Günümüz Kenti İçin Bir Manifesto Denemesi: Köpük Kent
Kentin bütünü ve onu oluşturan yapılı çevreye dair konular, kullanıcısıyla birlikte bir anlam kazanır, zamanla değişir, dönüşür ve birbirlerini tekrar tekrar üretirler. Bu anlamda yapılı çevre her zaman sosyo mekansal çerçeveden bakılması olanaklı ve zorunlu bir mecradır. Meydana gelen değişim, dönüşüm ve üretimlerin zaman içerisinde katalizörü değişir. Post modern dönemin en etkili katalizörü ise, teknolojik olanakların gelişmesine bağlı yaşanan dijitalleşmedir. Toplumsal yapının okunurluğunu olanaklı kılan gündelik yaşam pratiklerine sızması ile dijitalleşme, toplum yapısının emek sermaye odaklı durumdan bilgi üretiminin sermaye odağı haline geldiği bir değişimi yaşamasına sebep oluyor. İletişim ve teknoloji tabanlı olma durumu ile birlikte 20. yy ortasından itibaren bilgi toplumu olarak adlandırılan bu dönem aslında henüz gelişimini tamamlamamış, halihazırda yaşanmaya devam eden bir süreç. Ancak birey ve dolayısıyla toplum yapısındaki bu dijitalleşme sebepli değişimlerin kent ve yapılı çevre bütününde, pratikte ve mekansal anlamda etkisi olduğu kesin.
Bu değişimler şimdiye kadar hep bulundukları döneme ait düşünürler tarafından formülize edilmeye çalışılmış. Castell, 20. yy kentini bir ağ mekanizmasına benzetip gelişen ilişkiler ağı üzerinden bir toplum tanımı yaparken, sonrasında Soja bunun üstüne ekleyerek toplumdaki esnekliği, güvenli siteler yaratma eğilimlerini ve yayılma durumunu gözlemleyerek bir post metropol tanımı yapmış. Metapolis kavramı ise bundan da sonra gelip tüm bu kabullerin üzerinde; Soja ile tanı konmaya başlanan mozikleşme durumuyla, yaşam, üretim, hizmet ve eğlence (boş zaman) ilişkilerinin birbirleriyle mekansal ve bağlamsal olarak giderek daha gevşek bir şekilde bağlandığı çok yönlü bir toplum ve yaşam tarzının geçerli olmaya başladığını söyler.
Tüm bu girişimler her zaman bir öncekinin üzerine koyup katmanlı bir şekilde çoğalarak kent, yapılı çevre ve toplum üçgeninde bakış açıları sunan kavramsal çerçeveler üretiyor. Köpük teoremi bu aşamada devreye giren, sosyoloji dalında üretilmiş bir yaklaşım diyebiliriz. Yaklaşım ve prensip olarak bu devinim halindeki toplumun ürettiği kentin, sürekli bir alıp verme dengesi üzerine kurulu olma hali köpük teoremi ile eş görülüyor. Köpük, yapısal olarak bir bütün halinde var olabilen, boşluksuz bir anatomiye sahiptir. Kabarcık adı verilen en alt birimler ve kabarcıkların bir araya gelmesi ile oluşan küreler köpüğü oluşturur ve kendi içinde bütünsel bir dengesi vardır. Sloterdijk tarafından 2004 yılında ortaya atılan ve köpüğün anatomisini metafor olarak kullanan bu sosyoloji teoremi, bir toplum inşası olan kente dair de fikir belirtir. Ağ toplumu tanımının akışları ve ilişkileri tanımlamanın ötesinde ölçeksizliği ve kapsayıcılığı açısından yetersiz kaldığını, toplumsal yapının ve kentlerin boşluksuz sistemler olarak görülmesi gerektiğini savunur (Lee ve Wakefield-Rann, 2018).
Köpük teoreminde belirtilen en önemli nokta, ortak bir bağışıklık sisteminin varlığı. Alt ölçekten üst ölçeğe köpüğün hayatta kalmasını sağlayan, iç atmosferi dengede tutma eğilimi. Bu eğilim, gerektiğinde dengeyi korumak adına, iki kabarcığın birleşmesi ya da yan yana ama ayrı durumda iken de hava alışverişini sürdürebilmesini sağlar. Bağışıklık sistemini oluşturan belli başlı taktikler sayesinde, köpük hayatta kalır ve sürekliliğini korur. Bir ağ şeklinde yapılanan bu örüntü, kendi içine kapalı ancak birbirine değerek var olabilen mikro kozmik kürelerden oluşur. Ancak bağımsız bu birimler arasında da gaz alışverişi olur. En önemlisi de, hepsi aynı atmosferik yapı altında var olurlar ve bundan beslenirler. Bu sistemde karşılıklı alışveriş devam edebilir, birimler form değiştirebilir veya büyüyüp küçülmeler olabilir. Aslında her bir mikro-kozmik yapıyı bir birey olarak düşünebiliriz. Bu mikro kozmozlar bir araya geldikçe kozmik yapıyı, yani toplumu oluştururlar. Tekillik, ikililik ve sonrasında da topluluk oluştururlar. Geliştirilen bağışıklık sisteminin öneminin, bu ortak öznellik ve kırılganlık durumu ile ilişkili olduğunu söyleyebiliriz.
Köpük teoreminin genel prensipleri aşağıdaki başlıklarla özetlenebilir:
• Direkt iletişim / erişim yoktur, taklit vardır. Mimetik sızma ve bulaşma / yayılma yolu ile kabarcıklar arası iletişim sağlanır.
• İlişkilendirilmesi gereken, yakın olunması gereken bir merkez yoktur. Merkezsiz, karmaşık bir sistemdir. Sistemde her an herhangi bir yerden yeni bir kabarcık üreyebilir.
• Önemli olan, köpüktür yani sistemdir.
• Küçük ölçekte, kendi bağışıklık stratejilerine sahiptirler. Ortak örgütsel hedefleri takip etmezler. Bir organizasyon olarak yaşam alanları baz alındığında, kendi iç işleyişlerine ve atmosferlerine sahip oldukları görülür.
• Köpük, bu iç organizasyonlara karışmaz, aralarındaki ilişkilere ve iletişime odaklanır. Ortak kırılganlık, yani ortak bağışıklık sistemine sahip bu kurguda, bağışıklığı korumak için geliştirilen bir taktik olarak taklit ve sızma, köpüğün ömrü ve sürekliliği için önemlidir.
Köpük teoremine göre kabarcıklar arasında direkt iletişim bulunmaz. Katı geometrik sınırlarla birbirini ortak bir duvar ile sınırlayan ve yüzey gerilimlerindeki değişiklik sebebi ile bu ortak alandan gaz alışverişinde bulunan köpük anatomisinden yola çıkarak anlatılan iletişim yolları taklit, sızma ve yayılma yolu ile gerçekleşir. Taklit, bilinen ilk anlamından öte, tekrarın biçimlerine dayalı bir bakış açısı sunmayı amaçlar. Sızma ve yayılma birbirini takip eden bir kent-kır birlikteliğine vurgu yapar ve sonunda tekrara dayalı sızmanın, yayılma oluşturması formülü ile sonlanır.
Sosyoloji tabanlı köpük teoreminin kent ölçeğindeki bu uyarlamasında köpüğün çalışma mekanizmasını oluşturan taklit, sızma ve yayılma kavramları kentsel ölçekteki merkezsizleşmenin ve kent-kır arasındaki ilşkinin belirsizliğini oluştururken, köpüğü ölçeklememize yarayan dualite ve pluralite kavramları ise bilgi toplumu ile özdeşleşen bireyselleşme, zıtlıkların bir aradalığı ve çoklu durumları oluşturur. Hem yaşanılan bilgi toplumu çağının sürekli devam eden işlerliği sebebi ile hem de iletişim teknolojilerinde yaşanan ve her geçen gün artan ivmeli ilerlemeler sebebiyle bireyin, toplum ve bir arada yaşama arasındaki ilişki tanımı için yukarıda da anlatılan ve bu zamana kadar yapılan tüm girişimleri kabul eden ancak üzerine konması gereken katmanlar için bir arayış içinde olduğunu düşünebiliriz. Bu arayış, üretilen kavramların yer yer kent ve mimarlık ölçeğinde karşılıklarının gündelik hayat örneklemlerini içerse de yapısal karşılığı olan bir tarif vermez. Kent, kentli ve mimarlık üçgeni için köpük teoreminden üretilen sistemsel bir bakış açısı sunar.
Sloterdjik’e göre kabarcıklar ya da küreler arası direkt iletişim yoktur, "taklit" vardır ve bu savını Tarde’nin sosyoloji alanında yaptığı sava dayandırır. Tarde’ye göre, toplum taklitten ibarettir ve taklit bir anlamda uyurgezerlik demektir (Borch, 2010). Bu yaklaşım moda, davranış ve hatta düşüncenin taklit ile nasıl aktarıldığını ve bu taklitlerin toplumda bir anlamda hipnotik ilişkiler yarattığını, taklit edenin öz iradesi ile aldığı kararlar ile belli davranışlar sergilediğini düşünse de, bunun aslında sadece dışsal bir küresel hipnoza verilen tepki olduğunu anlatır. Bu durumda ortak öznellik ve kırılganlık ürünü kabarcıklar, bahsi geçen taklitsel hipnoz olma durumu ile ilişki kurabilir.
Deleuze’ün tekrara yüklediği anlam ise, iki farklı noktada durur. Birinci anlamı ile düşünürsek tekrar, benzerlikler ve sıradanlıklar üretir. Tekrar eğer, tekrar edilenin özsel varoluşundaki sonuca odaklı bir tekrar ise, ortaya çıkan sonuç sadece genelliği üretir. İkinci anlamı ise, farklılıklar üreten Deleuzecü bir tekrardır. Ancak tekrar edilen varoluşsal sonucunun sebeplerine odaklı bir tekrar ise bu özsel farklılıkları yaratan faydacı tekrar, yani Deleuzecü tekrardır. Köpük teoreminde taklit; kabarcıklar arası bir iletişim yöntemi, köpük için ise ortak kırılganlığa karşı geliştirilmiş bir bağışıklık sistemi taktiği olarak aslında olumlu bir tarafta durur. Her kabarcık, iç dengesini sağlamak için komşu kabarcığı ile taklit yöntemini kullanarak iletişime geçer. Biçimsel olarak taklit, özsel niteliklerden kopuk olarak tekrar edildiğinde birincil anlamı ile sıradanlığa ve aynılığa hizmet eder. Tarde’nin de bahsettiği bu yarı bilinçli hal de aslında kontrol dışı küresel atmosferin toplum üzerinde oluşturduğu dışsal tekrara dayalı taklitten oluşur. Küreselleşme bu anlamda taklidi bir araç olarak kullanır.
Köpükteki diğer iletişim yöntemi ise sızma ile gerçekleşir. Dış atmosferdeki değişim sonucu kabarcıkların birbirleri ile iç gazlarını sızdırmaları sonucu küreler dengelerini bulmaya çalışır. Buradaki dışsal atmosferi, bilgi toplumunda dijitalleşme ve küreselleşme olarak ele alabiliriz. Alışılagelen gündelik yaşam pratiklerinin birbiri içerisine geçmesi, yerden bağımsızlaşma, yer odaklılıktan insan odaklı duruma geçiş sebebiyle bir heterotopi yaratır. Bu durum fonksiyonlar arası sızıntı ile gerçekleşir. Gerek mekansal gerek kentsel ölçekte bu sızıntılar karşılıklı bir iç içe geçme durumu yaratır. Bilgi toplumunun erişilebilirlik ve sınırsızlık altyapısıyla gelen bir alternatifler ve birliktelikler zamanı olduğu söylenebilir. Bu alternatif ve birliktelik durumu kent ve kır için de geçerlidir. Kent ve kırın bu iç içe geçme durumu kentsel ölçekteki sızma ile gerçekleşir. Dijitalleşme ile gezgin konuma geçen nüfus, gittikçe yerden bağımsızlaşır. İhtiyaçlarını giderebilmek ya da kentsel olanaklara erişmek için kentlerdeki bir merkez konum etrafında olma zorunluluğu bilgi toplumunun potasında eritilirken, kentten kıra ters göç durumu dönemin ruhunu oluşturmaya başlar. Bilgi toplumu öncesi dönemde, kent ve kır ayrımı oldukça tanımlıdır. Tekeli’ye göre (2016) kırsal alan sınırını kent belirler. Kent dışı alan, kırsala ait bir parça olarak tanımlanır ve bunlar birbirinin negatifi iki tanımdır.
Kent ile kırın kesin olarak ayrıldığı dönemde, kentli olma ve sadece orada olarak iş, eğlence gibi olanaklardan yararlanabiliyor olma durumu sebebi ile nüfusun kent odaklı hareketi çok sayıda türdeş olmayan insan için çekici bir durum iken, bilgi toplumundaki yer odaklı olma durumunun insan odaklı olma durumuna evrimi bu bakış açısını değiştirdi. Böylece kırı kendine çeken kentten, kıra doğru bir sızma durumu oluşmaya başladı. Kente çekilen kır nüfusunun değil, kentli olarak tanımlanan nüfusun bu tersine göç hareketi kırsal alan tanımındaki yerli durumunu da değiştirmeye başlayabilir. Böylece kır, sadece tarım üretimi yapılan kent dışı alan ve üretici yerli halk topluluğu tanımından sıyrılarak yeni göçebe kentli nüfusun sızmaya başladığı kent uzantısı parçaları haline dönüşecek diyebilir miyiz?
Bu yaşam tarzı değişimi bir araya gelişlerden ve seçimlerden okunabileceği gibi, toplumun gündelik ve mekansal kullanım pratiklerinden de gözlemlenebilir. Bilgi toplumu ile dönüşmeye başlayan çekirdek aile kavramı, aynı şekilde yalnız yaşayan bireyler için de tek hacimli tipolojilerin doğumuna sebep oldu. Bilgi toplumunda bireyin yerden bağımsızlığı, onun kent içerisindeki bu tipolojilere olan bağlılığını ve periyodunu da etkilemeye başladı. Kentte küçük bir yaşam alanının yanında kırda ayrı bir yaşam alanına sahip olma durumu, farklı periyotlarda bu ikili ilişkinin yürütülmesi, kent-kır birlikteliğindeki sızıntının bir şekli olarak okunabilir. Bu sızıntının bir ileri aşaması kentten tamamen çekilen bireyin kır yaşamında alıştığı "kentli hayatı", yani tüm olanakları yanında götürmesi olarak öngörülebilir. Post modern çerçevede kalıcılık yerini gelip geçiciliğe bırakır. Ne tamamen kentli ne tamamen kıra ait olunur. Kent ve kır kabarıp sönerek dengelenen iki kabarcık olarak düşünüldüğünde, bu alışveriş sonucu bir noktada biri diğerini yutar ve kent-kır tek bir bütün haline gelir. Bu, sızma durumunun bir sonraki adımı olan yayılma eylemidir.
Yayılma, köpüğün yapısında yan yana kabarcıkların çoğalması yolu ile gerçekleşir. Herhangi bir kabarcık, bir diğer kabarcığın doğumuna ve yayılımına olanak verebilir. Bu durum; merkezsizlik, tekrar, sızma, ortak-sınırlılık gibi bütün kavramları kapsar. Sızma eyleminin yüksek derecede tekrarı ile gerçekleşen yayılma, sosyal bir varlık olarak bireyin bağışıklık oluşturma şekillerinden birini, yani topluluk oluşturma taktiğini temsil eder. Taktiksel olarak bakıldığında, taklit edilen her ölçekte eylem; kabul gördüğü oranda bir yayılma yaratır. Dil, kullanım ve taklit ile, düşünce ve bilgi; tekrar ve benimseme ile, pratik; taklit ve tekrar sebatıyla oluşur. Kent ölçeğinde yayılma ise, sızma eyleminin kent yaşamına yabancılaşan bireylere taktiksel olarak bir çözüm olabildiği sürece tekrarlanması ile oluşur. Tekrar edilen sızmanın yarattığı yayılma ile bütünleşen kent ve kır, kırsalın bağışıklık sistemine açılan bir kanal olarak görülebilir. Kente göre yerelliği daha çok koruduğu düşünülen kırsal alanlara yayılma durumu, kentsel alanlardaki tek tipleşme ve küreselleşme gibi kavramların baskısını bu alanlara doğru çekebilir ve yerelliğin de küreselleşme potasında yok olmasına sebebiyet verebilir.
Her an başka bir yere gidebilir, başka bir kente taşınabilir, bir süreliğine başka bir ülkede yaşayabilir olma durumu, modern öncesi dönemdeki periyodik olarak aynı yerde yaşama durumunu değiştirdi. Ancak bununla beraber, bireyin eve yüklediği anlam ve beklenti değişirken konut ile ilgili yakınsamalar da arttı. Zorunlulukların tercih edilebilen şeylere dönüşümü, artan çeşitlilik ve farklılaşmalar, sorgulamaları da beraberinde getirir ve tercihler, toplum karakterine ve pratiklerine şu soruyu entegre eder: Nasıl?Nasıl yaşandığı sorusu 21. yy bilgi toplumunda bireysellik ve yabancılaşma kelimelerinin çokça kullanıldığı topluluk için "yersiz" olarak cevaplanabilir. Yerden özgürleşen birey için ev, kendisi ve yanında kendi kadar mobil olabilen taşınabilir teknolojileridir. Bu durumda bilgi toplumunda kabarcıklar evden ziyade bireyin kendini temsil eder demek daha doğru olur.
Yerden bağımsızlık ile gelen bireyselleşme ve özgürlük, kalıcılık kavramının yerini daha geçici çözümlere bırakması ile gerçekleşen yüzeysel aidiyetler ve ilişkiler ile yabancılaşmayı doğururken, yabancılaşan bireyi yeni çözümler aramaya iter. Talu’ya göre (2010) bu yabancılaşma, özellikle kentlerde doğadan kopuk olma durumu ile pekişerek onu daha da arzu nesnesi haline çevirir ve bireyi doğa içerisinde bir konut hayaline götüren kaçış planlarına sürükler.
Köpük teoremine göre, en başından beri, her şey hiçbir zaman tek değildir. Taklit kavramında anlatılan tekrar durumunun özsel bir tekrarı ile oluşan özgünlükler gibi, yerelliklerin beslenmesi küresel kültürü de besler. Mimarlıkta da bu yerellik ve küresellik durumu birbirini besleyen bir tavır sergileyebilir. Ekolojik yaklaşımlar ve doğaya duyarlı sıfır enerji teknolojiler küresel bir ilgi iken, yerelden beslenme, yerli malzemeleri kullanma durumu da bu küresel ilgiyi besleyen yerel ölçekte bir adımdır. Küreselliğin ve yerelliğin arasındaki bu dualite, bilgi toplumunun birbirini besleyen iki küresi olarak görülebilir.
Tüm bu kavramların toplandığı bir şemsiye görevi gören son kavram ise pluralite. Foucault’a göre (2016); “İçinde bulunduğumuz dönem, belki de, daha ziyade, mekân dönemidir. Eşzamanlının dönemindeyiz, yan yana koyma dönemindeyiz, yakın ve uzak döneminde, yan yananın, kopuk kopuğun dönemindeyiz”. "Yan yanalık", "üst üstelik" ve "eşanlılık" terimleri bilgi toplumu için kesinlikle karşılığı olan terimler.
Köpüğün bağışıklık sistemlerinden biri de, kabarcıkların büyüyerek patlama ya da küçülerek yok olma noktasına geldiğinde iç atmosferini yan kabarcıkla birleştirerek aradaki sınır duvarını kaldırmasıdır. Bu sebeple bazen bir kabarcığın içerisinde birden fazla kabarcık yaşayabilir. Bütün sistem, yani köpüğün kendisi, bağışıklık sistemi sayesinde dengeye ulaşmak için geliştirdiği taktiklerle sürekli bir değişim ve dönüşüm içerisindedir. Bilgi toplumunun yarattığı kent, köpüksel bir sistem olarak içinde bu çoklukları, değişim ve dönüşümleri barındırır.
Pluralite, bir üst başlık olarak bu çoklukları temsil ederken, mekansal karşılıklarına odaklanır. Çoklukların mekansal karşılıkları, Foucault’un 1966 yılında heterotopya terimini ortaya atıp onu altı temel ilkeye dayandırması ile bir kavramsal çerçeveye oturur. Heterotopya, kelime olarak tıpta kullanılan ve bir organın kendi olduğu yerden koparak başka bir yerde var olması anlamına gelen bir terimdir (Nakıboğlu, 2015). Heterotopik mekan ile, o mekan için öngörülen formülün dışında bir tecrübe yaşanır.
Oldenburg’un üçüncü mekan tanımı, ev ve işyeri dışında kalan kafe, restoran, kütüphane, spor salonu gibi buluşma, sosyalleşme mekanlarını kapsar. Gündelik hayatın içinde yer alan bu üçüncü mekanların gelenekselleşen kullanımları, dijital kentliler sayesinde katmanlaşır. Günümüzde şunu görüyoruz; kafeler artık sadece buluşma mekanı olmanın ötesinde uzaktan çalışanların ofisleri ve toplantı salonları olarak da kullanılırken, ev de çalışmanın, eğitimin ve etkinliklerin dijital erişim olanakları ile birlikte sıkıştırılmış bir heterotopya durumuna evriliyor. Pluralite, köpüğün merkezsizlik durumunun fonksiyonlar üzerinden bir okuması olarak ele alınabilir. Merkezsizlik bir "çok merkezlilik" yaratır. Her bir kabarcık aynı öneme sahip küçük merkezi birimlerdir. Ancak tamamen egemen tek bir merkeze bağımlı değillerdir. Aslında kent içerisinde yaratılan komün yaşam alanları da, bilgi toplumu ile birlikte, ofis merkezleri gibi tek bir amaca hizmet eden mekanların dönüşümlerinin bir yansımasıdır. Bunun sebebi de sabitlikten kurtulan bilgi toplumu dijital yerlisinin, kendi hareketine bağlı değişen pratiklerine cevap olarak üretilmiş mimari bağışıklık sistemleridir.
Bilgi toplumu bir alternatifler dünyası. Bu durum "ve"ler ya da "ya o ya o" durumunun "hem o hem o" durumuna evrilmesini doğuruyor. Umulmadık yerlerde beliren farklı fonksiyonlar, kalıcı veya geçici olarak gündelik hayata dahil oluyor ve toplumu, beklentilerini ve doğal olarak yapılı çevresini değiştiriyor. Bu sebeple nasıl yaşanacağı sorusu görünür hale geldikçe, zorunluluklarından kurtulan birey için yapacağı her seçim onu tanımlamaya başlar. Nasıl çalışılacağı, yaşanacağı, eğlenileceği seçeneklere tabi olmaya başlar, çünkü artık ev sadece yaşanılan bir yer değildir. Çalışma eylemi sadece ofislerde gerçekleşmez.
Sonuç olarak, kent boşluksuz, merkezsiz ve sürekli dengeye ulaşmaya çalışan bir mekanizma olarak çalışır. Köpük, metaforik olarak bir kenti tanımlamada bu özelliklere karşılık bulabilen bir anatomiye sahiptir. Bu yazıda ürettiğim tüm kavramlar, bilgi toplumunun kentini tanımlamada bir araç olarak kullanıldı. Bu yazının metaforik olarak yeni bir bakış açısı sunmayı amaçlayan köpük kent için, bir aradalıkların ve çoklukların devri olan bilgi toplumunu tarif etmesi ve olası denemeler için potansiyel bir altlık oluşturması ümidiyle...
Kaynakça:
- Borch, C. (2010). Organizational Atmospheres: Foam, Affect and Architecture, Organization, 17(2), 223-241.
- Castells, M. (2013). Enformasyon Çağı: Ekonomi, Toplum ve Kültür - Ağ Toplumunun Yükselişi (E. Kılıç, Çev.). İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
- Foucault, M. (1984). “Başka Mekânlara Dair”, Özne ve İktidar, Seçme Yazılar 2 (I. Ergüden, O. Akınhay, Çev.). İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
- Lee, T. & Wakefield-Rann, R. (2018). Design Philosophy and Poetic Thinking: Peter Sloterdijk’s Metaphorical Explorations of the Interior, Human Ecology Review, 24(2), 153-170.
- Nakıboğlu, G. (2015). Ütopyadan doğmak, ütopya doğurmak: Heterotopya kavramı ve heterotopya bağlamında balık izlerinin sesi, FSM İlmî Araştırmalar İnsan ve Toplum Bilimleri Dergisi, (5), 381-408.
- Oosterman, A. & Cormier, B. (2014). Critical Globalism: Rem Koolhaas Interviewed. Volume, 41. Erişim 11 Ocak 2021, Adres: http://volumeproject.org/critical-globalism-rem-koolhaas-interviewed-by-brendan-cormier-and-arjen-oosterman/
- Şentürk, L. (2015). Heterotopoloji'ye Giriş: Heterotopyalar İçin Bir Nomenklatura Denemesi, XXI Dergisi, Adres: https://xxi.com.tr/i/heterotopolojiye-giris-heterotopyalar-icin-bir-nomenklatura-denemesi-i
- Talu, N. (2010). Modernlik Söylemi: Endişeli Bakışlarda Modern Birey, METU JFA, 27(2), 141-171.
- Tekeli, İ. (2011). Türkiye’de Bölgesel Eşitsizlik ve Bölge Planlama Yazıları. Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul.
- Yüce, S.D. (2021). Bir Metafor Olarak Köpük Kent. İstanbul Teknik Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü
İlgili İçerikler:
-
Yapay Zekâ Destekli Kent Tahayyülleri
Mimarlığın ve yapılı çevrenin geleceğini yapay zekânın gözüyle hayal edersek nasıl olur? Geçtiğimiz yıl Archinect, Generative Futures: An AI + Architecture Storytelling Challenge yarışması adı altında, işte bu sorunun cevabını aramak üzere bir çağrı yayınladı.
-
İPA Dijital Yaz Programı Başlıyor
-
Yansıma
Boğaz'ın iki yakası arasında süzülen İstanbul'un Şehir Hatları Vapuru yansımalar ve çakışmalarla dolu büyüleyici imgeler sunuyor. Vapurun içindeki silüetler ve Boğaz'ın görkemli manzarası birbirine karışıyor.
-
"Kentlerde İyilik Halini Sağlamak İçin Rehber İlkeler" Raporu Tanıtım Etkinliği Gerçekleştirildi
-
Ölçülebilirliği Aşan Yaşanan Mekân
Goethe’nin yaşamı yükselten mimarlık tanımıyla başlayalım bu yazımıza… Onun bu tanımında, mimarlık ancak ve ancak tüm duygulara seslenebildiğinde yaşamı yükseltebilen bir değer kazanmaktadır! Nasıl mı?
-
MAD'den “Kentlerde İyilik Hâlini Sağlamak İçin Rehber İlkeler’’ Raporu
-
Gram Mekan
-
Sürdürülebilir Bir Kent Mümkün! Ancak Birlikte Çalışırsak… Solar Dekatlon Avrupa 21/22
Işıl Kalpkırmaz Rızaoğlu daha yaşanabilir bir gelecek için bir araya gelen öğrencilerin yarıştığı Solar Dekatlon Avrupa 21/22'yi yazdı.