4.İstanbul Tasarım Bienali yardımcı küratörleri Nadine Botha ve Vera Sacchetti ile "öğrenme biçimi olarak tasarım” konsepti, bienal seçkisi ve kamusal programı üzerine konuştuk.

Ezgi Tezcan: Okullar Okulu, tasarım eğitimini sorgulamayı amaçlayan son derece güçlü bir söyleme sahip. Bienalin kendisinin bir öğrenme süreci olarak tasavvur edilip tasarlandığının sıkça altını çiziyorsunuz. Bunun ardındaki esas motivasyon neydi ve süreç nasıl gelişti?
Nadine Botha: Tasarım eğitimi etrafında gelişecek bir diyalog başlatmak istedik fakat bunu yapabilmek için tasarımın ne için yapıldığını ve neden bu denli çok yapıldığını sorgulamamız gerektiğini fark ettik. Tasarım eğitimi hakkında konuşmak neden önemli? Çünkü tasarım okullarında gün geçtikçe daha fazla tasarım yapıyoruz fakat tasarımın nereye doğru ilerlediğini bilmiyoruz. Bununla birlikte, tasarım eğitiminin ötesine uzanarak eğitim sistemini tümden sorgulamak istiyoruz. Şu anda dünyada büyük değişimler yaşanıyor. Örneğin, daha önce karşılaşmadığımız bir bilgi bolluğuyla karşı karşıyayız, aynı zamanda her şeyin -daha önce sorgulanmamış olguların dahi- teyit edilmesi gerektiği gerçeklik-sonrası dönemde yaşıyoruz. Makineler giderek daha fazla işi devralmaya başladı ve depozitosuz toplumumuz malzemelerle ilişkisini yeniden gözden geçirmek zorunda.

İçerik ve olgulara dayalı geleneksel eğitim evrilmeli ve yeni yetiler, yeni konular ve bilgi bolluğuyla yeni mücadele yolları, gerçeklik-sonrası dönem, akıllı makineler ve malzeme kıtlığı üzerine düşünmeye başlamalı. Judith Sengh’in Akışkan Ölçüler Okulu projesinde ortaya koyduğu gibi, öğrenmek bir şeyin ne olduğunu bilmekten ya da hatırlamaktan çok, başka şeylerle ilişkili olarak nasıl sürekli bir değişim içinde olduğunu anlamaktır. Maksadımız Okullar Okulu’nda bu meseleleri ön plana çıkarmak. Cevaplar ve çözüm reçeteleri tanımlamak yerine sunulan işler aracılığıyla merakı ve tartışmayı teşvik etmek istiyoruz. Çünkü hepimizin bildiği gibi, geleneksel eğitim öğrencilerin nasıl düşüneceklerini öğrenmeleri yerine, öğrencilere ne düşüneceklerini söyleyerek işliyor. Bu nedenle kürasyonda ziyaretçileri etkin katılımcılar olmaya -işlerle yakın ilişki kurmaya, sormaya ve şüphe etmeye- davet ediyoruz, yalnızca sunulanları gerçeklik olarak kabul etmeye değil. Sergide birbiriyle çelişen birçok görüş ve fikir bulacaksınız çünkü bu, şu anda ihtiyacımız olan şey: Dünyayı ileri taşıyacak tek bir fikir ya da tek bir çözüm yolu yok. Bu çoğulluğu ön plana çıkarmaya çalıştık.

Vera Sacchetti: Çoğulluk zamanımızın da temel özelliği. Artık tek bir cevap, tek bir doğru yok. Dolayısıyla, bienalin de bunu yansıtmasını arzuladık. Çağdaş bir iş üretmenin yolu, zamanımızın koşullarına inanmaktan ve ona karşı dürüst olmaktan geçiyor.

ET: “Bir öğrenme biçimi olarak tasarım” konsepti, bienal mekanlarında sergilenen projeler üzerinden de okunabiliyor. Bitmiş tasarım ürünlerinden ziyade süregelen araştırmaların çıktılarıyla karşılaştık çoğunlukla.
VS: Tasarımı bir öğrenme biçimi olarak ele almak, tasarımın ne olması gerektiğine dair esas saydığımız ilkelerden biri. Bienalin küratörlüğünü gerçekleştirirken tasarımın yalnızca bitmiş ürünlerden ibaret olmadığı net bir biçimde gün yüzüne çıktı. Pek çok tasarımcı bitmiş ürün ortaya koyma konusunda kendilerini daha rahat hissediyor çünkü bunu tasarımın amacı olarak görmeye alışkınız. Tasarımın ne olduğunu sorgulama ve bundan şüphe etme fikriyle birlikte belki de tasarımın nihai ürün ortaya koyma amacını da yeniden değerlendirebiliriz. Belki de projelerin sürekli değişen parametrelerle durmaksızın gelişmeleri gerektiği için, tamamlanmamalarında bir sorun yoktur. Tabi ki hala sandalyelere ve masalara ihtiyacımız var, bununla ilgili en ufak bir şüphemiz yok fakat tasarımın rolü bunun ötesine geçmeli. Açık çağrıya gelen sunuşlardan ilhamla bu bienal, birçok tasarımcı ve projenin daha eleştirel, ilişkisel ve spekülatif yönde ilerlediğini gören genişletilmiş bir tasarım kavramı tariflemeye çalışıyor. Bu eğilimler zamana ve mekana sıkı sıkıya bağlıdır, bu nedenle ille de güzel nesneler ortaya koymazlar, onun yerine sergide görüldüğü gibi sorular ve güzel fikirler gibi farklı çıktılar açığa çıkarırlar.

Muğlak Standartlar Enstitüsü - Ölçekler Okulu, Cansu Cürgen ve Avşar Gürpınar
Muğlak Standartlar Enstitüsü - Ölçekler Okulu, Cansu Cürgen ve Avşar Gürpınar
Emek Sonrası Laboratuarı - Bozum Okulu, Ottonie Von Roeder

ET: Tasarım sürecinin odağa yerleşmesiyle yerel topluluklarla ilişkilenen projeler de görüyoruz sergide. Bienalin, oradan öğrenilen bir okul olarak planlanmasıyla tasarımcılar da İstanbul’a gelerek yerel halk ile işbirliği kurma, araştırmalarını yeniden değerlendirme fırsatı buldular, öyle değil mi?
VS: Bu en başından beri, küratöryel ekibin en önemli hedeflerinden biri oldu. Bizim için, bienal herhangi bir yerde var olabilen, dolayısıyla İstanbul’a dayatılmış bir formül olamazdı. Bağlamla etkileşimi bienalin esasını oluşturuyor. Öbür türlü burada, İstanbul’da bir bienal yapmanın bir anlamı olmazdı.

NB: Bu yüzden açık çağrı bizim için bu kadar önemli. Türkiye’de yaşayanların ve çalışanların da bienale katılacağından ve bütünleşeceğinden emin olmak istediğimiz gibi, küratörlerin her zamanki bilindik tasarımcılara, alışılageldik nesne ve projelere dönmemesini de sağlama almak istedik. Açık çağrıya çok fazla başvuru aldık, bu da konunun ivediliğini ve insanların bu konuya duyduğu tutkuyu ortaya koydu. Açık çağrının şekillenmesinde etkili olan fikirlerin bir araya gelmesini sağlayan en baştaki araştırma gezilerimizin sonuç verdiğini gösterdi.

VS: Bu araştırma gezileri İstanbul’un ötesine uzanıyor. Küratör Jan Boelen altı farklı şehirde üniversitelerle, öğrencilerle, öğretmenlerle, uzmanlarla ve diğer pek çok kişiyle görüştü. Açık çağrıya gelen başvurular akın akındı: Yedi yüzden fazla kişi başvurdu. Bu da konunun alakalı olduğunu açıkça ortaya koydu. Aralık ayında projeler ilk hallerini aldıktan sonra küratörler olarak İKSV ve tasarımcılar ile her bir proje üzerinde bağlamı güçlendirmek üzere çalışmalara devam ettik. Bienalden önce de bir yaşamı olan ve bienal sürecinde gelişmeye devam eden projelerden biri Ottonie von Roeder tarafından gerçekleştirilen Emek Sonrası Laboratuvarı. İstanbul’da bir çaycı ile çalışarak çay servis eden bir robot tasarladı. Bu, İstanbul bağlamına özel bir proje. İstanbul bağlamında doğmuş bir proje ise Nur Horsanalı’nın Halletmek adını taşıyan çalışması. İstanbul Bilgi Üniversitesi’ndeki bitirme projesini yeni öğelerle geliştirerek video ve harita ile hayata geçirdi. Bu, Okullar Okulu’nda gündelik çevremizden, sokaktan, diğer insanlardan öğrenme fikrini vurguluyor.

ET: Tüm bienal mekanları, proje seçkisi üzerinden öğrenmenin bir yönünü açıkça ortaya koyuyor. Açık çağrıya gelen başvurular içinden bu seçkiyi nasıl ortaya çıkardınız? Sindirim Okulu ve Zaman Okulu aynı zamanda eş küratörlerle hazırlandı, bunun nasıl bir yardımı oldu?
NB: Esasen açık çağrıda sekiz ayrı tema belirlemiştik ve gördük ki başvuruların hiçbiri yalnızca bir temaya cevap vermekle kalmıyordu. Tüm projeler çoğul, birbirine bağlı temalara karşılık geliyordu. Birkaç küratoryel atölye çalışmasının ardından projeleri eşleştirmeye ve bir eylem noktası etrafında kümelenen proje toplulukları yaratmaya başladık. Örneğin Akbank Sanat’ta bulunan Bozum Okulu, Walter Gropius’un “okul, atölyenin hizmetindedir ve bir gün onun içinde eriyecektir” sözü etrafında, atölyenin fiziksel sınırlarının ötesine taşarak dijital ve kentsel mekana uzanma biçimlerini araştırıyor. Yapı Kredi Kültür Sanat’taki Akışlar Okulu’nda pek çok proje, tasarımın nesnelerin ötesinde ağları ve sistemleri nasıl var ettiğini temsil ediyor. Bu, pragmatik tasarımdan spekülatif, eleştirel ve ilişkisel tasarıma nasıl geçildiğini gösteriyor. Arter’de Dünya Okulu, çağdaş küresel bağlamı araştırıyor. İklim değişikliğini, ekonomik güvencesizliği, savaşı, sürekli kriz halini, kapitalizm ve hayatta kalmayı sorunsallaştırarak çevremizle nasıl yeniden uzlaşacağımızı sorguluyor. Pera Müzesi’nde Ölçekler Okulu yarattığımız bilgi sistemiyle ilgili. “Olgular” dediğimiz para birimi, ölçüler, standartlar, diller ve bunun gibi sayabileceğimiz daha birçok kavram; geniş ölçekli işbirlikleri kurabilmek adına üzerinde uzlaştığımız makul kurgular. Buradaki projeler de bu kurguların ne denli işlevsel olduklarını, öğrenen makineler bunları iyileştirmeden önce yeniden değerlendirmemiz gerekip gerekmediğini sorguluyor. Salt Galata’daki Zaman Okulu ise zihinlerimize, kişisel deneyimlerimize ve bakış açımıza girerek mekanik saatlerle karşılaştırıyor; her şeyin nasıl hızlandığına, bilginin ve düşüncelerin parçalandığına işaret ediyor. Zaman Okulu, eş küratörü Ils Huygens’in Jan Boelen ile Z33’te birlikte çalıştığı araştırmaya dayanıyor. Studio-X’teki Sindirim Okulu ise kolektif bilinçle ilgili. Bilinci yalnızca beyinle değil, mide ve gıdanın derin ekolojisiyle ilişkilendiriyor. Bu okulun eş küratörlüğünü Margarida Mendes üstlendi ki açık çağrıya sunduğu çalışma, serginin ana eksenini tanımlayan başlangıç noktasını oluşturdu.

VS: Mekanların tasarımı çizgisel bir süreç değildi, tümüyle bir öğrenme süreci; bir evrimdi. Belirtmek isterim ki biz de bu süreçten çok fazla şey öğrendik, eş küratörlükten de benzer şekilde. Bu süreç de Ils, Margarida ve bizler arasında gelişen bir iletişim ve öğrenme ortaklığıydı.

ET: Daha önceki bienallerden farklı olarak kamusal programlar da küratöryel ekip tarafından üstlenildi. Dolayısıyla sergiler ve programların birlikte işlediği bütüncül bir yaklaşım görüyoruz. Kamusal programları bienalin bir uzantısı haline getirmektense birlikte ele almanızın amacı neydi?
VS: Tasarım kavramını genişletmeye çalıştığımız gibi, bienal kavramını da “genişletilmiş” olarak test etmeye ve uygulamaya çalıştık. Bienal formatının kendisini sorgulamaya uğraştık. Tabi ki bienalin omurgasını oluşturan bir serginin olması gerekiyordu fakat bu sergi dahi tek mekanda sunulmadı. “Okulların sınıf, sokakların ise koridorlar olduğu” bir yaklaşımla bienal, Beyoğlu’nda altı kültürel kuruma yayılıyor. Yani tipik fiziksel çerçevenin dışına taşıyor. Bienalin kentte birden fazla mekanı işgal etmesi mekansal anlamda çok önemli. Zamansal anlamda ise bienal, zamanla gelişmeye devam ediyor.

Basmakalıp Bir Defter - Zaman Okulu, Commonplace Studio+Jesse Howard+Tim Knapen
Docendo Discimus Instrumantae - Bozum Okulu, Fabb ve Katkıda Bulunanlar
Obje Akademisi - Sindirim Okulu, Gökhan Mura

Kamusal program her zaman bienalin önemli bir parçası oldu. Açılış haftasından bu yana gördüğünüz gibi, her şey aynı zamanda gerçekleşiyor: atölyeler, konuşmalar, sunumlar… Kamusal program farklı formatları test etme peşinde ve uluslararası pek çok konuğa ev sahipliği yaparken yerel topluluklara da ulaşmaya çalışıyor. Biz yerel üniversiteler ve yerelde uygulama içindekilerle işbirliği yaparak diğer izleyicilere ulaşmaya çalışırken açık çağrıya “öğrenen” olarak başvuranlar da bu sayede bienalin bir parçası haline geliyorlar. Herkes başvurabilir ve her şey erişime açık.

Genişletilmiş bienal kavramını desteklemek için, etkinliklerin fizikselliğini de aşıyoruz. Konuşmaların ve tartışmaların dijital ortamda sürmesini sağlayan, bienal süresince makale ve yayınların yükleneceği, bir tür platform gibi işlemekte olan bir web sitemiz var. Burada özellikle tasarım ve tasarım eğitimi konusunda bir dizi fikri bir araya getirmeyi amaçlıyoruz.

Dikkat edilmesi gereken diğer formatlar arasında, şu anda Taksim Meydanı’nda sergilenmekte olan Japon fotoğraf sanatçısı Naho Kubota’nın Mimarlık Okulları işi var ki bunun İstanbul’da oldukça ses getireceğini düşünüyorum. Kubota, Ankara’dan İstanbul’a, beş mimarlık okulunun iç mekanlarını fotoğraflıyor. Ayrıca İstanbul Bilgi Üniversitesi öğrencileriyle de bir atölye çalışması düzenleyecek.

ET: Bienaldeki bazı işler özellikle toplumun kadın emeğine bakışını sorguluyor. Sizin çizili çerçevelerin dışına bakma niyetiniz ve günümüz normlarını sorgulama eğilimlerinizi göz önüne alarak, cinsiyet ayrımı bienalin genelinde de üzerinde dikkatle durduğunuz bir konu muydu?
VS: Basit bir gözlemle, küratöryel ekibin üçte ikisini kadınlar oluşturuyor, yani bu açıkça farkında olduğumuz bir konuydu. Pek çok bienalde işlerin büyük bir kısmı erkeklerce yapılmış oluyor, fakat bu bienalde katılımcıların yarısından fazlası kadın. Ve dediğiniz gibi “kadın işi”, “erkek işi” tanımlarını sorguluyor.

NB: Özellikle kadın katılımcılara ağırlık vermek gibi çabamız olmadı aslına bakarsanız fakat daha ilk anda ne kadar çok kadın katılımcı olduğunu görerek şaşırdık. Günümüzde kadın hareketinin daha sesli ve etkin olmaya başlamasıyla, belki de kadınlar değişen dünyaya uyum sağlamakta daha atik, bağlamsal işler yapmakta daha usta hale geldiler.

ET: Konuşmanın başında, bu süreçte küratöryel ekibin de çok şey öğrendiğini ifade ettiniz. Neydi bunlar?
VS: Ben kesinlikle birlikte çalışmanın yeni yollarını öğrendim. Verili normları ve sistemleri sürekli sorgulamanın ve şüphe etmenin, yeniden çerçevelemenin, yeniden değerlendirme ve öğrenmenin çok yorucu olduğunu da öğrendim. Bu alışık olduğumuz bir şey değil. İyi bir destek ağınız yoksa bu tür bir sürekli sorgulama mümkün değil. Çoğunlukla, diğer insanlardan öğrendim ve diğerlerini duymaya ve dinlemeye istekli olma halini benimsedim.

NB: Çok fazla şey öğrendim ve bunları tek bir sözle nasıl ifade edebilirim bilmiyorum. Benim için en çarpıcı olan eğitim hakkında edindiğim bilgilerdi. Her birimizin hayatında bu kadar geniş zaman alıyor ve yine de hiçbirimiz bir adım geri atıp tüm bunların nereden geldiğini, nasıl inşa edildiğini, üzerimizde ne gibi etkileri olduğunu sorgulamıyoruz. Öte yandan tasarımın pragmatik bir eylem olmanın ötesinde yeni bir şey olmaya geçişini gözlemlemek de çok zihin açıcıydı. Fakat herkesten öğrenmek -hep birlikte, farklı kültürlerle istikrarsız ekonomik zamanlarda çalışmak- bienalin ana çıktısıydı. Bu öğrenme yaklaşımının neler getireceğini bienali kurgularken bilmiyorduk, çünkü sonucu zaten bildiğin bir şeyden ne öğrenirsin? Tüm bunların işbirliğiyle bir araya geldiğini görmek çok güzel.

Etiketler:

İlgili İçerikler: