Simetrik Mimarlık Arayışları
Metin, 2022-2023 Bahar Dönemi'nde Osmangazi Üniversitesi Mimarlık Bölümü Deneysel Mimarlık Çalışmaları Dersi'ndeki tartışmaların katkısıyla üretilmiştir. Metnin paylaşıma açılması yönünde cesaretlendiren tavrı için dersin yürütücüsü Levent Şentürk'e teşekkür ederim.
Bruno Latour’un 1991 yılında Fransızca olarak yayınlanan ve Türkçeye 2008 yılında Biz Hiç Modern Olmadık ismiyle çevrilen kitabı, bir simetrik antropoloji denemesi olarak ele alınmış modern konsept eleştirisidir. Latour, kitabında mevcut durumdaki antropolojik çalışmaların asimetrik özellik taşıdığı düşüncesiyle antropolojinin simetrik hale getirilebilmesinin nasıl mümkün olabileceğine dair tartışmalar yürütür. Latour’un tartışmalarını birbiriyle ilişki halindeki iki ayrılıktan ördüğünü söylemek yanlış olmayacaktır. İlki Latour’un “büyük iç paylaşım” olarak isimlendirdiği, insan-olmayanların doğa ucuna; insanların da kültür ucuna yerleştirilmesiyle modern bölünmenin, doğa ve kültür ikiliğiyle karşımıza çıkışıdır. Tartışmalarını ördüğü ikinci ayrılık ise “büyük dış paylaşım” olarak isimlendirdiği Batı’nın kendisini, dünyanın geri kalanından ayırarak, olumlu anlamda ayrıcalıklı gördüğü tavırdır.
Latour, antropolojik çalışmaların da doğa ve kültür ayrımını kanıksayarak doğayla ilgilenmeden kültüre odaklandığını; dahası antropolojinin inceleme alanlarının, Batı’nın dışında kalan alanlar olmasına karşın inceleme kurallarının Batı’dan ithal ediliyor oluşuyla bu çalışmaların asimetrik kalmayı sürdürdüğünü ifade eder. Latour, günümüzde hiçbir durumun yalnızca doğa ile ya da yalnızca kültür ile açıklanamaz olduğunu iddia eder. Benzer biçimde hiçbir durumu da yalnızca nesnelerle (insan-olmayanlarla) ya da yalnızca insanlarla açıklamayacağımızı savunur. Bu savla söz konusu kitapta yürüttüğü tartışmalarla hiç modern olmadığımıza ulaşır. Çünkü modern açıklama ya doğa ucunda ya da kültür ucunda bulunmayı gerektirirken günümüzde ortayı işgal eden ve Latour’un karma olarak isimlendirdiği durumların görünürlükleri reddedilemez biçimde artmaktadır. Örneğin yakın dönemde deneyimlediğimiz Covid-19 pandemisini ne yalnızca doğa ile ne de yalnızca kültür ile açıklamamız mümkün değildir. Söz konusu pandeminin temel sebebi olarak görülen bir tür virüs olduğu için açıklamaya doğadan başlamayı tercih edebilecek olsak da bir virüsün sebep olduğu salgını anlayabilmemiz için kültüre de bakmamız gerekecektir. Doğadan kültüre, kültürden doğaya mekik dokuyarak yapmaya çalışacağımız açıklamamız bize insan-olmayanlardan insanlara ve tersine gidip gelerek ağ oluşturduğumuzu gösterecektir. Söz konusu bu ağ da doğanın kültürden, kültürün de doğadan bağımsız olamayacağını sunacaktır ve modernin sunduğu “ya doğa ucuna yerleşmiş olmak ya da kültür ucuna yerleşmiş olmak” asimetrisinin ikna ediciliğini yitirdiği bir kez daha görünür hale gelecektir.
Tam da artık ikna edilemediğimiz bu noktada Latour’un antropoloji için olan denemesinden yola çıkarak mimarlığa baktığımızda simetrinin ihtimallerini görebilir miyiz? Simetrik mimarlık mümkün müdür? Çünkü mevcut durumda mimarlığı sadece “o” sadece “bu” biçiminde ifade etmemiz hep bir eksiklik olarak kendini gösterir. Sadece o ve sadece bu ayrılmış ifadelerinden hareketle mimarlığın simetrik olmadığını söyleyebiliyorsak simetrik olmama halini hangi tartışmalar üzerinden betimleyebiliriz ve mimarlığı simetrik hale nasıl getirebiliriz? Mimarlığın hep bir yerini bilememe sorunu olmamış mıdır? İlk akla gelebilecek, uçlara yerleştirme, mimarlık bilim midir sanat mıdır? Latour’un diyagramından hareketle tekrarlayalım; mimarlık doğa ucunda mı -bilim- yer alır, kültürel uçta mı -sanat- yer alır? Mimarlık pozitif bilimlere mi -doğa- yakındır, sosyal bilimlere mi -kültür- yakındır? Cevaplarımızı her iki durumu da içerecek biçimde vermek durumunda kalırız. Böylelikle Latour’un karmaları yerleştirdiği yerde, ortada, mimarlığın da olduğunu görmeye başlarız. Bu noktada eğer ki Latour’un yaklaşımını takip edersek mimarlığı, yalnızca “doğa”ya, yalnızca “kültür”e dair açtığımız ayrı başlıklar olmaksızın tek bir başlıkta insanlardan insan-olmayanlara iz sürerek, hiçbir uca taşımadan, ortadaki yerinde görmeye devam etmemiz mümkündür.
Latour’un önerilerinden hareket ederek mimarlığı simetrik hale getirme amacıyla mimarlığa baktığımızda tartışmaya açacağımız kavramlardan, belki de, ilki “star mimar” kavramıdır. Star mimar kavramında, mimarın orkestra şefi olma iddiası artık kristalleşmiştir, öyle ki şef oradadır fakat orkestrası dahi görünmez kılınır. Oysaki Latour’un yönteminde birincil olan ağlardır, ikincil olanlar ise aktörlerdir. Bu noktada kendisinin açıklanması gereken bir “şey” açıklama olarak kabul edilemez, örneğin toplumun kendisinin bir açıklama olarak kabul edilemeyecek olup açıklamaya muhtaç olması gibi. Burada da açıklanması gereken star mimarın kendisidir, star mimarın kendisi açıklama olarak kabul edilip kanıksanamaz. Oysa mimarlığın halihazırda kanıksadığı ve kanıksamaya devam ettiği isimler vardır. Bu isimlerden verilecek örneklerden birini Latour’un moderne yaptığı vurguyu akılda tutarak, Le Corbusier olarak seçmek makul olabilir. Le Corbusier ne yapmıştır? “Ne yaptı?” soru kalıbı Latour’un yöntemi açısından esastır çünkü yöntemin odağı harekettir ve yapılanlarla-yaptırılanlarla ilgilenir. Le Corbusier’in yaptıklarından biri Modular ile birlikte mimarlığı her daim oranlarla ifade edip yapabildiğimiz, matematiğe dökebildiğimiz üstelik bedenden yola çıkarak bunu yaptığımız doğa ucuna taşımak olmamış mıdır? Böylelikle kültür ucundan uzaklaştırılıp gerçekleştirilen arındırma çalışmasıyla var edilen mimarlık doğası da, önlenemeyen karma olmanın getirisiyle, yeni bir mimarlık kültürünü de beraberinde var etmemiş midir? Bu noktada şu soruyu da sormak gerekir: Yeni mimarlık kültürünü var eden Le Corbusier midir, Modular mıdır? Cevap ne biridir ne de diğeri. Cevap her ikisinin de ilişkili olduğu olaylar ağındadır. Diğer yandan Albena Yaneva’nın Latour for Architects kitabında Latour’dan aktardığı şu sözü burada anmak sorunun doğrultusunu anlatmaya yardımcı olabilir: “Onlara (yarattığımız aletlere vb.) bir şeyler yaptırabiliriz fakat onları yapamayız. Biz asla yarattıklarımızın, aletlerimizin efendisi değiliz.” Le Corbusier, Modular’ı oluşturmuş olabilir fakat Modular bir kez oluştuktan sonra Le Corbusier’in tasarımlarını da Modular oluşturmamış mıdır? Günümüzde, doğal bedenin oranlarından yola çıkarak doğa ucuna taşınan mimarlığa, sosyal bedenin yer aldığı kültür ucundan, sosyolojiden - psikolojiden vb., giderek artan daha fazla seslenmenin olduğunu duyuyoruz. Fakat bu noktada Latour’un önerilerine kulak vererek, bu defa da mimarlığı kültür ucuna yerleştirmemek için, dikkatli davranmakta fayda var. Eleştirilerin yalnızca doğallaştırma ya da toplumsallaştırma ya da söylem sınıflandırılmasının içerisinde yapılabileceği yönündeki alışkanlığımızı terk ederek, hiçbir uca yaklaşmadan ortadaki konumumuzdan dahiliyetimizi sürdürmek konusunda kararlı davranmamız, bir aktörde -ki özellikle insan olan- takılıp kalmamız yerine, insanlar ile insan-olmayanlardan oluşan ağı takip edebilmemize olanak sağlayabilir.
İnsan ve insan-olmayanların kolektifiyle icra edilebilen mimarlık bitirme, tamamlama diğer bir deyişle yapı kurma üzerinden yapılmaktadır denilebilir. Öyle ki boşluksuz olduğu sanılan, efendisi olunduğu düşünülen, tasarımlarla kendinde bir dünya kurulmaya çalışılır. Muhtemel gelebilecek kendinde dünya eleştirilerine, çevrenin hatırlatılmasına yönelik verilebilecek cevap ise bağlam kavramında karşılık bulur. Latour’un tartışmalarına baktığımızda ise herhangi bir bağlam-içerik ayrımı tariflenmediğini görürüz. Süreç boyunca bağlam ile içerik birbirini var edip değişip dönüşmeye devam eder. Projenin analiz aşamasından uygulama aşamasına kadar tek bir bağlamın varlığından söz ediyor olmak sürece, süreç dışından kavram ithalatı yapmaktan öte değildir. Yapı kurma hareketinin içerisindeki sabitleme gerekliliği burada da görünür hale gelir. Latour ise yapılar yerine her an değişip farklılaşabilen ortaklıklardan söz etmiştir. Kompozisyon yaklaşımıyla ise yapının gerçekçi olmayan dolu doymuşluğunu gerçekte olan boşluklarıyla ifade etmiştir. Boşluk, hareketin ihtimallerine açık olan varlıktır. Boşluğun varlığının anlaşılması, tasarım eyleminin de baştan-sıfırdan bir eylem olmadığının yeniden-tekrardan gerçekleştirilen bir eylem olduğunun anlaşılmasını sunacaktır. Karşımızda olan, görmemiz gereken varlığa gelmemiş tertemiz bir boşluk değil ise; boş kâğıt ile başlayan mimarlık eğitimi nasıl gerçekleştirilmektedir?
Mimarlığı simetrik hale getirebilme denememizde mimarlık eğitimine bakmaya da müfredattaki saatinin ve içeriğinin yoğunluğunu düşünerek öncelikle proje derslerinden başlayabiliriz. Usta-çırak ilişkisini andıran fakat bu ilişkiden de kopmak istediği geçmiş anlayışıyla kaçınan organizasyonuyla birleştirilmiş masaların başına bir bilenin oturup bilmeyenlerin ise masaların etrafına dizildiği çoğunlukla “Amerika’nın yeniden keşfedilmemesinin” salık verildiği, çoğunlukla da varılacak yerin zaten baştan tariflenerek reçetesinin sunulduğu ortamlar… Fakat ortadaki reçeteye karşın koyulan teşhisin konuşulmaya hiç yanaşılmaması Latour’un sözünü ettiği soğuk bilimin pratiklerinden biri olabilir mi? Diğer yandan Amerika’yı yeniden keşfetmeme vurgusuyla geçen öğrenciliğinden beri şu anda da grubun bileni konumundaki yürütücü halihazırda zaten her defasında keşfedildiğini düşünerek merak etmediği Amerika’yı hiç görmemiş olabilir mi? Burada açık olan şudur; vurgu keşfin tekrarlanmamasındadır fakat gerçek olansa keşfe zaten hiç çıkılmamış olması ve keşfedildiği kabul edile edile bir kabul üzerine sorgulamasızca uygulamaya geçilmesidir. Latour’un önerisi ise her türlü kabulden kaçınılması gerektiğidir. Proje süreçlerinde bağlam-içerik ayrılmazlığının bir getirisi olarak ele alabileceğimiz durumlardan birisi de kullanılan tekniklerin yöntemin kendisine dönüşmesi halidir. Albena’nın da Rem Koolhaas’ın ofisinde kullanılan mavi köpük malzemeden verdiği örnekten hareketle stüdyoda kullanılan maket malzemesi salt malzeme değildir. Süreci etkiler, dönüştürür. Kullanılan malzemelerin peşine düştüğümüzde ise düşen alım gücü, malzemelerin tedarik edilmesi, gümrük geçişleri, kullanılabilir atıklar vb. başlıklarının bizlere düşündüğümüzden çok daha yakın olduğunu görebiliriz. Projenin başlangıç aşaması kabul edilen analizlerden söz etmek istediğimizde örneğin kat yüksekliği analizlerine bakabiliriz… Bu analizlerde yapılan binaya bakılıp kaç katlı ise o kat sayısına atanmış olan renk ile o binayı boyamaktır. Peki, zemin katın kolonları üzerinde yükseltilmiş, zemin katı boşaltılmış x katlı bina ile zemin katı dolu x katlı binanın farklılığından söz etmek nasıl mümkün olacaktır? Bu farklılık, yaşamımızda önemsiz midir? Bu noktada bizlerin farklılıkları aktarabileceğimiz temsil yöntemlerine ihtiyacımızın olduğu açık değil midir? Durumu sıcaklığı ile bizlere sunabilecek temsil yöntemleri… Her şeye yukarıdan bakma halinin de tanrı-mimar ilişkisiyle bir ilgisi olabilir mi? Yukarıdan plana bakarak her şeyi görebilen bakış ya da görebildiğini kabul eden bakış... Latour’un panoptikon bakış yerine önermiş olduğu oligoptikon bakışın bu nokta da bizlere yardımcı olabileceğini düşünüyorum. Mevcuttaki teknolojik araçların sunduğu içeriden de bakabilme hali beraberinde neleri getirir? Stüdyolara en uzakta yer aldığını düşünebileceğimiz, ki belki de halihazırda doğa ucuna yerleştirilen mimarlığa karşı kültür ucuna yerleştirildikleri içindir, mimarlık tarihi derslerine baktığımızda gördüğümüz nedir? Konumumuza göre Doğu’ya bakarak başladığımız süreç bir yerlerde kopmaya uğrar ve zıplayarak kendimizi bulduğumuz yer artık Batı’dır. Sonrasında bulunduğumuz yere döndüğümüzde ise artık hep bir eski ve bir eskiye karşılık hep bir yeni vardır. Yeni olansa hep ileride olan olarak anılır ve yeri Batı’dır. Latour’un büyük iç paylaşım ve büyük dış paylaşım olarak kavramsallaştırdığı doğa-kültür ayrımı ile Batı ve diğerleri ayrımının farkında olarak mimarlık tarihine baksak, hangi ezberlerimizi söylemekten vazgeçersek kültür ucuna yerleştirilen mimarlık tarihini de doğa ucundan uzaklaştırılarak ortada bizleri bekleyen mimarlık ile görebilmemiz mümkün hale gelir?
Ortada bizleri bekleyen mimarlığa Latour ile bakmaya devam ettiğimizde heyecan verici olabilecek durumlardan birinin mimarlık için lokomotif sektör denilmesi olduğunu görebiliriz. Çünkü, Latour’u taklit ederek söyleyebiliriz ki, lokomotifin kelime anlamına baktığımızda lokomotif hareket ettiren anlamına gelir. Fransızca hareket ettiren anlamındaki sözcük Latince loco moveri “yer değiştirmek, hareket etmek” deyiminden türetilmiştir.1 Bu özelliğiyle mimarlık, Latour’un Aktör-Ağ Teorisi’ndeki hareket ederek ilişki içerisinde olduğu ötekileri de hareket ettiren aktant olarak ele alınabilme potansiyeli taşır. Bu noktada simetrik mimarlık arayışının, “mimarlık neyi/kimi hareket ettirir – mimarlık neyin/kimin yerini değiştirir?” sorularıyla sürdürülebileceği görünür hale gelir. Buradaki potansiyeli fark ederek mimarlığın hareket ettirdiklerinin peşine düşmek, masa başında devam etmeden, arayışında olduğumuz simetrinin izlerini bizlere daha görünür halleriyle sunabilecektir. Hiçbir şekilde harekete geçmeksizin ve dahil olmaksızın sözde mimarlığın hareket ettirdiklerini saymaya başlamamız ise Latour’un yöntemini anlayamamış olmaya ve ezbercilik yaparak yine açıklamaya muhtaç olanları açıklamanın kendisi olarak sunma alışkanlığımıza denk gelecektir.
1 etimolojiturkce.com sayfasından alınmıştır.
KAYNAKLAR
- Latour, B. (2008). Biz Hiç Modern Olmadık. (İ. Uysal, Çev.) Norgunk Yayıncılık, İstanbul. (Orijinal basım 1991: Nous N’avons Jamais Été Modernes - Essai D’anthropologie Symétrique)
- Latour, B. (2008, September). A cautious Prometheus? A few steps toward a philosophy of design (with special attention to Peter Sloterdijk). In Proceedings of the 2008 annual international conference of the design history society (pp. 2-10).
- Latour, B. (2021). Toplumsalı Yeniden Toplama: Aktör-Ağ Teorisine Bir Giriş. (N. Bingöl, Çev.) Tellekt Yayınları, İstanbul. (Orijinal basım 2005: Reassembling the Social – An Introduction to Actor-Network-Theory)
- Yaneva, A. (2022). Latour for architects. Routledge, New York.
İlgili İçerikler:
-
Cabanon: Dünyanın “En Büyük” En Küçük Dairesi
-
Arketon Yayınları'ndan Yirminci Yüzyılda Kent Ütopyaları
-
Kant'ın Felsefesinden Mimarlığa Uzanan Bir Okuma: Ledoux'dan Le Corbusier'ye
-
Le Corbusier İstanbul’da
-
Hint Mimarisinin Duayeni Balkrishna Doshi Hayatını Kaybetti
-
Loos’un Süsleme Karşıtlığının Lucretius ve Adorno Bağlamında Eleştirisi - 2/2
Yapısal olanı saflaştırma düşüncesi, süslemeyi yarattı: Olanaksız bir tasarı. Adorno’nun bu vurguları, iki farklı eleştirel güzergâhla ilgili. İlkini 1990’larda Mark Wigley, White Walls, Designer Dresses’da kapsamlı biçimde ortaya koyar...
-
Mies'den Le Corbusier'ye, Ustaların Tasarladığı Evler Satışta
-
“How Buildings Learn” Belgesel Dizisi 13 Kasım’a Kadar saltonline.org’da