Koruma ve Sinema Arasındaki Gizemli (ve Çift Yönlü) İlişkiye Dair

ALPEREN ZENGİN AYÇA BEL ENİSE ÜZÜM FURKAN AKÇAY SENAY SEYMEN

Bu ay köşemizin “sıkı” takipçilerinden bir grup öğrenci kolektif bir köşe yazısıyla konuğumuz oluyor. Gerek öğrencilerin bu köşeye ve köşenin sunduğu bakış açısına itibar ediyor oluşu, gerekse öğrenciler olarak kolektif bir çalışmayla katkı sunmaları bizi çok sevindiriyor doğrusu. Bu tür katkılara bundan sonra da yer vereceğiz ad infinitum’da. Sakarya Üniversitesi Mimarlık Bölümü öğrencilerinden Enise Üzüm, Furkan Akçay, Alperen Zengin, Senay Seymen ve Ayça Bal, mimarlık eğitimlerinde sinema gösterimlerinin yerinden yola çıkarak bu konuyu koruma alanına aktarıyorlar. Mimar korumacıların daha etkin olduğu koruma dünyasında, başka alanların rolünün tartışılageldiği bu köşede, sinema ve koruma ilişkisini ve potansiyellerini irdeliyorlar. Daha önce Hüseyin Karabey’in açtığı tartışmayı bir başka boyuta taşıyorlar. Okur (ve özellikle de öğrenci okur) gözünden koruma meselesi ve sinema arasındaki ilişkiyi tekrar sorgulamak istiyoruz ad infinitum’da bu ay.
Murat Çetin

Yazıya başlarken öncelikle, henüz mimarlık eğitiminin lisans aşamasında iken ad infinitum köşesinde koruma disiplini hakkında bir görüş metni yazma önerisi almamızın heyecan verici olduğunu belirtmek isteriz. Mimarlık, özellikle de tasarım ve sinema arasında ilişki kurmak ve bu doğrultuda film gösterimleri ile mimarlık eğitimini zenginleştirmek pek çok mimarlık okulunda olduğu gibi bizim eğitim gördüğümüz kurumda da olağan ve halen süregelen bir etkinlik. Bu sinema odaklı mimarlık ortamı, özellikle “ad infinitum” köşesinin sadık takipçileri olarak, bizi koruma ve sinema arasında da bir ilişki kurulup kurulamayacağını da sorgulamaya itti. Özellikle korumanın mimarlık dışı disiplinlerle ilişkisini sorgulayan bu köşede bu tartışmanın başlatılmış olması (ki burada yönetmen Hüseyin Karabey’in bu seride yer alan yazısı bizler için önemli bir itici güç oldu) bu yazıyı kaleme almamız için motive edici oldu. Tam da bu dönemde karşımıza bir fırsat çıktı. Sakarya Üniversitesi Mimarlık Bölümü’nde, 2017-2018 eğitim yılı güz döneminde Tarihi Çevrede Tasarım dersi kapsamında gerçekleştirilen tartışma konularından biri de koruma disipliniyle doğrudan ilişkili değilmiş gibi görünen sinema-koruma temasıydı ve korumanın diğer alanlarla ilişkisi üzerine yapılan tartışmalar içinde sinema, ayrıcalıklı ve öncelikli bir yer tuttu. Koruma ve sinema ilişkisini filmlerde kullanılan mekanlar ve bu mekanların “iki-yönlü” bellek değeri çerçevesinde ele aldık.

Yeni Zelanda'daki Hobitler köyü
Malta Adası
Sherlock Holmes Müzesi
Çanakkale'de sergilenen Truva Atı.
Asmalı Konak dizisinde mekan olarak kullanılan konak.

Sinema, sosyal ve kültürel dünyamızın vazgeçilmez bir mecrası olarak ufuklarımızı genişleten, hayaller kurdurtan, imkansızlıkları olanaklı kılan bir üretim ve sorgulama aracı. Filmlerdeki olaylara zemin oluşturan ortamlar ve çevreler, olay dizilerinin üzerimizde yarattığı etkiyi perçinler. Sinema, popüler kültüre ait olup (ki bunun koruma açısından kimi zaman da mekanları tahrip edici, dolayısıyla da dezavantajlı olabilme ihtimali üzerinde de duracağız birazdan), öncelikle eğlenmek için hayatlarımızda yer alır gibi görünse de, aynı zamanda önemli bir eğitim, gelişim ve hatta propaganda aracı. Sinema yaşantının, çevrenin, ilişkilerin dışarıdan bir gözle yansıtıldığı bir belge değeri taşıyor. Bu belgeler gerçek ya da ütopik olsa dahi olaylardan, yaşamdan, tarihten izler taşır ya da onları yansıtır. Bu yansıtmalar içinde işlenilen toplumun yaşam tarzı, toplumsal ilişkileri, çevresel durumu, refah düzeyi gibi olgular yansıtılır. Bu açıdan koruma meselesinin ilgi alanıyla kesiştiği ileri sürülebilir. Filmler izleyicide mekana ve zamana dair olumlu ya da olumsuz bir fikir oluşturur, bir diğer deyişle izleyiciyi yönlendirir. Kimi zaman, izlenen olgulara dair izleyicilerin ufkunda yeni kanallar açmasını sağlar.

Zaman sürekli bir değişim içindedir. Zamanla mekanlar, yaşam biçimleri, olgular değişir. Gündelik hayatımızda değişim sürekli ve kesintisiz gerçekleşirken sinemada ise tıpkı fotoğraf karelerinde de yapıldığı gibi, anlar ölümsüzleştirilir (Yani bir anlamda koruma altına alınırlar). Kareler birleşerek olay örgüsü kurulur ve olaylar (mekanlarıyla birlikte) ölümsüzleşir. Olaylar gibi mekanlar ve yerler de bu süreçte belgelenir. Mekanın o ana dair durumu resmedilir. Popüler dünyadaki etkisi aracılığıyla filmlerin geçtiği yerlerin bir anda gündemin üst sıralarına geldiği, kullanıcısının arttığı ve hatta kimi zaman yüksek yoğunluklu (sinema ya da dizi turizmi odaklı) tüketim nedeniyle mekanlara zarar verildiği dahi görülmektedir.

Bu genel girizgahta tanımlamaya çalıştığımız bakış açısıyla, sözü edilen ders kapsamında pek çok örnek üzerinden bir inceleme ve analiz çalışması başlattık. Amacımız bu örneklerden sinema-koruma ilişkisi üzerine bir değerlendirmeye varabilmekti. Sinema ve koruma ilişkisi konusunu araştırırken; örneğin, Hobbitlerin kasabasında gerçekte hiç var olmayan bir mekanın film (Hobbit film serisi) ile öneme kavuşup korunması, Sherlock Holmes filmi ile gerçekte var olmayan hayali bir karakterin günlük eşyasına dahi değer atfedilip sergilenmesi ve ziyarete açılması, Asmalı Konak isimli televizyon dizisinin çekiminde kullanılan mekanın bir dönem için popülerleşmesiyle değer kazanması ve korunması, Malta’da bulunan film setlerinde gerçek mekanlara zarar vermemek amacıyla ortamların yeniden inşa edilmesi, Notre Dame’ın Kamburu isimli ünlü kült filmin yapımından sonra Notre Dame Kilisesi’nin yıkım kararından dönüşü gibi çeşitli vakalar, bu tartışma kapsamında ele alındı.

Yüzüklerin Efendisi film serisindeki Hobbit köyünü hemen herkes kolayca anımsar: Fantastik diyar Shire. Film aracılığıyla gördüğümüz bu köy aslında Russell Alexander adlı bir çiftçinin 10 bin koyun otlattığı 48 dekarlık bir çiftlik. Yeni Zelanda Matamata’da yer alan bu çiftlik, yönetmenin bir gezisinde dikkatini çekmiş ve film sahnesi olarak kullanılmış. Günümüzde film hayranlarının ziyaret ettiği bu alan bir film aracılığıyla değer verilir bir hale gelerek popülerleşmiş ve korunan bir yer olarak karşımıza çıkmıştır. Bu yerin koruma bağlamında gözlediğimiz diğer anlamı ise film seti olarak kullanılan bu çiftlikte Russell Alexander’ın hala çiftçilik yapmaya devam etmesi ve ziyarete gelen kişilerin de çiftliğin her yerini gezebiliyor olmaları. Belki de tekil bir ilişki türü barındıran ve film etkisiyle korunan bu alanın dönüşümü, farklı ilişkilerin türetildiği bir sosyal mekan oluşturulmasıyla çoklu ilişki türleri üretilmesini sağlar. Bu da mekanların toplumların belleklerinde yer etmesiyle oluşan ve herhangi bir mevzuatla değil, doğal bir yolla koruma altına alınma yöntemidir, denilebilir.

Sherlock Holmes figürü de filmi ve dizisi çekilen bir karakter. Aslında bir polisiye roman, sinemaya aktarıldı ve bu karakterin, Dr. Watson ile yaşadığı ev, gerçekte de tıpkı filmde olduğu gibi dekoruyla birlikte korunuyor ve insanların ziyaretine açılıyor. Bir film üzerinden atfedilen değeri, aslında var olmayan ve hiç yaşamamış bir film karakteri olan Sherlock Holmes’un müzesinde de görebiliyoruz. Aynı şekilde, izlediğimiz popüler filmlerin birçoğunun çekiminin yapıldığı Malta Adası, bir film seti halinde durmakta ve bu şekilde korunmakta. Öncesinde sıradan bir ada olan bu yer, her ne kadar karakteristik bir mimariye sahip olsa da filmler sayesinde özel bir ilgi çekmiş, ardından da korunmaya değer görülmüştür. Game of Thrones dizisinin çekimlerinin yapıldığı yerlerin turistik ziyaretlere açılması da bu kapsamda değerlendirilebilir kuşkusuz. Filmler (ve tabi ki diziler) belirli sınırların değil, aynı zamanda eserlerin korunmasında da etkili olmuş. Truva Atı da bunun ilginç bir örneği. Savaşta kullanılan Truva Atı günümüze kadar gelmese de Truva filminde kullanılan ve sonrasında Türkiye’ye hediye edilen Truva Atı, Çanakkale’de sergilenip korunmakta. Tüm bunlar sinemanın bir gün yitip gidecek kültür varlıklarını sanal da olsa beyazperdede korumaya alma potansiyelinin yanı sıra, bir de filmlerde (yani sanal ortamda) üretilen mekanların onlara dair hikaye ve senaryoların da bu kez gerçekte koruma altına alındığı iki yönlü bir dinamiği gözler önüne seriyor.

Sinema, koruma (bilgi ve pratik) alanı üzerinde olumlu ve olumsuz etkileri olan bir ilişki. Bir yandan salt bir film sahnesiyle korunmaya alınıp günümüze kadar gelen örnekler bulunmaktayken diğer yandan, bugün somut olarak ulaşamadığımız önemli bilgilere sinema karelerinden ulaşıp onları arşiv kaynağı olarak kullanabiliyoruz. Bu nedenle, sinema ile koruma arasındaki bu gizemli ve çift yönlü ilişkiye, koruma disiplinine fayda sağlaması açısından bir kez daha bakılabilir. Bazı yerler sinema aracılığıyla korumanın gündemine girebilir ya da sinema, bir belgeleme aracı olarak kullanılabilir. Sinema sayesinde popülerleşen mekanların ne süreliğine korunabileceği ya da bunun bir korumaya mı, yoksa (sadece o zaman dilimindeki popülerliğinin sağladığı avantaj yok olduğunda ya da film çekim ekip/ekipmanlarının ve ziyaretçilerin yarattığı tahribattan ötürü) yıkıma mı aracılık edeceği de bir başka tartışma konusu elbette. Sinemanın bir arşiv niteliğinin olması, halka birinci elden hitap ediyor ve görülebiliyor olması koruma disipliniyle ilişkisinin güçlendirilmesi ve bu konuda daha fazla araştırma-tartışma yapılması gerektiğini düşündürmekte. Bunu sadece sinema disiplini için değil diğer disiplinler için de sorgulamak gerekir. Edebiyat, sinema, müzik gibi tüm disiplinler, koruma adına bir veri ortaya koyabilir ve bu veri, değerlerin yok olmasında engelleyici bir tutum alabilir. Bu köşede de tartışılan tüm disiplinlerin katılımıyla koruma daha kapsayıcı bir mecra haline gelebilir ve kültürel miras olgusu çok daha fazla tabana yayılabilir.

Etiketler:

İlgili İçerikler: