Sıfırdan Başlamak
Silverline markasının geçtiğimiz yıl ürettiği Designline ve Retroline davlumbaz serilerinin ürünleri If Design, Red Dot, Design Turkey gibi pek çok ödül aldı. Markanın tasarımcısı Beyza Doğan ile mutfak mekanlarında değişen tasarım trendlerini ve ürün tasarımına yaklaşımını konuştuk.
Dirim Dinçer: Mutfağın değişen mekan anlayışını bir tasarımcı olarak nasıl yorumluyorsunuz?
Beyza Doğan: Genel olarak şöyle bir gidişat var: İhtiyacım olmayan hiçbir şeyi zaten ortamda görmek istemiyorum, ihtiyacım olanlarsa ihtiyaç duyduğum o anda, hemen belirsin istiyorum. Mutfakta ürünün etrafında ona hizmet eden insandan çok, gizli kahramanların artışını görüyoruz aslında. Artık mutfakta ürünler var ve onlar bize hizmet ediyor. Odak noktamız nesneler değil, kullanıcının yaşam alanını artırmak.
DD: Kullanıcının yaşam biçimindeki değişimleri en çabuk ve doğrudan görebildiğimiz alan aslında mutfak bu anlamda. Yeme içme trendlerinin bile etkisi oluyor.
BD: Aynen öyle, çünkü oturduğumuz, yaşadığımız alanların arasındaki sınırlar bulanıklaşıyor. Oturma odası, yemek odası kayboluyor ama yok olmuyor, birbirinin içinde erimeye başlıyor. Hiçbir zaman hayatımızdan çıkmayacak ama evet, artık çok farklı ve gündelik yaşam alanımızın içinde. Sektör olarak çok şanslıyız o anlamda. Nerede ne değişiyorsa onu mutfakta görüyorsunuz. En işlevsel olanı en hızlı biçimde orada görüyorsunuz.
DD: Geçen sene Retroline ve Designline serilerini çıkardınız, bunları seri yapan nedir? Ürün nitelikleriyle birlikte bahseder misiniz?
BD: Trendlerin detaylı analizini yaptığımız ve bu analizleri ürüne dönüştürmeyi deneyimlediğimiz bir süreç oldu. Üzerine gittiğimiz trendlerden biri, eklediğimiz özelliği en basit şekilde eklemekti. Ürüne bir işlev ekliyorsanız kullanıcıyı yormadan eklemeniz lazım. Bu anlamda sorguladığımız şeyler oldu. Bir davlumbazın kontrol paneline ihtiyacı var mı gerçekten? Ya da hızın bir, iki, üç aşamaları ne ifade ediyor? Bunu acaba daha da sezgiselleştirebilir miyiz?
Bu anlamda, sezgisel etkileşimi deneyimledik. Çünkü üründe sayıların ne anlama geldiğini algılamak içgüdüsel değil, ama konuşmak ya da basit jestler öyle. Ayrıca kullanıcı senaryolarının tasarım üzerindeki etkisine inanıyoruz. Bunun sonucunda da ürünlerin hepsi sezgisel etkileşim ve kullanıcı senaryosunun detaylı analizine odaklanılarak ortaya çıkan tasarımlar. Kullanıcıya müdahale edebileceği maksimum alan bırakmayı çok önemsiyoruz, çünkü bugünün kullanıcısı sadece kullanıcı değil, aynı zamanda tasarlayan da olmak istiyor.
Sadece bir ürün ya da mutfağın nasıl farklı görünebileceğini değil, bu kullanıcı senaryosu içinde neyi farklılaştırabileceğimizi ve neleri bugüne uyarlayabileceğimizi de araştırdık. Tüm bunların toplamına da “simple+” dedik: Basit ama daha fazlası. Aynı tasarım stratejisine bağlı ikonografik ailede ocak, fırın gibi pek çok ürün var. Dolayısıyla size her birinde aynı bütünsel deneyimin bir uzantısını deneyimletecek bir yapı var. Size fazladan bir zihinsel yük oluşturmuyor. Bu anlayışı daha farklı bir alana da taşıyoruz; Türk pazarı için cesur bir hareket olacak. İki yeni kategoride, tavan ve tezgah altı davlumbazları üretmeye başlıyoruz. Şu ana kadar sadece fuarlarda sunduk; önce “Bu davlumbaz mı?” sorusuyla başlayan diyaloglar oldu tabi.
DD: Taleplerde ne gözlemleyerek oluşturdunuz kategorileri, nereden başladınız ve neden cesur?
BD: Çıkış noktasını elektronik sektörde sıkça görüyoruz: Cebimize giren telefonlar küçülüyor ama bu küçülme bize yetmiyor, giyilebilir teknolojiye ihtiyaç duyuyor, gözlükten arama yapmak istiyoruz. Yani hiçbir şeyi ortada görmek istemiyoruz, çünkü artık 90’ları yaşamıyoruz. O zaman aldığımız çamaşır makinesini salonun ortasında sergilemeyi çok severdik, şimdiyse sevmiyoruz ve her şeyi saklamak, gizlemek istiyoruz. Nasıl telefonlar giyilebilir teknolojiye dönüşüyorsa mutfakta da mutfak aletleri kaybolmaya başlıyor. Bunu nasıl yapabilirsiniz? Mutfak aletlerini ya mimariyle ya birbirleriyle ya da mobilyayla bütünleştirirsiniz. Bu bağlamda biz de yeni kategoriler ortaya çıkardık. Örneğin, mimariyle bütünleşen, tavanmış gibi davranan davlumbazlar da var; gün ışığı aydınlatmalı paneller ve çok yoğun kullanılmış bir pencere metaforuyla gerçekleştirilmiş davlumbazlar da. Daralan yaşam alanlarında kaybettiğimiz pencereler, hem havalandırma hem de aydınlatma işlevini yerine getirmek üzere kullanıldı. Manzara seçenekleriyle dış ortamın iç mekana yansımasını da görebiliyorsunuz, sanki ormandaymışsınız gibi görüntüler veren ya da gökdelenlerin ortasında bir tavan penceresi hissi veren aygıtlar. Mimariyle bütünleştiğindeyse tavan form değiştirerek davlumbazı oluşturup devam ediyor. Formda ve mimaride sürekliliği sağlamış oluyoruz.
İndüksiyon ocakla davlumbazı birleştirip melez bir ürün ortaya çıkardık örneğin; hem ürün mobilyaya entegre oldu hem de tek kurulumla iki ürün elde edilebiliyor. Pişirme aktivitesinin tam ortasında olması gereken verimde çalışan bir davlumbaz var, dolayısıyla kullanım senaryonuza daha kolay uyum sağlayan bir ürün. Bu kategoriler cesur çünkü yaşam biçimi için yeni ama yarattığı esneklik ve özgürlüklerle şimdiden bir farkındalık yaratmaya başladı.
DD: Aslında kullanıcıların çok iyi bildiğini düşündüğü ürünleri yorumluyorsunuz. Gündelik kullanımda oldukça yerleşik bu ürünleri yorumlamak nasıl bir süreç istiyor?
BD: Aslında meselenin zor olan iki yönü var: Herkesin fikri var ve herkes ürün her şeyi yapsın istiyor. Bir ürün, her şeyi yapıyorsa bazı şeyleri tam olarak yapamıyordur ya da yaptıkça daha büyük sıkıntılar ortaya çıkacaktır. Herhangi bir şeye yeni nitelik eklesek de, ürün fazladan bir şey yapsa da kullanıcıya yük getirmediği sürece yaşayacak; dolayısıyla ne kadar rafine ederseniz o kadar başarılısınız. Kullanıcıya ne kadar alan bırakırsanız onun hayatında da o kadar yer bulabiliyorsunuz.
Bir de markanın boyutu ne olursa olsun fark yaratmanın çok zor olduğu segmentlerde de çalışıyoruz. Sandalye tasarımını düşünün mesela, çok zordur çünkü hem herkes hakimdir hem de herkes çoktan bir şeyler tasarlamıştır.
Ayrıca üretimin yapıldığı ortam da çok önemli çünkü her hafta kullanıcı analizi yayınlayamazsınız. Öyle bir ortam kurgulamanız lazım ki zaten geri dönüşler size akıyor olmalı ve siz de kullanan insanlarla iletişimde olmalısınız. Şanslıyız ki aşırı uç bir sektörde değiliz, herkesin fikrinin olmasının yararlı olduğu nokta da bu.
DD: Peki bir tasarımcı olarak yaklaşımınız nasıl oluyor, mesela bir davlumbazı nasıl yorumlayacağınıza nasıl karar veriyorsunuz?
BD: Sıfırdan başlıyoruz. Sanki bir davlumbaz yokmuş gibi. Bu ürün “Hangi işlevi görecek ve neden?”, “Bunu kim, nasıl kullanacak?”, “Kullanırken sigara mı içecek, telefonla mı konuşacak?” gibi sorulara cevap arayarak kullanıcı senaryosu analizini yapıyoruz. Buradan çıkan mini fikirlerle birçok ürüne gidebiliyoruz. Diğer bir açı da trend analizleri. Trend analizi, çok yapılan, söylene söylene anlamını yitirmeye başlayan bir kavram ama iyi yapıldığında çok işlevsel olabiliyor. Her yıl Venedik Bienali, Tasarım Haftası gibi pek çok ortamdan belirli çıktılarımız oluyor. Bu da bize yaşam stillerinin nereye gittiğini gösteriyor. Örneğin, kinetik duvarlar ortaya çıkmış ya da iklime uyumlu yapılar artmış olabilir. Bu değişimleri, mutfağa ve daha mikro düzeyde değerlendirip insana yansıtabiliyoruz. Hem ürüne sıfırdan bakmak hem de geleceğin yaşam stilini mimari trendlerden yakalayabilmek, tasarımda çok farklı tipolojiler ortaya çıkarıyor.
Ürüne sıfırdan başlamak, ürün tipolojisini de temelden değiştirmekle sonuçlanıyor. Davlumbazın tek işlevi orada durup çekiş ya da havalandırma yapması değil, aydınlatma elemanı olması, orada duruşu ya da kayboluşu, estetiği vs. Baştan yorumlamak sadece tipolojide değil, markanın pazar içinde konumlanışında da fark yaratıyor.
DD: Şunun altını çok çiziyorsunuz: Ne işlev ne de form baskın, baskın olan kullanıcının deneyimi ve ürünle iletişimin sürdürülebilirliği. Örneğin kolay temizlenmiyorsa iyi görünmesinin bir anlamı yok gibi.
BD: Aynen öyle. Siz ona bir işlev ekleyip “Bunu da şu ikona atadım, onu öğren.” diyorsanız olmaz; kimsenin ona vakti yok ki. Mesaj yazarken telefonla konuşan bir kullanıcı var karşınızda. Bence hiçbir tasarımcı o kadar egoist olmamalı. Birilerinin hayatında o kadar alan kaplayacak bir ürün yapma şansımız yok. Kullanılabilirlik ve kolay öğrenilebilirlik alanında yanlış yapma lüksümüzün kalmadığı günlerdeyiz. O yüzden artık ürünler sezgisel, içgüdüsel kullanılmalı ve üzerine düşünmemelisiniz.