Oyun ve Sokaklar

SELVA GÜRDOĞAN FERHAN YALÇIN

İstanbul95 Okumaları: Şehirde Oyun kitabı çerçevesinde Selva Gürdoğan'la çocuğun kentte var olabilme hali üzerine konuştuk. Pelin Derviş ve Selva Gürdoğan editörlüğünde hazırlanan, şehirlerdeki oyun alanları üzerine manifesto niteliğinde 13 makalenin yer aldığı kitap Superpool tarafından yayınlandı.

Ferhan Yalçın: Söyleşiye başlarken İstanbul95, Kent95 ve Bernard van Leer Vakfı'ndan bahsetmek gerek sanırım. Bu oluşumda belediye, üniversite gibi kurumların işbirlik biçimleri üzerine neler söylemek istersiniz?

Selva Gürdoğan: Bernard van Leer Vakfı Hollanda merkezli bir vakıf. Türkiye’de yakın zamana kadar aktif olarak var oldu. Vakıf dünya genelinde özellikle erken çocukluk dönemine yönelik yatırımların teşvik edilmesi ve bunun için gerekli ilgili bilimsel ve teknik altyapının oluşturulup paylaşılması üzerine çalışıyor. Vakfın geliştirdiği Urban95 programı, uluslararası alanda ve Türkiye'de 2016-2017 senelerinde başlıyor. O tarihte Bernard van Leer Vakfı‘nın Türkiye temsilcisi olan Yiğit Aksakoğlu'nun yönettiği ekibe biz de 2017 senesinde dahil olduk.

Urban95, Türkçe adıyla Kent95 programı, "üç yaşında bir çocuğun gözünden yani 95 cm yükseklikten kente baksaydınız neyi değiştirirdiniz?" sorusunu tüm muhataplarına sormayı amaçlayan bir platform ve uygulama alanı. Bu program İstanbul'da Yiğit Aksakoğlu, Neslihan Öztürk ve Fikret Toksöz öncülüğünde dört ilçe belediyesine destek olmak üzere kurulan bir ekiple çalışmalarına başladı.

FY: Kitapta derlenen tüm metinler sizin de söylediğiniz gibi manifesto niteliğinde derlemeler, özellikle de çocukluğun tanımının yapıldığı kısım; “Burjuva aile çevresinde çocuklar sevilip okşanacak yaratıklar.“(s. 55) olarak tanımlamış. Bugünlerde kent hakkını tartışırken de aslında 0-8 yaş grubu reddediliyor. Sizce de bu yaş grubu kentin parçası olarak görülmüyor mu? Bu proje bunu vurgulamak için ortaya çıkmış olabilir mi?

SG: Evet bu görünmezlik önemli bir sorun. 4-5 senedir bu konuyla profesyonel olarak ilgilendiğim için artık ilk baştaki tedirginlikleri yaşamıyorum ama ilk başlarda mimarlıkta, tasarımda çocuğu nasıl konuşacağız diye düşünüyordum çünkü eğitim ve profesyonel hayatım boyunca bir defa bile çocuk konusu karşıma çıkmamıştı. Tasarım alanında çocuk, oyuncak tasarımı, kıyafet tasarımı, moda gibi tüketime dair konulara girdiğiniz zaman karşımıza çıkıyor. Çünkü çocuk tüketim alanında bir alım kapasitesi yaratıyor. Ama tüketici değil de vatandaş olarak baktığımızda görünmez oluyor. Bunu kent hakkı konuşmalarında ya da kente dair herhangi bir tasarım kararında görüyorsunuz. Belki de çocuğun ailenin sorumluluğunda olduğuna dair bir tanım ve kalıp var. Oysa çocuk kent hayatında tüm ihtiyaçlarıyla elbette var.

Kent ve çocuk deyince hemen oyun alanları akla geliyor. Belediyelerle çalıştığımız için biz de buradan başladık. Ama şehirde oyun nasıl olmalı sorusunun tek bir cevabı yok. Kitapta birbirinden farklı düşünen, bu konuda öncü kişilerin metinlerini derlemeye çalıştık. Mesela Dennis Wood diyor ki "çocuklar asla oyun parklarına hapsedilmemelidir". Jane Jacobs'un yazısı da o açıdan çok kıymetli bence, "vatandaş olmayı çocuk sokakta öğrenir, sokakta olmak zorundadır" diyor.

“Oyun nasıl olmalıdır?” sorusunun tek ve doğru bir cevabı yok, hep tartışılmasına ihtiyaç duyulan bir soru. Fakat farkında olmadığımız için de o tartışmayı yapmıyoruz çünkü kentte çocuk neredeyse tamamen kör noktada kalıyor.

HOP, İnönü. Fotoğraf: Pınar Gediközer
HOP, Plevne. Fotoğraf: Pınar Gediközer
HOP, Plevne. Fotoğraf: Pınar Gediközer

FY: Son birkaç yıldır tartışılan katılım kavramı aslında çocukluk ve gelişim çağında şehirde var olma durumunun göz ardı edilmesinden mi kaynaklanıyor? Çünkü oyun aslında Darell Hammond’un belirttiği gibi çocuğun dünyayı öğrenme biçimiyse, kentsel mekan da kendini tanımladığı bir mekana dönüşüyor ve kente yapılan bu müdahaleler önemli hale geliyor.

SG: Böyle düşünmemiştim, çok haklısınız. Benden on yaş küçük kardeşim sokakta oynayarak büyüdü. Ben o zaman oturduğumuz mahallenin yoğunluğu yüzünden çoğunlukla evde büyüdüm. Şehirde kendi başına bir çocuk özne olarak var olma anılarım daha büyük olduğum yaşlara ait. Küçüklükten itibaren kentte ve kenti kendi başına öğrenme şansına sahip olarak yetişmenin önemini fark edebiliyorum.

Çocuk hakkı ve çocuğun katılımı meselesinde beni huzursuz eden bazı yerler de var. Mesela "çocuklara sorduk, şöyle şeyler istiyorlar" şeklinde sürdürülen birçok çalışma var. O istekleri hayata geçiremediğimiz sürece o soruların neredeyse görevi üstümüzden atma yöntemi haline geldiğini, oysa görevi sahiplenmek gerektiğini düşünüyorum. Çocuklar için daha iyi kent mekanları oluşturmak konusunda bugün yapabileceklerimiz var. Yapabileceklerimizi biz çocuklara sormadık diye öteliyorsak yanlış yapıyoruz diye düşünüyorum.

FY: Kitabın olmazsa olmazı Aldo Van Eyck kısmıdır herhalde, kitapta en çok tartışılan güvenlik, malzeme sorunları gibi bölümlere cevap arayan bir yazı diyebiliriz. Yıkıntıların ve hatta kentin her köşesinin hayal gücü araçları hale gelişini, sokaklarla oyun bahçesi arasındaki fiziki farklılıkları tartışmış. Sizce sokak ve oyun alanı arasındaki güvenlik sorunları nasıl düşünülebilir? Jane Jacobs'un yetişkinlerin kamusal sorumluluk kavramı bu aşamada devreye giriyor sanırım.

SG: Bu konuyu uzun zamandır araştıranlardan biri olan Tim Gill çocuğu "everyday freedoms" yani gündelik özgürlükler kavramı içerisinde konuşmaya davet ediyor. Gündelik özgürlükler içerisinde neler var? Oyun var, bağımsız hareket edebilme, sosyalleşebilme özgürlüğü var. Kendi çocuklarımı İstanbul'da büyütürken de fark ettim, yetişkin olma adımlarını gözetimsiz yaşamak istiyorlar. Bunun içinde sadece oyun yok, bütün gündelik eylemler ve o eylemleri yapabilme özgürlüğü var. O yüzden biz de belediyelerle çalışmalarımıza oyun alanlarıyla başlamış olsak da çok hızlı bir şekilde konunun kent içindeki hareketliliğe, ulaşıma ve özellikle sokakların tasarımına ve araçların hızına evrilmesini gözlemledik. Çocukları oyun alanlarına ve oyunu da çok tanımlı bir şeye hapsettiğiniz anda belki de iyilikten çok kötülük yapmış oluyorsunuz.

Mesela Maltepe Belediyesi ile birlikte hayata geçirilen Zümrütevler meydan düzenlemesini önemsiyorum. Çünkü orada çocuklar zaten dışarıda oynuyordu ancak güvensiz bir sokak ortamında oynuyorlardı. Trafik yavaşlatılıp, park eden araçlar kaldırılarak daha güvenli bir oyun alanı oluşturuldu. Aynı şekilde Şişli Belediyesi ile birlikte düzenli şekilde oyuna açık sokaklar programını uygulamayı denedik.

Zümrütevler meydan düzenlemesi. Fotoğraf: Emre Dörter
Zümrütevler meydan düzenlemesi. Fotoğraf: Emre Dörter
Zümrütevler meydan düzenlemesi. Fotoğraf: Emre Dörter
Zümrütevler meydan düzenlemesi. Fotoğraf: Emre Dörter

Açık sokak uygulamaları konusunda çalışan birçok ekip var biliyorsunuz. Sokak Bizim Derneği gibi birçok ekip aslında sokakların belirli bir düzende, araçlara kapalı ve yaşama açık olmasını savunuyor. Aslında bu çok kolay uygulanabilecek bir şey, belediyeler isteseler bunu yarın uygulayabilirler. Sadece yılda birkaç kez, özel gün ve etkinliklerde yapılan bir şey olarak değil de, Paris'te, Londra'da yapıldığı gibi düzenli olarak, mesela her pazar birtakım cadde ve ara sokaklar trafiğe kapatılabilir.

Çocuklar için daha iyi kentler derdiyle yapılan işlerin hep beraber takipçisi olmalıyız çünkü bu kimsenin tek başına yapabileceği bir şey değil. Hem kamuoyu oluşturmak, hem kamuoyu baskısını sürdürmek, hem de belediyelerin yaptıkları iyi işleri takdir etmek gerekiyor ki daha fazlasının yapılması teşvik edilsin.

Mesela İstanbul Büyükşehir Belediyesi Park, Bahçeler ve Yeşil Alanlar Daire Başkanlığı’nda Oyun Şefliği kuruldu ve aynı zamanda bir oyun master planı hazırlandı. Oyun master planının mottosu “oyun alanları olan bir şehirden oynanabilir bir şehre dönüşmek”. Yani oyunu sıkıştırılmış alanlardan çıkartmak ve şehre, her yaş grubuna yaymak.

Çocuk dostu sokak etkinliği, Şişli. Fotoğraf: Pınar Gediközer
Çocuk dostu sokak etkinliği, Şişli. Fotoğraf: Pınar Gediközer
Çocuk dostu sokak etkinliği, Şişli. Fotoğraf: Pınar Gediközer
Çocuk dostu sokak etkinliği, Şişli. Fotoğraf: Pınar Gediközer
Çocuk dostu sokak etkinliği, Şişli. Fotoğraf: Pınar Gediközer

Yetişkinler olarak bizim de oyun oynamayı hatırlamamız gerekiyor. Ben bunu kendi hayatımda da çok fazla hissediyorum; kendi mesleğim, iş alanım benim aynı zamanda oyun alanım olmakla beraber bunun dışında oyun oynamayı unuttuğumu fark ediyorum. Belki bizim de o özgürlüğü tekrar tanımamız gerek. Yani yetişkinler tarafında da yapılacak çok şey var.

Bu yüzden oyun alanı yapmanın ötesinden oyunu kolaylaştırmak önemli oluyor. Bilişim teknolojisinden bir metafor kullanırsak, donanımın ötesinde yazılımın da önemli olduğunu söyleyebiliriz. Oyun, oyunu başlatacak biriyle, - biz oyun kurucu diyoruz - yani insanla başlıyor. Oyunun başlamasını kolaylaştırmak gerekiyor. Bu yüzden Oyun Şefliği çok kıymetli çünkü farklı birimleri, mesela sosyal hizmetler, ulaşım veya spor gibi birimleri bir araya getirebilir.

Oyuna açık sokak programları konusunda kamuoyu oluşturmayı da önemsemeliyiz ve talep etmeliyiz. İnsanlar araçlarını çok seviyorlar, evlerinin önüne, sokaklarına park etmek istiyorlar ama varsa çocuklarını araçlarından daha çok seviyorlar ben buna eminim. Şu an sesi çıkan araç sahipleri olduğu için sokaklar araçlarındır algısı var. Öncelikler sıralaması yapmaya davet edilmediğimiz için ya da kendimizi davet etmediğimiz için "sokaklar araçlarındır" dışında bir ses duyulmuyor. Oysa bence soracak olsak başka sesler de duyarız.

Mesela Zümrütevler'de ya da çalıştığımız diğer sokak dönüşüm projeleri öncesinde ve sonrasında anketler yapıyoruz ve veri topluyoruz. Başta itiraz edenler olsa da prova uygulama yapıldıktan sonra tekrar anket yaptığımız zaman insanların %70 - 80'inin aslında uygulamadan çok memnun olduğunu görüyoruz.

Kamuoyunu oluşturabilmek, dönüşümün yapılabilir olduğunu göstermek için sahadan geri dönüşleri ve verileri almamız gerekiyor. Böylece bir sonraki karar vericinin önüne çıktığınız zaman uygulanan çalışmaların geri dönüşlerini de anlatabiliyorsunuz. Sonuçta herkesin haklı olarak kendi öncelikleri var ve bu tür projelerin istendiğini, olumlu geri dönüşlerin ve yaşam alanlarının açılması için talep olduğunu idarecilerin de bilmesi gerekiyor.

FY: Puset teftişi çalışmanızı soracağım, belki biz bunu günlük hayatta zaten yaşıyoruz ama siz nasıl yaptınız, nasıl bir etkinlik bu?

SG: İstanbul'da iki defa yaptık. Amacımız karar vericilerle beraber annelerin ya da bakım verenlerin bir yerden bir yere gitme macerasını birlikte yaşamaktı. Bu yüzden puset sürerek yolu teftiş etmek istedik. Kent95 programı çerçevesinde, ev ziyaretleri programına dahil olan anneleri ve bebekleriyle 20-30 kişilik gruplar halinde, belediyeden karar vericilerle beraber belirli rotalarda puset teftişi yaptık. Sarıyer'deki etkinlikte belediye başkanı da vardı, Sultantepe'de başkan yardımcılarıyla beraber yürüdük. İki tane de boş pusetimiz vardı, içlerine un çuvalları koyup onları da belediye başkanlarına verdik. Bunlar bilmediğimiz şeyler değil tabii ama bir dayanışma alanı oluşturuyor. Çünkü biz o zorluğu çoğunlukla yalnız yaşıyoruz. Bir arada yapabilmek bir dayanışma alanı oluşturuyor.

İstanbul'da yaklaşık 1,2 milyon 0-4 yaş arası çocuk var, gözardı edilebilecek bir rakam değil. Ve bu 1,2 milyon genç insanla birlikte olan bakım verenleri var; rakamı iki, üç, hatta dört, beşle bile çarpabiliriz, anne, baba, babaanne, abla, hala deneyimini de katmak için. Belediye başkanlarının önüne gelen bir sürü konu var tabiiki ve bu konu da önemli, bunu hatırlatmak gerekiyor. Çünkü pusetin gidebildiği yolda tekerlekli sandalye de gidebiliyor, yaşlı insanlar da rahat yürüyebiliyor, hatta karbon salınımı azalıyor, hava kalitesi artıyor.

FY: Kitabın sunuş kısmını metinlerin birbirleriyle aynı görüşte olmadıklarını ve bizi de kolaymış gibi görünen bu konuda tekrar düşünmeye davet ettiklerini belirterek bitiriyorsunuz. Bu manifestolardaki çelişkileri siz nasıl yorumluyorsunuz?

SG: Şehirde Oyun kitabı bu konuştuklarımızdan öte bir başlangıç noktası aslında. Entelektüel bir çerçeveden çocuk kavramına baktığımızda hiçbir şeyin sadece siyah ve beyaz olmadığını görüyoruz. Çünkü çocuk, üzerine değerler ve beklentiler yüklenen bir kavram. Türkiye’de çocuklara sıklıkla ülkeyi kurtartacak nesil olarak bakılıyor, oysa gördüğümüz sadece çocuk olsa... Ama o ne demek değil mi? Herkes tanımını bildiğini düşünüyor ya da hiç bilmediğini... Kitapta yer alan Mine Göğüş Tan’ın yazısını çocuk kavramının dönüşümünü incelediği için çok kıymetli buluyorum.

Oyun da benzer bir şekilde kaygan bir kavram. Oyun nedir, nasıl olmalıdır, bu soruların cevabını bildiğimizi iddia ettiğimizde hata yaptığımızı fark ettim. Huizinga'nın tanımına göre oyun özgür seçimlerle varmamız gereken bir yer. Oyunun ne olduğunu tanımlamayı zorlaştıran birçok özelliği var.

Yerel yönetimlerle oyun ve çocuk hakkında konuşma fırsatı bulduğumuzda siyah ve beyaz cevaplar olmadığını önce kendimize hatırlatmamız gerekti. O yüzden farklı yaklaşımların olduğu bu kitabı bir araya getirdik. İçerisinde on farklı tasarımcı ve oyun savunucusunun görüşleri var. Bu yazılardan aldığımız ilhamla şehirlerdeki oyun imkanlarının arttırılması ve çeşitlendirilmesi için birçok harika insanla beraber çalışıyoruz. Kitabı pdf olarak indirebilirsiniz veya bize yazarsanız size ulaştırabiliriz.

Etiketler:

İlgili İçerikler: