İstanbul’da doğdu, Saint Joseph Lisesi'ni bitirdi. Lisans eğitimini DGSA(Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi)’da tamamladı. Doktora yeterliliğini İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nden aldı. Halen Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Üniversitesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü'nde yarı zamanlı öğretim görevlisi olarak ders veriyor. Açık Radyo Metropolitika programının yapımcılarından. Radikal, Cumhuriyet gibi gazetelerde yazıları yayınlandı. Yeşil Gazete köşe yazarı.
Korhan Gümüş, imajların gösterenleri üzerinden bir okuma yaparak Taksim Meydanı için açılmış olan yarışmalardan öğrenilenlerle yeni yarışmaların açılabileceğini öne sürüyor.
Post-pandemik dünyada kamusal mekanın üretiminde kutsallıkların terk edildiği yeni bir anlayış geliştirmek mümkün mü?
Korhan Gümüş yazdı: Acil Durum: Yeni Kötü Günlerde Tasarım
Şehrin yaratıcı enerjisini harekete geçiren, kamusal hayatını zenginleştiren, yereli anlamlandıran, katılımı, öğrenmeyi, gelişmeyi teşvik eden, çok-işlevli, dinamik ve canlı kamusal alanlar nasıl tasarlanabilir?
Tepebaşı Meydanı, İstanbul’daki modern belediyeciliğin tarihindeki ilk park uygulamasının gerçekleştiği yer. Şehrin tarihi merkezinde yer alan ve yakın çevresinde kültür merkezleri bulunan bu meydanın onyıllardır bir otopark ve TRT deposu olarak kullanımı İstanbul açısından ne kadar anlamlı?
Eğer mimari kararların da ekosisteminden söz ediyorsak, aradaki farkı ortaya koyan bir mimari eylemsellik, süreci bütünüyle bambaşka bir modele sıçratacak bir kurgulama potansiyeline sahip.
Yaratıcı süreçler narin ve kırılgan uğraşlardır. Bu nedenle siyasal yapılarla, kurumsal bürokrasilerle doğaları gereği farklı türden yönetimsellik biçimleri gerektirirler.
Mark Fisher bir söyleşide şunu söylüyor(du): “Dünyanın sonunu hayal etmenin kapitalizmin sonunu hayal etmekten daha kolay olduğunu söylemek yalnızca bir alternatifin ortaya çıkmasının ihtimal dışı olduğunu düşündüğümüzü beyan etmek değil, kapitalizm dışı bir dünyanın neye benzeyeceğini tahayyül edemeyeceğimiz anlamına da gelir.
Herkesin bildiği gibi kamu müzeleri bürokrasiye bağlıdır. Yönetiminde görece bir süreklilik olsa da, kadrolaşma atamalarla gerçekleşir. Bağımsız bir yürütme organı, küratoryel yapıları yoktur.
Paris'te Notre Dame Katedrali’nin kulesini ve çatısını kül eden büyük yangının daha dumanları tüterken nasıl onarılacağı, hangi yöntemlerin kullanılacağı tartışılmaya başlandı.
Türkiye’de 2005-2012 yılları arasında mimarlık, sanat gibi alanlarda sınırlı da olsa sanki bir bahar havası yaşandı. Şehirler, sokaklar, mekanlar gülümsemeye başladı.
Kamusal alanlardaki dönüşümlerin failleri karşımıza genellikle siyasal şebekelerle olan bağları, sermaye ve güç ilişkileriyle çıkarlar. Yaptıklarını tartışmaya açmaya çabalamazlar.
İktidarla teçhizatlandırılmış tasarım, bir ayrımcılık ve şiddet aracına dönüşür. Kutsallaşır, dünyeviliğini kaybeder. Özne iktidarını inşa etmek için kendisinin tasarlayıcı olduğuna, kurgusunun gerçekliğine inanır.
Şehir yapmanın bilinir iki yöntemi var. Birincisi “Şehrin bir tipolojisi var mı?” sorusuna verilebilecek olumlu cevaptaki gibi: Nasıl binaların bir tipolojisi varsa, şehrin de olabilir.
Yetimhane (Büyükada-Prinkipo Rum Yetimhanesi) gibi hafıza mekanları kitaplara benzetilebilir. Hatta çoğu zaman kitaplardan daha çok bilgi verir. Sürekli kafamızda sorular sormamızı sağlar.
Basında krizin projeleri etkilediğinden söz ediliyor. Gerçek, bu söylenenin tam tersi olmasın? Projeler krize neden olmuş olamaz mı?
Mimari işletim sistemi, Marshall McLuhan’ın meşhur “mecra mesajdır” sözündeki “mecra”ya benzer: Mimarlıkta “mecra mesajdır”.
Mesleki disiplinin alanı sanki çoğu zaman mimarları fiziksel olarak mekanlar, binalar üzerinden konuşmaya zorluyor; insanlar, kimlikler ise mesleki alanın sınırlarının dışında ve ötesinde kalıyor.
4.İstanbul Tasarım Bienali’nin küratörü Jan Boelen şu soruyu soruyor: “Tasarım eğitiminin kendisine dönüp bakmamızın ve onu yeniden ele almamızın, tasarlamanın vakti geldi mi?”
Mimarlığın ortadan yarılmış gibi bir vaziyette olması düşündürücü: Bir tarafta ihyacılar, “aslına uygun yapmacılar”, diğer tarafta modernciler, “yıldız mimarlar”.
Ne tuhaf değil mi? Meydanın bir tarafında bir cami yükselirken tam karşısında Cumhuriyet döneminin simge binası AKM yıkılıyor.
İktidar, siyasetin dışındaki devlet işlemlerinden, işleyişinden destek alır ve onlarsız işleyemez. Bu yüzden iktidarın merkezine yalnızca siyaseti koyarsak, iktidarı anlayamayız.
Eleştiri bir “sökme” tekniği ve mesleki alanın düşünsel, bilişsel alanının bir özelliği olarak görülebilir.
Bilişsel bozulmalar açısından anlamlı bir konu, kültür mirası ya da doğal miras gibi çelişkilerin su yüzüne çıktığı meseleler.
On sene önce, tarafların birlikte durdurdukları proje, şehrin on sene AKM gibi başat bir sanat yapısından mahrum kalmasına yol açtı. Böylece güçlerini ispatladıklarını gösterdiler ama şehir kaybetti.
Yukarıdaki satırlar Narmanlı Hanı ile ilgili olarak yazma anında dile gelen kişisel bir hayali yansıtıyor.
Mekanlarla ilişkimiz de fotoğraflarla kurduğumuz ilişkiye benzer: Mekanlar, eşyalar sahiplerinden, kullanıcılarından bağımsız bir şekilde karşımızda dururlar.
Modern olanı imha süreci, tıpkı bir kitap yakma, sanat eserlerini yasaklama hareketi gibi dalga dalga, kademe kademe her alana yayılarak devam ediyor.
68'in sloganı "her şey politiktir!" Cinsellik, insan hakları, sanat, şehir...
Kasimir Malevitch'in 1926 yılında yayınladığı denemenin başlığı Temsil Edilemeyenin Dünyası’ydı.
Mimarlığın modernliğin üretim koşullarında “uygulamalı bir faaliyet” olarak nitelenmesi, kimi zaman inşa edilmesiyle karıştırılmıştır.
Yıkım çağında yaşıyoruz. Belki Bruno Latour’un dediği gibi gerçekte “biz hiç modern olmadık”, böyle bir toplum düzeni gerçekte hiçbir zaman olmadı.
Taksim Topçu Kışlası, Kabataş’taki Martı gibi projeler bir parça biliniyor ve tartışılıyor ama kamunun yaptırdığı binlerce diğer proje pek fazla bilinmiyor.
Çok zaman önce bir toplantıya katılmak için Polonya'ya gitmiştim. Henüz rejim değişikliği yeni gerçekleşmişti.
İnsan dünyayı tasarlayabileceğini, ona biçim verebileceğini zanneden bir hayvan.
Cercle d'Orient ve Emek Sineması ile ilgili gayrimenkul yatırım şirketinin basın bültenleri dikkatimi çekmişti. Burası (Grand Pera) “yeni nesil” kültür, sanat ve performans merkezi olacaktı.
Şehir içindeki askeri alanların özelleştirilmesinden ve imara açılmasından söz ediliyor. Ancak bu dönüşüm yalnızca şehir içindeki askeri alanlarla sınırlı değil.
Mimarlığın bağımlı bir ilişki mantığı dışına çıkarak sorunların çözümünde etkili olabileceğini göstermeye çalışan Alejandro Aravena ile farklı tipteki gelişme biçimleri yaşayan şehirlerin süreç içinde karşılaştırmalı olarak nasıl dönüştüğünü sorgulamaya çalışan Ricky Burdett ekibinin çalışması arasında bir bağ kurulabilir mi?
İstanbul'da değerli-değersiz, sağlam-çürük her türlü yapının bir anda çöpe dönüştüğü dönemlerde kıyı dolgularının da artması bir tesadüf değil.
Ferdinand de Saussure'ün geçen yüzyılın başında Cenevre'de verdiği derslerin notlarından öğrencileri tarafından derlenen “Genel Dilbilim Dersleri” başlıklı kitabın o zamana kadar yaygın kabul gören platonik gösterge kuramıyla bir kopuş yarattığı söylenebilir.
Öğrenciliğimde alternatif yerleşim pratiklerinden söz edince “O zaman projeni çiz getir, görelim” derlerdi, hocalarımız. Rolleri icabı “çarpık” dedikleri şehirleşmenin kendi yöntemleriyle düzeltileceğine inanırlardı.
“Total tasarım” düşlerinin temel paradokslarından biri de başlangıç aşamasında yalıtılmış bir alanda iş görmesiydi. İktidar güçlerinin ürettiği “disiplinci zeka” şehirlerin çok az bir bölümünü, daha çok altyapısal diyebileceğimiz ulaşım, altyapı, gaz-enerji dağıtımı, güvenlik gibi alanlarını kontrol edebiliyordu, yalnızca.
Evet, çocuklar bile güler bu oyuna. Belki haberiniz olmuştur: İstanbul’un Çevre Düzeni Uygulama Planları yapılıyor.
Nasıl oldu da “makine kırıcıları”na kadar uzanan ütopik sosyalist hareket, 20. yüzyıl başında siyaseti, eğitimi, sosyal hayatı, sanatı, mimarlığı bütünüyle dönüştürecek bir güç haline geldi?
Hakim tarihsel mirası koruma paradigmasının, İstanbul'un binlerce yıllık geçmişinin izlerini okuma uğraşını kendi kamu yararını temsil eden bir topluluğun itaat edilmesi gereken bir dogmasına dönüştürmesi sonucunda İstanbul ayrıcalıklı piyasa güçleri tarafından işgal edilen (korumasız) bir şehir kalıntısı halini aldı.
Sanayi yapıları kimi zaman modern mimari için bir esin kaynağı olmuştur. Bu tür yapılarda üretim koşulları gibi belirleyiciler yanında, klasik mimarlık kanonları ile bir yaklaşım farkı hemen göze çarpar.
Temsil tekniklerinin mimarlığın profesyonel alanında oynadığı rolün önemi tartışılamaz. Modern olmayan mekanda temsilin böylesine bir rolü yok, metaforlar aralarında bir hiyerarşi olmadan, asimetrik olmayan bir ilişki içinde yer alıyorlar.
Büyükada Cami projesi uzun zamandır kamuoyunun gündeminde yer tutuyor. “Çarşı Camisi” (Havva Özen Camisi) olarak adlandırılan ve bir hayırsever tarafından bir apartmanın dönüştürülmesi ile oluşturulan caminin özellikle Büyükada’ya gelen ziyaretçiler nedeniyle ihtiyacı karşılamadığı açık.
Sıra geldi Atatürk (Unkapanı) Köprüsü’ne. Unkapanı ile Azapkapı arasına daha önce de köprüler yapılmış. Şimdiki köprü, Atatürk (Unkapanı) Köprüsü, Atatürk Bulvarı’nın açılmasıyla birlikte 1940’lara doğru inşa edilmiş.
Tophane-i Amire binasında yer alan "Mimar Sinan: Bir Mimari Dehanın Şaheserleri" başlıklı sergiye uğradım.
Fransa’nın Cannes kentinde düzenlenen ve 93 ülkeden 500 yatırımcının ve 20.000’den fazla ziyaretçinin katıldığı dünyanın en büyük gayrimenkul fuarı MIPIM’in açılışında gerçekleştirilen basın toplantısında konuşan İstanbul Ticaret Odası (İTO) Başkanı İbrahim Çağlar "Nasıl ki Nuri Bilge Ceylan, Cannes Film Festivali’nin en görkemli filmlerini yapıyorsa biz de MIPIM Fuarı'nın en görkemli katılımcısıyız.
Eğer safça, "Hadi açıkça söyleyin bakalım, bunları yaparken aklınızdan ne geçiyordu?" diye sorsanız akıllarından geçirip de söylemedikleri şuydu:
Onu icad edenler, erişilebilir kılanlar, arzu nesnesi haline getirenler, sürekli yeniden tasarlayarak moda sistemine dahil edenler onun başına böyle bir şeyin geleceğini herhalde hiç hayal etmemişlerdi.
Taksim’den sonra karşımıza Beşiktaş meydan düzenleme projesi tekrar çıktı. Bu proje de tıpkı diğeri gibi, neredeyse bir çeyrek asırdır Büyükşehir Belediyesi’nin tozlu raflarında bekliyordu.
"Azınlık" mülklerinin bir bölümüne devlet el koymuştu. Bir çoğuna da şimdiye kadar imar, onarım izni bile verilmiyordu (bu keyfi yasağa yakından tanık oldum).
Galeri Mana’da açılan “Bizi Romalılar ve Yunanlılardan Kim Kurtaracak” başlıklı sergi ilham kaynağım oldu. Belki benim başlığım “Bizi Modernleşmecilikten Kim Kurtaracak” gibi bir şey olabilirdi.
Camialtı ve Taşkızak Tersaneleri, Özelleştirme İdaresi tarafından Temmuz 2013 tarihinde bir turizm şirketine verildi.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, Taksim Meydanı için hazırlanan kentsel tasarım projesini açıkladı. Proje seçimlerden önce ihale edilecekmiş.