İki Tasarım Okulu Karşı Karşıya: Hong Kong Design Institute ve Jockey Club Innovation Tower Üzerine Bir Karşılaştırmalı Analiz*

HAKAN ANAY

Hakan Anay, Hong Kong'da iki farklı eğitim yapısının tasarım yaklaşımını değerlendirdiği yazısında mimarlığı nasıl görüp icra ettiğimizle ilgili iki farklı bakış açısını da göz önüne seriyor.

GİRİŞ 1
Yaşayanları ve onların yaşam tarzıyla evrensel bir kent olma üzerinden oluşturduğu çoklu kimlikler Hong Kong’u tipik bir yirmi birinci yüzyıl kentsel deneyiminden beklenen heterojenlikte tanımlıyor, aynı zamanda da özel yapıyor. Hong Kong’un tasarım çerçevesi evrensel ve yerel Hong Kong düşüncelerinden kaynaklı iki temel kültürel bağlama oturuyor. Ancak Clark’ın da altını çizdiği gibi bu ikili bize “doğunun batıyla buluşması” klişesinden daha karmaşık bir durum sunmakta (2009 s. 9). Günümüzde evrenselliğin yerellikten beslendiği ve dünya üretim sektörünün Asya merkezli geliştiği göz önüne alındığında Hong Kong’un yerelliği meselesinin kendi kendine yeter bir yerellikten dünya markaları oluşturma yönünde bir evrenselliğe doğru evirildiğini görmek şaşırtıcı değil.2 Hong Kong’un ekonomik vizyon ve stratejilerinin büyük oranda “tasarım” temelli üretim mantığında olması tasarımın tüm ekonomik yapıların da merkezine yerleştirilmesini gerektirmiş. Bu durumun kamusal zirvesi olarak adlandırabileceğimiz, çok sayıda etkinliği barındıran Tasarım Faaliyeti Haftası (Business of Design Week- BODW),3 her sene dünyanın farklı ülkelerinden ünlü tasarımcılara ve tasarım eğitimcilerine ev sahipliği yapıyor. Çeşitli tasarım disiplinlerinden gelen yıldız tasarımcıların arasında yıldız mimarların etkinliğin gözbebeği olarak ağırlanması gurur verici ancak bir o kadar da şaşırtıcı. Zira, yeni ortaya çıkan ve hızla popülerleşen tasarım disiplinleriyle kıyaslandığında mimarlık, gittikçe kaybettiği saygınlığını ve etkisini Hong Kong’da yeniden kazanıyor gibi.

Son yıllarda bu kentte inşa edilen iki dev tasarım okulu yapısı bunun en büyük kanıtı olarak görülebilir. Bunlar 2010 yılında tamamlanıp faaliyete açılan Coldefy & Associés tasarımı Hong Kong Design Institute (HKDI) ve 2013 yılında açılan Zaha Hadid ve Patrik Schumacher tasarımı The Hong Kong Polytechnic Üniversitesi’nin (POLYU) Jockey Club Innovation Tower (JCIT) yapıları. Bu iki yapı, bize hem Hong Kong’un Asya’nın tasarım merkezi olma iddiasındaki kararlılığının, hem de bu vizyonun gerçekleşmesinde mimarlığa hayli önemli bir rol biçtiğinin göstergeleri. JCIT’nin elde edildiği yarışmanın şartnamesinde mimarlardan “Hong Kong’u Asya’da tasarım merkezi olarak sembolize edecek ve bu yönde gelişmesini harekete geçirecek bir yol gösterici yapı” istenmesi, rastlantı değil. Amaçlanan salt tasarım okulu işlevlerini yerine getirmesi gereken bir bina değil, kavramsal olarak bir “deniz feneri”.4 HKDI’nın mimarları ise aynı çerçevede, aslında her iki yapının da varoluşsal sebebi olarak alınabilecek başka bir hususa vurgu yapıyorlar: “tasarım, tasarım eğitimi ve ötesi”. Söylem, bir tasarım okulu, tasarım ve tasarımcı üretmek kadar dünyayla bağlantı kurmak ve tasarıma dair kamusal eylemleri, bir araya gelişleri barındırmaya ilişkin program öğeleri geliştirmek üzerine kurulu. Bu bağlamda, HKDI için “Hong Kong’un ruhu” vurgusu özellikle önemli: HKDI aslında bir küçük kent parçası, bir küçük Hong Kong’dur.5

Zaha Hadid Architects tasarımı JCIT; fotoğraf: Sebastian Wallroth
Coldefy & Associés Architectes Urbanistes tasarımı HKDI; fotoğraf: SRR
JCIT'nin mimari dili ve morfolojisi
JCIT'nin mimari dili ve morfolojisi
JCIT'nin parçası olduğu POLYU kampüsündeki avlulardan örnek; fotoğraflar: Hakan Anay, Ülkü Özten, Meltem Anay

Hong Kong’un bu iki büyük tasarım eğitimi kurumuna ve daha geniş perspektifte Hong Kong’un tasarıma, tasarım eğitimine ilişkin ideallerine dair çok sayıda ortak hususa sahip görünen iki yapıdan söz ediyoruz. Benzer programatik çıkış noktaları olan bu iki son dönem anıtsal yapısı, bu ortak paydaları ve ilişkili benzerlikleri kadar farklılıklarıyla da karşılaştırılmayı hak ediyor. JCIT ve HKDI yukarıda sözü edilen paralelliklerin ötesinde mimari tasarıma yaklaşımda iki farklı paradigmatik pozisyonu, iki farklı zihinsel yönelimi imlemekte. Bu yazının hedefi, iki yapıyı karşılaştırmalı nesnel analizle mercek altına almak ve bunun üzerinden sözü edilen iki farklı paradigmatik pozisyonu ve zihinsel yönelimi açığa çıkarmak. Böylesine bir tartışma, doğası gereği günümüzde mimarlığı nasıl gördüğümüz ve nasıl icra ettiğimizle ilişkili iki ayrı bakış açısını da gözler önüne serecektir.

YERLEŞİM VE YÖNELİM
JCIT’nin parçası olduğu POLYU kampüsü, iklimsel verilerden de beslendiği anlaşılan, malzeme, strüktür, biçim ve benzeri hususlarda bir dil bütünlüğü ya da tutarlılıkta ele alınmış bir yerleşim. Kent merkezinde göreceli olarak daha alçak yapılardan ve yeşil alanlardan oluşan bir bölgede yer alıyor. Geniş gölgeli alanlar, binalar arasındaki yeşil alanlar, avlular, zeminden yükseltilmiş bloklar, sokak kotunda geçirgenlik gibi hususlar, alandaki iklimsel bağlama yönelik mimari müdahaleler olarak göze çarpıyor. Yarı tropikal Hong Kong iklimi nemli, yağışlı kimi zaman oldukça sıcak. Nem, ana sorunlardan biri olduğundan hava akımını sağlamak özellikle önemli. Yağış ve güneş etkisiyle ilişkili olarak da gölgeli yarı kapalı alanlar ve iç avlular mühim.

JCIT mevcut kampüsün batı sınırına dayalı, bu yanından otoyolla sınırlanmış, diğer yanlarıysa mevcut kampüs yapılarına dönük bir alanda otoyol ve kampüs sınırı boyunca güneybatı-kuzeydoğu yönünde uzanıyor. Bu bağlamda yapının üç yönden kampüsle ilişki kurma potansiyeli, ara mekanlar yaratma şansı olsa da ve yapı her ne kadar “kule”6 olarak adlandırılsa da yatay konumlanması ve zeminde herhangi bir geçirgenlik sağlamaması sebebiyle daha çok kampüsün bu yanını sonlandıran/sınırlandıran bir “duvar” niteliğinde. Bu yönelim, iklimsel ya da mevcut kampüsün sağladığı bağlamsal verilerden çok, belli bir oranda mevcut araziden, büyük orandaysa mimarın yapı dili ve morfoloji tercihleri ile ana konseptinden kaynaklanıyor.7 Örneğin, yapı dilinin bir parçası olan yatay bant açıklıklar/kapalılıklar, güneyden düşen güneşi kontrol etmede birer mimari araç olarak düşünülebilecekken doğu ve batı yönlerinde tamamen etkisizler. Kuzey cephesindeyse bunlar salt mimarın üslup tercihinin bir ifadesi olarak değerlendirilebilir. Bu haliyle yapı Hong Kong’daki pek çokları gibi ağır yapay iklimlendirmeye muhtaç.

Elli yıldan fazla bir sürede oluşan POLYU kampüsü, bir tür iç bağlamsal bütünlük yaratarak yatayda, mimari ve kentsel ölçekte ciddi bir süreklilik ve geçirgenlik sunuyor. JCIT’ninse kampüs bütünüyle fiziksel, malzemeye ilişkin, morfolojik, mimari dil vs. hususlarında herhangi bir bağlamsal ilişki kurma ya da yeni bir bağlam önerme gibi bir niyeti olmadığı görülüyor. Yapının kampüsle çift-yönlü ilişkisizliği son derece açık ve vurgulu. Örneğin bütün anıtsallığına rağmen kampüse açılan ana kapısı, herhangi bir akışkanlık ya da geçirgenliğe izin vermiyor ya da diğer bir deyişle ne kampüsün ne de yapının ölçeğinin talep ettiği ölçekte bir ilişki kurabilecek potansiyele sahip, küçük -ve rastgele konuşlandırılmış- bir açıklık niteliğinde. Bu açıklıktan girildiğindeyse karşılayan mekan yapıya dair herhangi bir izlenim vermekten uzak bir lobiden ibaret. Kampüsle ana iletişimi kuran köprü benzeri yatay elemansa neredeyse bir geminin limana yanaştığında kıyıya attığı pasarella gibi, yapıya ve kampüse bir noktadan dokunur. Bu bakışla, JCIT, POLYU Kampüsü’ne o an yanaşmış bir gemi gibidir.

HKDI’nınsa parçası olabileceği bir kampüs oluşumu yok. Yapı, Hong Kong’un çeperinde, bir bölümü de yeni gelişmekte olan kentsel doku içinde net, tanımlı bir geometriye sahip, dört tarafından caddelerle sınırlandırılmış, güneybatı-kuzeydoğu yönünde uzanan neredeyse dikdörtgen şeklinde eğimsiz bir alan içinde yer alıyor. Alan, güneydoğusundan denize, Junk Bay’e açılırken diğer yönlerden yüksek konut yapılaşması ve ticari yapılaşma tarafından sınırlandırılıyor.

Burası banliyö niteliği taşıyan bir kentsel parça, mevcut yakın yapılı çevre ayrı tutulacak olursa, Hong Kong’la ana yaya ilişkisi, alanın güneybatı köşesindeki noktasal bir dağılma/toplanma öğesi (metro hattı) tarafından sağlanıyor. Aynı tarafta, alanın kuzeyine doğru uzanan alışveriş merkezleri yer alıyor.

HKDI’da yukarıda sözü edilen bütün bağlamsal öğeler yapıda farklı şekillerde karşılık buluyor. Örneğin, yapı iklimsel bağlama mimari tasarımıyla yanıt veriyor. Yapının önemli bir parçası zeminden yükseltilmiş bir konumda, boşlukta asılı gibi duran yatay bir kütleden oluşuyor. Bu yükseltme hem rüzgarın, doğanın ve kent zemininin yapının altından ve içinden akmasına izin veriyor hem de yapının altında oldukça büyük bir gölgeli alan yaratıyor. Yapı bu haliyle bir “çardak” gibi işliyor. Morfolojisi aracılığıyla iç ve dış mekanlarında daha kabul edilebilir bir mikro klima oluştururken çevredeki yeşil alanların ve kent zemininin yapı alanına (ve yapıya) nüfuz etmesine de olanak tanıyor. Yapı, bir tür kentsel süreklilik ve akışkanlık olarak ifade edilebilecek bu özelliği gerçekleştirirken ana yönelimini batı-güneybatı yönündeki çekim noktalarına göre belirlemiş.

JCIT'nin tasarımında vurgulanmak istenen akışkanlık
Çardak gibi işleyen HKDI
JCIT'nin amorf tasarıma yerleşmeye çalışan kat planı
HKDI'ın kent yüzeyinin devamı olarak işleyen mekanları
HKDI'ın iç mekanı

Zeminle ilişkileri açısından değerlendirildiğinde, JCIT’nin zemini çok az açıklığa izin veriyor, brüt betonun etkisiyle güçlendirilmiş geçirgen olmama durumunu mimari diliyle de vurguluyor. HKDI’daysa yapının zemini ve belli bir katmana kadar oluşturduğu kamusal işlevleri üstlenen mekanlar tamamen geçirgen ve herkese açık. HKDI’da ana kütle neredeyse zemine hiç dokunmuyormuşçasına yükseltilmiş ve zemin, kentin kullanıma terk edilmiş. Bu örüntünün ünlü HSBC yapısında rastladığımız bir örüntünün tekrarı olduğunu söylemek mümkün:8 HSBC’de bu yükselme, doğu-batı yönünde bir duvar gibi uzanan bina blokları arasında bu noktada zeminde güney-kuzey yönünde bir kentsel geçirgenlik ve süreklilik sağlar. Yapıya erişimse çeperindeki dikey sirkülasyon elemanları ve merkezinde oldukça uzun bir yürüyen merdivenle zeminden koparılmış bir üst katmana ulaşarak başlar. Aynı tasarımsal örüntüyü HKDI binasında da gözlemlemek mümkün. Yapının dört köşesindeki dikey bloklar üstünde yükseltilmiş yatay kütleye ulaşmak için oldukça uzun bir yürüyen merdivenle zeminden “kopmak” gerekiyor. Köşelerdeki kulelerin içlerindeki merdivenlerden de bu erişim sağlanabiliyorken, etkinin daha çok vurgulanabilmesi için bu elemanlar tasarımın temel öğeleri olarak tanımlı. Söz konusu etki en iyi yapının içine, “gökyüzüne” doğru yavaş yavaş yükselirken deneyimlenilebiliyor. Aslında Hong Kong’da bolca gözlemlenen bu örüntü bir tür yatay katmanlaşma olarak nitelendirilebilir. İşleyiş-biçim arasındaki ilişki açısından bu ana katmanlar arasında bir akışkanlık ve bir süreklilik yok, hatta sözü edilen kopuş bu tür bir ayrıştırma yaratmak üzere kullanılmakta.

BİÇİM VE KOMPOZİSYON
Biçimsel olarak ise JCIT temelde kat kurgusu üzerine kurulu amorf dış biçimi olan bir yüksek yapıyken, HKDI dört dikey bir yatay kütlenin bir araya gelmesinden oluşan, geçirgen, heykelsi bir kompozisyona sahip. Her iki tasarım da biçimsel bütünlükteki netlik ve dengelilikleri açısından kendi kategorilerinin başarılı örnekleri. İkisi de en üstte, bütünü ve biçimi kontrol eden bir konseptin, bir tasarım anlayışının ürünü.

JCIT’de birbiriyle ilişkili ancak ayrı iki özellik ön plana çıkıyor: üslup ve belli bir etkiye yönelik tasarım. JCIT kendine has açılımlarının yanı sıra, mimarların daha önceki birçok projesinde türevlerini gördüğümüz belli bir stili devam ettirmeye yönelik çabaların sonucu. Amorf biçimleniş ve yapı boyunca devam eden yatay bantlar bu üslubun en belirleyici öğeleri. Yapıda, mimarların ifadesiyle “akışkan biçim” etkisinin vurgulanmaya çalışıldığı anlaşılıyor. Kendi strüktürel özellikleri, iç-dış ilişkisi ve mekansal kurgusu gibi hususlar bu etki uğruna baskılanmış gibi. İçeride ne olduğundan, yapının nasıl ayakta durduğundan bağımsız bir biçimde belli bir “etkiyi” dışa vurmak üzere tüm mimari örgütlenmiş adeta. Hem üslup hem de akışkan biçim etkisi salt dışarıdan algılanmaya ilişkin hususlar olarak ele alınmış. Bunların iç mekanlara etkisi bir yan-etki gibi düşünülebilir. Bütünsel olarak bakıldığındaysa belli bir açıdan JCIT iki amorf lobun birleşiminden oluşan yüksek bir blok etkisi verirken, diğer açılardan gemi gövdesini andıran bir biçimlenişten söz etmek mümkün.

HKDI ise ideal geometrilerin çok net bir düzenle okunur ve anlaşılır bir biçimde ideal kompozisyon oluşturacak şekilde bir araya gelmesinden oluşuyor. JCIT gibi burada da yapının etkisi önemsenmekte ve vurgulanmakta, ancak belli bir stili devam ettirme gibi bir kaygı temel öğe olarak tasarımı etkilememekte. Konsept (yükseltilmiş/asılı yatay bir kütleyi delip geçen dört kule) biçimlendirici nitelikte ve tasarımı bütünüyle kontrol etmekte. Başka bir deyişle, yapının konsepti, morfolojisini, programatik açılımını, yapısallığını ve hatta bağlamını tariflemek/ifade etmek için kullanılabilir. Örneğin dört kulenin her biri tasarım okulunun dört büyük bölümüne ayrılmış, bunları yatayda birbirine bağlayan kütleyse bütün bu bölümlerin ortak kullanımına ait mekanları barındırıyor. JCIT’de gözlemlendiğinin aksine, HKDI istediği etkiyi, biçimsel ve mekansal kurguyu sağlamaya çalışırken yapısallığını gizlemeye çalışmıyor, tam aksine bunu, ifadesinin, bütünselliğinin bir parçası olarak özellikle dışa vuruyor.

Her iki yapı da geniş açıklık gerektiren ve kamusal işlevleri içeren mekanlara yer verecek şekilde tasarlanmış podyumların üstünde yükselirlerken her iki yapıda da bu podyumlar farklı şekillerde ele alınmış. JCIT’de podyum yapının güney tarafına yaslı ve brüt betondan eğimli yüzeyler, rampalar, yarıklar gibi öğelerce binanın çevresine ve zemine yedirilmiş halde. Yapının kuzey bölümüyse doğrudan zemine oturuyor. HKDI’da podyum üç yönden üzerleri çim kaplı eğimli yüzeylerce zemine entegre bir biçimde tasarlanmış. Bu yaklaşımla kent zemini, yapıya yaklaşırken yükselerek saçak niteliği kazanıyor ve altındaki geniş açıklıklı ve daha dışa yönelik mekanları tanımlıyor. Binanın çeperlerinden yaklaşımda gömülü olarak algılanan bu mekanlar, yapının içindeki, vadi niteliğindeki iç sokakta mümkün olduğunca şeffaf. İç sokak, vadi ve saçağın üstündeki çim kaplı düzlem kent zemininin devamı gibi işliyor ve bu açıdan bakıldığında HKDI’nın kent yüzeyini katmanlaştırarak çoğaltıyor ve bunu yaparken de kentsel ölçekte bir süreklik öneriyor.

“Akışkanlık” JCIT’nin çıkış noktalarından biri gibi ifade edilmiş olsa da, bir mimari tasarımın ilgili olabileceği türden akışkanlık anlayışına HKDI’da da rastlanmakta. JCIT’de akışkan olan, biçimi üreten dış kabuğun bize vermeye çalıştığı etki. Onun dışında ne mekansal ne programatik bir akışkanlıktan ya da yapının ne iç-dış ilişkisinde ne de çevreyle ilişkisinde bir akışkanlıktan söz etmek mümkün değil. Şaşırtıcı biçimde morfolojisini statiklik, denge, gibi hususlar üzerine kuran HKDI’daysa akışkanlığın pek çok türü mevcut.

İÇ-DIŞ İLİŞKİSİ
JCIT’de iç-mekan kurgusu dış biçim öncelikli bir gündemin sonucudur. Biçim mekansal-işlevsel gerekliliklerden hareketle biçimlenmez, iç mekansal örgütlenme dış kabuk tarafından oluşturulmuş bir hacmin “değerlendirilmesinden” ibarettir. Programatik ve mekansal ilişkiler dış kabukça tanımlanan bu hacmin potansiyelleri elverdiğince yapı içinde kendilerine yer bulurlar.

JCIT aslında kat planı kurgusuyla yükseliyor. Her katta mekanlar dış biçimin tanımladığı amorf kat planına yerleşmeye çalışıyor ve bunun sonucunda örneğin çok sayıda çıkmaz koridor ya da mekan kalıntısı oluşuyor. Dikeydeki üç boyutlu iç-mekan kurgusuna yönelik çok sayıda iç yırtık var. Bunlardan en güçlüsü yapının merkezinde dikeyde katlar boyunca devam eden bir yarık. Ancak çok dar olması ve çoğu noktada aynı zamanda merdivenlerle birlikte kullanılması sebebiyle dikeyde bir görsel ya da fiziksel ilişkiyi ancak sınırlı düzeyde kurabiliyor. Merkezdeki bu yarık yapının iki lobunun ayrıştığı noktada yapı kabuğuyla görsel bir ilişki kuracak şekilde de bir şeffaflık sağlıyor. Benzer bir biçimde kimi noktalarda yapı çeperiyle kat planları arasında dikey boşluklara izin verecek şekilde başka kopmalar da var. Bu noktalarda yapı hem dikeyde katlar arasında hem de dışarıyla görsel ilişki kuracak şekilde düşünülmüş. Yapının bu bağlamda dikeyde mekansal bir akışkanlığı sınırlı düzeyde de olsa kurabilmiş.

HKDI’da da yapının doğrudan işlevden ya da programatik gerekliliklerden biçimlendiği söylenemez. Öte yandan biçimlenişiyle iç mekan örgütlenmesi ve iç mekanların işlevle olan ilişkileri arasında bir tutarlılıktan ve karşılıklı ilişkiden söz edilebilir. Kuleler her bir bölümün eğitim işlevlerine dair mekanları barındırırken, asılı yatay kütle, çeperleri şeffaf bir konteyner niteliğinde ve içinde ifadesiz ve esnek kullanıma açık bir hacim sunmakta. Bu hacim şeffaf yüzeyler aracılığıyla programatik gerekliliklere göre bölünmüş. Kütle içindeki yırtıklar hem iç hem dış mekanlarda dikeyde ilişki sağlayan süreklilikler oluşturuyorlar. Yatay kütle üstündeki devasa çatı bahçesiyse yapıya aynı zamanda ikinci bir zemin niteliği taşıyan geniş bir düzlem, yeni bir açık alan sağlıyor.

SONUÇ
Bu analiz, benzer bağlamları paylaşan, benzer programatiklerden yola çıkan, benzer ideallere yönelik tasarlanmış iki anıtsal yapının tasarımlarında nasıl birbirlerinden tamamen farklı yollar izleyebileceklerini ve sonuç ürünlerin nasıl tamamen farklı tasarım perspektiflerinin temsili olabileceğini bize gösteriyor. JCIT ve HKDI günümüzde popüler iki farklı mimari bakışın, iki farklı zihinsel yönelimin yansımaları. Bu tür tasarımlar aynı zamanda mimarlığa nasıl baktığımızı, bunlardan hareketle içinde yaşadığımız üç-boyutlu çevreyi nasıl oluşturduğumuzu ve bu çevrenin ne nitelikte olacağına karar verdiğimiz süreçlere dair izler de taşırlar. Daha önemlisi bu yapılar sadece referans değil “değerlendirme standartları” da sağlar; sadece öyle tasarlamayız aynı zamanda dünyayı bu pencereden görüp değerlendiririz. Bu nedenle söz konusu perspektiflerin ürünlerinin bize sunduğu ışıltılı imgelerden öte ne önerdiklerini, ne içerdiklerini görmek, görebilmek, bunları doğru ve objektif değerlendirmek bir gerekliliktir. (Ancak) gerçek bir mimarlık böyle(sine) bir sınamadan başarıyla çıkabilir.

NOTLAR

  • Bu makalenin akademik teknikle, İngilizce yazılmış bir versiyonu Online Journal of Architectural Design dergisinin Aralık 2018 tarihli sayısında yayımlandı. Bu makaleyi ise XXI dergisi bağlamı ve okuyucusu, özellikle mimarlık öğrencilerini göz önünde tutarak Ülkü Özten ile birlikte, editörümüz Hülya Ertaş’ın da katkılarıyla yeniden ele aldık.
    1 Bu makalede kullanılan yaklaşımın metodolojik ve epistemolojik kökenleri, bugün anladığımız anlamıyla “mimarlık kuramı ve eleştirisinin” doğduğu ve altın çağını yaşadığı, Colin Rowe, Stanford Anderson, Alan Colquhoun, Reyner Banham, John Summerson, Robert Somol, Anthony Vidler gibi akademisyen/kuramcıların o dönemde oluşturulmuş çalışmalarında en güzel örneklerini bulabileceğimiz 1960’lar ve sonralarına tarihlenebilecek bir araştırma çizgisinden, bir gelenekten kaynaklanıyor. Bu makalenin görünen niyeti güncel iki mimarlık örneğini bir karşılaştırmalı analizde mercek altına almak. Görünen amaç bu olsa da, makale, içinde yaşadığımız “mimari güzellemeler çağında,” “mimari eleştiri yazıları” geleneğini yeniden anmak, yöntem ve yaklaşımlarını bu yazı özelinde örnekleyip kullanmak niyeti de taşıyor.
    2 “Doğunun batıyla buluşması” ve “bakir” Hong Kong’un “keşfedilmeyi bekleyen” bir “Asya incisi” olması batı oryantalizminin klişelerinden ve şüphesiz ki Hong Kong’un kolonyal dönemden beslenen en güçlü kimliklerinden biridir. Hong Kong kaynaklı tasarım geleneklerinin temel kaynaklarından olan yaklaşım, Hong Kong “yerel” tasarım anlayışının ekonomik temelli uluslararası karakterini de belirleyen temel unsurlardandır. Bu durum “bukalemun” metaforu üzerinden Henry Steiner tarafından şöyle açıklanır: “Bukalemunlar yerel rengi yansıtırlar, fakat biçimlerini korurlar. İdeal olarak, tasarımcılar yeni çevrelere adapte olmak şartıyla kendi kültürlerinin temsilcisidirler. Amaç uyumlu bir birleşme, sentezden öte bir etkileşim elde etmektir” (Steiner, et al., 1995 s. 9). Kolonyal kökenli bu etkileşimin Hong Kong yerel kimliğinin, stereotipik kimlik tartışmalarında alışkın olduğumuza benzer şekilde saf ve bakir bir kaynakta temellenen değil, tam tersine “saf olmayan”(yoz) bir öz ile anlaşılabilecek bir kimlik olması gerektiğini tartışan Chow ise, Hong-Kong un söz konusu çoğul kimliğinin kökeninin de en iyi “arada-derede” olma kavramı ile açıklanabileceğini ifade eder (Chow, 1992 s. 157). Konuyla ilgili daha detaylı bilgi için bkz. (Huppatz, 2009) (Huppatz, 2006)
    3 Avrupa geleneğinden farklı olarak Uzakdoğu’da tasarım denince akla hemen ticari faaliyetler, çok uluslu şirketler, tasarımın pazarlanabilirliği ve çoğu kez kullanıcı yerine müşteri geliyor. Ancak burada çift anlamlı da olsa Business of Design Week’i Tasarım Meselesi/Faaliyeti Haftası olarak çevrilmesi daha doğru olur düşüncesindeyiz.
    4 Detaylı bilgi için bkz. South China Post (2016)
    5 A.g.e.
    6 A.g.e.
    7 Yapı diliyle ilgili daha detaylı bilgi için bkz. (Betsky, 1998), (Hadid, 1995) (Hadid, et al., 2011) (Hadid, et al., 2015)
    8 HSBC bir ticari işletme olarak Hong Kong’un kolonyal iktisadi tarihinin önemli sembollerinden olmakla birlikte, Norman Foster tarafından tasarlanan ve 1986 yılında tamamlanan genel merkez yapısıyla Hong Kong için olduğu kadar dünya mimarlığı için de önem arz eder. Ofis tipolojisinin kentsel bağlamda yeniden yorumlaması ve program-yapı dili-strüktür ilişkileri gibi açılardan öncü ve özgün tasarımlardan biri olarak değerlendirilir.

KAYNAKÇA
“CAAU: Hong Kong Design Institute Project.", http://www.caau.fr/project/hong_kong_design_institute [Erişim: 06. 10. 2016]
"Let’s design HK 3.0: Lessons from Zaha Hadid’s Innovation Tower: courage and commitment", http://www.scmp.com/business/article/1937674/lets-design-hk-30 [Erişim: 06. 10. 2016]
"Zaha Hadid Architects: Jockey Club Innovation Tower", http://www.zaha-hadid.com/architecture/jockey-club-innovation-tower/ [Erişim: 06. 10. 2016]
Betsky, Aaron, 1998, Zaha Hadid: Complete Buildings and Project, Thames and Hudson.
Chow, Rey, 1992, "Between Colonizers: Hong Kong's Postcolonial Self-Writing in the 1990's", Diaspora: A Journal of Transnational Studies,2(2), ss. 151-170.
Clark, Hazel, 2009, "Back to the Future, or Forward? Hong Kong Design Image and Branding", Design Issues, 25(3), ss. 11-29.
Hadid, Zaha, 1995, "Zaha Hadid 1992-1995", El Croquis, 14(73), ss. 1-124.
Hadid, Zaha, & Schumacher, Patrik, 2011, Total Fluidity, Ambra Verlag.
Hadid, Zaha, & Schumacher, Patrik,2015, Fluid Totality, Birkhauser.
Huppatz, Daniel, 2006, "The Chameleon and the Pearl of the Orient", Design Issues, 22(2), ss. 64-76.
Huppatz, Daniel, 2009, "Designer Nostalgia in Hong Kong", Design Issues, 25(2), ss. 14-28.
Steiner, Henry, & Haas, Ken, 1995, Cross-Cultural Design: Communicating in the Global Marketplace, Londra: Thames & Hudson.