16. Venedik Bienali Uluslararası Mimarlık Sergisi’nde mimarlık öğrencilerini vardiyalar halinde sürece dahil eden Türkiye Pavyonu’nu ve düzenlenen 13 farklı atölyede elde edilen birikimi, projenin küratörleri ile konuştuk.

Ezgi Tezcan: Venedik Bienali Uluslararası Mimarlık Sergisi’nin Serbest Mekan çağrısına erişime ve dönüşüme açık bir kurguyla cevap verdiniz. Bu, sürece odaklanan riskli bir karar. Bu riski aldığınıza memnun musunuz?
Yelta Köm: Bu riski aldığımıza memnunuz, ne kadar riskli görünse de Vardiya’nın ana hattını bu risk oluşturuyordu. Bizim açımızdan riskli bir durumdan çok, parametreleri değişken ve beklenmedik olan bir maceraydı diyebilirim.

Yağız Söylev: Her proje ve serginin kendine göre riskler barındırdığı söylenebilir. Risk, elde edilmek istenen sonuçla ilişkili bir kavram. Vardiya’nın başlangıç fikirlerinden biri, seyahat deneyimiydi. Seyahat sürecini, kendi deneyimlerimizi de anımsayarak bir okul olarak değerlendirdik. Ulaşmak istediğimiz noktalardan bazıları -çok basit haliyle- bu deneyimi çoğaltmak, üretken kılmak ve karşılaşmalara olabildiğince fazla açmak oldu. Bu çerçeve dahilinde Vardiya’nın bilinmeyenleri, risklerin farkında olmakla birlikte, Yelta’nın da söylediği gibi bir macera haline geldi.

Nizam Onur Sönmez: Bu girişimin riskli yanları olmakla beraber, birtakım avantajları da vardı. Bienali daha geniş bir katılıma açmaya çalıştığımız için takdir de gördük ve bu belki ufak tefek eksik ve sıkıntılarımızın hoş görülmesinde etkili olmuş olabilir.

Kerem Piker: Öte yandan, düşündüğünüzde İKSV’nin aldığı risk esasında bize nazaran daha büyük. Bir açık çağrı düzenlediler, bu çağrıyı yönetecek bir seçici kurul tayin ettiler ve kendilerini geri çekip bütçelerini, temsiliyetlerini ve dolayısıyla da bizzat pavyonu, seçici kurulun vereceği karara teslim ettiler. Seçici kurul ise bizim projemizin bu yıl yapılan başvurular içinde en cazip fikir olduğuna ikna olmuş ki bizleri seçti. Bu zincirin belki de en son halkası olan bizlerin aldığı risk görece daha az; açık çağrı ile bu kadar riskli bir projeyi seçmeyi ve gerçekleştirmeyi göze almak bence çok daha önemli.

Bu söylediklerim sadece bu sergi ile sınırlı değil; genel anlamda mimarlık için de bunu söyleyebilirim. Mimarın bazı fikirleri vardır; alıcısı yoksa onlar fikir düzleminde kalır, çoklukla da asla gerçekleşemez. Oysa o fikrin bir talibi, bir alıcısı varsa, birileri o fikri gerçekleştirmek için zaman ve para harcıyorsa iş değişir. Basit ya da karmaşık bir fikir bir anda cesaretli bir yapıya, bir sergiye, bir kitaba, hatta bir eğitim ortamına dönüşebilir. Bu anlamda da esasında riski üstlenen mimarın kanına girdiği, “işveren”dir diyebilirim. Tersten giderseniz de şu sonuca varabilirsiniz; risk alan işvereni olmayan bir ortamda mimarlığın yeşermesini bekleyemezsiniz.

Vardiya, Türkiye Pavyonu; fotoğraf: RMphotostudio
Atölye sürecinde yuvarlak masa çalışması; fotoğraf: Tuna Öğüt
Yolculuklardan, yürütücüler: Tomris Akın, Zeynep Ataş, Ali Paşaoğlu

Cansu Cürgen: Aslında Serbest Mekan teması için ülke pavyonlarından gelen cevaplarda da kısmen Vardiya’nınkilere benzeyen risklerin alındığını düşünüyorum. Bu cesareti getiren, temanın vaat ettikleri miydi, küratörlerin çağrı metninin kapsamı mıydı yoksa aksine en baştan -küratör ve tema belki de beklenen heyecanı yaratamadığı için- bir çıkış yolu arayışı mıydı, bilmiyorum. Kimisi gerçekten çok cesur, kimisi cesurluğun arkasında klişelere düşüyor belki… Ama alınan benzer riskler de var. Örneğin biz, İngiltere’nin ülke pavyonunda yaptığını, tam da yaptığı biçimde yapacak kadar cesur davranabilir miydik, sanmıyorum. Bunun sebepleri iki pavyonun fiziksel koşullarından, yer ile temsil edilenin tarihi ilişkisinden ve konumundan da ileri geliyor olmalı. Oradaki ıssızlığı bir sergiye dönüştürmek ve sergi malzemesini neredeyse yalnızca etkinlikler, anlık karşılaşmalar buluşmalarla doldurmak… Fikirlerimiz sadece İngiltere ile değil, fiziksel mekana bir buluşma alanı dışında yerleştirme önermeyen Belçika, sergiyi açık çağrı ile kurgulayan İspanya, gençlere, geçiciliğe ve cömertliğe vurgu yapan Fransa ile de benzerlikler taşıyor. Bu işlerle karşılaştığımda, Vardiya’nın sadece Türkiye ve ülke temsili bağlamında değil, güncel tartışma ortamına fikir ve davranış olarak doğrudan paydaş olabilmesi açısından da önemli bir iş başardığını, aldığı risklerin üstesinden gelebildiğini düşünüyorum.

ET: Vardiya, farklı temalar ve yürütücüler eşliğinde süren atölye çalışmalarına ev sahipliği yaptı. Bu atölyeler nasıl kurgulandı? Pavyonun bir bütün olarak işlemesi adına atölyeler arasında bir süreklilik gözettiniz mi?
KP: Atölyelerin strüktürü üzerine, sürecin en başından itibaren epeyce tartıştığımızı söylemeliyim; ancak uygulanan şekliyle atölyeler, Vardiya kitabında yer alan “atölye yürütücülerine mektup” bölümünde de anlattığımız yapıya uzun zaman önce kavuştu. Temalar ise daha da önce, işin en başında, başvuru sürecinin ikinci aşamasında açık çağrının finalisti olarak çağrıldığımız süreçte hazırladığımız çerçeveye uygun olarak ilerledi. Kişisel olarak diyebilirim ki benim açımdan soru temelde hep aynıydı: Bu işi kimlerle yapabilirim? Küratöryel ekibi oluştururken de, temaları belirlerken de esasında temeldeki soru hep bu oldu.

Öte yandan sizin sorunuz vesilesiyle tekrar düşünüyorum, gerçekten pavyonun bir bütün olarak işlemesi gibi bir derdimiz var mıydı, emin değilim. Belki de kurduğumuz mekanda kullandığımız araçlar zaten bu bütünlüğü sağladığı için, bir de bunu temalarla birbirine bağlamaya sanırım hiç çalışmadık. Bu konu bir dönem küratöryel ekibimizin gündemini epeyce işgal etmişti. Atölyelerin ortak bir çatısı var mı diye aramızda uzun uzun tartıştığımızı hatırlıyorum. Yok ve olmamasından da hoşnudum. Zira esasında gayretimiz daha çok mimarlık ortamında yer alan farklı seslerin, bakış açılarının, dertlerin ya da tasaların bu ortamda da kendine zemin bulabilmesiydi. Bu anlamda çok sesli ve çok bakışlı olmayı daha çok önemsedik diye düşünüyorum.

ET: Vardiya, katılımcılarıyla birlikte “bienal ne işe yarar” sorusuna cevap arıyordu. Peki süreç boyunca bu soruya ne gibi ve ne türden yöntemler ve araçlarla cevaplar üretildi?
NOS: En başta, öğrenciler videolarını bu konu üzerine hazırladı. İkincisi, dünyadan meslek erbaplarının katıldığı dijital yuvarlak masaları açan soru buydu. Sonuçta ortaya çoğul/çoklu bir yanıt seti çıktı. Belki bu set çok şaşırtıcı olmadı ama olası yanıtların aklı başında bir yelpazesi ortaya döküldü. Biz de bu yanıtları Youtube kanalımızda biriktirdik. Ayrıca bir seçkiyi Vardiya kitabına koyduk.

YK: Süreç boyunca bu sorunun kıymetini anladığımızı düşünüyorum. Çünkü aşina olduğumuz bir durum var: Bienaller olur, birileri sergiler yapar, birileri gezer. Bu çok alışılmış durumun içinde bienalin ne işe yaradığını sormak, bir duraksama ve sorgulama yaratıyor. Özellikle dijital oturumlara katılanların bu soruya verdiği farklı cevaplar önemliydi.

ET: Son atölye çalışması, sürecin bir bütün olarak ele alınacağı, tüm çıktıların değerlendirilip ortak bir dille bir araya getirileceği atölye olacaktı. Neler yapıldı bu atölyede? YS: Son atölye, bienal kapsamındaki farklı sergileme biçimleri ile yaklaşımlarının tespit edilmesi ve eleştirel bir bakışla hem bienalin, hem Vardiya’nın tartışılmasıyla başladı. Katılımcılar, gerçekleşen vardiyaların derinlemesine incelemesini yaptı. Önceki vardiyaların katılımcılarıyla yapılan söyleşiler ve atölyelerin hedeflerinin sergide görünürlüğünün sorgulanması bu araştırmaya dahil edilebilir. Atölye kapsamında serginin nasıl değiştiğini belgelemek ve göstermek adına her bir sergi hücresi yeniden çizildi ve fotoğraflandı. Bu çalışma, serginin açılışına yönelik çizimler ve fotoğraflar ile baştan sona karşılaştırmaya imkan verecek şekilde gerçekleştirildi. 13. Vardiya serginin geleceği, sürdürülebilirliği ve sergi elemanlarının nasıl dönüşeceği üzerine önerilerin tartışılmasıyla tamamlandı.

KP: Son atölyeyi kurgularken önceleri aklımızda hep, bir sonuç ürüne yönelik çalışmak vardı. Bu ürün bir kitap mı, bir süreli yayının ilk sayısı mı yoksa bambaşka bir şey mi diye Yağız ile epeyce tartıştık. Ancak zaman içinde, yani vardiyalar ilerledikçe bu sonuç ürün konusunda çok da aceleci davranmamanın daha doğru olacağına kendimizi ikna ettik ve 13. Vardiya’yı salt bir ölçüm atölyesi olarak tutmaya karar verdik. Sadece ölçülebilir olanı değil, zaman zaman ölçülemeyeni de tartıştığımız, bir şeyleri gözden kaçırmamaya gayret ederek hem pavyonu hem de pavyonun içinde bulunduğu bağlamı kayıt altına almaya çalıştığımız bir atölye oldu. Bu bilgiyi neye dönüştürebileceğimizi ise zaman ilerleyince tekrar tartışacağız. Bence hepimizin biraz zamana ihtiyacı var.

ET: Uluslararası bir çağrı yapıldı ve farklı ülkelerden mimarlık öğrencileriyle çalışıldı proje boyunca. Mimarlık eğitiminde ülkeler arası bir farklılık gözetilebiliyor mu, yoksa o da mesleğin kendisi gibi küreselleşmiş halde mi?
YK: Mimarlık mesleğini de, eğitimini de küreselleşmiş olarak kabullenmek birçok potansiyeli yok ediyor gibi geliyor bana. Şüphesiz benzerlikler var ama bu birliğe değil, çoğulluğa işaret ediyor. Belki de mimarlık alanının yapısından ötürü, disipline edilmiş benzerlikleri görmek kolay. Özellikle başvuru sırasında yüzlerce portfolyo geçti elimizden. Bu da günümüzün mimarlık eğitimine dair bir görüş sağladı bize.

Bienalin ardından; fotoğraf: Tuna Öğüt
(N)everland, yürütücüler: Selen Ercan, David Jenny, Orkun Kasap, Nizam Onur Sönmez
Venedik-Yüzeyler, Geometriler, Dokular Renkler, yürütücüler: Mehmet Erbudak, Jörg Niederberger, Gani Turunç

NOS: Gördüğümüz kadarıyla ülkeler arası farklar hiç yok değil. Güncel olana, araştırmaya, geleneğe dönük tutumlarda farklılıklar gözlenebiliyor. Fakat bir ülke içindeki okullar arasında da önemli yaklaşım farkları olabiliyor. Tüm bu farklılıklara rağmen stüdyo eğitiminin merkezi rolü gibi ortaklıklar da göze çarpıyordu. Türkiye içinde ise okullar arasında yaklaşım farklarının yanında büyük seviye farkları da vardı. 100’ün üzerinde mimarlık okulu var ve bunların ancak küçük bir kısmının belli bir seviyede eğitim verebildiğini gördük ve bu durum bizi çok zorladı. Çünkü çağrımızı Türkiye içinde daha geniş bir öğrenci grubuna açmak istiyorduk.

YS: Mimarlık eğitimi ya da mesleğinin küreselleşmesinden ziyade, mimarlık ana medyasının küreselleşmiş bir seçki sunduğuna inanıyorum. Küreselleşmeyi tamamıyla reddetmek gerçekçi olmamakla birlikte, küreselleşmiş bir normalite sunmak ve bunun dışında kalan tüm yaklaşımları alternatif ya da enformel etiketiyle tartışmanın dışına itmek de aynı şekilde problematik. Mesleki pratikte olduğu gibi mimarlık eğitimi de büyük ölçüde görseller ve sosyal medya üzerinden değerlendiriliyor. Aylar süren bir sürecin bu görsellere indirgenmesi ve genel geçer üslupların oluşması, temsil aşamasına kadar gelen çeşitliliği yok ediyor, belki de erişilmez kılıyor. Fakat bu, çeşitliliğin var olmadığına işaret etmiyor diye düşünüyorum.

ET: Pavyonun açılıştaki hali atölyelerin sergileneceği omurgadan meydana geliyordu. Bu omurga atölyeler gerçekleştikçe vücuda kavuştu, peki kurguladığınız gibi işledi mi, sergi tasarımını daha farklı yapardık dediğiniz noktaları var mı?
KP: Diyebilirim ki pek çok şey beklediğimizden daha iyi gitti. Altyapıya ilişkin aksamalar zaman zaman yaşansa dahi genel işleyişi yaralayan büyük bir aksaklıkla karşılaşmadan süreci tamamlamış olmak kendi içinde bir başarı. 122 öğrenci, 40’a yakın atölye yürütücüsü, 60 dijital buluşma, 5 çağrılı konuşmacı derken ciddi bir lojistik operasyon bir yana, içeriklerin belirlenmesi, iletişimin sürdürülmesi, medya ilişkilerinin yönetilmesi, yayın hazırlıkları gibi konular, işin odağını sergi tasarımı kadar bizzat sürecin tasarımına kaydırıyor. Atölyelerin içeriklerini sergi alanında daha okunaklı kılmanın yollarını bulabilir miydik? Eğer geriye dönük hamle yapma olanağımız olsaydı, bu konu üzerine daha fazla tartışırdık zannediyorum. Ancak bu sergi tasarımını değiştirir miydi, ondan o kadar da emin değilim.

ET: Bienalin fiziki varlığı ile dijital varlığı arasında paralellik kurdunuz ve bu bağlamda atölyelere çevrimiçi konferanslar eşlik etti. Türkiye’den ve uluslararası ortamdan pek çok konuşmacı dahil oldu ve bunlar canlı olarak aktarıldı. Buradan nasıl bir birikim elde edildi, bunun sürekliliğini sağlamak gibi bir fikir var mı?
YS: “Bienal ne işe yarar?” sorusuyla ortaya çıkan -Nizam’ın da bahsettiği- çoklu yanıt seti ve bunun değerlendirilmesi önemli bence. Bu dijital oturumlar ile verilen yanıtların dökümünü ve değerlendirmesini yapmak önümüzdeki süreçteki hedeflerimizden biri.

YK: Sizin de bildiğiniz gibi bu konuşmaların hepsi çevrimiçi olarak duruyor. Belki bizim öncelikli olarak yapmamız gereken bunların bir yedeğini çevrimiçi olmayan bir ortamda saklamak ve arşivlemek. Süreklilik meselesiyse biraz Vardiya’nın içinden çıkacakmış gibi geliyor bana. Belki bir katılımcı çıkıp bu konuşmalara devam etmek istiyorum diyecek veya bir atölye yürütücüsü ya da küratöryel ekipten birileri bunu devam ettirecek, bilemiyorum. Şu an için önemli olan bu birikimin iyi bir şekilde ulaşılabilir kılınması bence.

ET: Temel vurgulardan bir diğeri de Vardiya’nın yalnızca bienal kapsamıyla sınırlı kalmaması ve birikerek çoğalacak bir ağa dönüşmesiydi. Bunun için atılacak adımlar neler?
Erdem Tüzün: Vardiya kitabını yayına hazırlarken şöyle not almışım: Vardiya, Türkiye Pavyonu’na bir kuluçka merkezi olma rolü yüklüyor. Bu merkez; ev sahibi mimarlık olan, mimarlığın farklı yapılış ve üretim şekillerine dokunan, katılımcılarının çeşitliliğinden beslenen Vardiya’nın uzun vadeli bir deney olarak sürmesine katkıda bulunacak. Ve böylelikle, belki de, bir araya getirici bu merkezde doğacak üretim, etkileşim ve iletişim en başta dile getirilen sanallığa ve fizikselliğe dair olağanlaşmış paylaşımlar ile genişleyecek ve yayılacaktır. Atılacak adımları da biraz zaman belirleyecek.

KP: Biraz geri çekilmek ve izlemek… Benim kendi adıma bir süre için yapmayı planladığım şey bu. Eğer Vardiya’yı birbiriyle ilişkiler kuran otonom sistemler bütünü olarak düşünürseniz, ki ben öyle düşünmeye meyilliyim, o zaman bir bütün olarak hareket etmesini ve geleceğinin küratöryel ekibi eksen alan bir merkezden yönlendirilebileceğini düşünmek büyük bir hayal kırıklığı olur. Roller değişmeli. Yeni yapılar, yeni işbirlikleri kurmayı, gönüllülük esasına dayalı yeni vesileler üretmeyi becerebiliriz diye hayal ediyorum, hep birlikte. Her şeyi küratörlerden beklememek lazım.

Etiketler: