"Alternatif"in Tahayyülü ve Kuir Performativitesi
Kapitalizmin 1970'ler New York'unda yarattığı ekonomik krizin akıbeti, terk edilmiş endüstriyel binaların ve mülkiyetleştirilmeyi bekleyen kent parçalarının belediye tarafından müzayedelerde satılığa çıkartılmasında okunur. Sermaye üretimini ve dolaşımını sağlayan yapıların atıllaşmasını giderecek çözümün, onların değişim değeri üzerinden kurulması mekan ve sermaye politikaları arasındaki ilişkinin tezahürüdür. David Harvey mimarın günlük hayattan türeyen koşullar ve bilinç şekilleriyle toplumsal olarak kurgulanmış bir rol üstlendiğini söyler. Bu yüzden mimar, kapitalist kentleşmenin hem ürünü hem de üreticisidir. Fakat mimar alternatifi tahayyül ederek, farklı olanı arzulayarak, düşleyerek ve düşünerek edimsel bir yolla "konumsallığını" (positionality) ve "mevkilenmişliğini" (situatedness) yeniden üretebilir. Böylesi bir edinimin ve tahayyülün travmatik olaylar ve toplumsal çöküşler içinde vuku bulma potansiyeli, radikal devrimci bir kopuşla değil uzun süreli bir devrim perspektifiyle gerçekleşebilir. Harvey, zihinsel ve bedensel üretimin bölünmüş / parçalı ilişkilerinin derinleşerek gündelik hayatın her alanına sirayet edişinin ancak parçalı yapılar arasında diyalektik bir bağlantı kurularak giderilebileceğini söyler. Fakat alternatifin tahayyülü için "zihinsel cesarete" sahip olmak, kapitalistlerin dünyayı yeniden üretme cesareti ve enerjisi karşısında ne kadar mümkündür? Harvey, bunun için bir mimarı işçi arıdan ayıran "gerçek hareket"e ihtiyaç olduğunu söyler. Onun "beşinci kol" veya "yıkıcı fail" diye tanımladığı bu bozguncu performatiflik ancak kendi uzam ve zamanının tipik sınırlarının ötesinde, daha entegre tarihi-coğrafi değişim süreçlerinin yaratımıyla sağlanır.
New York City'deki, bugün SoHo diye adlandırılan tarihi endüstri alanının, Gordon Matta-Clark'ın da içinde bulunduğu bir grup sanatçı tarafından işgali, 1970'ler New York'unda alternatifi tahayyül etmenin pratiğini sundu. Yaşanılan krizin boşalttığı yapı ve sokaklar, Michel Foucault'nun ifadesiyle "sözü kurutan, sözcükleri yol ortasında bırakan, gramerin olabilirliğini kaynağında sorgulayan, mitlerimizi dağıtan" birer heterotopik mekana dönüşmüştü. Clark'ın sanatının heteroklit boyutunu ayyuka çıkaran o "gerçek hareket" Phillip Johnson'ın yönettiği Institute for Architecture and Urban Resources, Ideal as Model başlıklı sergide gerçekleştirdiği performansta daha net okunur. "Mimarlığın geleneksel dilini reddeden" ve kuşaklarının "devrimci" mimarları olarak anılan Richard Meier, Peter Eisenman, Charles Gwathmey ve Michael Graves gibi isimlerin ancak yüksek alım gücü gerektiren mimari ürünlerinin maketlerinin sergilendiği salonunun pencerelerinin arasına, kentin terk edilmiş, bakımsız yapılarının fotoğraflarını asması ve sonrasında pencere camlarını hedef alarak ateş etmesi, piyasa ekonomisine bağlı sanat ve mimarlık anlayışının, kapitalist düzenin "hayvani enerjiyle" kendini yeniden, durmadan üretmesine karşı saldırgan bir başkaldırıdır.
Harvey toplumsal hayatın anti-kapitalist örgütlenmesi için kapalı ve korumalı bir alternatif olasılığın tahayyülü değil, evrensel failliğin şart olduğunu belirtir. Çünkü her mekansal ve zamansal sabitleme, anti-kapitalist bir ideolojinin ya da pratiğin ürünü olsa dahi kendi iktidar odağını ve hiyerarşisini yaratmakla karşı karşıya kalır. O, tikelden evrensele yönelimde analizlerini bir üst boyuta taşıyarak herhangi bir radikal alternatifin somutlandıkça başarılı olabilmesi için kapitalizmi örnek alması gerektiğini söyler. Kapitalizmin devrimci saiki karşısında oluşturulacak alternatif, ancak onun kadar köklü ve sürekli değişim ile mümkün kılınır. O alternatifin, toplumsal-uzamsal olanın güvenli sabitliği ve yenilikçi esnekliği arasında diyalektik ilişki kurulmasıyla ve "sürekli devrim" yolu ile gerçekleşeceğini söyler. Bu devrimin aktörleri, Harvey'in kolektif kimlikler diye tanımladığı, Butler'ın ise anonim bedenler diye açıkladığını, "militan tikelcilik"e karşı kişisel ve siyasal olanı daha geniş insan eylemi alanına evirecek olanlardır.
"Sürekli devrimi" sağlayacak o hareket, bir performanstan öte; ifade ettiği, dışa vurduğu, ortaya koyduğu şeyi aslında fiilen oluşturduğu için bir performatife dönüşür. Judith Butler bu dönüşümü, bedeni iktidara tabi kılan imleme pratiğini ve onun münferit asimetrik karşıtlıklar üzerine kurduğu cinsiyetlendirilmiş bedenini sorunsallaştırarak ele alır. Butler performativiteye dair kalıcı kimlik denilen fantazmatik etkinin siyaseten zayıf bir inşa olduğunu söylerken, her türlü kimlik siyasetine dayalı tözel edimlerden uzak durulması gerektiğini söyler. Çünkü bedenin imlenerek sınırlandırılması onu neyin teşkil ettiğini tanımlayan tabuları ve kodlamaları normalleştirdiğinden, kimlik üzerine kurulan her siyasi edim, paradoksal bir biçimde iktidar olana tabi kılınır. Öte yandan Butler, evcilleştirilmiş eylem ve devinimlerin aporetik1 yapısı içinde beden mefhumunun, onu münferit kılan sınırlar için tehlike oluşturduğunu söylerken, tahakküm ilişkilerinin kuşatması altında olan bedenin daima parçalanmaya da tabi bir hacim olarak yorumlanması gerektiği tezini savunur.
Clark'ın, anarşist ve mimar dahil olmak üzere her türlü kimliği reddeden bedeni ve sermaye politikalarına saplanıp kalmış New York binalarına yaptığı müdahaleleri hem mimarlığın ontolojik ve epistemolojik temeline, hem de sermaye odaklı üretim politikalarına başkaldırıdır. O, yüzeyleri ve strüktürü üzerinde delme, kesme, yırtma, aralama, koparma işlemlerini uyguladığı binaları ve kentin yapılı çevresinde arta kalmış metaforik boşlukları (1 ft'lik kaldırım parçası, kaldırım taşı ya da oluk gibi mülk edinilmemiş yerler) bir tasarım nesnesi olarak yeniden üretir. Mekan üretimindeki edimleri ve nitelikleri, mimarın faillik sorununu yeniden formüle ederek tersyüz eden Clark, boşlukları sınırlarla tariflemek yerine; yüzeyler üzerinde yarattığı delik, aralık, yırtık tariflerinden boşluklar oluşturur. Onun binalar üzerindeki delme, kesme, aralama, koparma hareketlerinin stratejik birer faillik üretmesi, Butler'ın kimliksiz bedenlerinin kuir performativitesiyle aynı amaçları taşır. Bu yüzden mekanın ve yapısal bileşenlerinin ifşa sürecinin performanstan çok, yüzeyin ötesine geçerek mekanın erişilebilirliğini ve görünürlüğünü sağlıyor oluşu aslında birer performativitedir.
Clark'ın kentin atıl fakat mülkiyetleştirilmeyi bekleyen mekanlarını seçmesinin birer zorunluluk olmasının ötesinde, simbiyotik bir ilişki olarak tanımladığı kabul görme ve beğenilme alanına mesafeli duruşunu da sağlar. Onun yaratmak istediği şey kalıcı ve kataloglanmış bir tasarım nesnesinden öte mekansal sınırların değişkenliği ve geçiciliği üzerinden algıyla oynamaktır. Tahakküm ilişkileri içinde beden veya mekan üzerindeki tüm sabitlemelerin uysallaştırıcı ve uzlaştırmacı yöntemlerine karşı “dinamik hacimler” üretmenin yöntemlerini arar. Clark bunu, boşluk ve yüzey arasındaki ontolojik ilişkinin canlandırılmasıyla yarattığını söyler. Derdi, Butler'ın cinsiyetlendirilerek ayrıksallaşan bedenlerde yaptığı gibi sınırların otobiyografisini ifşa etmektir. Clark beden mefhumunu münferit kılan sınırların zayıflığı gibi mekanı sınırlayan yüzeylerin de narin ve kırılgan olduğunu söyler.
Dokunulmaması gerekene boylu boyunca açılan yırtık, yapının strüktürel otobiyografisini okuturken gözün bir mekandan ötekine aralıksız akan hareketinin yarattığı haz, mekanın fenomenolojisini yeniden üretir. Clark yarattığı yüzey yarıklarıyla mekansal sınırları sağa-sola, yukarı-aşağı esnetir. Münferit asimetrik karşıtlıklar üzerinden tanımlanan iç-dış, yukarı-aşağı, bölücü-taşıyıcı sınırlar üzerinde böylesi bir müdahale, mekanın ontolojisini ve epistemolojisini yeniden üretecek kuir performatifliği üretir. Clark, Art Magazine dergisinde yayınlanan bir söyleşide, kendisine yöneltilen "Mesleğini icra eden bir mimara ve insanlığın sorunlarını çözmekle tüm uzmanlığa taban tabana zıt bir ideolojik konum almanın endişesini duyuyor musunuz?" sorusuna cevaben, monolitik, idealist problem çözmenin, modernitenin uluslararası üslup ile hızla çoğalan meseleleri ve savaş sonrası Amerikan emperyalizminin yarattığı sorunların başarısız birer yöntemi olduğunu söyler.2 Sanatın etik ve estetik sınırlarını zorlayarak sıfırdan var etmek veya yoktan yaratmak yerine mevcut olanın heteroklit boyutunu yeniden üretmek gerektiğine inanır. Bu, hem Butler'ın hem de Harvey'in bir mücadelenin başarısı için gerekli gördüğü "sürekli devrim" hareketinin sabit ve durağan bir kimlik ve performatiflik içinde değil, kendini sürekli üreten altüst edici tekrarını içermelidir. Butler bunun için militan tikelciliğe mesafeli durarak yerel müdahale imkanlarını da olumlamak gerektiğini söyler:
Yapmamız gereken iş her imkanı bir imkan olması nedeniyle yüceltmek değil, halihazırda mevcut olan ama kültürel olarak idrak edilemez veya imkansız addedilen kültürel alanlarda mevcut olan imkanları yeniden betimlemektir. Artık kimlikleri siyasi kıyasın öncüleri olarak sabitlemekten ve siyaseti bir dizi hazıryapım öznenin çıkarlarından türeyen bir dizi pratik olarak kavramaktan vazgeçersek, siyasetin yeni bir biçimlenimi eskisinin enkazından mutlaka doğacaktır.3
Clark konjonktürün mümkün kıldığı altüst edici tasarım stratejisini, sorunsallaştırdığı alan üzerinden kurgularken elbette tasarladığı ürünün ömrünün uzun olmasını ve yıkılmadan kendi mekansal sabitliğini korumasını beklemiyordu. Fakat yaşanılan ekonomik krizin kentin mekanları üzerinde kurduğu tahakküm karşısında, Clark'ın tasarımının nesnesi ya da mekanı kıldığı kentsel parçaları işgal ederek dönüştürmesi anlamlıdır. O, kentin mekansal boşluklarının veya atıl mekanlarının anarşist ve bir o kadar da saldırgan bir yaklaşımla geçirdiği başkalaşımın taşıdığı metaforik anlamı "uygulanabilirliği her zaman düşük düzeyde olan kişisellik, özel mülkiyet ve soyutlama durumuna bir tepki"4 olarak okunması gerektiğini söyler. O'nun "piyasa odaklı sanat dünyasınca marjinalleştirilen ve görmezden gelinen sanatı"5 durağan ve sabit olan kentin terk edilmiş mekanlarının kuir üretiminin karşılığıdır.
NOTLAR:
1 Maduniyet (subordination) bedeni özneleştirirken aynı zamanda onun failliğini de üretir. Butler, maduniyete karşı koyacak herhangi bir çabanın da kaçınılmaz olarak bu maduniyeti baştan varsayıp yeniden üreteceğini söyler. Dolayısıyla bedeni kimlikleştiren iktidar hem madun olmayı hem de direnmeyi içerebilir. Bu formülasyonda iktidar salt özne üzerinde faaliyette bulunan (act on) ve onun varlığı konusunda hüküm veren (enact) şey değil, öznenin etkisiyle ortaya çıkan şeydir. Özneyi üreten ve özneden ve onun failliğinden üreyen iktidar, bu ikirciklilik alanında Butler'a göre hem özneye dışsaldır, hem de tam anlamıyla öznenin mekanıdır.
2 Gordon Matta-Clark. İstanbul: Lemis Yayınları, 2012, s. 66.
3 Judith Butler. Cinsiyet Belası, İstanbul: Metis Yayınları, 2005, s. 241
4 a.g.e., s. 55.
5 a.g.e., s. 1.
KAYNAKÇA:
-Matta-Clark, Gordon. (2012), İstanbul: Lemis Yayınları.
-Butler, Judith. (1997), The Psychic Life of Power: Theories in Subjection, Stanford University Press.
-Butler, Judith. (2005), Cinsiyet Belası, İstanbul: Metis Yayınları.
-Harvey, David. (2002), Spaces of Hope, Edinburgh University Press.
-Foucault, Michel.(1973), The Order of Things: The Archaeology of the Human Sciences, New York.
-Unger, Roberto Mangabeira. (1987), False Necessity: Anti-Necessitation Social Theory in the Service of Radical Democracy, Cambridge Press.
İlgili İçerikler:
-
“Ankara'da İz Bırakan Mimarlar: Kadri Erkman” Kitabı Yayınlandı
-
Dünyanın Kronoplanı
2021 Temmuzunun başlarıydı; BTF’nin (ESOGÜ Mimarlık Bölümü'nün yıllardır süregelen mümbit öğrenci etkinliği Bademlik Tasarım Festivali’nin) davetine nihayet icabet ederek atölye açmayı kabul etmiştim.
-
Anadolu’nun İmarında Yarışmalar: 1930 - 1990 Kitabı Yayınlandı
-
“YILLIK: Annual of Istanbul Studies” İstanbul Odaklı Özgün Yazıları Bekliyor
-
Mimarlar Odası Tarihinden Portreler: Refael Avidor
-
İstanbul Araştırmaları Enstitüsü’nden Yeni Yayın: “Discovering Byzantium in Istanbul"
-
Delta: Suya Yazılmış Bir Proje?
Çalıştığım okulda, Giorgio Manganelli’nin küçük ama patlayıcı eserini, Centuria’yı hiç anmadan Delta adıyla bir öneri getirmeye karar verdiğimde, miladi Eylül 2022’yi gösteriyordu, Centuria İtalya’da çıkalı kırk üç, Türkiye’de yayınlanalı yirmi yıl olmuştu.
-
Mimarlar Odası Tarihinden Portreler: Erdal Aktulga