Kentsel Popülizm? Kentsel Siyasetin Güncel Koşulları ve Olasılıkları

BÜLENT BATUMAN

Bu yazı, Türkiye’nin son yirmi beş yıldır deneylediği kentsel siyaset sürecine “popülizm” kavramı çerçevesinde bakmayı hedefliyor. Bunu yaparkenki amacım ise, krize sürüklenerek sonlanmakta olduğu görülen kentsel siyasal rejimin ardından yeni bir inşa süreci için ipuçları toplamaya çalışmak. Chantal Mouffe’un (2013; 2018) ısrarla önerdiği gibi, sol siyasetin sağ popülizmin talep ve arzuları eklemlemedeki kıvraklığından (hegemonya inşa etme kabiliyetinden) öğrenebileceği şeyler var. Bu çerçevede, geçtiğimiz yirmi beş yıllık dönemi popülizm kavramı ile değerlendirmenin, yeni bir sol popülizm olasılığını düşünmek için fırsat yaratabileceğini umuyorum.

Türkiye’de neoliberal kentleşme sürecini yönlendiren (kentsel) siyaset çerçevesine bakarken, bunu iki temel aşamada ele almak ve her ikisinde de siyasal İslamın özgül bir boyut kazandırdığını görmek gerekli. İlk aşama İslamcı belediye başkanlarının 1994 yerel seçimleri ile göreve gelişi ile başladı ve kentsel tüketim kanalları üzerinden hızla gelişen ve genişleyen ağlarla karakterize oldu. Kentli-eğitimli orta sınıfların hor gördüğü ve "gıda-kömür yardımları karşılığı oy" denklemine indirgediği mekanizma aslında çok daha geniş bir kentsel ittifakı, bunun üzerinden de yeni bir kentsel hegemonyayı inşa etmekteydi. Siyasal İslam, Ortadoğu’daki başka örneklere benzer biçimde Türkiye’de de hiçbir zaman salt kent yoksullarının desteğiyle var olmamıştır. Aksine, kentli yoksul kitleleri yedeğine alabilen fakat asıl olarak orta ve alt-orta sınıfların küçük ölçekli sermayeye ve girişimci niteliğine sahip kısımlarına yaslanmıştır. 1990’lara damga vuran bu süreç, AKP’nin iktidara gelişiyle yeni bir aşamaya, kentsel hizmetlere kentsel mekan üretiminin de aynı mantıkla eklemlendiği bir düzeye geçti. Kentsel dönüşüm mevzuatının TOKİ ve büyükşehir belediyelerine verilen yetkiler çerçevesinde inşası yeni bir mekan üretim rejimi kurarken kentsel hegemonyanın eklemlediği failler ağını da genişletiyordu. Burada önemli olan nokta şudur: Bir anlamda, soyut bir düzlem, sosyal bir yapı olarak kentin aktörleri, bu ikinci aşamada hem mekan üzerinden sermaye birikimini sürdürmüş hem de fiziksel mekan olarak kenti dönüştürerek kendi mekanlarını ve mekansallıklarını inşa etmişlerdir.1

Burada daha fazla detaylandırmayacağım bu süreç, temel olarak ekonomi-politik bir model olarak düşünülebilir. Ancak siyasetin ekonomiye indirgenemeyeceğini akılda tutacak olursak, bu hegemonyanın iki ideolojik bileşeni (veya harcı) olduğunu görebiliriz. Bunların ilki, İslam(cılığ)ın oynadığı roldür. Ekonomik çıkar ilişkileri niteliği taşıyan ağlar, bir yandan bir meşrulaştırma, bir yandan da bir dışlama mekanizması olarak İslami ilişkilerle kurulmuştur. İslami vakıf ve derneklerin iş bağlantılarının sağlanmasındaki rolü kadar, yeni inşa edilen konut alanlarında İslamcı öznelliklerin inşasını hedefleyen etkinlikleri de dikkate alınmalıdır. İkinci bileşen ise, inşa edilen hegemonyanın popülist niteliğidir. Burada popülizmi, Laclau’nun (2005) tartıştığı çerçevede, üç temel öğesiyle düşünmemiz mümkün. Buna göre popülizm, mevcut siyaset kurumunun başa çıkamadığı bir kriz haline (ya da hissine) yanıt verir; bütünleşik bir toplum (halk, millet, vb.) tahayyülüne yaslanır ve son olarak bu tahayyül kurucu bir “öteki”ne referansla inşa edilir. Siyasal İslamın 1990’ların krizi içinde inşa ettiği kentsel hegemonyanın bu üç boyutu da taşıdığını görmek mümkün. Gezi Direnişi’nin yarattığı kırılma anına kadar İslamcı retorik (neredeyse kolonyal bir tahayyül ile) toplumu onyıllardır hor görülen (İslami) çoğunluk ve onu ezen laik seçkinler ikiliği çerçevesinde tasvir ediyordu. Gezi, bu (ezilen) çoğunluk/ (ezen) azınlık tasvirini yerle bir ederek, İslamcı iktidara muhalefet eden toplumsal tabanın hem genişliğini hem de heterojenliğini gösterdi. Bundan sonraki süreçte ise aynı popülist kitle tahayyülü "millet" kavramı ile ifade bulan ve şiddetle konsolide edilmeye çalışılan bir tabana dönüştü. Bu açıdan, Gezi Direnişi kentten kovulan siyasetin kente geri dönüşünü (ve çeşitli düşünürlerce "siyaset-sonrası" -post-politics- olarak adlandırılan sürecin Türkiye açısından sonunu) temsil eder.2

Gezi’nin de parçası olduğu tarihsel kesiti anlamak için odağımızı biraz genişletecek olursak, yaşanan deneyimin 2008 ekonomik kriziyle tetiklenen küresel isyan dalgasının (özgül) bir parçası olduğunu görürüz. Mouffe (2018: 11), halen içinde bulunduğumuz bu süreci "neoliberal hegemonik formasyonun krizi" ile karakterize olan bir "popülist moment" olarak tarif eder. Uluslararası kriz koşullarıyla yakından ilişkili olmakla birlikte, Türkiye’de siyasal İslamın kentsel hegemonyasının da Gezi Direnişi'nin görünür kıldığı ciddi bir kriz içinde olduğunu söylemek mümkün. Şiddet ve rıza araçları ile sürdürülmeye çalışılan kentsel hegemonyanın yaşadığı sarsıntının en somut göstergeleri, İstanbul ve Ankara büyükşehir belediye başkanlarının 2017 sonlarında istifa ettirilmesi, bunun ardından (ve buna rağmen) 2019 yerel seçimlerinde AKP’nin bu iki kentte seçimleri kaybetmesiydi.

Ankara; fotoğraf: Kadir Celep, Unsplash

Özetle tekrarlayacak olursak, siyasal İslamın 1990’ların ortalarından 2010’ların ortalarına kadar başarıyla genişlettiği kentsel hegemonya rıza üretemez hale gelmiş durumda. Bu koşullarda muhalefetin kontrolüne geçen belediyeler, yeni bir siyaset üretmenin olasılıklarını barındırıyor. Burada ilginç olan nokta, özellikle el değiştiren İstanbul ve Ankara’da belediye başkanlıklarının muhalefete geçmesine karşılık, meclislerin kontrolünün AKP’de kalmış olmasıdır. Bir yandan başkanların siyaset üretme kapasitesini sınırlayan bu durum, bir yandan da yeni bir kentsel popülizmin inşasını hem mümkün hem de elzem kılıyor.

Belediye meclisleri kentte örgütlü iktidar odaklarının çıkar ve beklentilerini etkin bir biçimde taşıdıkları organlardır. “Siyaset-sonrası” kavramıyla ifade bulan biçimde siyasetsizleştirilen belediye meclislerinin, barındırdıkları sınıfsal çelişki ve çatışmaları bugün açıkça yansıtır olmaları, yerel yönetimi yeniden siyasallaştırmak için bir fırsat sunmakta. Uzun süredir gözlerden uzakta süren iktidar mücadelelerinin, mevcut parti aidiyetlerine sıkışarak bile olsa açık siyasal pozisyonlara bürünmesi ve kamuoyunun gözü önünde cereyan etmesi siyaseti kente geri getirmenin önemli bir kanalıdır. Bu durum belediye meclislerini kamusal mekan niteliğiyle bir müzakere alanı olarak yeniden üretmenin imkanını sunar (Batuman 2019). Geçtiğimiz bir yıllık dönemde, daha önce siyasete dahil görünmeyen konular, belediye meclisinde süren tartışmaların medya yoluyla canlı yayınlanması, bütçe onayı üzerine yaşanan gerilimler, ihalelerde önceki dönemlere kıyasla büyük kırımlar, vb. aracılığıyla bugün belediyeleri yeniden siyasallaştırmakta. Böylelikle de, İslamcı popülizmin inşa ettiği, hizmet arzı üzerinden patronaj ilişkileri geliştiren mekanizma niteliğindeki belediye, yerini siyasetin tanımı olan “farklı toplumsal projelerin mücadelesi”nin mecrası olan belediyeye bırakmakta.

Yukarıda belirttiğim gibi, popülizmin belirleyici özelliklerinden biri, çıkarları uyumlu geniş bir ezilen kitle tahayyülüne yaslanmasıdır. Burada kritik nokta, popülizmin böylesi bir tabanı verili bulmayıp, önce tahayyül sonra da inşa ediyor oluşudur. Laclau’nun (2005) vurguladığı gibi, popülizm bir ideoloji değildir; “halk” ve “elitler” arasındaki basit cepheleşmeye dayanan bir harekettir. Bir ideoloji olmadığı için de kendine özgü bir programı yoktur (Mouffe 2018: 11). Bu da popülizme, farklı arzu ve talepleri tutarlı bir bütünlük gayesi olmadan eklemleme imkanı verir. Popülizmin tutarlılık kaygısı gözetmeyişi, genel olarak sol siyasetin popülizme uzak durmasının temel sebeplerinden biridir. Dahası, günümüzün sağ popülizmleri, tutarlılık kaygısından uzak olmayı hakikate kayıtsızlık (hakikat-sonrası [post-truth]) boyutuna taşımış durumda. Bu koşullarda popülizmden olumlu bir katkı devşirmek nasıl mümkün olabilir?

Bu sorunun yanıtı, bugün acil ihtiyaç duyduğumuz siyasal talepte yatıyor: demokrasi. Kent hem demokratik siyasetin, hem de demokratik siyaset kanalıyla inşa edilecek demokratik toplumsallığın ölçeği olmaya uygun. Buna karşılık, demokrasinin kentli grupların tamamı ya da büyük bölümü tarafından acil talep olarak dillendirileceğini beklemek safdillik olur. Tam da bu yüzden, bugün demokrasinin inşasını hedefleyen bir kentsel siyasetin sol bir popülizm kurgulaması gerekli. Çeşitli öznelerin farklı taleplerini eklemleyebilen, bunları demokratik katılım kanallarıyla ve demokrasi talebi etrafında buluşturan bir popülizm. Bu çerçevede "demokrasi", Laclau’nun "yüzen gösteren" dediği şey haline gelir. Farklı aktörlerin demokrasiden anladıkları şeyler farklı olabilir, hatta bu kavram farklı aktörlerce kasıtlı biçimde bambaşka içeriklerle de kullanılabilir. Ama bu kayganlık aynı zamanda siyasal alanı belirleyen cephe hattının da yerinden oyna(tıl)masını olanaklı hale getirir.

(Sağ) popülizmin karakteristik özellikleri olan homojen kitle tahayyülü ve kurucu "öteki"ne yaslanan dışlayıcılığı sol popülizm için geçerli olamayacağına (hatta bir tehdit olacağına) göre, kapsayıcı bir özne tanımı nasıl yapılabilir? İslamcı kentsel hegemonya hakimiyetini kaybetmiş de olsa üretmiş olduğu (yardım, rüşvet, rant paylaşımı gibi ilişkilerle belirlenen) patronaj ağı kaybolmuş değildir. Bu ağın temas ettiği aktörler toplamını devşirmeye aday olduğu için, sol popülist bir kentsel siyasetin bir “öteki” tarif etmesi imkansız hale gelir. Aksine sol popülizm için cepheleştirici değil de bütünleştirici bir retorik kaçınılmazdır; zira inşa edeceği tabanın heterojenliğini bastırmaya değil olumlamaya dayanan bir kolektif özne inşası ancak böyle mümkün olacaktır. Bu noktada Gezi’den çıkarılacak en önemli derslerden biri, toplumsal heterojenliği kimlikler yerine talepler etrafında tarif etmek olmalı. Kimlikler homojenleşme arayıp ayrıştırırken, talepler buluşturur.

Kentsel siyasette popülist özne inşası için Türkiye tarihinden dikkate değer bir örnek, 1970’lerin "toplumcu belediyecilik" hareketidir (Batuman 2010). 1973-1980 döneminde, CHP’nin iktidar olduğu kısa aralıklar dışında CHP’li belediyeler Milliyetçi Cephe hükümetlerine rağmen politika üretmeye çalışmışlardır. Bu politikaların hedef kitlesi "kentli emekçiler" (esas olarak gecekondu sakinleri) olarak tanımlanıyordu. Bu muğlak öznenin homojen bir kimliğe değil, (kentsel hizmetleri konu alan) taleplere dayanan bir tanımı olduğuna dikkat etmek gerekir. Ancak aynı politikalar o döneme kadar farkında olunmayan kentsel iktidarın sınıfsal yapısını da açığa çıkaracaktı. Kolektif tüketime konu kentsel hizmetlerin yarattığı rantlara el koyan orta sınıfların oldukça örgütlü ve belediye meclislerinde etkin oluşu sonucu meclisler başkanların toplumcu politikalarına direnmiştir. Kentsel iktidar yapılarının partiler üstü karakteri CHP’li meclis üyelerinin ve hatta yerel parti örgütlerinin muhalefetle birlikte başkanların tasfiyesi için çalışmaları sonucunu doğurmuştur. Bu da, Marksist bir pozisyondan popülizme yöneltilecek bir başka temel eleştiri noktasını somutlar; sınıf siyasetinin ihmali, sol bir popülizmi başarısızlığa mahkum kılacaktır. Buna karşılık, tartışmamız açısından 1970’lerin deneyiminin önemi, kurgusal bir ön kabul olarak ortaya atılan "kentli emekçiler" tanımının, tutarlı bir politika demeti oluşturmayı ve dahası bu politikaların hitap ettiği hedef kitleyi inşa etmeyi mümkün kılmış olmasıdır.

Bu örnekten bugünün özgül koşullarına geçecek olursak, özellikle İstanbul ve Ankara’da seçimlerin nasıl kazanıldığını akılda tutmak önemli. Basitçe mevcut siyasal partilerin ittifakı olarak sunulan süreci, tabandan gelen ve parti aidiyetlerini ilga eden bir geçişkenlik olarak tarif etmek daha doğru olacaktır. Ankara’da sol seçmenin, İstanbul’da özellikle HDP tabanının tavrını, partilerin çağrısına "kerhen" uymak biçiminde yorumlamak, Gezi’den beri metropolleri sarmış olan başka bir toplumsallık arzusunu ihmal etmek olur. Oysa süreci belirleyen şey tam da bu arzudur; partilere sıkıştırılan kimliklerin ötesinde, ortak bir talep ve paylaşılan bir arzu etrafında bir araya gelme. Bu anlamda, yaşadığımız sürecin kendiliğinden bir popülizmi ürettiğini söylemek mümkündür. Dahası, bu durum, göreve gelen belediye başkanlarını da popülist tavırlar geliştirmeye zorlar. Kendi parti tabanları olarak kodlayabilecekleri sabit bir seçmen kitleleri olmadığı için, tüm politikalarının böyle bir tabanı, kolektif bir özneyi inşa etmek hedefine hizmet etmesi gerekir. Yeni göreve gelen başkanların giderek ağırlaşan ekonomik kriz koşullarını veri alarak başlattıkları destek uygulamaları ve AKP-MHP muhalefetinin engelleme girişimlerini teşhir çabaları bu hedefle tutarlıdır.

Yaşayan kuşakların benzerini görmediği pandemi koşulları ise hem ekonomik yıkımı hem de varoluşsal kaygıları uç noktalara taşıyarak, yepyeni bir durum -daha doğru bir ifadeyle yepyeni bir kentsel durum- yarattı. Pandeminin özellikle kentsel çevrede yoğunlaşan tehdidi, kenti paylaşan bireyleri yeni bir ortaklığın tarafları haline getirmiş oldu. Kenti kent yapan tüm özellikler (yoğunluk, heterojenlik, temas, vb.) tehdidi artıran etmenlerken, paylaşılan tehdit, kaygı duygusu kadar ortaklaşma hissini de artırdı. İşte bu koşullarda, başka bir durumda siyaseten naif görülecek dayanışma, geçerli bir program niteliği kazanıyor. Burada 19. yüzyılın önemli anarşist kuramcısı Kropotkin’i hatırlamak mümkün. Kropotkin’e (1972) göre, gerek hayvanlar gerekse insanlar varoluşlarını sürdürebilmek için dayanışma ve yardımlaşma biçimleri sergilerler. Ancak insanların sahip olduğu ahlak anlayışı onları hayvanlardan ayırarak karşılıklı yardımlaşma eğilimini üst bir düzeye taşır. Kropotkin için karşılıklı yardımlaşmanın ideal örneği ortaçağ kentidir; feodal toplumsal formasyon içinde dayanışma ile varolan bir özgürlük adası. Kentsel siyasetin en acil gündemi olan demokrasiyi, Kropotkin’den ilhamla, ortaçağ kentinin yeniden üretmeye muhtaç olduğu özerklik ile paralel biçimde düşünmek mümkün.

Pandemi koşullarında dayanışmayı safdil bir "sınıf barışı" girişimi olarak görmek yerine olumlamak ve sol popülist bir stratejiye dönüştürmek gerekli. Bunun anlamı, hem araçların hem de amacın kentsel toplumsallığı demokratikleştirmeye yönelmesidir. Dayanışma mekanizmalarının devlet aygıtından sivil örgütlülüklere devri, salgını geriletmeye dönük uygulamaların devlet zoruyla değil bilinçlendirme ve gönüllülük esasıyla yapılması vb. gibi yöntemlerle kentsel toplumu bir kolektif özne olarak inşa etmeye soyunmak gerekiyor.

Toparlamak gerekirse, bugün kentsel siyaseti demokrasi hedefiyle kurmanın en gerçekçi yöntemi sol bir popülizm geliştirmek. Pandemi koşullarında ortaya çıkan kentsel durum dayanışmayı ihtiyaç haline getirirken kentlilik halini de kolektif bir kimlik olarak kurmanın fırsatını yaratmış görünüyor. Bu yeni kentsel durumda, neoliberal kentsel politikanın siyasetsizlik iddiasına karşı belediye ile yurttaş arasındaki tüm etkileşimleri siyasallaştırmak, sağ popülizmin kimliklere yaslanan dışlayıcı retoriğine karşı talepleri eklemleyen bir söylem geliştirmek ve İslamcı hegemonyanın yöneticinin inayetine atfettiği yardım siyasetine karşı hak eksenli bölüşümü ve özgür iradeye yaslanan dayanışmayı öne çıkarmak gerekli.

Notlar
1 Detaylı bir tartışma için bkz. Batuman (2018), özellikle Bölüm 2.
2 Kentten kovulmuş olan siyasetin geri dönüşü genişleyen bir araştırma alanı teşkil ediyor. Neoliberalizm koşullarında kentle siyaset arasındaki ilişkinin aşınması ve içinden geçtiğimiz kriz halinin yarattığı yeni olasılıklar gezegensel ölçekte kentleşmenin (planetary urbanization) ürettiği kentsel toplum (Bourdeau 2017), demokrasi, müşterekler ve radikal tahayyüller (Merrifield 2013; Harvey 2013; Dikeç ve Swyngedouw 2017) ve kentsel demokrasi ve kamusal yaşantının yeniden inşası (Rivero vd 2020) gibi boyutlarıyla tartışılmakta.

Kaynakça
Batuman, B. (2010) “Toplumcu bir Belediyecilik Modeli: ‘Yeni Belediyecilik Hareketi’ 1973–1977”, Mülkiye Dergisi 34/1, s. 223-241.
Batuman, B. (2017) “Siyasal İslamcı Belediye: Anlamı, İşlevi, Sınırları”, T. K. Candan, R. Kolçak, G. Bolat ve R. D. Çobanoğlu der. anKARA Rapor: Gökçek Dönemi Hasar Tespiti (1994-2017), s. 74-77, Ankara: Mimarlar Odası Ankara Şubesi.
Batuman, B. (2018) Milletin Mimarisi: Yeni İslamcı Ulus İnşasının Kent ve Mekân Siyaseti, İstanbul: Metis.
Batuman, B. (2019) “Siyasal İslamın Kentsel Devrimi ve Yerel Seçimler Sonrasında Toplumcu Kentsel Siyasetin Olanakları”, Mimarlık 409, s. 13-7.
Boudreau, J‐A. (2017) Global Urban Politics: Informalization of the State, Cambridge: Polity. Dikeç, M. ve E. Swyngedouw (2017) “Theorizing the Politicizing City”, International Journal of Urban and Regional Research 41/1, 1–18.
Harvey, D. (2013) Rebel Cities: From the Right to the City to the Urban Revolution, Londra ve New York: Verso.
Kropotkin, P. (1972) Mutual Aid: A Factor of Evolution, New York: New York University Press. Laclau, E. (2005) On Populist Reason, Londra ve New York: Verso.
Merrifield, A. (2013) The Politics of the Encounter: Urban Theory and Protest Under Planetary Urbanization, Athens, GA: University of Georgia Press.
Mouffe, C. (2013) Agonistics: Thinking the World Politically, Londra ve New York: Verso. Mouffe, C. (2018) For A Left Populism, Londra ve New York: Verso.
Rivero, J.J., Sotomayor, L., Zanotto, J.M. ve Zitcer, A. (2020) “Democratic Public or Populist Rabble: Repositioning the City amidst Social Fracture,” International Journal of Urban and Regional Research, doi:10.1111/1468-2427.12898

Etiketler:

İlgili İçerikler: