Dışarıdan Düşünmek: Mahrem Despotluğu Altüst Etmenin Yazını

ECE YOLTAY

Ece Yoltay, Ömer Faruk'un kitabı eşliğinde Richard Serra'nın East-West/West-East eserini mahremiyet, malzeme ve biçim eşliğinde yazdı.

YAZIYA BAŞLARKEN
“Cehennemin ortasında cehennem olmayan kim ve ne var, onu aramak ve bulduğunda tanımayı bilmek, onu yaşatmak, ona fırsat vermek.”
Italo Calvino, Görünmez Kentler

Richard Serra’nın East-West/West-East adlı eseri, gözün sınırlarının algılayamadığı Katar çölünün genişliğiyle yarışan, dört büyük düşey metal levhadan oluşur. Yerini şaşırmakla bulmak arasında gelgitler yaşayan bu tasarım, Katar’ın çorak topraklarında algının sınırlarını zorlayarak ilham verici bir etki yaratır insan üzerinde. Metal levhalar ölçeksiz bir büyüklüktedir ve ilginçtir, bu ölçeksizlik eserin zarafetinin kaynağıdır. Gözün art arda dizilmiş dört büyük dikdörtgen parçaya bakarken takıldığı tek şey, metal levhalar üzerindeki oksitlenmenin renk değişimidir. Bunun dışında tasarım, birbirini belli aralıklarla takip eden geometriden başkası değildir. Serra’nın bu eserinin yarattığı etki de onun nesnel ifadesindeki sadelikte yatar. Topoğrafyanın geniş düzlüğüne saplanmış dikdörtgen levhaların yarattığı heyecan, referansız bir düzlem üzerinde var olma biçiminin amatörlüğünü hissettirir. Çünkü metal yüzeylerin yersizliği ve ölçüsüzlüğü, alışık olmadığımız varoluş biçimlerinin izlerini taşır. Oysa her oluş onu tarifleyen dış kuvvetlere ihtiyaç duyar.

fotoğraflar: farklı açılardan richard serra’nın east-west/west-east eseri, doha, katar

Her yeni, kendini mevcut sınırların boşluklarında var eder ve dolayısıyla onun kontrolündedir. Bu salt nesnel varoluşlar için geçerli değil, aynı zamanda insanın kendi toplumsallığını ve özneliğini nasıl yaşadığıyla doğrudan alakalıdır. Her özne, sosyal bir varlık olduğu olumsallığı (belki illüzyonu demek daha doğru olur) altında iktidar ilişkilerinden oluşan ağın bir birleşeni olduğundan (Deleuze ve Guattari bunu makineler1 yığını olarak tarifler), kendi mevcudiyetini bu ağ üzerinden tanımlar. Deleuze ve Guattari psikoanalatik bir okuma ile insanın ödipus2 tarafından şekillendiğini ve başka bir oluşu güçlükle hayal edebileceğini, hatta şikayet etse dahi kurtulamayacağını yazar (Deleuze & Guattari, 2012, s. 107). Böylesi bir özne oluşumunda, tesadüflere ve belirsizliklere yer yoktur. Çünkü makine yığınları sosyal varlıklarını güçlendirecek senkronizasyonu, gündelik rutin içinde büyük bir haz (iktidarı ele geçirme yahut onun bir parçası olma istenci) ile kurar.

İktidar ve özne arasındaki ilişki, Richard Sennet tarafından mahremiyet kavramıyla tartışılır. Bütün parametrelerinin belli olduğu toplumsal yaşamların, mahrem despotluğun imgesini ürettiğini söyleyen Sennet; gündelik rutinlerin, bireyin aşkın gücün etkilerini içselleştirmesinden kaynaklandığını iddia eder (Sennet, 2016, s.422). Bu, öznel gereksinimlerin ehlileştirilerek belli bir düzen içinde özneye sunulduğu ve özne tarafından başka biçimlerde, gündelik pratiklerle yeniden üretildiği evrensel bir despotluk halidir. Sennet'in “mahrem politik denetim” dediği şey, bireyin öznel ve kamusal yaşamı içindeki düşsel ve düşünsel bildirimlerin ve pratiklerin zorba yöntemlerle denetim altına alınmasını içerir. Mahremiyet bu despotluğun bir sonucudur. Görüş biçimlerini, kişisel hazları ve kamusal pratikleri düzenleyen ilişkiler setidir ve başka bir ifadeyle “güvenle gizlenen korkuların” birey ve toplum hayatında kontrol altına alınmasıdır. Bu yapay güven ile iktidar ilişkilerinin “korunaklı” alanlarda içselleştirilmesinin altında yatan sebep, mahrem ilişkilere atfedilen büyük değerlerdir. Mahremiyet, despotluğun dolaylı ve doğrudan insan ilişkileri üzerindeki tahakkümün ehlileşmiş halidir.

Serra'nın eserinde yarattığı heyecan, böylesi bir despotluğu kırmanın izlerini taşır. Metal levhalar mahrem sınırların belirlediği tanımlar üzerine kurulu nesnel ve imgelem dünyanın katılığını yerinden edilebilecek sıradışılığa sahiptir. Korku ve güvensizlik üzerine kurulu rutinler içindeki esnek olasılıklar (yersiz ve ölçüsüz biçimler, tesadüfi bir aradalıklar yahut dolaylı ilişkiler) zenginlikleri ve özgürlükleri çoğaltma konusunda ilham verir.

East-West/West-East eserinde olduğu gibi bilindik ve aşina olanı, yaratıcı bir biçimde yeniden yorumlayan Dışarıdan Düşünmek kitabı Serra'nın tasarımında sahip olduğu etkinin bir benzerini yaşatır okuyucuya. Kitap felsefe, siyaset ve sanat alanında farklı isimlerin kaleme aldığı yazılar ile okuyucunun düşsel ve düşünsel despotluğunu yapıbozuma uğratır. Mevcut düşünce ve algılama biçimlerini Deleuze ve Guattari yöntemleriyle yukarı/aşağı, sağa/sola esneterek nesnel ve imgesel dünyanın başka biçimlerdeki mevcudiyetine olanak sağlar.

Bu derleme kitap, ince bir giriş ile size nerede olduğunuzu ve nasıl bir rota üzerinden neleri keşfedeceğinizi söyleyen bir harita oluşturur zihinde. Editörün mütevazı bir başlangıçla kaleme aldığı giriş yazısı, her paragrafta sakinliğini kaybederek temsili ve nesnel oluşumları sorgulatan bir provokatörlüğe soyunur. Sırayla okunan her yazı, belki de derleme her kitapta olması gereken, bir önceki yazı ile bir sonraki arasında bağ kurmaktan öte bir örüntüye sahiptir aslında. Kitap sayfaları boyunca ustaca ilerleyen metinler, kendi kurgusunu yer yer bozarak, okuyucunun algısında yeni bir yeninin oluşumuna engel olan rutini bertaraf eder. Kitapta yer alan her yazı, kendinden önce ve sonra gelenin ilişki aralığına sıkışıp kalmayarak, kendini sayfalar öncesi ve sonrasındakine de bağlar. Böylece yazılar, Deleuze ve Guattri'nin çoklu varoluş biçimleri ve merkezsiz ilişki ağları matriksini hem yapısal anlatımı hem de içeriği ile oluşturur.

RICHARD SERRA, EAST WEST

Kitap, az ya da çok bilinenin, temsili dünyada var eden şekillendiricilerden arındırılarak bilinçte yeniden vuku bulması üzerine kuruludur. Yazılardan ilki, farklı biçimlerde yorumlanan Deleuze ve Guattari'ye ait kavramların semiyotiğinin analizidir. Başka bir yazı, yeni kavramsal tartışmaların, bu isimleri okumanın kaçınılmaz gerçekliği olarak görülüp, yorumlardaki farklılığın gerektiğini savunur. Öte yandan anlatımın ezotorik dili, diğer bir yazının eleştiri konusudur. Anlaşılmazlıkların ve çatışmaların sebebi olan öznel ve soyut alan, sosyal fenomenler üzerinden evrensel ve nesnel olana dönüştürülür. Başka bir yazı, kendini tersinden bir okuma üzerine kurarak merkezden periferiye doğru “çoğullaşan tekillikler” yahut sahiplenilen ötekiliğin yaratılmasını olumlar. Bir diğeri, alternatif bir örgütlenme modelinin tersinden bir akış yerine, iç içe geçmişliğin belirsizliği ve birlikteliği içermesine değinir. Bu belirsizlik ve birliktelik hali, şeyler arasındaki sınırın okunurluğunu azaltarak algıları bozar. Böylece şey, başka biçimlerde vuku bulmaya olanak sahibidir. Başka bir yazı ise olası özgürlük alanının, dil ile örgütlenen iktidar ilişkileri yüzünden nasıl olanaksızlaştırıldığına değinir. Bir diğeri, alternatif mekansal oluşumları, iktidarın toplumsal yapısının erişemediği ara mekanın ya da yok-yerin izlerini arayarak yapar. “Göçebe düşünce”nin mekanları bilindik tanımlardan, oluşumlardan bağımsız bir sürekli hareketi/değişimi içerir. Bu süreklilik diğer bir yazıda “sapkın” sözcüğünün pejoratif yapısının yaratıcılığında tartışılır. Bu yaratıcılık ise temsili olandan soyutlanmış bir beden tartışması ile yürütülür başka bir yazı içinde. İktidar ilişkilerinin imlemesiyle kimlik kazanan beden (Foucauldian), bir iktidar mekanizması için gereklidir. Diğer bir yazı, tek bir kuruma ya da sınıfa indirgemeyecek kadar rizomatik ilişki ağları üzerine kurulu iktidar olgusuna karşı bir oluşumun, homojenize edilmiş değişim arzusu üzerine kurulmasını eleştirir. Bu eleştiri, hayatın çok içinden bir yerden yürütülerek devrim hareketlerinin değişim arzuları içinde Deleuze ve Guattari'nin fikirlerini nasıl es geçtiklerine değinir. Bir diğer yazı, aşkın düşüncenin kendini minör oluşumlarda nasıl var ettiği üzerine bir tartışma yürütür. Bu, Nietzsche’nin “kara vicdan”3 kavramsallaştırmasının saf içkin yaşam üzerindeki etkisini konu edinir. Bir başka yazıda, unutmak ve hatırlamak arasında yeti ile belleğin bilinç üzerindeki etkisi yahut tepkisi tartışılır. Bir diğerinde, bellekte farklı zamanlara, faklı uzamlara ait deneyimlerin yarattığı temsili dünyalar karşılaştırılır. Temsiliyetleri niteleyen veyahut onlardan nitelenen nesnenin varlığı ve yitimi üzerine durur başka bir yazı. Bir diğeri, kimliksizleşmenin yarattığı akışkanlığın -ki bu aynı zamanda bilinçli biçimsizliğin yaratımıdır- tartışma nesnesini başka boyutlarda yorumlamanın olanakları üzerine durur. Bir başka yazı, boyutların birbirine akışını, referansların olmadığı yeni başlangıçların çoklu sonlarına takılı kalmadan deneyimlenmesi gerektiğini savunur.

Editör, yazılar arasında böyle bir ilişki ağını uygun bulurken, öte yandan okuma sırası değiştiğinde kitaptan çıkarılacak anlamlar farklılaşmaya da müsaittir. Bunun sebebi Dışarıdan Düşünmek kitabının okuyucusunun bulunduğu konumdan farkı yazarların dünyasına dolaşımını sıralı sayfalar boyunca yapmadığı çoklu bir anlatıya sahip olmasıdır. Her yazı bir “göçebe düşünce”nin ürünüdür: okuyucuyu tanıdık bilinmezliğe doğru yolculuğa çıkaran, alternatif yönelimlerle varılacak noktayı çeşitleyen (belki de öteleyen) bir iç gezinti... Sayfalar boyunca farklı okumaların rehberliğinde keşfedilen, filtrelenmiş bir görselin katmanları gibi, sonuç ürünün işlem süreçlerini içerir. Bir yazının diğer yazıya akışını sağlayan ortaklık başka bir yazı için ayırt edici olduğundan, bu süreç yazıların okunma sıraları şaştığında değişime uğrar. Böylece iki kapak arasına yerleştirilen yazılar, farklı düzlemlerin çakışması ile oluşan birlikteliklerin ve kopuşların rizomotik ilişkisini üretir. Bu derleme, birinin diğeri içinde eridiği, baskın olduğu ya da ona dönüştüğü anlatımların değil, bunların kendinden bir şey kaybetmeden bir arada olabildiği yerdir. Salt içerik değil (farklı disiplinlerin Deleuez ve Guattari okumalarına dayanan) yapısal özellikleriyle de yazılar, kitabı üreten rizomatik ilişkinin boğum noktalarını oluşturur.

Dolayısıyla Dışarıdan Düşünmek, farklı yazı katmanlarının birbirleriyle homojen ilişkileri yerine, değişkenliklerle dolu bir heterotopyadır. Yani kendi içkinliğine sahip, birbirine asla indirgenemeyen ve asla üst üste konamayan yazıların mekanı... Foucault bu mekanı homojen boş bir yer olarak değil, tersine tamamen niteliklerle dolu, hatta belki fantazmalarla dolu yer olarak tanımlar. Ona göre düşüncelerimizin, düşlerimizin, pratiklerimizin mekanı bazı içkin niteliklere sahiptir ve bu nitelikler hiyerarşik mevkiler tanımlamayan bir ilişkiler bütünü olarak değerlendirir. Heterotopik mekan, gündelik rutin içinde üretilen ilişki ağlarının yadsındığı, etkisizleştirildiği yerler olarak, mevcut toplumun mükemmelleştirilmiş hali olan ütopyaların gerçek dışı mekanlarına karşı, gerçektir. Üstelik bunlar karşı-mevki türlerinin, yani iktidar karşıtlığı üzerinden örgütlenme modellerinin, kısmi olarak fiilen gerçekleşmesine olanak sağlar. Heterotopya, bilindik, alışılmış pratiklerin ve temsiliyetlerin kendi zamanına ve koşullarına bağlı değişkenliğiyle var olan yerdir. Farklı fiziksel boyutların ve dünyevi temsiliyetlerin yan yanalığı ya da üst üsteliğini, çelişik olanın birlikteliğini içerir.

Dışarıdan Düşünmek, farklı isimlerin dert edindiği meseleleri kaleme aldığı yazıların derlendiği böyle bir yer... Metinler kendi içkinliğine uygun okuma biçimlerine sahip. Kimi aralıksız okunur, kimi sürekli kelimeler arasında gelgitlerle. Bazen daha önce okuduğunuz yazının perspektifiyle kavranır yeni yazı. Çoğu zaman da ayrı kitaplara aitlermiş havasını yaratır okuyucusunda. Ama asla bir solukta okunabilecek bir ürün değildir. Heterotopik niteliğinden kaynaklı kitap, yazıların birbirleriyle ilişkilerini takip eden bir iç yolculuğa davet eder okuyucuyu. Bıraktığı etki, despot mahremiyeti yıkacak düşünme ve düşleme pratiğinin dinamizmine sahiptir. Düşüncenin kalıplarını büküp kıvırarak farklı biçimlerde sürekli yeniden üretecek yaratıcı gücün provokatörlüğünü üstlenir. Aklın sınırlarını zorlayarak yeni olana yönelmenin yersizliğini ve ölçüsüzlüğüne teşvik eder. Daha çok deneyimlemeye ve arzulamaya dayalı, iktidar ilişkilerinden bağımsız bir içkinliğin okumalarını Deleuze ve Guattari'ye selam çakarak yapar.

KAYNAKÇA
-Deleuze,Gillies & Guattari, Félix. (2012), Anti-Ödipus: Kapitalizm ve Şizofreni 1, Ankara: Bilim ve Sosyalizm Yayınları.
-Faruk, Ömer. (2016), Dışarıdan Düşünmek: Deleuze ve Guattari Perspektifinden Felsefe, Siyaset ve Sanat Yazıları, Ankara: Chiviyazıları Yayınevi.
-Foucault, Michel. (October, 1984) "Of Other Spaces: Utopias and Heterotopias", Journal of Architecture/Mouvement/ Continuité.
-Honan, Eileen & Sellers, Marg. (2008), "(E)merging Methodologies: Putting Rhizomes to Work", Nomadic Education: Variations on a Theme by Deleuze and Guattari, ed. Inna Semetsky, Sense Publisher, pp. 111-128.
-May , Tody. (2013), "Desire and Ideology in Fachism", Deleuze & Fachism: Security, War, Aesthetic,ed. Brad Evans & Julian Reid, New York: Routledge, pp. 13-26.
-Sennet, Richard. (2016), Kamusal İnsanın Çöküşü, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
-http://www.archdaily.com/626191/richard-serra-s-east-west-west-east-rises-in-the-qatari-desert

NOTLAR:
1 Deleuze ve Guattari bedenin bütün parçalarını birbirileri ile ilişkilerini işlevleri üzerinden kuran makineler olarak değerlendirir, arzulama-makineleri (machines desirantes), organ-makine(machine-organ), kaynak makine (machine-source) gibi.
2 Psikanalizde libidinal istencin tatmin edilmemesi veya bastırılması (ödipus) arzu-makinelerinin başka rollere dönüşümünü içerir. Deleuze ve Guattari'ye göre bizleri birer organizma kılan bu makineler, bedenin organizasyonunda daima sıkıntı yaran kısımlardır. Çünkü arzu-makineleri ve organsız bedenler arasında sürekli bir çatışma vardır ve bu çatışma aşkın olanın beden üzerinde kontrolü için düzensizlik yaratır. Bu yüzden düzen ve istikrar için arzu-makinelerinin kontrol altında tutulması gerekir.
3 Friedrich Nietzsche'nin Ahlakın Soykütüğü Üstüne kitabının 2. bölümünde bellek ve unutkanlık üzerine yaptığı tartışmayı borçlu (özne) ve alacaklı (iktidar) üzerinden meteforik bir anlatımla, toplum hayatını organize eden şiddetin öznenin bilincindeki yansımalarına değinir. Bu tartışmada, unutmak belleği rahatlatan ve bireyi huzurlu kılan yeti iken, bellek toplumsal rolleri denetleyen, bireye sorumluluğunu hatırlatır. Borçlu (yükümlülüklerini) unutan özne olarak alacaklı tarafından sürekli cezalandırılır. Şiddet üzerine kurulu bellek “borçlu”da suçluluk ve utanmaya sebep olan bir “kara vicdan” yaratır.

Etiketler: