Yalan Dünyanın Çevreci Mekanları

AYŞEN CİRAVOĞLU

Yanlış yaşam doğru yaşanamaz...
Theodor W. Adorno1

15 yaşındaki İsveçli Greta Thunberg 20 Ağustos’tan beri okul grevi yapıyor...2 9 Eylül’deki İsveç parlamentosu seçimlerinden sonra eylemini Cuma günleri ile sınırlayan Greta’nın niyeti açık... Bilindiği gibi, siyasilerin yıllarca süren iklim anlaşması toplantılarını takip eden süreçte herhangi bir belirgin adım atılmamış durumda. Dolayısıyla Greta, İşveç’in karbon salınımlarını Paris Anlaşması seviyesine çekmesini talep ediyor. Okula gitmek yerine parlamento binası önünde oturmayı tercih eden Greta gelecekten endişe ediyor. Okula gitmesi ve mücadelesini bu yolla yürütmesi gerektiğini salık verenlere iklim mühendisi olmayı bekleyemeyeceğini, çünkü “gerçeğin” ve yapılması gerekenlerin “ortada” olduğunu söylüyor. 15 yaşındaki Greta, yanlış bir yaşamın doğru yaşanamayacağını düşünüyor...

Çevre hareketinin tarihi yanlış yaşamların doğru yaşanamayacağını düşünen cesur kadınlarla dolu. Örneğin bundan tam 56 yıl önce çevre hareketi yine cesur bir kadın tarafından yazılan Sessiz Bahar3 adlı kitapla hız kazanmıştı. Rachel Carson da tıpkı Greta Thunberg ile aynı gelecek endişesinden yola çıkıyordu. Ancak ilgili dönemde koşullar çok daha çetindi, kitleler henüz gerçeklerle yeni yüzleşiyorlardı ve eldeki bilgiler sınırlıydı; daha çok sezgiler vardı... Aradan geçen altmışa yakın yılda dünya tarihi sezgilerden, bilgilere ve bilgilerin manipülasyonuna dek pek çok döneme tanıklık etti.

İşte bu anlamda geldiğimiz noktanın, özellikle çevresel sorunlar ve bunların algısı açısından belki de en kritik dönem olduğunu söyleyebiliriz. Dünyanın çevresel açıdan içinde bulunduğu duruma ilişkin gerçekler ve algılar günümüzde fazlasıyla iç içe geçmiş durumda. İçinde bulunduğumuz dönemi en iyi açıklayacak kavram Oxford Sözlüğü tarafından 2016’da yılında yılın sözcüğü seçildi. Gerçeklik sonrası (post-truth) “nesnel gerçeklerin belirli bir konuda kamuoyu görüşünü belirlemede duygulardan ve kişisel kanaatlerden daha az etkili olması durumu” şeklinde tanımlanıyor4 ve bu dönem gerçekliğin sosyo-politik alanda da önemini yitirdiği bir aşamaya karşılık geliyor. “Gerçek” bugün manipülasyon ve dezenformasyona tabi; dolayısıyla polemik ve hezeyanlar gündemimizi işgal ediyor.5 Algılarımız, dış dünyaya dair gözlemlerimiz ve özetle dünyanın içinde bulunduğu duruma ilişkin değerlendirmelerimizin “inşa edildiği” bir dönemde, mimarlık disiplininin çevresel “görünümler”i nasıl yorumlanmalı?

Heinrich Hübsch 1828’de Hangi Üslupla İnşa Etmeliyiz? isimli kitabı6 yazdığında kuşkusuz bambaşka endişelerden yola çıkıyordu. Ancak bugün çevresel gerçekler ve bunun mekansal yansımaları açısından “hangi üslupla inşa etmeliyiz?” sorusunun özel bir önemi var. Zira yukarıdaki kısa girizgahın da aktarmaya çalıştığı gibi, günümüzde zeminin muğlaklığı üzerine tesisini temellendiren mimarlık disiplini açısından tarih, bundan neredeyse yüz yıl önce ele alındığı biçimiyle, binaları “hangi üslupla inşa etmeliyiz” şeklinde tecelli ediyor. Bir başka deyişle çevresel dönüşümler, gerçeklik sonrası dönemde yeniden inşa edilirken, bu tavır mimarlık ekseninde ise yapılara çevresel “üsluplar” giydirmekle sonuçlanıyor.

Tam da bu nedenle bugün sıklıkla akıllı, ekolojik, yeşil, sürdürülebilir, enerji verimli, performatif yapılar, çevreler, kentlerden söz ederken artık gerçeklik sonrasını yaşadığımızı dikkate almalıyız. Dolayısıyla çevreciliği “ilan etmeye, tasdiklemeye, etiketlemeye” çalışan sertifikalar, reklamlar içeriklerini yitirerek yineleniyor. Yapının doğayla etkileşiminin türlü boyutları, çevresel kriz açısından nasıl bir önermede bulunduğu, doğayla bağını nasıl kurduğu, toplumsal açıdan neye tekabül ettiği gibi konular ana akım tartışmanın kuşkusuz dışında... Konu, binaların enerji performansı ve kabuğuna indirgeniyor.

Bu noktada gerçek sonrasının, “söylenen” tek taraflı bir olgu değil, “söyleyen” ve “söylenenin” uzlaşmasına dayalı olarak toplumun tüm kesimleriyle birlikte inşa ettiği yeni bir tür gerçeklik olduğunu anımsamalıyız. Dolayısıyla bugün tüm dünyada ana akım sürdürülebilir mimarlık tartışması bir yapının ne kadar ekolojik/sürdürülebilir/yeşil olduğunu “söyleyen”ler ve bunu duyma ihtiyacında olan kitlelerin mutlu evliliklerinin çevrimiçi platformlarda dolaşıma sokulmasından öteye geçemiyor.

Oysa Tanıl Bora’ya7 göre, sözcükler, mevcut bir içeriği boca ettiğimiz bir kova veya fıçı değil. Sözcükler kaynaktır, pınardır. Anlamları sadece taşımaz, onlara şekil verir, onları yoğururlar. Bu saptamadan yola çıkarsak, çevresel kavramların mimarlık için ne anlama geldiğini içinde bulunduğumuz dönemde yeniden tartışmamız gerektiğini açıkça ortaya koyabiliriz. Dolayısıyla, gerçeklik sonrası dönemde çevreci bir mimarlığı konuşmak için bugün kullanageldiğimiz kavramların da sonrasını tahayyül etmemiz gerekiyor.

Toplumsal açıdan çok temel bir paradigma değişikliği yaşanmadığı takdirde yapılı çevrenin süregelen uygulamalarının çevreci masallarla süsleneceği bir dönemle devam edeceğimizi söylemek yanlış olmayacak. Dolayısıyla, bu yazının en başına, Adorno’ya geri dönersek, içinde bulunduğumuz dönemde, çevresel kriz ve mimarlık disiplini açısından şu sorgulamayı yapmamız yaşamsal görünüyor:

Yalan dünyanın çevreci mekanları olabilir mi?

Yanıtı makalenin başında bulabilirsiniz.

NOTLAR:
1Adorno, T., (2005), Minima Moralia, Reflections on a Damaged Life, Verso, New York.
2https://www.newyorker.com/news/our-columnists/the-fifteen-year-old-climate-activist-who-is-demanding-a-new-kind-of-politics erişim tarihi: 26.10.2018.
3Carson, R., (1962), Silent Spring, Houghton Mifflin, United States.
4Dilimize post gerçeklik olarak çevrilen kavram için hakikat sonrası karşılığı da kullanılmakta.
5Tural, N., (2017), “Politik ve Medyatik Post Gerçek: Yeni Bir Kavram, Yeni Bir Dünya”, Varlık, Sayı 1317, s. 4-5. Mayıs 2017.
6Burada Heinrich Hübsch’ün In What Style Should We Build kitabına gönderme yapmakla birlikte konuyu o dönemki mimarlıkta üslup tartışmasına dönüştürmek istemediğimi not etmeliyim.
7Bora, T., (2018), Zamanın Kelimeleri, İletişim Yayınları, İstanbul.

Etiketler:

İlgili İçerikler: