Bir Labirentin İzinde

DİRİM DİNÇER

Dünyada bırakılmışların, insan ve kurumların, ışık ve hayallerin eşlik ettiği Louis Kahn, mimarın ötesinde bir figür. Dirim Dinçer, Pera Müzesi’ndeki Louis Kahn’a Yeni/den Bakış: Cemal Emden’in Fotoğrafları-Çizimler ve Resimler sergisine dair yazdı.

“Erzen: Siz aynı zamanda Corbusier ile çalıştınız ve biliyoruz ki Kahn, Corbusier’ye hayrandı. Onun Corbusier ile ilişkisi nasıldı?
Doshi: Kahn, Corbusier’ye gurusu olarak bakıyordu.
E: Ama ikisi çok farklılar?
D: İyi bir havari guruyu taklit etmez, kendi yoluna gider.
E: Yaklaşımları çok farklı?
D: Ben Kahn’ı bu nedenle buraya davet ettim.
Philadelphia’ya ders vermeye gittiğimde, …hepsi Corbusier hakkında konuşmamı istiyorlardı. Ama Kahn çok farklıydı, onunla çok yakın dost olduk. Hoşuma giden, bu iki mimarın birbirinden son derece farklı oluşu idi, fakat ikisi de son derece duyarlıydı. …Biri Roma’ya bakıyor, orada olanları görüyor ve her şeyin temelindeki özü arıyor, saf geometrilerle ilgileniyordu; öteki ise her zaman geometriyi bozuyor ve hep kendini yeniden keşfediyordu. O (Kahn) geldi ve biz hep onu dinledik, çünkü bir Hintli gurunun konuştuğu gibi konuşuyordu. 1

Guru, aynı zamanda havari. Balkrishna Doshi’nin Jale Erzen ile söyleşisi sırasında kendisine yakıştırdığı bu kelimeler, Louis Kahn’ın çok sıfatlı kimliğine hassas, incelikli ve anı yüklü bir ekleme. Ve bir o kadar da tanıdık. Louis Isadore Kahn ya da Parnu’da doğduğu ismiyle Itze-Leib Schmuilowsky, 20. yüzyılın yetmiş üç yılını dolduran hayatı ve görece geç gelen şöhretiyle, mimarlık tarihine “derin bir iz bırakmış bir mimardan” çok daha fazlası kuşkusuz. Yaşadığı dönem, tüm geçişleriyle, mimarlık disiplininin kült metinlerinin, yapılarının, karakterlerinin izini sürebilmek için tartışma götürmez biçimde verimli de olsa Kahn’ı biricik kılan daha çok “kelimeler”. Onun sarf ettiği, onun için sarf edilmiş olanlar… Ya da tek bir kural, tek bir yapı, tek bir çizim, tek bir kitap, tek bir aforizma… Herhangi bir tekil odakla anlaşılamayacak kadar karmaşık, hatta göz korkutucu bir yanı olması; bir yerden anlamaya başlamak için dahi herhangi bir hayalinin içine girmek zorunda hissetmek.

Salk Biyolojik Araştırmalar Enstitüsü, La Jolla, Kaliforniya, Louis Kahn, Cemal Emden
Salk Biyolojik Araştırmalar Enstitüsü, La Jolla, Kaliforniya, 1659-1965; fotoğraf: Cemal Emden
Serginin kurucu öğesi mekansal video
Serginin kurucu öğesi mekansal video
Louis Kahn’ın teknik çizim ve eskizlerinin karşılıklı yer aldığı koridor, fotoğraflar: Pera Müzesi

Onu bir nevi keşfetmek için dünyada bıraktıklarının, gerçekleşmiş hayallerinin peşine düşerek, onunla bir tür iletişim kurmaya çalışanlardan biri de oğlu Nathaniel Kahn’dı. 2003 tarihli Benim Mimarım: Bir Oğlun Yolculuğu2 belgesel-yüzleşmesi, oğul için ne kadar işe yaramıştır bilinmez ama sanki Louis Kahn’ı uzak bir yıldız olmaktan çıkarır, tam da bu çok kişisel kelimelerin odağına yerleştirir, insanileştirir. O anıtsal yapıların arkasındaki hikayeyi aralar, mimarı hikayenin kurucusu kimliğinden arındırarak paydaşı haline getirir. Bu denli şöhretli bir mimar olmasına rağmen yapıları kullanıcısıyla eşit seviyededir sanki. Bangladeş’teki Ulusal Meclis Binası için “bize demokrasi verdi” sözünün geçtiği bölüm örneğin, Kahn’ı beklenmedik bir şekilde kahraman-mimar söyleminden öteye götürür; insan ve kurum odaklı bakış açısının da belki etkisiyle, paydaşların onunla kurduğu iletişimin kuvvetiyle, derinliğiyle etkiler.

Hakkında sarf edilmiş, belki de en çarpıcılarından bir kelime topluluğu, Pera Müzesi’nin üçüncü katında, bir duvarda duruyor şu sıra: “Mimarlığın parlak bir dönemiydi ama dünya mimarlığının kalbi Philadelphia’daydı. Çünkü Louis Kahn oradaydı.”3

Bu sözler, küratörlüğünü Müge Cengizkan’ın, sergi tasarımını Bülent Erkmen’in yaptığı Louis Kahn’a Yeni/den Bakış: Cemal Emden’in Fotoğrafları - Çizimler ve Resimler sergisinde, duvara yerleştirilmiş beş ekrandan birinde, kendi “Kahn deneyimi”ni anlatan, mimarın hem öğrencisi hem de çalışanı olmuş Gönül Aslanoğlu Evyapan’a ait. Dönemin ne kadar parlak olduğunu yeniden hatırlamak için yine Nathaniel Kahn’ın filmine dönüp, babasını dinlediği isimlere bir göz atarsak hayli şöhretli bir masaya oturuyoruz: Phillip Johnson, I.M. Pei, Frank Gehry, Anne Tyng, Moshe Safdie… Ve filmde göremediğimiz, aslında tanışmamış oldukları halde Kahn’ın hayran olduğunu Doshi’nin sözlerinden de anladığımız, Le Corbusier ya da doğduğu adıyla Charles-Edouard Jeanneret.4

Görece az yapıtı hayata geçmiş olan Kahn’ın 1924’te Pensilvanya Üniversitesi Güzel Sanatlar Okulu’ndan mezun oluşuyla başlayan kariyeri, kendisi ve içinde yaşadığı coğrafya için fırsat yaratmaktan yoksun bir döneme denk düşüyor: Başlangıcı 1929’a işaretlenen, etkilerini ise 1930’lu yıllar boyunca gösteren, 50 milyon kişinin işsiz kaldığı Büyük Buhran dönemi. 1947’de kendi ofisini açmadan önce, ortak çalışmalar yürütmüş Kahn; 1930’lu yıllarda yoğunlaştığı konut çalışmalarını kendi kurduğu Mimarlık Araştırmaları Grubu ile yürütürken 1940’ların ortalarından itibaren kişisel kariyerinde önemli yeri olan birkaç yapıda Anne Tyng’in de imzası bulunuyor.

Bangladeş Ulusal Parlamentosu, Dakka, Bangladeş, 1962-83; fotoğraf: Cemal Emden
Louis Kahn; Pensilvanya Üniversitesi Mimarlık Arşivleri, David Rothstein Koleksiyonu, fotoğraf: Beverly Pabst
Kabinde, Indian Harbor, Nova Scotia, Kanada, 1938; Sue Ann Kahn Koleksiyonu
Dağ No.1, Woodstock Dağı, New York, 1934-35, kağıt üzerine suluboya; Sue Ann Kahn Koleksiyonu
Hava Kararırken Cadde, Milano, İtalya, 1928, kağıt üzerine suluboya, guvaş, pastel, karakalem; Eugene Kahn Koleksiyonu
Öğleye Doğru Apollo Tapınağı, Korint, Yunanistan, 1951, kağıt üzerine pastel; Sue Ann Kahn Koleksiyonu

Kahn çok kere bakılmış, okunmuş, yazılmış, hakkında farklı tema ve bakış açılarıyla pek çok sergi düzenlenmiş; her bakanı kendi çıkış noktasından başlayan bir yolculuğa çıkaran ve konuk eden, her seferinde yeniden anlaşılabilecek, yorum yapmayı mümkün ve muhtemel kılacak kadar katmanlı bir figür; keza geride bıraktıkları da öyle. Louis Kahn’a Yeni/den Bakış: Cemal Emden’in Fotoğrafları - Çizimler ve Resimler sergisinin esasında mimarın mirasını kendine has yöntemlerle yeniden çerçevelemek var: onda etkisi hep hissedilen tinselliğe bir vurguyla yapılarını, çizimlerini, resimlerini, öğrencilerini, hakkında yazılmış ve yazdığı metinleri, bugün ve burada yan yana getirmek.

Sergiye giden yolun başlangıcını 2016’da, Cemal Emden’in fotoğraflarıyla Kahn’a yeniden bakmak, yapılarını yeni kadrajlara almak oluşturmuş. 1-1,5 yıla yayılan fotoğraflama süreci Philadelphia ve Pensilvanya’dan Dakka ve Ahmedabad’a uzanarak farklı kentlerde, bazen gidip gelerek (Kahn için mimarlığın önceliği olan, önemi tartışılamaz ve sükunet taşıyan ışığın5 yüzeylerdeki etkisini, günün farklı saatlerinde çekilip göz önüne serecek şekilde) tamamlanmış. Kahn’ın derinliklerine indikçe fotoğraflarla onu anlatmanın çerçevesi de kesinleşmeye başlamış: Büyük boyutlu fotoğraf çıktıları yerine, onun sözcükleri ve sesiyle, 16 yapısını kapsayan, odağında Kahn olan, ziyaretçinin onunla doğrudan ilişkilenebileceği, deneyime dayanan bir kurgu. Sergi alanına girildiği anda Kahn’ın mirası tarafından kuşatılıyor ziyaretçi, Büşra Tunç’un ürettiği iki duvar boyunca akan fotoğraflar eşliğinde. Müge Cengizkan’a göre6 “Elbette başka temsil biçimleri bulmak da mümkündü ama ‘biz onu nasıl aktarabiliriz’e kafa yorduk, yapıları içinde yaşar gibi deneyimlemelerini istedik ve serginin ana mekansal videosu böyle ortaya çıktı: Ölçek olarak insanı o yapıların içinde tutabilecek boyutta, yer yer Kahn’ın sesini duyduğumuz, tam da o fotoğraf karesiyle örtüşen kendi kelimelerinin yer aldığı 35-40 dakikalık bir üretim.”

Fotoğrafların içine yerleştiği bu mekansal video, serginin girizgahını ve kurgunun esasını oluşturuyor. Cengizkan bunu, kişilerin sergide ilk çarptığının Kahn olması, önce onunla baş başa kalmak olarak açıklıyor; yapılar hareket ediyor ve video, tek bir yüzeyde değil de kırılarak ilerlemesi sayesinde gerçekten mekansal bir deneyim kuruyor: “Sözlerin, seslerin, yapıların iç içe geçtiği noktalardaki çakışmalar yoluyla Kahn ile baş başa kalmak.” Öyle de oluyor. Yapıların içine sahiden girebilmek yalnızlık ve hareket edebilme özgürlüğü istiyor; oturmak, ayağa kalmak, yakınlaşıp uzaklaşmak ve bunu etrafınızda kimse olmadan yapmak… Emden’in fotoğraflarındaki yeniden çerçeveleme vurgusu, bu baş başa olma halinin esas tetikleyicilerinden, zira Kahn yapılarının fotoğraflarına az çok aşina olanlar için şaşırtmalarla dolu. San Diego, Kaliforniya’da bulunan anıtsal Salk Biyolojik Araştırmalar Enstitüsü’nün avlu fotoğrafı, sanırım en etkilendiğim fotoğraflardan biri. Avluyu, kendisiyle özdeşleşmiş kadrajından farklı bir çerçeve içinde yeniden öğretiyor sanki: Simetri, kendisini odağına koymamış bir fotoğrafla, daha da güçleniyor.

Katmanların diğerleri ise eşzamanlı olarak ve eklenerek sürmüş. Serginin temel kaygılarından biri ise çokça aforizmaları üretilen bir mimar olan Kahn’a bütüncül bir bakış geliştirebilmek. Bu kaygılar, ziyaretçiyi Kahn ile baş başa bırakan mekansal videoda yapılarla eşleşen ya da yolculuğun devamında temayı yönlendiren kelimelerle somutlanıyor. Kahn’ın gözlemlerini, hayallerini ve detayları ifade etmekteki becerisiyle yüz yüze geldiğimiz koridor ise o çarpıcı girişin ardından geliyor. “Görünmez olanı görünür kılan, görünür olanı da görünmez yapan” Kahn’ın Avrupa seyahatlerine dair pastel, suluboya ve karakalem çizimleri ile yapılarına ait mimari teknik çizimleri karşılıklı iki duvarda, dar bir koridorun iki yanında duruyor. Avrupa seyahatlerinde ürettiği çizimlerin yeniden üretimleri yer alıyor sergide. Zira özgün eserlerin sergilenmesi ve süreç boyunca iletişimde olunmuş Nathaniel Kahn ve Kahn Arşivi’nin koleksiyon yöneticisi gibi isimlerin gelip onu kendi kelimeleriyle anlatabilme ihtimali, Cengizkan’a göre siyasal iklimin engeline takılmış; ABD ve Türkiye arasındaki süresi belirsiz gerilim, hem malzemelerin gelişini hem de başka kişisel deneyimlere tanıklığın önünü tıkamış.

Fotoğraflar ve çizimlerle devam eden koridor, Cengizkan’ın deyimiyle baş başa kalmış olduğunuz Kahn’a ikincil deneyimler üzerinden bakmaya doğru götürüyor: Öğrencilerine ve hakkında yazılmış/yazdığı kitaplara. İşte Gönül Aslanoğlu Evyapan, Kahn’ı dünya mimarlığının kalbine burada koyuyor ve bir mimarın ötesine bakmaya başlıyoruz. Evyapan’ın anılarından, Doshi’nin guru-havari ikiliğini başka ve kanımca Kahn’ı bir “usta” olarak tanımlayabilmenin esas sebebi olan bir boyuta taşımak mümkün burada: Eğitimci kimliği. Pensilvanya Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde girdiği yüksek lisans stüdyosunda yaklaşık 425 öğrencisi olan Kahn’ın bıraktığı mirasın izi bugün hala etkili. Bu 425 öğrencinin bir kısmı, Evyapan gibi, 1950’li yıllardan sonra Kahn’ın öğrencisi olmuş, döndüklerinde ise aynı okulda eğitmenlik yapmış olan Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi öğrencileri. Kendisi de bir ODTÜ’lü olan Müge Cengizkan, kiminden ders almış olduğu bu isimler vasıtasıyla stüdyolarda Kahn söylemlerinin etkisinin, önceki jenerasyonlarda olduğu kadar olmasa da, kendi döneminde de hissedildiğini söylüyor. Dolayısıyla Türkiye’de bir Kahn sergisi yapmanın kaçınılmaz olarak eğitimci kimliğini içermesi gerektiğini de. Bu çok yerinde ekleme, öğrencilerinin kişisel deneyimleri üzerinden Kahn’a dair pek çok ayrıntıyı önümüze seriyor. Zira öğrencileriyle kavramsal tartışmalar yapan, karşı fikirlere reddedici olmayan, açık bir labirenti andıran bir zihin dünyasının izlerini paylaşıyor Evyapan ve kendi Kahn deneyimlerini anlatan Ahmet Gülgönen, Neslihan Dostoğlu, Cengiz Yetken, Yıldırım Yavuz ve Orhan Özgüner.

Smithsonlar ile mektuplaşan ve görüşen, Team X ile bağlantıda olan, CIAM kongrelerine davet edilen, Le Corbusier’ye hayran, ofisinde de çalışan Venturi’nin ilk kitabında çokça referans verdiği bir isim olan Kahn, kendi içlerinde mimarlığı nasıl algılayıp dönüştürdükleri konusunda derin birikimi olan, kendi bağlam ve çerçeveleri içinde kendilerini doğru ifade etmiş isimlerle ilişkide olan bir karakter. Cengizkan’a göre bu durum, Kahn’ın (en geniş anlamıyla) modern bir mimar olmasıyla, onun zamansız mimarlığıyla ilişkili. Evrensel değerlere yaslanan, hızlı tüketime direnen, başlangıçların, arketiplerin, ışık ve strüktürün koreografisinin izlerini süren, fakat özellikle derin deneyimler sunan, bunların arayışında olan Kahn’ın -bazen tarihselci, bazen postmodernist, bazen minimalist olarak nitelenen- mimarlığının kategorilere sıkıştırılamamasının sebebi de bu. Kategorilere gelmeyen bir mimarlık üretmesi, Roma ve Grek referansları, anıtsallık arayışları… Tüm bunlar, kendisi de geçiş döneminde olan Amerika’daki mimarlık için de atipik arayışlar Cengizkan’a göre; onu Kahn yapan ve birçok kişiye ilham kaynağı olmasının sebebi tam da bu.

Bu noktada, birbirinden beslenen ama iki ayrı proje gibi ilerleyen sergi ve kitap ilişkisinden de bahsetmek gerek. Alışık olduğumuz sergi kataloğunun ötesine geçen kitap, Cengizkan’ın editörlüğünde Kahn’a dair çok daha derin bir bilgi odağına dönüşüyor; Jale Erzen ve Ahmet Gülgönen’in kaleme aldığı yazılarla, bir başlangıç vurgusu yapan sergiyi bir girizgaha, kendini ise bir kaynağa dönüştürüyor. Kitap, Kahn’ın metinlerinin çevirilerini de içeriyor aynı zamanda. Çoğunlukla konuşmalarından üretilmiş bu metinler, Kahn’ın çokça müdahale ettiği ve düzeltmeler yaptığı bilinse de hiç de kolay algılanabilir metinler değil Cengizkan’a göre. Bu sebeple, süreçte metinlerin Türkçeye çevrilmiş olmalarını çok önemsiyor zira “Kahn’ı kendi özgün dilinde okuduğunuzda hızla anladığınızı sanıyorsunuz, ancak düşünce derinliği o denli fazla ki bazen kendini ifade edebilmek için kelimeler uydurduğu oluyor. Dili kendine özgü kullanışı, bazen kelimelerin zihnindekini aktarmada kifayetsiz kalışı nedeniyle başka anlamlar atfettiği kelime ve deyimler nedeniyle de anlaşılması zor metinler. Bu nedenle aforizmalar olarak metin içinden çekilmeden, önünü ardını okuyarak anlamak gerekli.”

Louis Kahn’a Yeni/den Bakış sergisi, tıpkı Kahn ile ilk kez karşılaşmaya, onunla tanışma yolcuğuna benziyor: Anıtsal estetiği ve derinliği gözünüzü korkutuyor, dünyayı ve mimarlığı çizgilerle, boyalarla anlatışı ve birikimini kelimelere döküşüyle haşır neşir oldukça zihnini temsil etme yöntemlerine ürpertici bir hayranlık duyuyor, gündelik hayatına dokunmuş olanları dinledikçe/okudukça çok kişisel ve güçlü bir ilişki geliştiriyorsunuz. 1974’te bir tren istasyonunda ölen, sevip sevmemenin de, sadece “mimar” olarak adlandırmanın da ötesinde bir kült olarak Kahn, herkesin bir miktar daha yaklaşabilmesi ve kendilerine düşen ilhamı alabilmesi için bir başlangıç olan Louis Kahn’a Yeni/den Bakış: Cemal Emden’in Fotoğrafları - Çizimler ve Resimler sergisinde; 4 Mart’a kadar Pera Müzesi’nin üçüncü katında.

NOTLAR
1 Jale Erzen’in Balkrishna Doshi ile Ahmedabad’da mimarın kendi tasarladığı evinde 24 Haziran 2017’de yapılan söyleşiden, çeviri Jale Erzen’e aittir. Louis Kahn’a Yeni/den Bakış: Cemal Emden’in Fotoğrafları, Çizimler ve Resimler, (ed.) N. Müge Cengizkan, Pera Müzesi Yayınları, İstanbul, 2017, s. 295
2 My Architect: A Son’s Journey, 2003, yönetmen: Nathaniel Kahn
3 Gönül Aslanoğlu Evyapan, Louis Kahn’a Yeni/den Bakış: Cemal Emden’in Fotoğrafları - Çizimler ve Resimler Sergisi için verdiği söyleşiden
4 Kahn’ı Kenneth Frampton, Aldo Rossi, Robert Venturi, Tadao Ando, Denise Scott-Brown gibi isimler de Michael Blackwood imzalı, 1995 tarihli Louis Kahn: Sessizlik ve Işık belgeselinde anlatıyor. Bu belgesel, Nathaniel Kahn’ın babasına yolculuğu ve Mimarın Göbeği gibi filmler, Sessizlik ve Işık film programı kapsamında 2 Şubat - 4 Mart 2018 tarihleri arasında Pera Müzesi’nde izlenebilir. Program için: www.peramuzesi.org.tr
5 Jale Erzen, Derin Önceliklerin ve Tinselin Mimari: Louis I. Kahn, Louis Kahn’a Yeni/den Bakış: Cemal Emden’in Fotoğrafları, Çizimler ve Resimler, (ed.) N. Müge Cengizkan, Pera Müzesi Yayınları, İstanbul, 2017, s.296
6 N. Müge Cengizkan’a, sergiye dair paylaştığı bilgi ve düşünceleri ile metine olan katkısı için teşekkür ederiz.

Etiketler: