Bir Kenti Harika Yapan Her Şey

ÖZLEM BAHADIR KARAOĞLU

Ekoloji kavramının yapılı çevre literatürüne dahil olmaya başladığı 1970’lerden bu yana kent, kavramın sağladığı imkanlarla gelişerek ve sürecin getirdiği indirgenme riskiyle mücadele ederek varlığını sürdürüyor. Ekolojik literatürün, hakim düzene entegre olduğunda, Horkheimer’ın dinamiklerinin – verimlilik, hesaplanabilirlik, öngörülebilirlik, kontrol – yaşamın giderek daha geniş sahalarında etkili olması için çürütülmesi zor, haklı gerekçeler sağladığını görüyoruz. Ölçebildiğimizi geliştiririz diye giderek sayısallaşıyoruz; insanoğlunun nefesinin, idrarının sayısal değerleri üzerine kurulan endüstrilerle, başka türlü değerler, anlamlar ediniyoruz ama bir şeyler eksik.

Alternatif kanallarda önemli girişimler olsa da ana akım kentsel çalışmalara baktığımızda tek yönlü bir gelişim yaşandığını görüyoruz. Kentin onu var eden insan gibi karmaşık, tarifsiz "tin"i gözden kaçıyor. Sonrasında sürdürülebilir, yaşanabilir, sevilebilir ve benzeri başlıklar altında kentin kaybolan ruhunu tartışıyor; "mahalle", "bakkal", "komşuluk" gibi kavramlarla ruh çağırma seansları düzenliyoruz. Ama olmuyor.

Kendiliğinden olanı da bir değer olarak kentsel tasarıma katmanın yolları üzerine bir deneme bu. Ölçebildiklerimiz ve diğer her şey... Bu yazı ağırlıklı olarak bir kenti harika yapan diğer her şeyle ilgili.

en akıllı kentler, açıklığı, rastlantısallığı ve güzel tesadüfleri,
yani bir kenti harika yapan her şeyi kucaklayanlardır.
1

Urhahn Studio, kent için üç temel kavramı "açıklık", "esneklik" ve "sürpriz" olarak tarifler.2 26. UIA Dünya Mimarlık Kongresi, alt temalarından biri olan "tutku"yu ekler. Kimi zaman seçimlerimizi toplumsal normların dışına taşıran "tutku"nun tarifi zor; zaten insanın yapılı çevreden beklentilerini tarif etmek de kolay değil, çünkü sadece işlevsel, ekonomik ve benzeri ölçütlerle değerlendirilemeyecek kadar zengin ve karmaşık. Işık mesela, sadece doğal ışık kaynaklarının yokluğunda görmemizi sağlayan bir araç değil, kurduğu yepyeni kentsel sahnelerle insana güçlü bir duyarlılık kazandırabilecek önemli bir unsur. Lümen değeri doğru hesaplanmamış bir sokak lambası, yarattığı tedirginlik hoşuma gittiği için o sokaktan ayrılmama sebebim olabilir. Ya da sırf apartman koridorlarının ışığı çok fazla ve duvarların rengiyle birleştiğinde insanın enerjisini düşürüyor diye bir evden taşınabilirim – tabi öyle bir lüksüm varsa.

Kent, ölçülebilen ve ölçülemeyecek niteliklerinin uyumlu devinimiyle canlı olur, canlı kalır. Metro hattının verimliliğini ölçebiliriz, ulaşım ve hareketlilik üzerinden karbon salınımı hesapları yapabiliriz, ama Kabataş’ta rüzgarlı bir günde giden vapuru izlemeyi sevdiği için son seferi bile bile kaçıran bir kentliyi analiz etmek kolay bir iş değil.

Fotoğraflar: İbrahim Özvarış / Görsel, bu yazı için hazırlanmıştır.

1970’li yıllarda Bernard Tschumi, kendiliğinden mekansallaşma arayışlarıyla mimarın hareket alanını genişletmeye çalışmıştır. Yeni karşılaşmalara, tesadüfi olarak meydana çıkan olaylara imkan tanıyan stratejiler geliştirilmesi gerektiğini savunur.3 Paris kütüphanesi yarışma projesinde, birbirinden kopuk gibi görünen iki işlevi – okuma ve koşma – yeni ilişkiler, yeni buluşmalar ortaya çıkması amacıyla çakıştırır. Projelendirme süreci için çapraz programlama, geçişli programlama ve programsızlaşma olarak adlandırdığı stratejiler geliştiren Tschumi’nin çalışmaları elbette ki insani ihtiyaçları entelektüel amaçlar için feda ettiği için eleştirilebilir, ancak Tschumi’nin hedefinin, kente eski mekansallaşmaların kırıldığını gösterme, kentin nosyonu ve uzun dönem kutsanmış ikonlarına meydan okumak olduğu unutulmamalıdır.

İçten gelen denetimsiz üretime en uygun mecra şüphesiz ki dilin dünyasıdır. Resmin bile buna uygun olup olmadığı tartışılırken mimarlık pratiğinin uygunluğu apayrı bir tartışma konusudur. Kendiliğindenlik kavramının yapı üretimine katkılarını, kavramın sunduğu zengin perspektiflerden konuya yaklaşmak, derinlik, hacim kazandırmak gibi açılımlarda, imkanlarda aramak gerekir. Kendiliğindeni, olayı yaratamayız, kontrolümüz altında değildir; ama bir mimar olarak oluşacak olaylar için koşulları belirleyebiliriz. Geleneksel olmayan olayların, hiyerarşik olmayan toplulukların oluşmasına olanak tanıyabilecek durumlar, etkileşimi teşvik edecek mekanlar tasarlayabiliriz. "Tasarlanmış" ile "kendiliğinden" arasında melez habitatlar, sınırların birbiri içinde eridiği, öte bölgeler... Sou Fujimoto, Tayvanlı WEAK! tarafından ortaya atılmış "weak architecture"ın4 bunu sağlayabileceğini söyler.

“Genellikle yapay olan şeylerin sert bir düzeni vardır. Oysa ki içinde bulunduğumuz 21. yüzyılda doğal olan ile yapay olan arasında bir tasarımın mümkün olduğunu düşünüyorum. Bir çeşit yapay bir orman gibi. "weak architecture" kavramını geleceğin yapay ormanı olarak düşünüyorum.”5

"Weak ontology"6 temelli "weak architecture" yaklaşımı, mekanın kullanımının kullanıcının insiyatifine bırakıldığı sürekli gelişen ve açılan bir yaklaşım olarak tariflenir. Ulrich Königs’in "thinning" (zayıflatma) kavramı, weak architecture yaklaşımının önerdikleriyle paralellikler taşır. Könings, "kendi kendini düzenleyen" ve kendi iç enerjileri ve imkanlarıyla birçok yaratıcı olayı ‘"olanaklı" kılabilen, özerk ve yaşayan projelerin üretimi ile ilgili kişisel bir tasarım ajandası sunar.7 Bu tasarım ajandasında tanıttığı kavramlardan biri de "zayıflatma"dır. Burada kastedilen, tasarımcının ön müdahalesinin ve belirleyici tavrının zayıflatılması, azaltılmasıdır. Buna göre öncül, ilk etki tasarımcının eylemidir; ikincil-ardıl olan ise ürünün yaşam süreci, ortaya çıkışı yani ürünün cevabıdır. Tasarımın yönelimi, bitmiş, her şeyiyle öngörülmüş ve planlanmış bir ürün yerine, kendi içsel özellikleri ve içsel enerjileri ile devinebilecek güçte ve yaratıcı ilişkileri, olayları, karşılaşmaları, çarpışmaları, olasılıkları içerecek potansiyelde bir ürün ortaya koymak olmalıdır. Bu durumda birincil etki ikincil etkiyi aktive etmek, yükseltmek için geri çekilir, şeyi kendi doğasına bırakır. Birincil etki ürünün potansiyelinin tasarımıdır.

Rem Koolhaas’ın Toronto, Downsview için önerdiği park olan Tree City, benzer tasarım stratejileri üzerine geliştirilmiştir. Büyüyebilecek, gelişebilecek olana yer açmak adına "statik" olandan vazgeçilmiştir.8 Bu yolla, kent ve sakinleri arasında yeni bağlar kurmak mümkün olur.

Urhahn, benzer tüm yaklaşımları özetler nitelikte ideal bir kentsel gelişim modelini The Spontaneous City adlı kitapta, dört temel ilkeyle özetler9; kentin sakinlerine, onların kişisel özelliklerini görebilecek, ayrıştırabilecek kadar yakınlaşmak; gelişime açık, esnek noktaları göz önüne alarak planlamada bulunmak; kolektif değerler yaratmak ve kente kullanıcı odaklı yaklaşmak.

Grafik, urhahn / "Spontaneous City" kitabından alınmıştır

"Spontaneous City" konsepti, "şehir, sakinleriyle ve sakinlerince kurulur" düşüncesi üzerine şekillenir. Kendiliğinden şehir asla bitmez, çünkü bu, ihtiyaçlar ve karşılanması ile ilgilidir. Kendiliğinden gelişim yaşamı, sahiplenmeyi, aidiyeti ve sürekliliği de beraberinde getirir. Kentler, kent dokusunu oluşturan parçaların birbirine anlamlı bağlantıları ile devamlılık gösterirler. Bu bağlantılar fiziksel olduğu kadar duyusal ve psikolojik anlamları da içermeli ve bu anlamları içeren gelişim senaryolarıyla şekillenmelidir.

Kentin onu var eden insan gibi karmaşık, tarifsiz tinini gözden kaçırmadan geniş bir açıyla yaklaşılmalı kente. Kendi gibi olmasına, kendiliğindenliğine imkan tanınmalı.

Kendiliğinden olanı da bir değer olarak kentsel tasarıma katmanın önemini hatırlatmak üzere bir deneme bu. Ölçebildiklerimiz ve diğer her şey, bu yazı, ağırlıklı olarak bir kenti harika yapan diğer her şeyle ilgili.

NOTLAR
1 Greg Lindsay, “Not-So-Smart Cities” New York Times
2 http://www.urhahn.com/en/philosophy-of-the-spontaneous-city/
3 Tschumi, B., 1994. Event Cities, Architecture and Disjunction, MIT Press, Cambridge
4 Juhani Pallaasma "weak" sözcüğünün negatif çağrışımlarından dolayı yerine “fragile” (kırılgan, hassas) kavramının kullanılmasını önerir. Kavram, Özlem Bahadır’ın Mimarlık-Doğa Etkileşimine "Kendiliğindenlik" Kavramı Üzerinden Bir Yaklaşım Önerisi (2013) başlıklı doktora tezinde “hafif mimarlık”olarak Türkçeleştirilerek kullanılmıştır.
5 Sou Fujimoto ile söyleşi, Emine Görgül, Yapı – 355
6 "Weak ontology" ilk kez 90’ların başında Gianni Vattimo tarafından ortaya atılmış felsefi bir duruş ve düşüncenin adıdır. Temelinde "düşünce"nin var olma durumunu bilmeye yeterli olmadığı fikri yatar, bundan dolayı tüm insanlar için geçerli ve objektif değerleri belirleyemez. Vattimo için Heidegger’in "peçenin kaldırılması" ifadesindekine benzer şekilde, dolaysız, kendiliğinden ortaya çıkışlar bütünü yöneten prensiplerin yansımalarıdır ve bu ortaya çıkışları "weak thought" olarak isimlendirir.
7 Königs, U., 1999. Scapes As a Future Model of The City, Daido-los 72 :18-27.
8 Ağaç Şehir - Tree City, Toronto / Downsview Park Projesi, Rem Koolhaas / OMA (Bruce Mau Design ile)
9 http://www.urhahn.com/en/category/main/spontaneous-city/

Etiketler: