında yerini yeni yeni almaya başlamış olsa da, gündemdeki ağırlığının gittikçe arttığını söyleyebiliriz.
Kentsel inovasyon, kentlerin günümüzde karşılaştıkları sorunlara karşı üretilen yeni bakış açıları ve çözümlerle ilişkilidir. Yeni ekonomide “yeni fikirlerin üretimi”, kentlerde toplum tarafından üretilen büyük ve hacimli veriye (büyük veri-big data) erişim sayesinde gerçekleşebiliyor. Öte yandan toplumun tüm katmanları söz konusu veriye erişmede ve bu verinin bilgiye dönüştürülerek ekonomiye girdi sağlaması konusunda benzer olanaklara sahip olamıyor. Bu çerçeveden ele alındığında kentler “yeni değer” üretimi konusunda güçlü ve sürdürülebilir bir “bilgi eko-sistemi”ne sahip olma yönünde oldukça önemli bir role sahip oluyorlar. Dolayısıyla kentsel inovasyon, kent ve hatta bölge ölçeğinde girişimciliği destekleyecek biçimde birliktelik sağlayan kamu, özel sektor ve kar amacı gütmeyen kuruluşlar tarafından desteklendiğinde gelişiyor. Mevcut literatür, her ne kadar kentsel inovasyonun teknolojik boyutu ile ilgili çalışmalara ağırlık verse de yeni yaklaşımlar inovasyonun “sosyal”, “ekolojik” ve “ekonomik” boyutlarının da önemli olduğuna dair ipuçları sunabiliyor.
Kentsel inovasyonun dünyada farklı boyutlarına dair güncel eğilimler analiz edildiğinde ilk olarak çözümlerin “sürdürülebilirlik” hedefine yönelik olarak geliştirildiği göze çarpıyor. Özellikle enerji, atık, su ve kent içi hareketlilik alanlarında geliştirilen kentsel yenilikçi çözümler Bilgi Çağı’nda merkezi ve yerel yönetimler tarafından değil, yeni nesil girişimciler olarak da adlandırılan “kentsel girişimciler” tarafından sunuluyor. Söz konusu girişimcilik ekosistemini besleyen ve sürdüren en birincil unsurlar ise şüphesiz bilgi kapasitesi ve bu bilgiyi değer olarak üretebilen yeni nesil kentlilerdir. İkinci olarak, ülkelerin ve kentlerin bu ekosistemini destekleyecek “açık devlet insiyatifleri”, “açık veri platformları” ve “planlama politikaları” gibi önemli mekanizmaları geliştirmek ve sürdürülebilir kılmaktır.
NOTLAR
1 UN 2015, World Urbanization Prospects: The 2014 Revision. New York: United Nations, Department of Economic and Social Affairs, Population Division. (https://esa.un.org/unpd/wup/Publications/Files/WUP2014-Report.pdf)
2 www.thegpsc.org
GÖRSEL KAYNAKLARI
-Görsel 1: https://campuspress.yale.edu/tribune/has-rising-urbanisation-around-the-world-increased-poverty-rates/
-Görsel 2: https://en.unesco.org/sdgs
-Görsel 4: http://eurocities.eu
İlgili İçerikler:
-
CLT Evi
-
Dünyanın En Yüksek Ahşap Binası Perth'te İnşa Edilecek
-
Arch for M.E.: Akdeniz Ekolojisinde Mimarlık ve Sürdürülebilirlik
-
Kamusallık ile Mekân Oluşturma Ustalığı
"Mimarlık sanat mı yoksa mühendislik midir?" sorusu sık sık tartışma yaratan bir konudur. En kestirmeden mimarlığın her iki alanda da etkili bir meslek olduğu çıkarımı tartışmayı dengeleyen bir sonuç olarak hâkim görüş kazanır. Ancak...
-
NEST
-
Toplu Konuta Sosyal Yaklaşım
-
Yeditepe Üniversitesi “Sürdürülebilir İç Mekân Çalışmaları” Programı’na Başvurular Başladı
-
Daha Sağlıklı ve Yeşil Bir Şehir için Gelecek Vizyonu
1 Kasım 2021 tarihinde Archi Design Timber Talks Serisi kapsamında Bahçeşehir Üniversitesi Mimarlık ve Tasarım Fakültesi’nde düzenlenen toplantının ardından; etkinliğin konuğu Kevin P. Flanagan; Demet Sürücü ve Melek Elif Somer’in ahşap yapıların, kentlerin geleceğindeki yeri hakkındaki sorularını yanıtladı.