Prof.Dr. Levent Şentürk, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Mimarlık Bölümü, Mimarlık Tarihi Anabilim Dalı, Mimarlık Bölüm Başkanı'dır. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Mimarlık Bölümü’nden 1999’da mezun oldu. 2003’de Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde yüksek lisansını, 2007’de Yıldız Teknik Üniversitesi’nde doktorasını tamamladı. 1997 yılından beri XXI, Mimarlık, Kitap-lık, Sanat Dünyamız, Cogito, Doxa, Arredamento, KaosGL ve Betonart dergilerinde yazıları yayınlanıyor. Doxa (2000-2002) ve Codex (2011-14) dergilerini çıkardı. İşaretname ve İntermezzo (1998, YKY), Doxa Yazıları (2003, YKY), Yerdeğiştirmeler Seçkisi (2004, YKY), Lilliput Masallar (2004, Sel), Dozerin Rüyaları (2010, 6.45), Modulor’un Bedeni (2011, 6.45), Kış Dönencesi (2012, 6.45), Pomi 2002-2012 (2013, Esogü), Mimarlığın Biyo-Politika Sözlüğü (2013, 6.45), Kiç Sözlüğü (2014, Kült), Kuir Mekân (2015, Kült), Yengeç Baladı (2016, Kült), Kara Grotesk (2017, Kült), Plastik Melek (2020, Yort), 199+ Pomi’den Sonra Mimarlık (2020, Yort), Errata (2022, Simurgart) ve Kentlerin Ayakbilimi (2022, Can) kitaplarını yazdı. Arazi Marazî (2002, Sel), Belki Varmış Belki Yokmuş (2003, YKY), Biçim ve İşlev (2011, ESOGÜ), Kent Üzerine Özgür Yazılar (2013, Bağlam), Sayfiye Hafiflik Hayali (2014, İletişim), Ölüm Sanat Mekân III (2014, Dakam), Kente Dair... (2016, Bağlam), Dışardan Düşünmek (2016, Chiviyazıları) ve 444 (2020, Sel) kitaplarına katkıda bulundu. Potanisyel Mimarlık İşliği (Pomi) ve Potansiyel Urbanizm İşliği (Pourat) yürütücülerindendir.
Mimarların, yazarların, sanatçıların defterleri öğrenilmiş ağırbaşlılıktan, gün gelir sıyrılır mı? Yazmaya başladığımdan beri, açılmasını beklediğim tartışmalar açılmadıkça, gelmesini beklediğim kavramlar gündeme gelmedikçe (gelmiyor, gelecek gibi değil) endişeleniyorum.
2021 Temmuzunun başlarıydı; BTF’nin (ESOGÜ Mimarlık Bölümü'nün yıllardır süregelen mümbit öğrenci etkinliği Bademlik Tasarım Festivali’nin) davetine nihayet icabet ederek atölye açmayı kabul etmiştim.
Yakıt istasyonu kanopisinin vadesi dolmak üzere; öte yandan bu enfes yapı tipini temel alarak tasarlanmış bir evde yaşamayı kim istemezdi ki...
Mors alfabesinin önceli ilkin 1753’te ortaya konmuş; Samuel Morse’un Baltimore’dan altmış kilometre ötedeki Washington’a kodları elektriksel biçimde iletmesinden epeyce önce. Bu teknoloji kullanımdan düşeli neredeyse çeyrek yüzyıl oluyor.
Üniversitede 2023 bahar dönemi paramparça geçti denebilir: Şubat’taki depremlerden sonra Nisan’a kadarki boşluk; ardından seçimler sebebiyle Mayıs’ın ilk haftasından başlayıp Haziran’da –bile– toparlanamayan bir dönem oldu.
Nicedir devran döndü, dönüyor, dönecek yollu sondajlardan, anketlerden geçilmiyor. Devran denen şeyin hareketlenmekte olduğuna dair alametlerin çokluğu, harareti azalmayan yayınların, yazıların ve konuşmaların başlıca hipotezini beslemeye yarıyor.
Azgelişmiş ülkeler kadar birinci dünya ülkelerinin de temel problemlerinden birinden ve onun modern yaşam içindeki ağırlığından 1937’de kapsamlı biçimde bahseden Robert Musil olmuştur. Musil’i –aradan geçen seksen küsur yılın ardından– izleyecek olursak, ignoramus ilkesi uyarınca, günümüzdeki ahmaklığın kertesi bugünden ancak tahmin edebilir; yirmi ikinci yüzyılın müstakbel bilimlerini sayıklamalarla dile getirmediğimiz ne malum?
Yapısal olanı saflaştırma düşüncesi, süslemeyi yarattı: Olanaksız bir tasarı. Adorno’nun bu vurguları, iki farklı eleştirel güzergâhla ilgili. İlkini 1990’larda Mark Wigley, White Walls, Designer Dresses’da kapsamlı biçimde ortaya koyar...
Adolf Loos’un Ins Leere Gesprochen (1921) (Spoken into the Void) adlı kitabına dahil ettiği ünlü süslemecilik karşıtı metni "Ornament und Verbrechen" hakkında daha önce yazdıklarıma dönecek değilim; 2008 yılında yayınladığım "Mimarlıkta Süsün ve Suçun Yüz Yıllık Anlamları" başlıklı makalemde, bahsekonu metnin dünden bugüne hangi bakımlardan eleştirildiğine ilişkin bir panorama çizmeye çalışmıştım.
Enis Batur, Tahta Troya’da, Sandık Odası ekiyle, mitleştirilmiş Ece Ayhan şiirini yeniden yapısökümcü bir üslupla yeryüzüne indirme girişiminde bulunduğunda yıl 1978’dir...
Monocondyle, kökü onuncu yüzyılda Bizans’a uzanan, kişiselleştirilmiş, kesintisiz el yazısı biçimlerin Yunanca adı. Aynı zamanda anatomik bakımdan tek (mono-) eklemli durumu da anlatıyor.
Çalıştığım okulda, Giorgio Manganelli’nin küçük ama patlayıcı eserini, Centuria’yı hiç anmadan Delta adıyla bir öneri getirmeye karar verdiğimde, miladi Eylül 2022’yi gösteriyordu, Centuria İtalya’da çıkalı kırk üç, Türkiye’de yayınlanalı yirmi yıl olmuştu.
Levent Şentürk Berlin’i konu edinen Andreas Huyssen, Enis Batur ve her iki yazarın da odağına yerleşmiş Walter Benjamin kitaplarının palimpsestik kurgularına dair yazdı.
'Belirsizlik ya da sanatsal kasıt içermeyen şeyler kavramı, soyutlamalar dünyasının yapaylığından dönüşü temsil eder.'
Giraudoux’nun romanı, üç yüz yıl önce yayınlanan ve daha çıkar çıkmaz bir çoksatara dönüşen, Daniel Defoe’nun meşhur Robinson Crusoe romanına bir antitez olarak yazılmış ilk eser.
Bir kentte bizi sokaklarına çeken nedir, daha fazlasını görmeye kışkırtan?
Mimarlıkta Sıfır Noktasını Aramak? kitabı yayınlanalı on üç sene olmuş. Bir lisansüstü dersinde dönüş yaptım kitaba; yoksa kitaba dönme isteğime lisansüstü dersi mi vesile oldu, artık hangisidir bilmiyorum.
David Brewster 1817 yılında kaleydoskopu icat ederken, bir oyuncak değil de ütopik bir verimlilik makinesi hayal eder.
Levissi’yi 18. yüzyılda kuran Rum zanaatkarlar, taş duvar ve taş döşeme işçiliğini, ahşap ve metal işçiliğini yetkinlikle gerçekleştirmiş.
Sadece giriş cümlesi olan bir roman yazmak isterdim.
Serafini, dünyada yazılmaya değer tek kitabı yazdı ve yaptı: Codex Seraphinianus’u.
ESOGÜ Mimarlık Bölümü’nde, 2015 Bahar döneminin Tasarıma Giriş 2 dersinin temalarından biri, “mimari lipogram” denebilecek strüktür deneyiydi.
Dünya Düz Değilmiş: Birinci Kopernik Piyasadaki yaygın biçimiyle defter, 1’deki gibi bir nesnedir: Cildi çoğun gizli, kapakların arasında belli sayıda boş forma içeren dikdörtgen.
Mimarların tarihsel rollerinden biri, yazarak “dinlerini” dünyaya duyurmak ve çağrılarını yaymaktır kuşkusuz. 20. yüzyıl Batı mimarlık yazınında, bu durumu kanıtlayan, modernlik ufkunu kat eden bildirilerle dolup taşan zengin bir panorama vardır.
Gerçeküstücülerin buna benzer yöntemleri daha sonra Oulipo’cuları da etkilemiş, sayısız oyuncul anlam üretme teknikleri geliştirmelerine ilham vermiştir.
Slayt, diapozitif filmin kullanıldığı yaygın bir görüntü saklama mecrasıydı yakın geçmişe kadar. Slayt filmi, dolaysız sonuçlara ulaşmayı mümkün kıldığı, yani banyo edildiğinde karta baskı gerektirmediği için ucuzdu.
MS’nin en güçlü pasajları arasında, Bilgin’in Kolumba Müzesi ziyaretini yorumladığı sayfalar gelir. İhsan Bilgin’in burada, Zumthor’un müzesini bedensel bir deneyim mekanı, bir tür mimari-orkestral eser gibi adım adım izleyip yorumlaması, tasarımcının yaratıcı dikkatiyle bütünleşen gözlemciliğinin keskinliğine örnektir. (MS, ss. 94-5)
-lanet olası federallere- Nasıl ki düşünce alanında yirmi birinci yüzyılın “Deleuze yüzyılı olacağı” kehanetinde bulunulduysa mimarlık ve tasarım alanında “Zumthor yüzyılı”nda mıyız ya da olacak mıyız?
Çizgiyle ne çok şey yapıyorsunuz. Ama çizgi hiçbir şey inşa etmez. Arzuyla güçsüzlüğü bir arada tahayyül etmemiz queer bir çizgi kuramı için ilk sorudur.
Prag’ın kent merkezinde sadece binalarda değil, her yerde yüz figürleri karşımıza çıkar. Batı heykel sanatında ilk yüz ifadesinin 1200’lü yıllarda, gotik ortaçağ heykellerinde ortaya çıktığı söylenir.
Süslemenin bir yandan tarihsel anlamlarını, diğer yandan bugün kazandığı yeni anlamları düşünürken çatışmalarla dolu geçmişi kat ederiz –söylemlerin mücadele alanını.
Tanıtım yazarlığı sakalığa benzer: Kitapları tanıtanlar sakalar gibi vakitli vakitsiz, bağıra çağıra gelir; yaptıkları, yazıları bir kaptan ötekine aktarmaktır ki döküp saçtıklarından, olandan çok daha azını aktarırlar.
Le Corbusier’yi konu alan yazılar geniş bir literatür oluşturur. O kadar ki, modernist mimarlıkla özdeşleşmiş bu tarihyazımı cengelinde iz süren kişi, bu metinlerinde ne türden bir yırtıcının söz konusu edildiğine dair gözünde bulanık bir imge canlandırabilir ancak.
XXI'de kitap eleştirileri için yeni bir alan açıyoruz. Levent Şentürk'ün editörlüğüyle bu bölüm, kitapların mimarlık tartışmasına katkısını görünür kılacak.
Linç tipi [“L” tipi] akademizm, kanlı orta dünyanın kıyısında başlayan ibretlik yükselişini sürdürmekte: Önceleri de müstakil bir hantallık ve gerilik olan L tipi, konjonktürel entelektüellerin [konjentelektüeller] çıkar ilişkileriyle örüldüğü bir döneme girmiş ve iyice girift bir hal almıştır.
Her eylem bir üretimdir, her üretim de bir eylem... Bu yazıda, “üretim” geçen her yere “eylem” yazılabilir.
Dağcılar “zirve yapar”; bir zirveden diğerine yönelirler. Ama hiçbiri tırmandığı zirvelerden birine yerleşmeyi aklından geçirmez.
Bugünlerde Ruhr Metropolünün batısında, endüstriyel alanların dönüşümü çok-boyutlu tartışmalar eşliğinde sürüyor. Bunlardan biri de Lohberg’deki süreç.
Eskişehir’de kent merkezi, son yıllarda mekansal bakımdan büyük değişimlere gebe. Kentin gelişiminin belki çeyrek asırdan beri belirleyicisi olan kuzeybatı vektörü, güneyde Meşelik Ormanları’nın varlığı, doğuda Hava Kuvvetleri’ne ait üs alanı nedeniyle ortaya çıkmış bir kuvvettir.
Çocuk olmak, üretken hissetmektir. Bu üretkenliği, kapitalist toplumun "verimlilik" ve "işlevsellik" kavramlarıyla karıştırmamak gerekir.
“Verili bir toplumda, bu farklı mekanların, bu başka yerlerin incelenmesini, analizini, betimlemesini, –günümüzde sevilen deyimle– “okunma”sını konu edinmiş olan –bilim demiyorum çünkü günümüzde fazlasıyla heder edilmiş bir kelimedir– bir tür sistematik tanımını, yaşadığımız uzamın hem mitik hem de gerçek bir tür tartışmasını düşünebiliriz; bu betimleme heterotopoloji diye adlandırılabilir.”
Bir konferans, katılımcılarının gelmesinin mümkün olmadığı durumda iptal edilir. Ama demokrasinin, ifade özgürlüğünün, akademik hürriyetin yerine çürümüşlüğün kök saldığı yerlerde, başka nedenlerle de iptal edilir.
Türkiye’de birçok yerde dünyevi alan, gitgide kutsiyet çerçevesinde tanımlanırken, kutsallık da dünyeviliğin tek belirleyicisi haline gelmekte.
Vordingborg, Danimarka’nın güney ucundaki taşra kentlerinden biri. Buradan kilometreler ötede, kuş uçmaz kervan geçmez Holberggard’da, çiftlik evinden dönüşmüş bir otele yerleşmiştik.