Kaidesiz İşler
SO?’nun kurucu ortağı Oral Göktaş ile İstanbul Planlama Ajansı Kampüsü’nün dönüşümü, projelerindeki yaklaşımları ve süreci ele alma yöntemleri üzerine konuştuk.
Ferhan Yalçın: Yayıncılığın içine girdiğimiz günden beri, projelerin yayınlandığı gün arşive dönüşmesi durumu dikkatimizi çekiyor. Bize ulaşan metinler her yayıncının eline ulaşıyor ve görselleri ile belirli zaman dilimlerinde hızlıca yayınlanıp unutuluyor gibi...
Sizin de söylediğiniz gibi "imgelerin uçuştuğu, algoritmalarla işleyen bir dünya var", bu yüzden bu söyleşiyi bir hatırlama, yavaşlama, belki yeniden anlama aracı olarak ele alabiliriz. Özellikle web sayfanızdan başlamak istiyorum; çalışmalarınızdaki bütün araştırma süreciyle birlikte, sonuçların ve süreçte neler öğrendiklerinizin sunulduğu farklı bir platform gibi çalışıyor.
Oral Göktaş: Biz hatalarımızı ve didinişlerimizi saklamayı sevmiyoruz. Bir projeyi sonuç imajlarıyla büyük bir başarı hikayesi gibi anlatmak yerine ne tür zorluklarla boğuştuğumuzu açıkça göstermeyi tercih ediyoruz. Çünkü öğretici ya da başkalarına ilham verici olmasını, benzer meselelerle boğuşan insanlar için "yalnız değiliz" hissi oluşturmasını önemsiyoruz. Ülke gündemi çoğu zaman sadece biz bu konularla uğraşıyoruz yanılsaması yaratıyor, oysa dünyada benzer meseleleri dert edinen ofislerin anlattıklarında da görüyoruz ki; hangi dünya ülkesi olursa olsun bunlar sadece bize özgü dertler değil, ortaklaşa dertler. Bir yandan da meselelerle nasıl başa çıktığımızı anlatınca biz de kendi arkeolojik kazımızı yapmış oluyoruz ki öğrenmek için çok değerli.
FY: Bireysel olarak bende en çok etki yaratan Tavuklar Evi projeniz aslında sizin mimarlığı sahnesiz, kaidesiz mekanların hikayesi, mimarlığı nesnelerle değil hikayelerle tanımlama dönemi diye adlandırdığınız dönemin başlangıcı sayılır. Siz bu tanımı İPA’nın kampüsü için kullanmışsınız ama aslında sanki mimarlık anlayışınız bu temele oturuyor, değil mi?
OG: Aslında havuzun dönüşmesi çok radikal bir durum ama kaide üzerinde durmama hali Tavuklar Evi'nden ziyade ilk olarak bizim Göğe Bakma Durağı projemizde var. Mesela o iş fotoğraflarda da hiç o kadar havalı olmadı. Göğe Bakma Durağı’nın hikayesinin ve mekansal deneyiminin fotoğraftan anlaşılması mümkün değil, deniz dalgalarının hareketini çelik kolonlarda algılamanız için yerine gidip görmeniz gerekiyor. Tavuklar Evi, bunun tam tersine, pastoral bir arka planla en kaideli projemiz denilebilir. Fakat o projede bile tasarım kararlarını oluştururken, en ufak detaya kadar, tavuğun alışkanlıkları, günlük döngüleri üzerine kurulmuş ve bu döngüleri bozmamak için en risk almadığımız projeydi. Yerel çiftçilerle konuştuğumuzda ne veri aldıysak birebir projeye yansıttık. Subjektif verilere dayanarak tasarlamak yerine, topladığımız bilgileri tek tek projeye yansıttık. Projenin 12 diyagramlık bir veri analizi var, tüm tasarım kararları için bir turnusol kağıdı diyebiliriz. Tavukların adaptasyonları çok düşük. Bize, tavuklar yağmur yağdığında kafalarını kaldırıp su içmeye çalışıp ölebilirler demişlerdi. Yani bu düzeyde adaptasyonları düşük ama çok sosyal hayvanlar. İnsanlar için bir şeyler ürettiğinizde, “Ben bunu talep ettim, para verdim, emek harcadım" der ve bir şekilde adapte olur, tavuklar öyle değil. Soruya dönersek, bulunduğu bağlam içinde tavuklar evi kendi kaidesini kendi yarattı, fakat genel yaklaşım olarak kaide kaçındığımız bir şey evet.
FY: "Hikayesi fotoğraftan anlaşılmayan projeler" tanımı söylediğiniz gibi daha doğru bir ifade oldu sanırım.
OG: Bir imaja indirgenemeyen işler denilebilir. Biz yarışmalarla kariyerimize başladık. Davetli yarışmalarda eğer projemizi anlatma fırsatımız olursa yarışmayı kazandık. Çünkü hikayeyi anlatınca o görseller daha anlamlı hale geliyor. Göğe Bakma Durağı da Royal Academy Arts’taki Beklenmedik Tepe de öyle... Sunum imkanı varsa ve müşteri ile birebir iletişime geçebiliyorsak o zaman derdimizi anlatabilmiş oluyoruz. İlginç ki seneler sonra Lacaton Vassal’ın bir röportajında yarışmalarla ilgili benzer bir serzenişlerini okuduk. Çok fazla analiz ve fizibilite çalışması yapıp havalı imajlar ürettikleri için kapalı yarışmalarda başarısız olduklarını anlatıyorlar. Yarışma birçok açıdan işveren ve mimar ilişkisi için çok sorunlu bir yöntem olabiliyor maalesef.
FY: Web sayfanızdaki “Öğrendiklerimiz” başlıklı yazı, mimarlık pratiği yapan herkes için, adeta tasarım sonrası anladıklarımızı değerlendiren, kısa, öğretici notlardan oluşmuş. Tasarladığınız nesnenin dönüşümünü anlatmak sizin mimarlığı bir anlamda bir ofis gibi değil, bir deney laboratuvarı gibi çalıştığınızı gösteriyor. Fotoğraflarla neler öğrendiğinizi anlatan bir metin bile yayınlamışsınız.
OG: Evin son fotoğrafları aslında hiç de en baştaki gibi parlak fotoğraflar değil. Ahşaplar eskimiş, otlar bürümüş her yeri... Bizim oradaki şansımız aynı zamanda oranın kullanıcısı olmamız. Kendimize yaptığımız bir proje olduğu için nelerin sorunlu olduğunu görüp, sürekli öğrendiğimiz bir süreç. Tinyhouse’larla ilgili okuduğumuz her makalenin içinde pastoral fotoğraflar olur fakat içinde yaşadığınızda bazı şeylerin öyle işlemediğini görebiliyorsunuz. Yapıyı o fotoğraflardaki gibi tutmak için doğaya ciddi müdahale edip evcilleştirmeniz gerekiyor. Halbuki kentten kaçma sebebiniz çoğu zaman doğal olana özlem. Neyse, biz o yazıyı biraz da işin arka planını anlatmak, yaptığımız hatalardan öğrendiklerimizi anlatmak için yazdık. Louis Kahn’ın güzel bir lafı var hata ile ilgili; “Beni ben yapan şey hatalarım, hayal kırıklıklarım”.
FY: İPA’nın kampüsünün dönüşüm hikayesini güçlü kılan şey aslında en başından yapmamak, sahnesiz, basit ama anlamlı bir hikaye yaratmak sanırım. Siz ne dersiniz?
OG: Yapmamak değil aslında, biz yapmayı seven fakat yıkmayı sevmeyen bir ekibiz. En basitinden, Yüzen Ev projesi için Tasarım Bienali'nde "tasarladınız ama yapmaya gerek var mı?" denildi, biz yapmak istedik. O yapının yüzdüğünü görmek, denemek, katlanması gibi tüm aşamalarını görmek çok önemliydi. Yapmak çok önemli bizim için.
İPA örneğinde de genel yaklaşımımız yıkmadan, elimizde ne varsa onu kullanarak yapmaktı. Çünkü yıkmak işin en kolay kısmı. Üstelik yıktığında inanılmaz bir atık üretiyorsun, enerji harcıyorsun, hafızayı yok ediyorsun... İPA özelinde bu çok önemliydi. Havuz ve hangarı yıkabilirdik ama yönetim de yıkmadan dönüştürme fikrimizi çok benimsedi. Seramikleri ve havuzun aydınlatmasını tutmak çok bilinçli verilen kararlardı. Oranın bir havuz olduğunu hatırlatmak istedik. Ve şimdi bambaşka bir vizyonla, bambaşka bir yaklaşımla, herkesin kullanımına açık bir mekan haline dönüştü. Bunu yıkmadan yapmak önemliydi açıkçası.
FY: Hafıza meselesine gelirsek, İPA'nın eskiden varoluş biçimini de hatırlatarak dönüşen bir iş var. Projenin kullanım sonrası daha çok şey söylüyor.
OG: Bu anlamda kullanıcı çok önemli hale geliyor. Bir proje yaparsınız, kullanıcı onu benimsemez, sahiplenmez ya da nasıl kullanacağını bilemez, o zaman başka bir atık ortaya çıkarmış olursunuz. Türkiye böyle binalarla dolu. Yapılırken hiçbir fizibilite çalışması yapılmamış ve biter bitmez atığa dönüşmüş binalar. Biraz bunlarla da hesaplaşmamız lazım, artık bir bolluk ülkesi değiliz. Ekonomik olarak bir şeyleri yıkıp yeniden yapacağımız bir yerde değiliz. Sadece Türkiye'de değil dünyanın her yerinde böyle aslında. Bu durum yeni hesaplaşmaları getiriyor. Binayı sadece tarihi bir değeri varsa koruyup dönüştürüyoruz. Bir yapıyı yıkmamak için illa onun tescilli ya da görsel açıdan değerli olmasına gerek yok. Yıkmak için çok kuvvetli bir argümana ihtiyacın olmalı aslında. Anne Lacaton ve Jean-Philippe Vassal'ın Pritzker Ödülü'nü alması bu anlamda çok önemli. Çok benimsediğimiz bir yaklaşımları var; “to demolish is an act of violence”. Gerçekten bir şeyi yıkmak bir tür şiddet aslında, bir şeyi alıp çöpe atmak gibi... Günümüzde her şeyi geri dönüştürmek konusunda insanları bilinçlendirmeye çalışıyoruz. Binaları da öyle düşünmeliyiz. Bahaneler bulup yıkmak, kolaya kaçmak aslında.
FY: İPA'nın yıkımı sadece maliyetle ilgili bir mesele değil gibi?
OG: Değil elbette. Orası bir sit alanı, bir şeyi yıkıp yapmanız belirli düzenlemelerle sınırlanmış. Fakat en önemlisi işin hafıza kısmı, bu sefer yapının imgesel gücünü yaşatmak için değil mekansal hafızayı yaşatmak için koruduk.
Hangarın politik karşılığı havuzunki kadar olmasa da onu da sağlam bir strüktürü yıkmanın ne kadar anlamsız olacağını düşündüğümüz için koruduk. Havuz ise bu tür dönüşüm projeleri içinde çok uç bir örnek aslında ve dönüştürmesi de çok zor çünkü tamamı perde duvardan oluşan eğimli bir yapı. O anlamda da bizim için ilginç bir meydan okumaydı. İdareyi de ikna ettik etmesine ama benzer bir örneği de olmadığı için hata yapma payını da barındıran bir süreçti. Aktif kullanıldığını görmek bizi çok mutlu ediyor ve umutlandırıyor.
FY: Projenin ilk ve son halini görmek çok anlamlı hale geliyor. İPA'da bambaşka bir şeye dönüştüğünü gösteren fotoğraf çok etkileyici.
OG: Çok katmanlı bir "neydi, neye dönüştü?" hikayesi var. Bir yandan kaçınılmaz olarak bir propaganda haline geliyor. Mimarlığın böyle bir gücü de var. Görsel imajdan ötesine geçip bir hikaye üretme gücü. Eskiden biraz daha farklıymış, modernist kahramanlar bunu yapı yaparak elde etmişler, Time Dergisi'nin kapağında havalı yapıların “kahraman” mimarlarının olduğu bir dönemden söz ediyoruz. Ama şimdi bu durumun değiştiğini, imgeler değil hikayeler yaratılarak, stiller üzerinden değil yaklaşımlar üzerinden tartışmaya başladık. Dünya ve devamında mimarlığın birtakım farkındalıkların tetiklediği bir dönüşümün içinde olduğunu söyleyebiliriz.
FY: Projeye yaklaşımın da bu anlamda güçlü bir hikaye yaratacağının farkında mıydınız?
OG: Sanırım bu kadar ileri gideceğini düşünmemiştik. Biz sadece oradaki mevcut olanı tutarken, yapının hikayesi silinmesin istedik. Halka açma fikri İPA ekibinde zaten vardı biz sadece yıkıp sıfırdan yapmama yaklaşımını benimsetmeye çalıştık. Halka açarken geçmişin hikayesini silerek değil, üzerine koyarak yapmak daha anlamlı geldi.
FY: Bu yaklaşım zor bir süreç gibi; terk edilmiş bir hangarı, strüktürüne ve zemin izine müdahale etmeden, çevre peyzajıyla açık fuaye gibi bütünleştirme ve iki parçalı çok amaçlı salona dönüştürme fikri, kot farkı yaratarak her iki mekanın hem parçalı hem bütün kullanımını sağlamak. Aynı zamanda peyzajın eğimi ve zemin kotu ile yapının ilişkilenmesi uygulamada zorlukları beraberinde getirmiş gibi görünüyor. Bu dönüşümde tasarım ve uygulama, paralel işleyen bir sürece mi dönüştü?
OG: Bunlar çok hızlı bir süreç içinde gerçekleşti. Haziran'da tasarıma, Temmuz sonunda inşaata başladık, Ekim'de bitirdik. Kaynak ve bütçemiz kısıtlıydı. Belediyenin elinde var olan peyzaj ürünleriyle ve kısıtlı malzemeyle ilerledik. Fuaye fikrini iyi bir yükleniciyle çözümledik. Kısa sürede, ağır bir bürokrasiyle böyle bir işte çalışmak çok kolay olmuyor. Bazı uygulayamadığımız iyi detaylar da oldu ama Türkiye'de böyle Chipperfieldvari detaylar yaratıp ona yaslanan projeler yapmak çoğu zaman mümkün olmuyor maalesef. Biz olabildiğince fikrin bütünlüğünü kaçırmamaya çalıştık fakat elbette içimizi cız ettiren çok fazla detay var. Fakat günün sonunda çok iyi inşa edilmiş boş bir yapı yerine mimari eksikleri de olsa işleyen bir yapı görmek memnuniyet verici. Artık yeni hikayeleri eskilerinin üzerine yeni kullanıcıları yazıyor. Bu anlamda kullanıcısının ve misafirlerin yapıları sahiplenmesi çok kritik bir mesele.
İlgili İçerikler:
-
Oho’larla Uha’ların Arasında - 2/2
Genette’e göre beş çeşit transtekstüel (mutasyona uğramış, dolanık, binişik, sarmaşmış, vb.) yazı vardır: İlki alıntılamadır; yazar doğrudan alıntı yapar. İkincisi hırsızlamadır (plagiarism); yazar açıktan ilan etmese de edebi bir ödünçlemeye başvurur (akademisyenlerin suçlanmaktan en çok korktukları tür de budur). Üçüncüsünde yazar ima yoluyla, dolaylı yoldan kaynak metinle ilişki kurar.
-
Oho’larla Uha’ların Arasında - 1/2
Günümüzde hakikati bildiğini iddia edebilecek kimse var mıdır? Gerçeklere “doğal yollarla” karışan ve ’patafizik denebilecek gerçek-dışılıktan başka, bir de her yanda harıl harıl üretilip dolaşıma sokulan “yalan” vardır; ki güç yapıları gerçeği sulandırmada özverili bir rol oynayarak, sıradan gündelik gerçekleri örtbas etmek konusunda –değişen terkiplerde– “katkıda” bulunur.
-
Çift Yüzlü Ev
-
Olağan Deneyimler ve Tasarlanmamış Mekanlar Üzerine Bir Deneme
Olağan olanın pek de rağbet görmediği modern dünyada, insan elinin değmediği ne kaldı söylemek güç. 21. yy mimarlık pratiklerinde yer alan "Kendiliğinden olanı, olağanüstü hale getirmeden dengeyi bulma"ya yönelik tartışmalar üzerine düşündükçe günlük hayatta çeşitli öznel filtreler geliştiriyor insan zihni.
-
Saklayarak Saklamamak: Reichstag
Mimarlık pratikleri süresi içerisinde, zamanın bir bölümünde dönemin toplumsal döngü ve olgularından doğrudan etkilenen Reichstag yapısı, kişisel bağlamını ve anlam kodunu oluşturduğu kurgudan sıyrılmalar-kopmalar-ayrılmalar yaşayarak, bir başka zamanda, bir başka bağlamda, bir başka çevreyle, ona göre tekinsiz bir ortamda yeni anlam kodunu oluşturmak ile ilişkili bir uğraşa sahip.
-
S.O.S. İstanbul 2024: Kartal - Geçici Barınma Senaryoları
-
Furnishings & Design İstanbul: Tasarım ve Üretim Arasındaki Köprü
19-21 Eylül 2024 tarihleri arasında İstanbul Fuar Merkezi'nde gerçekleşecek olan Furnishings & Design İstanbul, mobilya, tasarım ve endüstriyel üretim dünyasını bir araya getiriyor. Mobilya Dernekleri Federasyonu (MOSFED) desteğiyle MOS Fuarcılık A.Ş. tarafından düzenlenen bu etkinlik, iç mekân tasarımına dair yenilikçi ve özgün ürünlerin sergilendiği, verimli ve yaratıcı ilişkilerin kurulabileceği bir platform sunmayı hedefliyor. MOSFED Başkanı Ahmet Güleç, Furnishings & Design İstanbul'un kapsamı, hedefleri ve sektöre getireceği yenilikler hakkındaki sorularımızı yanıtladı. Fuar alanının tasarımını üstlenen ABRA Design Studio'nun Kurucu Ortağı Cem Cemal Çobanoğlu ise tasarım sürecini ve etkinliğe özgü mekânsal konseptlerin arkasındaki yaklaşımları anlattı.
-
Geleceğin Mimarlarına Kılavuz Niteliğinde Bir Kariyer Yolculuğu
İlham verici kariyeri boyunca, üzerinde çalıştığı projeleri çizim aşamasından inşaatın son detay uygulamalarına kadar titizlikle takip eden Tolga Kezer ile Moskova'dan İzmir'e uzanan çalışma hayatını, Kezer Mimarlık'ın kuruluş sürecini, uluslararası tecrübelerini, tasarım felsefesini ve ödüllü projelerini konuştuk.