Moda Çatışmadır

OTTO VON BUSCH

Sürdürülebilir moda tasarımını bir adım öteye götürmek için yeni yollar bulmanın aciliyeti “moda” kavramı etrafında bir kafa karışıklığı doğuruyor. Sanattan farksız olarak moda da o kadar tartışmaya açık bir terimdir ki çok az insan onu tanımlamaya çabalar ve çoğunlukla, moda sadece tam o anda mağazalarda olanlarla ilişkilendirilir. Kimi, prestijli podyumlardaki haute couture’ın kitlesel pazarda olandan (ana akım moda) daha yoğun bir moda (lüks moda) olduğunu iddia edebilir, ancak böylesi bir yaklaşım modayı salt meta olarak addeder ve onun toplumsal süreçlerini, yani insanların birbirini nasıl taklit ettiğini, göz ardı eder. Aciliyet de zaten tam da burada, sürdürülebilir modayı ürünlerin ötesinde düşündüğümüzde belirir: Modanın yeni bir kıyafetten başka neler olabileceğini görmekte sıkıntı çekeriz.  

İsveçli gazeteci Susanne Pagold’un şu muzip tanımını seviyorum: “Moda, diğer herkes gibi giyinmektir, ancak diğer herkesten önce.” Sadeliğinde modaya içkin bazı çelişkileri vurgular bu tanım, zira moda bir toplumsal gerilim sürecidir. Aynılığı (taklit), geçiciliği (erken benimseyen -early adopter- olma rekabeti) ve “herkes” olduğunu düşündüklerimizin ki bu “herkes” görüşleri önem taşıyanlardır, dinamik sınırına parmak basar. Doğru “biz”in bir parçası olmaya uğraşırız, “onlar” olan herkesin değil. 

Bu çatışmayı daha da vurgulamak için Pagold’un tanımı üç başlıca gerilime ayrılabilir:  1 Mimesis (diğerleri “gibi” giyinmek): Farklılık ile serilik arasındaki gerilim. Doğru oranda farklı giyinmek, açık serilikten ya da klon gibi görüntüyü kopyalamaktan kaçınmak.
2 Sosyal gruplar (“herkes” gibi giyinmek): İçermek ile dışlamak arasındaki gerilim. Bu, yanlış “herkes”in değil, doğru “herkes”in parçası olmaktır yani örnek aldığımız insanların tavırlarını taklit ederiz, herhangi birininkini değil. (Açıkçası, “yanlış” insanlar bizim giydiklerimize sahip olduklarında, onları giymeyi bırakırız.)
3 Zaman (diğerlerinden “önce” giyinmek): İlk olmak ile ikinci olmak arasında ya da kazananlar ile kaybedenler arasındaki gerilim. Moda, bir tarzın erken benimseyeni, fatihi olmak ve ikinci sıranın yetişmesinden kaçınmaktır. 

Modanın önemi, çok kapsayıcı olduğunda yok olur; değeri düşer paylaşıldıkça. Modanın yoğunluğu, bu toplumsal kurallar arasındaki gerilimden, toplumsal içerme ve dışlama politikalarından ötürü dinamiktir. Kimin kimi taklit ettiğini sınırlamak ve aynı zamanda zamanlamanın kontrol altında olduğundan emin olmakla ilgilidir. Dolayısıyla bahsedilen dinamiklerin önemli kısmı, karşıtlar arasındaki sınırların altını çizer; bunlar, insanlar arasındaki bazılarını “dışarıda”, bazılarını “içerde” tutma mücadelesi ve çatışmasıdır. 

Modayı toplumsal gerilim ya da çatışma olarak düşünmek sosyal psikologlar için yeni olmayabilir ama moda tasarımcılarına bir stilistten ya da hazır giyim üreticisinden daha fazlası olabileceklerini görmelerinde yardımcı olur. Modayı gerilim ya da çatışma olarak düşünmek giysiye dair psikolojik ve toplumsal süreçlere içkin dinamiklere, neyin moda kullanıcılarının menfaatine olduğuna, tasarımcıların kullanıcılara nasıl daha iyi hizmet edebileceklerine ve toplumsal konulara değinebileceklerine ilişkin meselelere parmak basar. Ayrıca, modanın kalbindeki bu dinamik gerilimin, giyinenin ruhu ile toplumsal konumu arasındaki çatışma olarak vurgulanmasıyla moda ile esenlik arasındaki ilişki daha da belirginleşir. 

Demek ki modayı tadil etmek için onu “sürdürülebilir” kılmak yeterli değil. Ve seri üretimle ucuz kıyafetler sağlamakla “demokratik” olunmaz, sadece erişilebilir olunur. Tıpkı demokrasi politikasının oy verme ehliyetinden daha fazlası olması gibi, “demokratik” moda yeni ve ucuz kıyafetler alabilmekten daha fazlası olmak zorunda. Tasarımcılar modayı tüketimciliğin ötesinde bir şeye nasıl dönüştürebilir? Onu kamusal etkileşim, sivil imkanlar, dünyaya özgürce katılma ve onu etkilemeye yönelik ortak becerilerimize dair ve de iktidarda olanlara yaptıkları şeylerin sorumluluklarını yükleyecek şekilde nasıl yapabilirler bunu? Yine de böylesi bir yaklaşım tasarımcıların, pratiklerini daha iyi konumlandırmak ve toplumsal ve psikolojik esenliğimize yönelik kaçınılmaz tehditleri azaltmak için modanın toplumsal gerilimlerini kabul etmelerini ve irdelemelerini gerektirecektir.

Bildiğimiz moda bir çatışmadır. Toplumsal muharebeyle beslenen bir yoğunluktur. Sürdürülebilir olmak yetmez; gelecekte tasarımcılar, modanın en şiddetli ifadelerinin yerine geçecek yollar bulmak zorunda kalacaklar. Ve umarım uzlaşma, bilgelik ve barışa doğru da yollar bulunabilir. Bu, “sürdürülebilir” moda derken kast ettiğimiz şeyi radikal bir şekilde yeniden düşünmeyi gerektirir.

Etiketler:

İlgili İçerikler: