Bir Kültür Eleştirisi Adolf Loos: Mimarlık Üzerine

DENİZ BALIK

Yüzyılı aşkın bir süredir, Avusturyalı ve Çekoslovak mimar ve kuramcı Adolf Loos’un (1870-1933) sosyal, kültürel, sanatsal ve ekonomik yönden okunmaya elverişli yazıları ve konuşmaları, mimarlık literatüründe çok geniş perspektifte ele alınıp yorumlanmaktadır. Alp Tümertekin ve Nihat Ülner tarafından Türkçe’ye çevrilerek detaylı bir önsözle 2014 yılında basılan Adolf Loos: Mimarlık Üzerine adlı kitap, Loos’un Ins Leere Gesprochen – Aufsätze aus den Jahren 1897-1900 ve Trotzdem - Aufsätze aus den Jahren 1900-1930 adlı iki kitabından seçilen mimarlık üzerine makalelerinden derlenmiştir. Türkçe kitaba paralel bu yazı, Loos’un çağdaşı ve öncülü mimar ve kuramcılara ek olarak biraz da Loos tartışmalarında pek bahsedilmeyen kaynakların ışığında onun düşünceleri üzerine küçük bir kesit sunar.

MASKE
Yazılarında yoğun biçimde kültür eleştirisi yapan Loos, modern insanın maskeye ihtiyacı olduğuna sıklıkla değinir. Bu maske, modern toplum içinde dikkat çekmeyen ve bireyselliği gizleyen sade ve modern İngiliz giyim tarzı için kullanılan bir metafordur. Konut da bir anlamda maske gibidir; dışı, içini korur ve gizler. Çünkü Loos’a göre, dışı topluma, içi ise kullanıcılarına aittir. Bu nedenle bir binanın dış yüzeyleri süslemesiz ve yalın, iç mekanları ise içinde yaşayanların zevkine uygun şekilde tasarlanmalıdır.

Bu noktada, Loos’un “Kaplama İlkesi” (Das Prinzip der Bekleidung, 1898) adlı önemli yazısına değinilebilir – ki bu yazının çevirisi, kitapta “İnşaat Malzemeleri” yazısından sonra eklenebilirdi –. Loos’un ortaya attığı kaplama ilkesine göre mimarlıkta kaplama ve örtü, strüktür sisteminden önceliklidir. Kaplama malzemesi, taşıyıcı sistemi gizleyerek yüzeyleri, hacmi örterek ise mekanı oluşturur. Ancak, yazıda önemle vurgulandığı üzere altındaki malzemenin doğasını taklit edecek renkte boyanmamalıdır.1 Bu bağlamda da mimarlık kuramcısı Hilde Heynen’in yorumladığı gibi, kaplama malzemesi, bir maske olarak fark edilebilen bir maske olarak tanımlanabilir.2

Loos’un da yazısında atıfta bulunduğu üzere kaplama kuramı, on dokuzuncu yüzyıl Alman mimarı ve mimarlık kuramcısı Gottfried Semper için kritik bir noktadadır. Mimarlığın Dört Öğesi (Die vier Elemente der Baukunst, 1851) ve Teknik ve Tektonik Sanatlarda Üslup (Der Stil in den technischen und tektonischen Künsten oder praktische Ästhetik, 1860-63) adlı kitaplarında detaylı açıkladığı kaplama prensibi (Bekleidungsprinzip) ile Semper, tekstil malzemesinin, duvar elemanının öncülü olduğunu savunur.3 Semper de Loos gibi, mekanı oluşturan ana elemanın kaplama malzemesi olduğunu, strüktürün mekan oluşumuyla doğrudan bir ilişkisinin bulunmadığını öne sürer. Semper’in kaplama prensibi, Loos’un çağdaşı Otto Wagner’in mimarlığında maske metaforu aracılığıyla somutlaşır. Wagner’in tasarladığı cepheler, kentliyle iletişim kuran düşey örtüler olarak okunabilir. Örneğin, mimarlık tarihçisi Ákos Moravánszky, Postsparkasse binasında metal elemanlarla bağlanarak dikkatlice detaylandırılan mermer cephelerin ve Majolikahaus binasında da düz ve iki boyutlu bir yüzey etkisi oluşturacak şekilde kaplanan seramik yüzeylerin strüktür sistemini gizleyerek hafiflik hissi verdiğini belirtir; diğer taraftan Loos’un bunları “dövmeli cepheler” olarak göreceğini de ekler.4

adolf loos, rufer evi, viyana, 1922 (fotoğraf: deniz balık)
adolf loos, goldman & salatsch binası (looshaus), viyana, 1911 (fotoğraf: deniz balık)
en solda: otto wagner, postsparkasse, viyana, 1912 (fotoğraf: deniz balık)
wagner, majolikahaus, viyana, 1898 (fotoğraf: deniz balık)
adolf loos, knize giyim mağazası, viyana, 1910 (fotoğraf: deniz balık)

SÜS
Süs konusunda en çok başvurulan ve doğru ya da yanlış yorumlanan yazısı “Süsleme ve Suç”ta Loos, vücuda yapılan dövmelerden söz ederken dövme ve kriminoloji arasında kurduğu yakın ilişkinin yanı sıra, dövmenin on dokuzuncu yüzyıl aristokratları arasında moda haline gelmesine de üstü kapalı olarak değinir. Döneminin ünlü Japon dövme ustası Hori Chiyo, İngiltere kralı V. George’un vücuduna dövme yaptıktan sonra Avrupa’nın diğer kraliyet ailesi üyelerinin de dövme yaptırmaları uzun sürmez. Buna paralel olarak, Loos şöyle yazar: “Kendine dövme yaptıran modern bir insan ya caninin ya da soysuzun tekidir. Bazı hapishanelerdekilerin %80’i dövmelidir. Dövmeli olup hapiste olmayanlar da, ya latent cani ya da yozlaşmış aristokratlardır.”5 Bu konuya kriminoloji ve moda ekseni dışından bakılırsa, dış görünüme ait olan dövmenin, bireyselliği vurguladığı ve görünür bir temsiliyet biçimi olduğu için Loos’un modernite fikrine ters düştüğü söylenebilir.6 “Mimarlık” yazısında belirttiği çok net iç ve dış ayrımı, bir anlamda, dövmenin dış yüzeylerde yer almasını değil, iç mekanlara yansıtılmasını öngörür. Başka bir deyişle, ev sakinlerinin bireyselliklerini, dövme gibi dışarıda bariz bir biçimde değil, iç mekanlarda kullanılan malzeme, doku ve kişisel eşyalarla kendini göstermesini önerir. Benzer şekilde mimarlık tarihçisi Joseph Rykwert, yirminci yüzyıl yapıları üzerinden süsün eleştirel okumasını yaptığı “Süs Suç Değildir (Ornament is no Crime, 1975)” adlı yazısında, Loos’un mimari zevk anlayışının, yapının detaylarıyla değil, bütün kütlesiyle ilişkili olduğunu belirtir. Rykwert’ın vurguladığı üzere, Loos’a göre medeni bir tasarımcı, aklına ve duyularına hitap eden bu zevki, nesnelerin süssüz ve düz dokusuyla ifade eder.7

Medeniyet ve modernite fikrinin devamı olarak Loos, mimarlık ve ürün tasarımından giyim kuşama ve Alman diline kadar hayatın her alanında süsün emek, para, sağlık ve zaman israfı olduğunu savunarak tabulaştırılması için çok uğraşmıştır8 Süs kullanımının kültürel yozlaşmayla sıkı sıkıya bağlantılı olduğunu vurguladığı en bilinen eserinin “Süsleme ve Suç” olmasına karşın süslemeyi reddettiği ilk yazısını ondan on yıl önce yazar. Boşluğa Konuşmalar (Ins Leere Gesprochen) kitabındaki “Lüks Araç (Das Luxusfuhrwerk)” adlı bu yazıda, süslemeyi hata olarak tanımlar ve ilkel toplumlarla özdeşleştirir: “İnsanların kültür düzeyi ne kadar düşükse süsleme ve dekorasyonla kurduğu ilişki o kadar abartılı hale gelir ... Güzelliği süslemede değil, yalnızca formda aramak, bütün insanlığın gayret ettiği amaçtır”.9 Aynı yıl, giyim kuşam üzerine kaleme aldığı “Erkek Modası (Die Herrenmode)”, “Kadın Modası (Damenmode)”, “Erkek Şapkaları (Die Herrenhüte)” ve “Ayakkabı Üreticileri (Die Schuhmacher)” gibi bir dizi yazıda, işlevsel ve sade tasarımları över. Bununla birlikte, nasıl giyinmeleri gerektiği konusunda Avusturyalıları bilgilendirmek için 1903’te – yalnızca iki sayı da olsa – Öteki (Das Andere) başlıklı gazeteyi çıkartır. “Süsleme ve Suç”u yazması, 1893’te çıktığı üç yıllık Amerika Birleşik Devletleri gezisinde karşılaştığı Chicago Okulu mimarlığıyla, Louis H. Sullivan’ın morfoloji analizi yaparak kaleme aldığı “Mimarlıkta Süsleme (Ornament in Architecture, 1892)” adlı makalesiyle ve 1908’de Viyana’da iç mekanı Josef Hoffmann tarafından tasarlanmış bir dekoratif sanatlar sergisiyle bağlantılıdır.10 Öte yandan, çağdaşı olan kuramcıların yaptığı gibi modernite üzerine günlük yaşamdan edindiği izlenimleri aktarmak yerine, belli bir modernite görüşünü Viyana’ya dayatmaya çalışması, Loos’a getirilen önemli eleştiriler arasındadır.11

Süsleme ve modernizm konusunda çok az başvurulan kaynaklardan biri, Alman sosyolog Georg Simmel’in “Süs (Exkurs über den Schmuck, 1908)” adlı yazısıdır. Ancak, “Süsleme ve Suç” ile aynı tarihte yayımlanmış olması açısından, süs ve bireyselliği tartışan bu yazının üzerinde durulabilir. Yazısında süsü mücevher, dövme ve giysi kapsamında tartışan Simmel’e göre süs, tam da Loos’un entelektüel gücü temsil eden süssüz bireyine karşı olarak, sosyal gücü ve kişisel itibarı temsil eder. Süsün gereksiz olma özelliği ise kişiyi görsel anlamda odak noktası haline getirir.12 Bu bakış açısıyla süs, gösterişin aracıdır ve de işlevsiz olmaya yazgılıdır.

Süsün işlevsizliği tartışmasına Alman felsefeci Theodor Adorno, estetik, kullanışlılık ve amaç kavramları üzerinden katılır. 1965 Ekim’inde yaptığı “Bugün İşlevselcilik (Funktionalismus Heute)” adlı konuşmasında, Bauhaus ve Loos’un süs eleştirisinden yola çıkar. Adorno’nun savı, Karl Marx’ın işbölümü ve meta eleştirisine ve Immanuel Kant’ın sanatta özerklik kavramına dayanarak işlevselciliğin gereklilik ile sıkı bağlantısını tartışır.13 Adorno’ya göre bir eser, gereklilik ve gereksizliğin geriliminden doğar; amaçlı ve amaçsız olan, eserde iç içe geçer. Dolayısıyla günümüzde işlevsel olan ya da sembolik anlam taşıyan bir şey, daha sonra fazlalık ya da süs olarak tanımlanabilir.14

SEYİRLİK NESNE
Seyirlik nesne olarak mimarlığın eleştirisi, Loos’un yazılarında oldukça belirgindir. “Zavallı Zengin Adamın Öyküsü” adlı ironik yazısında Loos, bir binanın iki boyutlu görsel temsiliyetinin yarattığı estetiğe değil, içinde yaşayanların karakterlerini ve alışkanlıklarını destekleyecek biçimde tasarlanan üç boyutlu mekan kurgusunun konforuna ve ergonomisine önem verdiğini belirtir. Bu savını destekleyen “Tutumlu Olmak Üstüne” adlı yazısında, tasarladığı iç mekanların, kullanılan malzeme ve dokular aracılığıyla beş duyuyla deneyimlenmesini istediğini açıklar. İç mekan atmosferine verdiği önem, on dokuzuncu yüzyılın sonunda Alman felsefeci Ernst Mach ve psikolog Theodor Lipps’in ortaya attığı yeni duyusal anlayışlarla karşılaştırılabilir. Lipps’ten Wilhelm Worringer’a uzanan empati (Einfühlung) kavramı ve Mach’ın Viyana Çevresi’ni etkileyen neo-pozitivist yaklaşımı, nesnelerin duyulara dayalı veriler olarak çözümlenmesi fikrine dayanır ve Loos’un duyusal deneyim beklentisiyle örtüşür.

Loos’un eleştirisi, nesnelerin temsiliyet değerlerinin, asıl anlamlarının önüne geçmiş olmasıdır. Bu nedenle de Art Nouveau ve Secession mimarlığının, dövmenin, renkli kostümlerin sembolik ve bireyselci diline karşı çıkar. “Potemkin Şehri”nde, karton malzeme kullanılarak yalnızca bina cephelerinin oluşturulduğu sahte bir kenti metafor olarak kullanır ve hem güzel hem de lüks görünmesi için pahalı malzemelerin ucuz taklitleriyle inşa edilen Viyana binalarını eleştirir. Benzer bir değerlendirmeyi, “Mimarlık” ve “Tutumlu Olmak Üstüne” adlı yazılarında da yaparak mimarlığın grafik sanatına indirgendiğini, fotoğrafın da insanları gerçeklikten saptırdığını yazar. Gerçekliğin yerine geçen gösterişli iki boyutlu temsiliyeti, mimarlık ürününü tüketim nesnesine ve seyirlik nesneye dönüştürür. Bu tartışmadan yola çıkarak, bina cephelerinin seyirlik yüzeylere dönüştüğü ve medyada “dijital virtüözlük” gösterisi haline geldiği günümüz mimarlığında Loos’u hatırlamak önemli olabilir.

KAYNAKÇA

-Theodor Adorno, “Functionalism Today”, içinde Rethinking Architecture: A Reader in Cultural Theory, ed. Neil Leach, London, New York: Routledge, 1997, ss. 5-18.
-Deniz Balık, Deciphering Ornament: Discourses and Thresholds in Architectural History, Viyana: Phoibos, 2015.
-Hilde Heynen, Mimarlık ve Modernite: Bir Eleştiri, çev. Nalan Bahçekapılı ve Rahmi Öğdül, İstanbul: Versus Yayınları, 2011.
-Adolf Loos, “Foreword”, içinde: Spoken Into the Void: Collected Essays 1897-1900, Cambridge, Londra: The MIT Press, 1982, ss. 2-3.
-Adolf Loos, “The Luxury Vehicle”, içinde: Spoken Into the Void: Collected Essays 1897-1900, Cambridge, Londra: The MIT Press, 1982, ss. 39-43.
-Adolf Loos, “The Principle of Cladding” içinde: Spoken Into the Void: Collected Essays 1897-1900, Cambridge, Londra: The MIT Press, 1982, ss. 66-69.
-Adolf Loos, “Süsleme ve Suç”, içinde: Adolf Loos: Mimarlık Üzerine, çev. Alp Tümertekin ve Nihat Ülner, İstanbul: Janus Yayıncılık, ss. 161-172.
-Ákos Moravánszky, “The Aesthetics of the Mask: The Critical Reception of Wagner’s Moderne Architektur and Architectural Theory in Central Europe” içinde Otto Wagner: Reflections on the Raiment of Modernity, ed. Harry Francis Mallgrave, Santa Monica: Getty Center, 1993, ss. 199-239.
-Can Onaner, “Süsleme ve Şehvet”, Doxa, No. 9, 2010, ss. 118-123. b
-Joseph Rykwert, “Süs Suç Değildir”, çev. Zeynep Tuna Ultav ve Ufuk Ersoy, Ege Mimarlık, Nisan 2010, ss. 20-27.
-Gottfried Semper, Style in the Technical and Tectonic Arts; or Practical Aesthetics, çev. H. F. Mallgrave ve M. Robinson, Los Angeles: Getty Publications, 2004.
-Georg Simmel, “Adornment” içinde: The Sociology of Georg Simmel, trans. Kurt H. Wolff, New York: The Free Press, 1950, ss. 338-344.
-Janet Stewart, Fashioning Vienna: Adolf Loos’s Cultural Criticism, London, New York: Routledge, 2000.

NOTLAR:

1 Adolf Loos, “The Principle of Cladding” içinde: Spoken Into the Void: Collected Essays 1897-1900, Cambridge, Londra: The MIT Press, 1982, ss. 66, 68.
2 Hilde Heynen, Mimarlık ve Modernite: Bir Eleştiri, çev. Nalan Bahçekapılı ve Rahmi Öğdül, İstanbul: Versus Yayınları, 2011, s. 110.
3 Gottfried Semper, Style in the Technical and Tectonic Arts; or Practical Aesthetics, çev. H. F. Mallgrave ve M. Robinson, Los Angeles: Getty Publications, 2004, s. 248.
4 Ákos Moravánszky, “The Aesthetics of the Mask: The Critical Reception of Wagner’s Moderne Architektur and Architectural Theory in Central Europe” içinde Otto Wagner: Reflections on the Raiment of Modernity, ed. Harry Francis Mallgrave, Santa Monica: Getty Center, 1993, ss. 212, 220, 229.
5 Adolf Loos, “Süsleme ve Suç”, içinde: Adolf Loos: Mimarlık Üzerine, çev. Alp Tümertekin ve Nihat Ülner, İstanbul: Janus Yayıncılık, s. 162.
6 Can Onaner, “Süsleme ve Şehvet”, Doxa, No. 9, 2010, s. 121.
7 Joseph Rykwert, “Süs Suç Değildir”, çev. Zeynep Tuna Ultav ve Ufuk Ersoy, Ege Mimarlık, Nisan 2010, s. 21.
8 Loos, Spoken Into the Void: Collected Essays 1897-1900 adlı kitabının önsözünde, kitabın Almanca baskısında isimlerin baş harflerini büyük yazma geleneğini bir yana bıraktığını açıklar. Alman dilini barbarca bir konuma yerleştiren bu alışkanlık, Loos’a göre gereksiz bir süsten fazlası değildir, çünkü hiç kimse düşünürken büyük ve küçük harf ayrımı gütmez. Adolf Loos, “Foreword”, içinde: Spoken Into the Void: Collected Essays 1897-1900, Cambridge, Londra: The MIT Press, 1982, ss. 2-3.
9 Adolf Loos, “The Luxury Vehicle”, içinde: Spoken Into the Void: Collected Essays 1897-1900, Cambridge, Londra: The MIT Press, 1982, s. 40.
10 Deniz Balık, Deciphering Ornament: Discourses and Thresholds in Architectural History, Viyana: Phoibos, 2015, s. 25.
11 Janet Stewart, Fashioning Vienna: Adolf Loos’s Cultural Criticism, London, New York: Routledge, 2000, s. 178.
12 Georg Simmel, “Adornment” içinde: The Sociology of Georg Simmel, trans. Kurt H. Wolff, New York: The Free Press, 1950, ss. 339-340, 343.
13 On sekizinci yüzyılın sonunda Kant’ın Yargı Yetisinin Eleştirisi (Kritik der Urteilskraft, 1790) kitabına kadar, mimarlıkta süsleme, erdemlilik, hakikat, iyilik ve yücelik gibi kavramlarla beraber anılıyordu. Kant’tan sonra gerçekleşen kırılma ise süsü etik ve kutsal niteliklerden arındırarak yalnızca estetik ve görsel alana yerleştirdi. On dokuzuncu yüzyılda da ilk kez süsün gereksiz olup olmadığı tartışıldı. Deniz Balık, Deciphering Ornament: Discourses and Thresholds in Architectural History, Viyana: Phoibos, 2015, s. 16.
14 Theodor Adorno, “Functionalism Today”, içinde Rethinking Architecture: A Reader in Cultural Theory, ed. Neil Leach, London, New York: Routledge, 1997, s.6

Etiketler:

İlgili İçerikler: