Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Mimarlık Bölümü’nden 1999’da mezun oldu. 2003’de MSGSÜ’de yüksek lisansını, 2007’de YTÜ’de doktorasını tamamladı. 2010’da ESOGÜ Mimarlık Bölümünde Mimarlık Tarihi ve Kuramı anabilim dalında öğretim üyesi oldu. XXI, Arredamento Mimarlık, Betonart, KaosGL, Kırtipil, Mesele gibi dergilerde yazıları yayımlanmakta.
Levent Şentürk Berlin’i konu edinen Andreas Huyssen, Enis Batur ve her iki yazarın da odağına yerleşmiş Walter Benjamin kitaplarının palimpsestik kurgularına dair yazdı.
'Belirsizlik ya da sanatsal kasıt içermeyen şeyler kavramı, soyutlamalar dünyasının yapaylığından dönüşü temsil eder.'
Giraudoux’nun romanı, üç yüz yıl önce yayınlanan ve daha çıkar çıkmaz bir çoksatara dönüşen, Daniel Defoe’nun meşhur Robinson Crusoe romanına bir antitez olarak yazılmış ilk eser.
Bir kentte bizi sokaklarına çeken nedir, daha fazlasını görmeye kışkırtan?
Mimarlıkta Sıfır Noktasını Aramak? kitabı yayınlanalı on üç sene olmuş. Bir lisansüstü dersinde dönüş yaptım kitaba; yoksa kitaba dönme isteğime lisansüstü dersi mi vesile oldu, artık hangisidir bilmiyorum.
David Brewster 1817 yılında kaleydoskopu icat ederken, bir oyuncak değil de ütopik bir verimlilik makinesi hayal eder.
Levissi’yi 18. yüzyılda kuran Rum zanaatkarlar, taş duvar ve taş döşeme işçiliğini, ahşap ve metal işçiliğini yetkinlikle gerçekleştirmiş.
Sadece giriş cümlesi olan bir roman yazmak isterdim.
Serafini, dünyada yazılmaya değer tek kitabı yazdı ve yaptı: Codex Seraphinianus’u.
ESOGÜ Mimarlık Bölümü’nde, 2015 Bahar döneminin Tasarıma Giriş 2 dersinin temalarından biri, “mimari lipogram” denebilecek strüktür deneyiydi.
Dünya Düz Değilmiş: Birinci Kopernik Piyasadaki yaygın biçimiyle defter, 1’deki gibi bir nesnedir: Cildi çoğun gizli, kapakların arasında belli sayıda boş forma içeren dikdörtgen.
Mimarların tarihsel rollerinden biri, yazarak “dinlerini” dünyaya duyurmak ve çağrılarını yaymaktır kuşkusuz. 20. yüzyıl Batı mimarlık yazınında, bu durumu kanıtlayan, modernlik ufkunu kat eden bildirilerle dolup taşan zengin bir panorama vardır.
Gerçeküstücülerin buna benzer yöntemleri daha sonra Oulipo’cuları da etkilemiş, sayısız oyuncul anlam üretme teknikleri geliştirmelerine ilham vermiştir.
Slayt, diapozitif filmin kullanıldığı yaygın bir görüntü saklama mecrasıydı yakın geçmişe kadar. Slayt filmi, dolaysız sonuçlara ulaşmayı mümkün kıldığı, yani banyo edildiğinde karta baskı gerektirmediği için ucuzdu.
MS’nin en güçlü pasajları arasında, Bilgin’in Kolumba Müzesi ziyaretini yorumladığı sayfalar gelir. İhsan Bilgin’in burada, Zumthor’un müzesini bedensel bir deneyim mekanı, bir tür mimari-orkestral eser gibi adım adım izleyip yorumlaması, tasarımcının yaratıcı dikkatiyle bütünleşen gözlemciliğinin keskinliğine örnektir. (MS, ss. 94-5)
-lanet olası federallere- Nasıl ki düşünce alanında yirmi birinci yüzyılın “Deleuze yüzyılı olacağı” kehanetinde bulunulduysa mimarlık ve tasarım alanında “Zumthor yüzyılı”nda mıyız ya da olacak mıyız?
Çizgiyle ne çok şey yapıyorsunuz. Ama çizgi hiçbir şey inşa etmez. Arzuyla güçsüzlüğü bir arada tahayyül etmemiz queer bir çizgi kuramı için ilk sorudur.
Prag’ın kent merkezinde sadece binalarda değil, her yerde yüz figürleri karşımıza çıkar. Batı heykel sanatında ilk yüz ifadesinin 1200’lü yıllarda, gotik ortaçağ heykellerinde ortaya çıktığı söylenir.
Süslemenin bir yandan tarihsel anlamlarını, diğer yandan bugün kazandığı yeni anlamları düşünürken çatışmalarla dolu geçmişi kat ederiz –söylemlerin mücadele alanını.
Tanıtım yazarlığı sakalığa benzer: Kitapları tanıtanlar sakalar gibi vakitli vakitsiz, bağıra çağıra gelir; yaptıkları, yazıları bir kaptan ötekine aktarmaktır ki döküp saçtıklarından, olandan çok daha azını aktarırlar.
XXI'de kitap eleştirileri için yeni bir alan açıyoruz. Levent Şentürk'ün editörlüğüyle bu bölüm, kitapların mimarlık tartışmasına katkısını görünür kılacak.
Linç tipi [“L” tipi] akademizm, kanlı orta dünyanın kıyısında başlayan ibretlik yükselişini sürdürmekte: Önceleri de müstakil bir hantallık ve gerilik olan L tipi, konjonktürel entelektüellerin [konjentelektüeller] çıkar ilişkileriyle örüldüğü bir döneme girmiş ve iyice girift bir hal almıştır.
Her eylem bir üretimdir, her üretim de bir eylem... Bu yazıda, “üretim” geçen her yere “eylem” yazılabilir.
Dağcılar “zirve yapar”; bir zirveden diğerine yönelirler. Ama hiçbiri tırmandığı zirvelerden birine yerleşmeyi aklından geçirmez.
Bugünlerde Ruhr Metropolünün batısında, endüstriyel alanların dönüşümü çok-boyutlu tartışmalar eşliğinde sürüyor. Bunlardan biri de Lohberg’deki süreç.
Eskişehir’de kent merkezi, son yıllarda mekansal bakımdan büyük değişimlere gebe. Kentin gelişiminin belki çeyrek asırdan beri belirleyicisi olan kuzeybatı vektörü, güneyde Meşelik Ormanları’nın varlığı, doğuda Hava Kuvvetleri’ne ait üs alanı nedeniyle ortaya çıkmış bir kuvvettir.
Çocuk olmak, üretken hissetmektir. Bu üretkenliği, kapitalist toplumun "verimlilik" ve "işlevsellik" kavramlarıyla karıştırmamak gerekir.
“Verili bir toplumda, bu farklı mekanların, bu başka yerlerin incelenmesini, analizini, betimlemesini, –günümüzde sevilen deyimle– “okunma”sını konu edinmiş olan –bilim demiyorum çünkü günümüzde fazlasıyla heder edilmiş bir kelimedir– bir tür sistematik tanımını, yaşadığımız uzamın hem mitik hem de gerçek bir tür tartışmasını düşünebiliriz; bu betimleme heterotopoloji diye adlandırılabilir.”
Bir konferans, katılımcılarının gelmesinin mümkün olmadığı durumda iptal edilir. Ama demokrasinin, ifade özgürlüğünün, akademik hürriyetin yerine çürümüşlüğün kök saldığı yerlerde, başka nedenlerle de iptal edilir.
Türkiye’de birçok yerde dünyevi alan, gitgide kutsiyet çerçevesinde tanımlanırken, kutsallık da dünyeviliğin tek belirleyicisi haline gelmekte.
Vordingborg, Danimarka’nın güney ucundaki taşra kentlerinden biri. Buradan kilometreler ötede, kuş uçmaz kervan geçmez Holberggard’da, çiftlik evinden dönüşmüş bir otele yerleşmiştik.